Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Zarif Bir Cinayet Gecesi
Zarif Bir Cinayet Gecesi

Zarif Bir Cinayet Gecesi

Agatha Christie

Stonygates’teki genç suçluların islah edildiği bir vakfın sahibi olan arkadaşı Carrie Louise’i ziyaret eden Miss Marple tehlikenin yak- laşmakta olduğunu hisseder. Bir gece suçlu…

Stonygates’teki genç suçluların islah edildiği bir vakfın sahibi olan arkadaşı Carrie Louise’i ziyaret eden Miss Marple tehlikenin yak- laşmakta olduğunu hisseder.

Bir gece suçlu gençlerden biri, vakfın yöneticisini silahla öldürmeye çalışınca korkuları gerçekleşir. Yönetici, yara almadan kurtulur ama malikânenin diğer tarafındaki beklenmeyen ziyaretçi, onun kadar şanslı değildir.

Bu bir rastlantı mıdır? Miss Marple’a göre değildir. Miss Marple kurbanın, esrarengiz ziyaretinin altında yatan sırrı ve cinayeti çözmek için tüm becerisini kullanır…
“Çok zekice yazılmış.”—Guardian

1.BÖLÜM

Bayan Van Rydock aynanın önünden biraz geri çekilip iç geçirdi.

“Evet, hepsi bu kadar işte,” diye mırıldandı. “İyi oldu, öyle değil mi Jane?”

Miss Marple, Lanvanelli’nin tasarımı olan giysiyi beğeniyle süzdü.

“Bence çok şık bir giysi.”

Bayan Van Rydock, “Evet, fena değil, sorun yok,” diyerek yeniden iç geçirdi. “Artık bunu alabilirsin Stephanie.”

Kır saçlı, ince dudaklı, küçük ağızlı yaşlı hizmetçi tuvaleti özenle Bayan Van Rydock’un yukarı kaldırdığı kollarından çıkardı.

Bayan Van Rydock aynanın önünde şeftali rengi saten kombinezonuyla kalmıştı. Üzerinde tüm vücudunu sımsıkı saran bir korse vardı. Hâlâ son derece biçimli olan bacaklarında ince naylon çoraplar vardı. Sürekli yapılan masajlarla canlanan teni yoğun bir kozmetik desteğiyle de olsa -biraz uzaktan bakılmak koşuluylaneredeyse bir genç kızınki kadar diri görünüyordu. Saçları ağarmış olduğu söylenemeyecek kadar hoş bir grilikte ve özenle taranmıştı. Bayan Van Rydock’a bakınca insan onun doğal halinin nasıl olduğunu düşünemiyordu bile. Paranın yapabileceği her şey yapılmıştı onun için diyet, masaj ve sürekli egzersizler de bunun yalnızca bir parçasıydı.

Ruth Van Rydock şakacı bir bakışla ve neşeyle arkadaşını süz-dü.

“Ne dersin Jane, acaba bize bakan biri seninle neredeyse aynı yaşta olduğumuzu anlar mı?”

Miss Marple buna sakin, içten bir tavırla yanıt verdi. Arkadaşının endişelerini gidermek ister gibiydi.

“Bunu bir an bile düşünebileceklerini sanmıyorum,” dedi. “Bundan eminim. Korkarım ben tam yaşımı gösteriyorum, hem de ayına, gününe saatine, dakikasına kadar.”

Miss Marple’in bembeyaz saçları, pembe-beyaz kırışık bir yüzü ve saf bakan menekşe mavisi gözleri vardı. Bu haliyle çok tatli, sevecen, yaşlı bir kadın görünümündeydi. Bayan Van Rydock’a bakan biri ise onun için asla “yaşlı bir kadın” demezdi, diyemezdi. Bayan Van Rydock başını salladı.

“Evet, korkarım yaşını gösteriyorsun Jane.” Sonra birden gülümsedi. “Aslında ben de. Ancak farklı anlamda. ‘Bu ihtiyar cadının formunu böylesine koruyabilmiş olması olağanüstü bir şey!’ İşte benim hakkımda da söylenen bu. İhtiyar bir cadı olduğumu herkes çok iyi biliyor. Tann bilir ya ben de kendimi öyle hissediyorum. Ah yüce Tannm!”

Kendini kapitone koltuğa bıraktı.

“Hepsi bu kadar Stephanie. Artık gidebilirsin.” Yardımcısı tuvaleti aldı ve odadan çıktı.

Ruth Van Rydock, “Sevgili sadık Stephanie,” dedi. “Otuz yıldan uzun bir zamandır yanımda. Gerçekte nasıl göründüğümü bilen tek bir insan var, o da o! Neyse Jane, seninle özel bir konu konuşmak istiyorum.”

Miss Marple hafifçe öne doğru eğildi. Yüzünde ilgi dolu bir ifade belirdi. Aslında bir şekilde bu pahalı otel dairesinin süslü yatak odasına uymuyordu. Oldukça rüküş sayılabilecek siyah giysileri ve büyük torba çantasıyla oraya hiç yakışmayan mütevazı, ağırbaşlı bir hanımefendi görünümündeydi.

“Endişeliyim Jane,” dedi Ruth Van Rydock. “Carrie Louise için endişeleniyorum.”

Miss Marple dalgın dalgın bu adı yineledi. “Carrie Louise?”

Birden zihninde çok uzun yıllar öncesi canlandı.

Floransa’da bir özel okul. Kendisi, Cathedral Close’dan gelmiş beyaz tenli genç bir İngiliz kız. İki Amerikalı genç kız tuhaf konuşmaları, dobra tavırları ve canlılıklarıyla İngiliz kızının çok hoşuna giden Martin kardeşler: Uzun boylu, coşkulu, dünyayı umursamayan Ruth ve ufak tefek, narin, özlem dolu ve her zaman hüzünlü Carrie Louise.

“Onu en son ne zaman gördün Jane?”

“Ah, uzun yıllardır görmedim. Sanırım en azından yirmi beş yıl oldu. Tabii hâlâ her Noel’de birbirimize kart gönderiyoruz.”

Şu dostluk denen ne tuhaf bir şeydi! O, yani genç Jane Marple ve iki Amerikalı genç kız yakın arkadaş olduktan çok kısa bir süre sonra yolları ayrılmıştı. Ama buna rağmen o eski dostluk asla bitmemiş, zaman zaman birbirlerine mektup yazmayı, Noel’de kart göndermeyi sürdürmüşlerdi. İşin tuhafı, iki kardeşten Ruth’un evi -daha doğrusu evleriAmerika’da olmasına rağmen Jane Marple iki kardeşten en çok onunla görüşmüştü. Hayır, belki de hiç de tuhaf değildi bu. Ruth da kendi sosyal sınıfındaki tüm Amerikalılar gibi hemen hemen her yıl Avrupa’ya geliyor Londra’dan Paris’e, oradan Riviera’ya gidiyor, sonra da ülkesine dönüyordu. Tabii bu arada nerede olursa olsun eski dostlarıyla kısa bir süre de olsa gö-rüşmeyi de ihmal etmiyordu. Miss Marple’la da bu bağlamda birkaç kez buluşmuşlardı. Claridge’s’te, Savoy’da, Berkeley’de ya da Dorchester’da. Seçkin bir mekânda yemek, sevgi dolu anılar, aceleye getirilmiş, duygulu bir vedalaşma. Ruth’un hiçbir zaman St. Mary Mead’e gidecek zamanı olmamıştı. Zaten Miss Marple da ondan bunu beklememişti. Herkesin yaşamının kendine özgü bir temposu vardı. Ruth’un soluk soluğa hızlı bir yaşamı vardı, Miss Marple’ın ise genelde sakin.

Miss Marple Amerika’da yaşayan Ruth’la seyrek de olsa gorüşme fırsatı yakalamış olmasına rağmen İngiltere’de oturan Carrie Louise’i yaklaşık yirmi beş yıldır görmemişti. Tuhaf görünse de bu aslında son derece doğal bir durumdu. İnsan aynı ülkede yaşadığı eski arkadaşlarıyla buluşmak için özel bir çaba harcamıyordu çünkü her an karşılaşacağını, görüşeceğini düşünüyordu. Ancak farklı dünyalanın insanları olunca bu pek de mümkün olmuyordu. Dolayısıyla Jane Marple’la Carrie Louise’in yolları da bir türlü kesişmemişti. İşte durum bu kadar basitti.

Miss Marple, “Carrie Louise için niçin endişeleniyorsun Ruth?” diye sordu.

“İşte beni asıl endişelendiren de bu! Endişemin nedenini bilmemek!”

“Carrie Louise hasta filan değil, öyle değil mi?”

“Biraz hassas, ama bilirsin o her zaman nahifti. Hayır, onun sağlığının her zamankinden kötü olduğunu söyleyemem. Aynca o da bizim gibi yaşlandı artık.”

“Mutsuz mu?”

“Yoo, hayır!”

Miss Marple, hayır, sorun bu olamaz, diye düşünüyordu. Hiç kuşkusuz Carrie’nin yaşamında da kendisini mutsuz hissettiği anlar olmuştu; hayal kırıklığına uğramış, işin içinden çıkamamış, şaşır-

mış, kuşku duymuştu, ama büyük bir ıstırap, büyük bir hüzün … hayır… bu olamazdı. Mutsuz bir Carrie Louise’i düşünmek bile öyle

zordu ki.

Bayan Van Rydock’un sözleri de Miss Marple’ın bu düşüncelerini onaylıyordu sanki.

“Bilirsin, Carrie Louise’in farklı bir dünyası vardır. Yaşamın nasıl bir şey olduğunun, bu dünyada iyilik kadar kötülük de olabileceğinin farkında bile değildir. Belki beni asıl endişelendiren de bu!” Miss Marple, “İçinde bulunduğu koşullar…” diye söze başladıysa da durakladı. Başını salladı ve, “Hayır…” diyecek oldu.

Ruth Van Rydock, “Hayır,” dedi. “Beni asıl endişelendiren onun kendisi. Carrie Louise her zaman idealist bir kızdı. Aslına bakarsan biz gençken idealist olmak modaydı hepimiz biraz öyleydikgenç bir kız için doğru olan da buydu. Sen hemşire olup cüzamlılara bakacaktın Jane. Ben de hemşire olacaktım. Ama bir süre sonra bunlar saçma geliyor. Sanırım evlilik insanın aklımı başına getiriyor. Düşünüyorum da sanırım evlilik bana yaradı.”

Miss Marple, Ruth, her şeyi ne kadar da basite indirgiyor, diye düşündü. Ruth üç kez evlenmişti, her defasında da son derece zengin adamlarla. Bunları izleyen boşanmalar da bankadaki hesabını gittikçe kabartırken hayatında hiçbir olumsuzluğa neden olmamıştı.

Bayan Van Rydock, “Tabii,” dedi. “Aslında ben her zaman ayağını yere sağlam basan bir kadın oldum. Hiçbir şey karşısında yıkılmadım. Yaşamdan fazla bir şey beklemedim -özellikle de erkeklerdenönüme çıkan fırsatları değerlendirdim ve başarılı oldum. Hiç kimseye karşı da kötülük, haince duygular beslemedim. Tommy’yle hâlâ iyi iki dostuz, Julius da bana sık sık piyasa hakkında fikirlerimi sorar.” Ciddileşti. “Sanırım Carrie Louise konusunda beni asil endişelendiren de bu bildiğin gibi onun hep tuhaf tiplerle evlenmek gibi bir eğilimi vardı.”

“Tuhaf mı?”

“İdealistlerle. Carrie Louise hep aşın idealist tiplerin peşinden koşmuştur. Düşünsene, daha henüz on yedi yaşındayken -üstelik o sırada çok da güzeldiheyecandan faltaşı gibi açılmış gözlerle oturur, ihtiyar Gulbrandsen’in insan ırkının gelişimine ilişkin planlanını açıkladığı söylevleri dinlerdi. Üstelik adam o sırada ellisini geçmişti, sonrasında da Carrie Louise onunla evlendi. Adam çocuklu bir duldu ama Louise onun yardımseverliğine, hümanist fikirlerine hayrandı. Oturur, büyülenmiş gibi dinlerdi Gulbrandsen’i. O halleriyle Desdemona’yla Othello’ya benzerlerdi. Neyse ki, ortada işleri kanıştıracak bir lago yoktu zaten Gulbrandsen koyu tenli de değildi. İsveçli mi, Norveçli mi öyle bir şeydi işte.”

Miss Marple düşünceli bir tavırla başını salladı. Gulbrandsen dünya çapında önemli bir isimdi. Son derece başarılı bir işadamı ve çok dürüst bir insandı. Öylesine büyük bir servet edinmişti ki parasını dağıtabilmek için hayır işlerine yatırmaktan başka çözüm bulamamıştı. İsmi hâlâ çok büyük önem taşıyordu. Gulbrandsen Vakfı, Gulbrandsen Araştırma Enstitüsü, Gulbrandsen Vakfı burslan, Gulbrandsen Yaşlılar Evi, Gulbrandsen Düşkünler Yurdu ve bunların hepsinden daha da çok bilinen çalışanlarının çocukları için kurduğu eğitim kurumları.

Ruth ekledi. “Bildiğin gibi Carrie Louise’in Gulbrandsen’le evlenmesinin nedeni serveti değildi. Eğer onunla evlenen ben olsay. dım hiç kuşkusuz bunun nedeni adamın serveti olurdu. Ama Carrie için bu geçerli değil. Gulbrandsen, Carrie otuz iki yaşına geldiği zaman ölmeseydi ne olacaktı, işte onu hiç bilemiyorum? Otuz iki yaş genç, dul bir kadın için çok iyi bir yaş. Deneyimi vardır ve yeni koşullara da uyum sağlayabilir, yeniliklere açıktır.”

Onu ilgiyle dinleyen Miss Marple başını ağır ağır sallarken bir yandan da St. Mary Mead köyündeki dulları geçiriyordu aklından.

“Doğrusu ya Carrie ikinci kocası Johnnie Restarick’le evliyken ben çok mutluydum. Tabii ki adam kardeşimle parası için evlenmişti-daha doğrusu tam olarak öyle değildi amasanırım Louise’in parası olmasaydı onunla evlenmezdi. Johnnie bencil, eğlenceye düşkün, tembel köpeğin biriydi ama böyleleri bile tuhaf fikirli idealistlerden daha güvenilirdirler. Johnnie’nin tek isteği rahat bir yaşam sürmekti. Kardeşimin en iyi terzilere gitmesini, yatlar, arabalar almasını ve kendisiyle birlikte eğlenmesini arzu ediyordu. Böyle erkek çok güvenilirdir. Ona rahatlık ve lüksü sağlarsan kedi gibi minl min minldanır, etrafında döner, seni mutlu etmek için ne yapacağını bilemez. Ben Johnnie’nin sanatsal girişimlerini, tasarımlanını, tiyatro dekorları filan hazırlamasını hiç ciddiye almadım. Ama Carrie bundan da çok etkilenmişti bunun kelimenin tek anlamıyla sanat olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden de Johnnie’yi o çevrelere girmeye zorladı. Ve sonunda da o korkunç Yugoslav kadın ortaya çıkıp adamı pençelerinin arasına aldı, peşinden sürükledi. Aslında Johnnie gitmek istemiyordu. Eğer Carrie bekleseydi ve sağduyulu olmayı başarsaydı Johnnie eninde sonunda ona dönecekti.”

Miss Marple merakla sordu.

“Bu olay Carrie Louise’i çok mu sarsti?”

“Çok tuhaf ama onun üzüldüğünü bile sanmıyorum. Bu konuda çok uysal, inanılmayacak kadar ılımlı davrandı, zaten o her zaman anlayışlı bir insandır, Johnnie’den de yalnızca o yaratıkla evlenebilmesi için boşanmak istedi. Üstelik Johnnie’nin ilk kanısından olan çocuklarını da tatillerde yanına almayı önerdi, böylece çocukların daha düzenli bir yaşamı olabilecekti. Zavallı Johnnie sonuçta o kadınla evlenmek zorunda kaldı. Cehennemden farksız bir altı ayın sonunda da kadın anlık bir öfke krizine kapılarak arabalarını uçurumdan aşağıya sürdü. Herkes bunun kaza olduğunu söyledi ama bence bunun tek nedeni kadının dengesiz ruh haliydi.”

Bayan Van Rydock susarak eline bir ayna aldı ve dikkatle yüzünü inceledi. Sonra cımbızına uzandı.

“Peki, Carrie ne yaptı dersin? Bu kez de Lewis Serrocold denilen o adamla evlendi. Yine tuhaf fikirleri olan bir insan. Bir başka idealist! Lewis Serrocold’un kardeşimi sevmediğini söylediğimi düşünme sakın aksine onun Carrie’yi çok sevdiğini, ona çok bağlı olduğunu düşünüyorum. Ama onda da aynı takıntı var, insanların yaşamlarını iyileştirme arzusu! Fakat bildiğin gibi bunu insanın yalnızca kendisi yapabilir, başka hiç kimse değil.”

Miss Marple, “Acaba…” dedi.

“Ama bu da bir moda, aynen giyimde olduğu gibi. (Tanrım, son etek modellerini gördün mü? Bizi ne hale sokmaya çalışıyorlar? Neyse, nerede kalmıştım? Ah, evet moda. Yardımseverlik konusunda da moda var. Gulbrandsen’in zamanında bu bir eğitim konusuydu ama artık bu demode. Devlet de karışıyor artık buna. Herkes eğitimi doğal bir hak sayıyor, ulaşınca da pek önemsemiyor. Suçlu çocuklar günün modası bu! Bütün o genç suçlular ve suçlu adayları. Herkes kafayı onlara takmış. Lewis Serrocold’un gözlerinin –onlardan bahsedilinceo kalın gözlük camlanının arkasında nasıl parladığını görmelisin! Coşkudan gözleri dönüyor! O korkunç iradeli ve kararlı bir adam, hani şu bir dilim ekmek ve bir muzla karın doyurup bütün enerjilerini bir ideale yöneltebilen tiplerden. Carrie Louise de buna aldanıyorher zaman olduğu gibi. Ama ben bundan hiç hoşlanmıyorum Jane. Vakfın yönetim kurulu toplandı ve o koskoca yer bu yeni fikri uygulamaya adandı. Şimdi artık orası suçlu gençler için bir eğitim ya da iyileştirme merkezi; psikiyatristler, psikologlar, her şey var. Lewis’le Carrie Louise orada, o suçlu çocukların arasında yaşıyorlar o kesinlikle normal olmayan gençlerin arasında. Etrafları uzmanlar, eğitmenler ve meraklılarla sarılı ve onların da en az yarısı deli. Aklını kaçırmış bir sürü adam -sözde idealistve benim küçük Louis’im bunların arasında kaldı.”

Ruth susarak çaresizlik içinde Miss Marple’a baktı.

Jane Marple belli belirsiz bir merakla, “Ama…” diye mırıldandi. “Bana hâlâ seni endişelendiren konunun ne olduğunu anlatmadın Ruth.”

“Söyledim ya, bilmiyorum, bilemiyorum! Ve işte beni endişelendiren de bu! Bir süre önce kısa bir ziyaret için oraya gittim. Bana orada bir tuhaflık varmış gibi geldi bir terslik. O evin havasında bir şey var yanılmış olamam, bundan eminim. Tuhaf bir atmosfer vardı. Ben böyle şeyleri hemen hissederim, bu konuda her zaman çok duyarlı olmuşumdur. Sana borsada kıyamet kopmadan önce hissedip civa karışan hububat hisselerini satması için Julius’u nasıl zorladığımı anlatmıştım değil mi? Ne kadar haklıymışım? Neyse, o evde bir tuhaflık var. Ama bunun ne olduğunu bilemiyorum bunun nedeni o hapishane kaçkını çocuklar m, yoksa evdekiler mi işte bunu hiç bilemiyorum. Lewis sarf idealleri için yaşıyor ve dünyanın farkında değil. Carrie ise –Tanrı onu bağışlasın, güzel bir manzara, güzel bir ses ve güzel bir düşünceden başka bir şeyi ne görüyor, ne duyuyor, ne algılıyor. Bu hoş ama geçerli değil. Bir işe yaramıyor. Sonuçta kötülük denen bir şey de var. Senden doğruca oraya gitmeni ve tam olarak sorunun ne olduğunu anlamanı istiyorum Jane.” Miss Marple, “Benden mi?” diye haykırdı. “Neden ben?” “Çünkü senin burnun böyle şeylerin kokusunu alır. Her zaman böyleydin. Her zaman ılımlı, saf, tatlı bir insan görünümündeydin ama gerçek olan hiçbir şey seni şaşırtmıyor, yanıltamıyor Jane. Çünkü sen her zaman en kötüşünü beklersin.” Miss Marple mırıldandı.

“Çünkü insanlar öylediren kötüsü çoğu zaman doğru çıkar.” “Senin gibi şirin, huzurlu, sakin, köyde yaşayan birinin nasıl olup da insan doğası hakkında böyle karamsar düşünceleri olabileceğini hiç anlamıyorum!”

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Polisiye Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıZarif Bir Cinayet Gecesi
  • Sayfa Sayısı231
  • YazarAgatha Christie
  • ISBN9789752117792
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviAltın Kitaplar / 2014

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Üç Yanlış Üç Ceset ~ Agatha ChristieÜç Yanlış Üç Ceset

    Üç Yanlış Üç Ceset

    Agatha Christie

    Öğrencilerin kaldığı bir pansiyonda patlak veren hırsızlık olayı Hercule Poirot için hiç de ilgi çekici bir durum değildir. Başlangıçta basit bir hırsızlık gibi görünen...

  2. Büyük Dörtler ~ Agatha ChristieBüyük Dörtler

    Büyük Dörtler

    Agatha Christie

    Poirot’nun yatak odasının kapısında toza toprağa bulanmış bir adam durmaktadır. Zavallı adam Poirot’ya boş boş bakıp yere yığılır. Bir anda neye uğradığını anlamayan yaşlı...

  3. Işıklar Sönünce ~ Agatha ChristieIşıklar Sönünce

    Işıklar Sönünce

    Agatha Christie

    Bu, John Seagrave'in mutsuz yaşamının, kötü biten aşkının, düşlerinin ve ölümünün hikayesidir. Düşlerinde ve ölümünde ilk ikisinde elde edemediklerini bulduysa, yaşamı başarılı sayılır. Bunu kim bilebilir?

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Zaman Artık Durmalı ~ Aldous HuxleyZaman Artık Durmalı

    Zaman Artık Durmalı

    Aldous Huxley

    Hem edebiyata hem de felsefeye büyük katkılar sağlayan, başta Cesur Yeni Dünya, Algı Kapıları, Ada ve Loudun Şeytanları olmak üzere yazdığı elli kadar kitapla...

  2. Cehennem (Providence Üçlemesi – 2) ~ Jamie McGuireCehennem (Providence Üçlemesi – 2)

    Cehennem (Providence Üçlemesi – 2)

    Jamie McGuire

    Nina Grey, şeytanlarla yaptığı savaşın yaralarını yeni yeni sarıyordu. Geçmişte olanlar çok uzakta kalmış gibiydi. Hem okuluna devam ediyor hem de babasından kalan şirketin...

  3. Uyandığında ~ Hillary JordanUyandığında

    Uyandığında

    Hillary Jordan

    Uyandığında, yakın bir gelecekte, din devleti haline gelmiş bir ABD’de geçiyor. Suç işleyenlerin ten renklerinin, vücutlarına verilen bir virüsle değişime uğratıldığı ve bu kişilerin...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur