Zift, bastırılan seslerin, birbirini takip etmeyen günlerin, sıradanlaşan vahşetin, çöküşün ihtişamdan koparılışının, gecenin çığlıklarının romanı. İsahag Uygar Eskiciyan, tüm anlatıların, hesaplaşmaların, değer yargılarının kara bir oyukta eşitlendiği, öfkenin ziftinde karardığı bir çağın romanını yazıyor.
“Oyunlar, evet bu oyunu birileri sahneleyecek ama yollar yeniden yapılmayacak. Çukurlar doldurulmayacak.Yarıklar kapatılmayacak. İlaçlar içilmeyecek. Zamirler serbest kalacak. İsimler tek tek fotosenteze maruz bırakılacak. Güneşe çakmak gönderilecek. Düğünden önce gelinler öpülecek, damatlar damdan atılacak. Lüzum yok. İçimizde maydanoz yeşerecek. Benimki gibi olmamalı, herkes farklı ölecek. Bir mısrada adı geçen herkesin kafası kesilecek. Mısra dışarı salınacak. Çiğ çiğ yenen her şeyin kurtları büyütülecek. Gece için. Büyük gece için.”
*
herkesin gebereceği
herkesin sonunda mı ortasında mı belirsizliği ama mutlaka
gebereceği
pençelerini aç, tırnaklarını çıkar
işte mevzisiz savaşların asrı işte bilumum karanlıklar
işte seni çoğaltan lisan
demek hep buradaydın
hep burada uyuyan
işte o zaman kal!
kal o zaman işte
dişini gıcırdatma, evvelimiz var
beyazdan
çok
çok
önceydi
zaman
Sonra ıssız koyuluk, kuytu fenalık, duldasına sığınan güneşten kapı kapı dolaşarak, ben kapkaranlık geceyarısı, kenarlarını farelerin kemirdiği, kıyak ve bazı köşelerinde camgöbeği, mihrak ve aynı idrakta büyük gece gerçekten bir sihir miydi, yoksa ikincisi olmak istediğin kişi miydi? En sonra ben, merdiven üstü, pencere kenarı, beton ve demir birleşimi ve soğan, lastik kokuyorum ve nihayetinde de siyah. Buyurun evime gelebilirsiniz, takip etmekten kolaydır adresim. Tüm basamakları benim. Hem benim hem bana ait. Seslerden sonrayım. Bunu belirtmekte bir sakınca yok. Maddeye dönüşebiliyorum, ziftim beyaza akacak!
Ne de hızlı gidiyorum! Ve de birazdan bükülecek bileğim. Bileğim çük, bileğim sözcük. Böyle nereye gidiyoruz diye düşünmeye başladım ama yine de sizlere bol bol seçecek zaman bıraktım: büyük gecenin bir şarapnel parçasıyla anında ölüverdiğini anımsa. Evet, rüzgâr yeniden güçleniyordu. Suya dönüşse gücün ispatı olacak. Bir suya dönüşse ya. Hepimiz de bu acıklı sözcükleri olduğu gibi duymuştuk. Kulağımız, kulağımız olalı. Büyük gece öncesi. Mesela. On yıl önce, yine şimdi olduğu yerde dururken insan gönlünce davranabilirdi. Davranma isteği ve arzunun kronolojik bereketi. Çimenler, banklar ve vuslat öncesi son beton denemesi. Betonu hiltiyle sikenler şöyle dursun, onların ordusu olacağım.
Odanın içinde iki karasinek durmadan alnıma, burnuma, ağzıma konup kalkıyor. Bu uzuvların artık gerçekten benim olduğuna inandığım gün, artık yerine getirilmesi olanaksız üstünlüklerimi hâlâ sürdürüyormuş gibi gösterebilir, bu aldatmacayı da başarabilirim harami. Ya savaş sırasında? Ya savaş sürerken ve sonrasında. Niyetini ucuza alayım da git geldiğin yere. Kur fakı, kumpası. Tüm savaşlar barışla taçlansın. Tüm barışlar yine savaşla kâr marjını yükseltilsin. Bu kesin emir birbirimizi düzmeliyiz!
Uzun süredir, içeriden tasarladıklarımız gelip gelip ayıp oluyor. Ya da geçmişin içinden, hizasından rastgele seçilmiş birtakım öğeler, bizi bu hâle getirdi. Ne hâle getirdi! Belki kendi de bilmiyordu öyle olacağını. Belkili zaman yok dillerde, büyük ayıp. Kim bilir, kaç kişinin daha öldürülmesi gerekli görülebilir? Hangi yollarda dönüş farklı türden olacak, kimler kendi ayaklarıyla geri geri geri geri gelecek. Bazıları küçümseyerek sevişiyor, küçümseyerek savaşanlar var, küçümsenerek doğanlar, yaşayanlar, geberenler belki kendileri bile henüz bilmezler. Bilsinler. Karaları toplayın, yürüyoruz, susmuyoruz, tüm renklere çalmaya geliyoruz karanlığı.
Susup kaldım. Ağlamak istiyordum ama sadece bir avuç kadar. Bir avucun oyuğu kadar. Ve hemen sonra da kelimelerle mücadele edercesine, sırf onlar var karşında ve elinde, adeta ben koşarken sarı dumanın, çoğu kez zehre çıkar bu, dolana dolana arkamdan gelişinden hatırlıyorum yana dönüp bana ince el etti. Yerde sürüne sürüne kanını ve hayatlarını kaybedeceğim ve kılçıksız arpa ekmeği yiyip su içeceğim bir pınar buldum. Uyanmıştım artık. Yeraltında mıyız?
Olup bitenin ya da sürenin pencerelerle bir ilgisi olmadığı ortadaydı. Pervazsa pervaz, menteşeyse menteşe, çiviyse çivi gibi durabildiği için olanlardan onlar da sorumlu olmayacaklardı. Sadece sevecen sesle, yarı çıplak bir sürü kadın bedeni mide ağrılarıyla hâlsiz düşmüşken erkeklik organını basit bir buyrukla kaldırmak mümkün değilken olanlar sorumlu üretemeyecekti. Hiç de ağrımız, sancımız yok bedenlerden, hepsi de değebilir birbirine. Buna elbette değineceğiz. O bokun sorumluluğu tümüyle O’nunken. Ve iğfal edeceklerini söyleyip ay ve yıl sonra şehrin mil ve kilometre dışında bir metrukta, hepsinin dişleri çürük, deri dökülmesi kanun hükmünde. Biz de diye güldüler. Gülmek tabii bu da olacak. Dişlerimiz çürükken de.
Yetecek kadar patatesim var bugün. Yeteri kadar yerelmam var. Bir düşünün, o toprağa benim yüreğim de gömüldü. Gece karanlığında sokağa bakmak için pencereye yaklaştım, sorumlu değildi hiçbir şeyden. Ölenler öyle diyor: bugün bu mermiler cesur adamları korkutuyor. Mermiler hep etle tecrübe. Yenilgimizin bütün suçunu ben yüklenmek istiyorum. Uyumama izin vermeyen sen, sen şimdi içini oku. Yeterince esrar çekersen yaşlılıktan diyorlar, taze duman yerçekimine yenik. Defol git buradan. Nasıl istersen. Bu hikâyeler ona yeni geliyor. Evet, bazıları gitmeli. Git. Gittim.
Uzatma, tamam bitti. Oldu tamam. Tamam dedim bir kere. Ne yaparsın; hayat, beni tanıyor, beni tanıyor! Tabii bunların daha az göze batar olmalarını, bir kanat çırpışı hışırtısına dönüyor. Neden güldünüz? Size hikâye anlatacağım. Ay ışınları pencereden biraz daha uzaklaşmış. Nasıl olacak? Başka bir şey istemez, teşekkür ederim. Şarap yeterli. Çok konuştuk, sonuç yok.
Gölgemiz kitabı masanın üzerine bıraktı. Herkesin bir gölgesi var, şişe de tutabilirler. Bazen çok görüyor. Sadece o kadar. Çok geçmeden şişe boşaldı, bir süre ölmesini bekledikten sonra… Bakışları çok şey söyler. Neyse! Dinle bak, bir anlatayım: Kumsalda çadır görünüyordu. Adamı öldürmeyelim, rüzgâr arkalarından esniyordu. Birkaç yudum daha okuduktan sonra. Bu neşe, ancak her şeyi göze almış bir faninin o kısık sesi: Bana bir söz vermiştin hatırlıyor musun? Sözler, evet, zamanı durunca hatırlatmak içindir.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıZift
- Sayfa Sayısı168
- Yazarİsahag Uygar Eskiciyan
- ISBN9789755707808
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2016
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kelebekler ve İnsanlar ~ Üstün Dökmen
Kelebekler ve İnsanlar
Üstün Dökmen
İnsanlar âşık olunca, “Kalbim pır pır ediyor” derler. Kelebeklerin kanatları da öyle. İnsanlar, “Aşk kısa sürer” derler, kelebeklerin hayatları da öyle. İnsanlar, “Evlilik aşkı...
- İki Cihanın Bekçisi ~ Nermin Berrak Yurdakul
İki Cihanın Bekçisi
Nermin Berrak Yurdakul
“Benim efendim iki cihanın bekçisidir; kâh o âlemde kâh bu âlemde dolanır. Dilediği vakit dilediği kılığa girendir o; kâh hancı kâh yolcu olarak görünür.”...
- Perina (Özel Baskı) ~ Naşide Gökbudak
Perina (Özel Baskı)
Naşide Gökbudak
Albay başını önüne eğmiş düşünüyordu, aniden atıldı. “Çok üzgünüm Mihail! Kızını kaybettiğin için cidden üzgünüm. Ne olur ölüm haberini evdekilere duyurmadan birazcık daha düşün!...