“İşte sana ait yüze tamamlanmış aşk sonesi: Sana borçlu oldukları yaşamdan başka bir şey olmayan dallardan soneler.”
Rüzgârın, denizin, sıcak güneşin, tuz kokan gecelerin ve bin bir vahşi çiçeğin şairi Pablo Neruda’nın eşi Matilde Urrutia için yazdığı yüz aşk sonesi.
“Pablo Neruda XX. yüzyılın bütün dünya dilleri itibariyle en büyük şairidir.”
Gabriel García Márquez
“Neruda bize bizim olanı geri verdi… bizi Avrupalı âşıkların ve ilham perilerinin belirsiz kuramından koparıp, kanlı canlı ve somut bir kadının kollarına attı.”
Julio Cortázar
*
Matilde Urrutia’ya Çok sevgili kadınım, sana bu kötü söyleyişli soneleri yazmak büyük çile oldu, acılar verdi ve sanki canımdan bir şeyler aldı, ancak sana bunları sunmanın mutluluğu bir çayırdan daha geniş. Bu işe girişirken, her biri için, aklımın bir köşesinde şairlerin bunca zamandır titiz ve şık beğeniyle gümüşî çınıltılı, saydam ya da top ateşini andırır dizeler kaleme aldıkları vardı. Bense, olanca alçakgönüllülüğümle ahşaptan çattım bu soneleri, demem o ki pek ışıltılı olmayan, gücünü saflığından alan ezgilerdir duyduğun; nitekim senin kulağına da öyle geliyorlardır. Sen ve ben, yürüyerek ormanlar ve kumsallardan, yitik göller, kül enlemlerden, saf ağaç parçalarını devşirdik, suyla ve hava değişimiyle salınan dallardan. Türküler yaktığım ve tapındığım gözlerini yaşatsınlar diye on dört tahtalı bu küçük evlerin çatısını ve aşk çatılarını o hoş kalıntılardan balta, bıçak ve çakıyla kurdum. İşte sana ait yüze tamamlanmış aşk sonesi: Sana borçlu oldukları yaşamdan başka bir şey olmayan tahtalardan soneler.
Ekim, 1959
Sabah
I
Matilde, bitki olur, taş olur, şarap olur,
topraktan doğup sürgit duranın adı,
yetişmeyle doğar o sözcük,
koyu yazında patlar limonların ışığı.
Akıp gider bu adın üstünde
lacivert arı sürüleriyle sarılmış ahşap gemiler;
bir ırmağın suyudur ki o harfler
kömürleşmiş yüreğime dökülürler.
Ah sarmaşıklar altında keşfedilmiş ad
gizli bir tünelin kapısı gibi
dünyanın mis kokusuyla haberleşen!
Ah sar beni tutuşmuş ağzınla,
yokla istersen geceden gözlerinle,
ama bırak yüzeyim ve uyuyayım adının üstünde.
II
Ne uzundur yollar, sevgilim, bir öpücüğe varmaya,
ne avare yalnızlıktır yoldaşlığına kadar!
Gelip gider yalnız trenler yağmurla kıvrılarak.
Göstermedi yüzünü henüz Taltal’da* bahar.
Ne çıkar sevgilim, sen ve ben birlikteyiz,
birlikteyiz giysilerden köklere,
güzde, suda, kalçalarda birlikte,
sadece sen, sadece ben olana kadar.
Boroa suyunun ağzını düşün bir,
neye mal olduğunu ırmağın taşıdığı bunca taşın
trenler ve uluslarla ayrılmış olduğumuzu düşün
sen ve ben yazgılıydık birbirimizi sevmeye,
kadınıyla erkeğiyle herkesin arasında,
karanfil eken ve yetiştiren toprakla.
III
Amansız aşk, dikenlerle taçlanmış menekşe,
arzular çatağında bir top çalısın,
ağrıların kargısı, öfkenin tacısın,
hangi yollardan geçip de vardın gönlüme?
Neden attın acılı ateşini,
birden, yolumun soğuk yaprakları arasına?
Kim öğretti seni bana getiren yürüyüşü?
Hangi çiçek, hangi taş, hangi duman gösterdi meskenimi?
Bilirim nasıl da titremişti ürkünç gece,
şafak doldurmuştu bütün kadehleri şarabıyla
ve güneş göksel varlığını kurmuştu,
acımasız aşk kılıçlar ve dikenlerle
parçalayana kadar aralıksız sardığında beni
yanık bir yol açmıştı kalbimde.
IV
Hatırlayacaksın o bin bir naz dere yatağını
nabız gibi atan hoş kokuların tırmandığı,
zaman zaman bir kuşu, giyinmiş
yağmuru ve yavaşlığı: kış elbisesi.
Hatırlayacaksın nimetlerini toprağın:
O delişmen hoş kokuyu, altın çamuru,
otlarını çalılığın, deli kökleri,
kılıca benzer büyülü dikenleri.
Hatırlayacaksın getirdiğin buketi,
gölge ve su buketini sessizlikle,
köpüklü bir taş gibi buketi.
Ya hep ya hiçti o günler:
Şimdiyse gidişimiz hiçbir şey umulmayan diyara,
bulmaya her ne bekliyorsa bizi.
V
Geceye, havaya, ne de tanyerine dokunma,
sadece toprağa ve salkımların erdemine,
hoş kokulu memleketinin saf suyunu,
çamurunu ve reçinesini dinleyerek büyüyen elmalara.
Gözlerini yaptıkları Quinchamali’den*
Sınır’da benim için yaratılmış ayaklarına değin;
tanıdığım o koyu kilsin sen:
Bütün buğdaya dokunurum kalçalarında yeniden.
Bilmiyordun belki de, Arokan kadın,
seni sevmeden önce öpücüklerini unuttuğumda
kalbimin ağzını hatırladığını,
öpücük diyarımı ve volkanları
bulduğumu anlayana kadar da, aşkım,
sokaklarda dolaşan bir yaralı gibiydim.
VI
Ormanlarda, yitik, kararmış bir dal kestim
ve götürdüm mırıltısını susamış dudaklarıma:
Ağlayan yağmurun sesiydi bu belki de,
kırık bir çan ya da bir yürek kan içinde.
Bana çok uzaktan, fena halde gizlenmiş,
toprakla örtülü, uçsuz bucaksız güzlerle,
yaprakların yarı açık ve nemli karanlığıyla
sağırlaşmış bir şey gibi görünen.
Ama orada, orman rüyalarından uyanırken,
fındık dalı şarkı söyledi ağzımın altında,
ve tırmandı aklıma serseri kokusu
bir anda beni arıyormuşcasına
terk ettiğim kökler, çocukluğumla yitik toprak,
yaralı da koydu beni gezgin aromasıyla.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Şiir
- Kitap AdıYüz Aşk Sonesi
- Sayfa Sayısı120
- YazarPablo Neruda
- ISBN9786256666528
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yirmi Aşk Şiiri ~ Pablo Neruda
Yirmi Aşk Şiiri
Pablo Neruda
Yirmi Aşk Şiiri ve Bir Umutsuz Şarkı, 1924 yılında ilk basıldığında kısa sürede uluslararası bir üne kavuştu. Sonraki yüz yıl içinde tazeliğinden hiçbir şey...
- Efkar Vakti ~ Ahmet Günbay Yıldız
Efkar Vakti
Ahmet Günbay Yıldız
Ahmed Günbay Yıldız, uzun bir aradan sonra okurlarının karşısına yepyeni bir şiir kitabıyla çıkıyor; Efkar Vakti. Ahmed Günbay okurlarının merakla beklediği bu yeni şiir...
- Rengâhenk ~ Can Yücel
Rengâhenk
Can Yücel
İçindekiler Yaprak Dökümü ŞEY GİBİ İstemeyerek Garcia Lorca’ya Grasiya.. Martılar ki…. Basur Badel Mevt Prima Vera.. İlaç İlanı Sert Bir Adam. Enver Gökçe’ye İstanbul...