Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Zaman ve Suya Dair: Bir Buzula Ağıt
Zaman ve Suya Dair: Bir Buzula Ağıt

Zaman ve Suya Dair: Bir Buzula Ağıt

Andri Snaer Magnason

30’dan fazla dile çevrilmiş, tanımların ve kategorilerin ötesinde bir kitap. Buzullara, denize, Dünya’ya ve üstündeki tüm canlılara yazılmış bir aşk mektubu. Yaşadığımız yüzyıl içinde…

30’dan fazla dile çevrilmiş, tanımların ve kategorilerin ötesinde bir kitap. Buzullara, denize, Dünya’ya ve üstündeki tüm canlılara yazılmış bir aşk mektubu.

Yaşadığımız yüzyıl içinde dünyadaki suyun doğası değişecek; buzullar eriyecek, deniz seviyeleri yükselecek ve sularının asitliği son 50 milyon yıldır görülmemiş derecede artacak. Bu dönüşüm gezegenimizdeki bütün yaşamı, tanıdığımız ve sevdiğimiz herkesi derinden etkileyecek. Aklın alabileceğinden daha karmaşık, geçmişteki tüm deneyimlerimizden daha mühim, dilin kendisinden daha ulu bir vaka… Bu büyüklükte bir sorunu hangi sözcüklerle tarif edebilirsiniz ki?

İşte bu engin meselenin net bir resmini çekmek isteyen İzlandalı ünlü yazar ve aktivist Andri Snaer Magnason’un, eriyen Okjökull buzuluna yazdığı ağıt –“Geleceğe Mektup”– dünya çapında haber olmuş, milyonlarca kişi tarafından paylaşılmıştı. Magnason şimdi de bilimsel yaklaşım ile kişisel bakışını birleştiriyor; iklimbilimcilerin gelecek tahminleri arasında yolculuk ederken kadim efsanelerden, atalarının hikâyelerinden ve Dalai Lama’yla yaptığı söyleşilerden geçen güzergâhını incelikle –ve nükteli, ironik bir dille– örüyor. Nihayetinde ortaya hem bir seyahatname hem bir dünya tarihçesi hem de –gelecek kuşaklarımız uğruna– dünyayla uyum içinde yaşamamızın önemine dair sarsıcı bir hatırlatma çıkıyor.

2020 NORDIC COUNCIL EDEBİYAT ÖDÜLÜ FİNALİSTİ

“Andri, gezegendeki yerimize dair derinde yatan duygularımızı, üstlerine şiir ve hayret serperek su yüzüne çıkarıyor. Derinden etkilendim ve ilham buldum.”

—Darren Aronofsky

*

İlginç zamanlarda yaşayasın

“Neyi fark ettiğini fark etmeli insan.”
–Thorvaldur Thorsteinsson

Başka ülkelerden Reykjavık’e gelen misafirlerimi, Kırık Düşler Sokağı dediğim Borgartún Sokağı’nda arabayla gezdirmeyi severim. Höfdi’yi gösteririm: İşte, 1986’da Ronald Reagan ve Mihail Gorbaçov, çoğu kişinin komünizmin sonuyla, Demir Perde’nin yıkılışıyla ilintilendirdiği bu ahşap beyaz evde buluşmuşlardı. Höfdi’ye en yakın bina; cepheleri silme cam ve mermer olan, kapkara, kutu misali yapı bir zamanlar Kaupthing Bankası’nın genel merkeziydi. Kaupthing’in 2008’deki çöküşü kapitalizm tarihindeki dördüncü büyük iflastı. Yalnızca İzlanda’nın kişi başı geliri üzerinden değil, ABD doları üzerinden, net 20 milyar dolarlık bir çöküştü.

Başkalarının yaşadığı felakete oh çekmek değil niyetim ama hayrete düşüyorum, daha orta yaşıma gelmeden iki devasa inanç sisteminin çöküşüne şahit oldum: komünizm ve kapitalizm. Her iki inanç sistemi de kurulu düzenin, devletin ve kültürün zirvelerine tırmanmış olan, piramidin tepesindeki göreli yüksek konumlarına uygun saygıyı gören insanlarca idare ediliyordu. Bu sistemin içindeki insanlar, acı son gelene dek zevahiri kurtarma çabasındaydı. 19 Ocak 1989’da Doğu Alman Sosyalist Birlik Partisi Genel Sekreteri Erich Honecker şöyle demişti: “Bu duvar elli yıl sonra da yüz yıl sonra da burada kalacak.” Duvar o kasım ayında yıkılmıştı. 6 Ekim 2008’de bir televizyon röportajında Kaupthing Bankası’nın CEO’su, bankanın İzlanda Merkez Bankası’ndan acil durum kredisi çekmesi üzerine şöyle demişti: “Gerçekten iyi durumdayız, Merkez Bankası’nın parasını geri alacağından şüphesi olmasın… Tereddütsüz söylüyorum bunu.” Üç gün sonra banka battı.

Sistem çöktü mü dil de zincirinden boşanır. Gerçeği örtsün diye kurulan kelimeler boşlukta süzülür, hiçbir şeye tekabül edemez olur. Bir gecede ders kitapları hükümsüz kalır; aşırı karmaşık hiyerarşiler solar, yok olur. İnsanlar bir anda doğru ifadeyi bulmakta, kendi gerçekliklerine denk düşen kavramları telaffuz etmekte zorlanırlar.

Höfdi ile Kaupthing’in eski genel merkezi arasında çimenlik bir açıklık var. Merkezinde de ufacık bir ağaç kümesi: altı alaçam, çevrelerinde tüylü bodur söğütler. İki binanın arasında, bu ağaç kümesinin içine uzandım, gözümü göğe diktim, düşündüm: Acaba sırada hangi sistemin çöküşü vardı; yerlerini hangi büyük fikirler alacaktı? Bilim insanları bize yaşamın, dünyanın temellerinin çöktüğünü gösterdiler. Yirminci yüzyılın başlıca ideolojileri dünyayı ve doğayı ucuz, sonsuz hammadde kaynağı olarak görüyordu. İnsanlarsa atmosfer salınan gazları sürekli soğuracak, okyanuslar hiç durmadan atıkları emecek, daha çok gübre attın mı toprak sürekli kendini yenileyecek, insanlar her yere yayılıp koloni kurdukça hayvan türleri de yer açıp buyur diyecek sanıyorlardı. Peki ya bilim insanlarının okyanus ve atmosferin geleceğine, iklim sistemlerinin geleceğine, buzulların ve kıyı ekosistemlerinin geleceğine dair tahminleri doğru çıkarsa? İşte o zaman şunu sormalı: Bu muazzam sorunları ifadeye hangi kelimeler yetecek? Hangi ideoloji bunlarla baş edebilir? Neyi okumak gerek? Milton Friedman’ı mı, Konfüçyüs’ü mü, Karl Marx’ı mı, İncil’den Esinlemeler kitabını mı, Kuran’ı mı, Vedalar’ı mı? Dünyanın temel yaşam sistemlerine, hem de her ölçekte baskın çıkabilecek bu tüketim hevesimizi, bu maddiyatçı heveslerimizi nasıl terbiye etmeli? Bu kitap, zaman ve su üzerine. Gelecek yüz yıl boyunca dünyamızda suyun doğasında temel değişimler yaşanacak. Buzullar eriyecek. Deniz seviyeleri yükselecek. Artan küresel sıcaklık kuraklıklara, sel baskınlarına yol açacak. Okyanuslar elli milyon yıldır görülmemiş ölçüde asitlenecek. Bunların tümü bugün doğup ninemin yaşına, doksan beş yaşına kadar yaşayacak bir çocuğun ömrü zarfında gerçekleşecek.

Dünyanın en kudretli kuvvetleri jeolojik zamanı bir kenara attılar ve artık insan ölçeğinde değişim gösteriyorlar. Önceleri yüz binlerce yıl alan değişimler artık yüz yılda gerçekleşiyor. Bu, mitolojik bir hız: Dünyadaki tüm yaşamı etkiliyor; düşündüğümüz, seçtiğimiz, ürettiğimiz, inandığımız her şeye kökünden tesir ediyor. Tanıdığımız herkese, sevdiğimiz herkese sirayet ediyor. Zihnimizin genelde uğraştığı şeylerin çoğundan çok daha karmaşık değişimlerle yüzleşiyoruz. Bu değişimler önceki tüm deneyimlerimizi aşıyor; dil haznemizin çoğunu, gerçeklikte yön tayin etmemize yarayan metaforlarımızı aşıyor. Bunu bir yanardağ patlamasının sesini kaydetme çabasıyla kıyaslayabiliriz. Çoğu cihazda bu ses çamurlaşacak, beyaz gürültü* dışında bir şey duyulmayacaktır. Çoğu insan için “iklim değişimi” tabiri beyaz gürültü dışında bir şey değil. Daha ufak meselelerde fikir sahibi olmak daha kolay. Değerli bir şeyi kaybetmeyi kavrayabiliriz, bir hayvan vuruldu mu kavrayabiliriz, bir proje mutabık kalınan bütçesini fersah fersah aşsa durumu kavrayabiliriz. Gelgelelim iş sonsuz büyük meselelere, kutsal meselelere, yaşantılarımızın temelindeki meselelere geldiğinde uygun tepkiyi gösteremiyoruz. Sanki beyin o ölçekteki şeyleri algılayamıyor. Bu beyaz gürültü hepimizi aldatıyor. Gazete başlıklarını görünce kelimeleri anladık sanıyoruz: “buzullar eriyor”, “rekor sıcaklık”, “okyanuslar asitleniyor”, “salım seviyeleri artıyor”. Bilim insanlarının dedikleri doğruysa insanlık tarihinde bugüne dek yaşanan her şeyden çok daha ciddi bir olay söz konusu. Bu kelimeleri tam anlamış olsak eylemlerimize, seçimlerimize doğrudan etki ederdi. Ne var ki sanki kelimelerin anlamlarının yüzde 99’u bu beyaz gürültünün içinde kayboluyor.

Belki de “beyaz gürültü” doğru metafor değil; bu olgu daha çok bir kara delik gibi. Şimdiye dek hiçbir bilim insanı milyonlarca güneşe denk kütleye ulaşabilen, ışığı tümden soğurabilen bu kara deliklerin bir tanesini bile görmedi. Kara delikleri tespit etmenin yolu, onlardan öteye, yakınlarındaki nebulalara ve yıldızlara bakmak. Sıra Dünya’daki tüm suyu, tüm Dünya yüzeyini, gezegenin tüm atmosferini etkileyen meseleleri tartışmaya gelince meselenin muazzam boyutu tüm anlamı soğuruyor. Bu konuda yazmanın tek yolu, ötesine, yanına, altına, geçmişe ve geleceğe uzanmak, bireysel kadar bilimsel olmak, mitolojik dili kullanmak. Bu meseleleri yazmadan yazmam gerekiyor. İleri gitmek için geri gitmeliyim. Düşüncenin ve dilin ideolojik zincirlerden boşandığı bir zamanda yaşıyoruz. O eski Çince lanetin tarif ettiği zamanda yaşıyoruz ki bu lanetin çevirisinde hata olduğu neredeyse kesin; yine de duruma uygun düşüyor: “İlginç zamanlarda yaşayasın.”

Ufak bir hazine

1997 yılında İzlanda Üniversitesi’nin edebiyat bölümünden mezun oldum. O yaz, Árni Magnússon Ortaçağ Araştırmaları Enstitüsü’nün bodrumunda çalıştım. Enstitü, üniversite yerleşkesindeki kilitli bir kapının ardındaydı; yıllarca aynı binada öğrenim görmüş olsam da her nedense bir kez bile bu kapıdan geçmemiştim. Ardında İzlanda’nın “gizli halkının” yaşadığı söylenen elf kayaları gibi gizemli bir eşikti: Bu kapıdan girdikten sonra bir daha çıktığı görülmeyen insanlara dair rivayetler duymuştum. İçeride İzlanda sagaları elyazmaları ve bu hazinelerin başında çok uzun süre huzurla çalışma ihtiyacı duyan akademisyenler vardı. Kapının zilini çalmak öyle ürkütücüydü ki adeta yangın alarmına basacakmışçasına endişeleniyordum. İçeride ne olduğunu görme arzusuyla kavrulduğum güne dek o düğmeye basmaya cesaret edememiştim. O an zile bastım ve içeri davet edildim.

Kapının ardı loş ve sessizdi; havada ağır, eski kitap kokusu ve genç bir insanın kaldıramayacağı bir durgunluk vardı. Huzursuzluk hissettim. Buradaydım, içerideydim ve çevremde eski elyazmaları âlimleri vardı. Kimi ninem, dedem yaşlarındaydı. Kahve kavanozu başındaki tartışmalar, acaba Thorvald ’86 yazında Skagafjördur’da mıydı, minvalindeydi; kendi önemsizliğim karşısında hayrete düşmüştüm: 1186’dan mı, 1586’dan mı, 1986’dan mı bahsediyorlardı, hiçbir fikrim yoktu. Dilim tutulmuştu, yanlarında iyice cahil kaldığım göze batacak diye korkuyordum. Dilbilgisinden bihaber ya da alığın teki gibiydim (yoksa hem alık hem de dilbilgisinden bihaber mi demeliydim?)

Yazları hep açık havada çalışırdım; kaldırım döker, bahçeyle uğraşırdım. Ofis işleri yapanlara özgürlük alanları ne kadar dar diye acıyarak bakardım. Enstitüdeyse üniversitenin yeşil çimlerini biçen, görece rahat giyinmiş yaşıtlarıma dalıp gittiğimi fark ederdim. Gerçi zihnim daha ötelere, onlardan da ötelere, koskoca dünyaya kayardı. Annemin üvey kardeşi John Thorbjarnarson, gel, bana yardım et, Venezuela mangrovlarındaki anakondaların çiftleşme alışkanlıklarını incelemeye gidiyorum, demişti. Amazon yağmur ormanlarındaki bir bilim ekibiyle çalışacaktık. Onlar Mamirauá Sürdürülebilir Kalkınma Alanı’nda timsah yumurtalarını sayacaklardı; bu iş, Güney Amerika’nın en büyük yırtıcı hayvanı olan Melanosuchus niger’i, yani siyah kayman timsahını kurtarma çabalarının parçasıydı.2 Su basmış ormandaki su seviyesi her yıl yaklaşık on metre değişim gösteriyordu. Yani suyun üzerinde yüzen evlerde kalacaktık. John, “Sabah kapının önünde balık avlayan yunusların sesiyle uyanmak kadar büyük zevk yok,” demişti.

O sıralar kız arkadaşım Margrét ilk çocuğumuza hamileydi; koşa koşa böylesi bir maceraya atılmam sorumsuzluk olurdu. Yaşamımda yol ikiye çatallanmıştı denebilirdi. Tren istim saça saça bensiz Venezuela’ya, oradan da Amazon’a gitti; bir anlamda kendi varoluşuma izleyici kaldım. Akademisyenliğin ciddiyeti, yazmanın yalnızlığı bana uyuyor muydu, emin değildim.

Bir gün üst kattaki ufak bir galeride düzenlenecek bir elyazması sergisini belgelemem istendi. Sergiden filolog Gísli Sigurdsson sorumluydu. Bodrumdaki epey kalın çelik kapıya geldik, üç tane anahtar çıkarttı ve beni takip et, dedi. Kapıyı açınca hayretler içerisinde kaldım. O elyazmaları burada yaşıyor, İzlanda kültür tarihinin kutsal yüreği burada atıyordu. Tarihin hayranlık uyandırıcı mücevherleriyle çevriliydim. İçeride buzağı derisinden ince parşömenler vardı; en eskisi yaklaşık 1100 yıllarında yazılmış bu elyazmalarında mazide kalan dönemlerin olayları betimleniyordu. İzlanda sagalarının özgün elyazmaları vardı: Bunlar Vikinglerle şövalyeler, krallar, kadim kanunlar hakkındaydı. Gísli bir rafa gidip bir kutuyu açtı. Ufak bir elyazması çıkardı ve nazikçe bana uzattı.

“Bu kitap nedir?” diye fısıldadım.

Neden fısıldadığımı bilmiyordum. O mekânda kısık sesle konuşmak doğru gibi gelmişti.

“Bu, Codex Regius. Konungsbók. Kralın Kitabı.”

Dizlerim boşalacak gibi oldu, hayranlık içindeydim. Codex Regius, Manzum Edda’yı içeriyordu. Bu belki de İzlanda’nın tümündeki hatta belki Kuzey Avrupa’nın tümündeki en büyük hazineydi: İskandinav mitolojisinin en büyük ikinci kaynağıydı. O meşhur şiirleri, “Völuspá”, “Hávamál” ve “Thrymskvida”yı barındıran en erken dönem elyazmasıydı. Wagner’in, Borges’in, Tolkien’in başlıca ilham kaynağıydı. Sanki kollarımda Elvis Presley’yi tutuyordum.

Elyazması gösterişten yoksundu. İçindekileri ve etkisini düşündüğünüzde altın gibi sarı ışıklar saçması, göz kamaştırması gerekiyordu. Gerçekteyse bir büyü kitabı misali ufaktı, koyu renkti. Yaşlanmıştı ama pörsümemişti. O güzel kahverengi parşömende açık seçik yazılmış basit harfler vardı, birkaç ilk harf dışında illüstrasyon kullanılmamıştı. Bu, bir kitabı kapağıyla değerlendirmemek gerektiğinin en eski kanıtıydı.

Filolog ihtimamla elyazmasını açtı, sayfanın ortasındaki apaçık okunan bir S harfini gösterdi. “Oku bunu,” dedi. Ben de kendi başıma okuyabilene dek gözlerimi kısarak yazıya baktım. Sól tér sortna sígur fold í mar (Güneş kararır, karalar batar, gökte parlayan yıldızlar kaybolur, büyük küller kavrulurken, hiddetli ateşler göğü yalamaya başlar). 

Tüylerim ürperdi: Bu, aslı “Völuspá” şiirinde yer alan kehanetteki tarifiyle Ragnarök’ün ta kendisiydi: dünyanın sonu. Cümleler kesintisiz yazılmıştı; şiirler genelde kitap baskılarında dizelere ayrılır ama burada öyle değildi. Yedi yüz yılı aşkın süre önce bu sayfaya bu sözcükleri kim yazdıysa onunla doğrudan irtibat halindeydim.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Çevre-Doğa
  • Kitap AdıZaman ve Suya Dair: Bir Buzula Ağıt
  • Sayfa Sayısı300
  • YazarAndri Snaer Magnason
  • ISBN9786051982298
  • Boyutlar, Kapak14 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDomingo Yayınevi / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Zaman Sandığı ~ Andri Snaer MagnasonZaman Sandığı

    Zaman Sandığı

    Andri Snaer Magnason

    İzlanda Edebiyat Ödülü (gençlik kitapları dalında) • İzlanda Kitapevleri Ödülü• Nordic Council Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Ödülü “Dünyayı fethettiğini sanıyorsun ama sana söyleyecek bir...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur