Yaptığı özgün çalışmalarla Türk ve dünya tarih literatürüne önemli katkılarda bulunmuş çok değerli bir isim olan Prof. Dr. Ali Akyıldız bu kitabında hayatı ve ölümü hâlâ tartışılan Sultan Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzeddin’i ve dönemini anlatıyor.
· Yusuf İzzeddin’in doğumu ve varlığı uzun süre neden gizlendi?
· Yusuf İzzeddin’in “olağanüstü” askerî kariyerinin ve 15 yaşında mareşalliğe yükselişinin sırrı neydi?
· Sultan Abdülaziz’in 1867’de yeğenleri ve 10 yaşındaki oğlu Yusuf İzzeddin’le çıktığı Avrupa seyahatinde neler yaşandı?
· Sultan Abdülaziz, oğlunu taht adayı olarak parlatmak adına hangi “ilginç” yollara başvurdu?
· Sultan Abdülaziz’in tahttan indirildiği dönemle ilgili olarak Yusuf İzzeddin’e hangi suçlamalar yöneltildi?
· Yusuf İzzeddin, tahta çıkmasına yardım etmesi karşılığında Rus Çarı II. Aleksandır’a iş birliği önerdi mi?
· Şehzadenin İttihatçılarla ilişkisi nasıldı?
· Taht sırasını bekleyen Yusuf İzzeddin gelecekten haber verdiğini söyleyenlerle irtibat kurdu mu?
· Çanakkale savaş alanlarını teftişe giden Yusuf İzzeddin burada “Türklüğün yerlere serildiğini” ileri sürerek Enver Paşa’yı tabancayla yaraladı mı?
· Kansere yakalandığı ve veliahtlıktan ıskat edildiği vehimlerine kapılan veliaht bu dönemde neler yaşadı?
· Ve nihayet iddia edildiği gibi öldürüldü mü yoksa intihar mı etti?
Prof. Dr. Ali Akyıldız’ın Osmanlı, Alman, Fransız ve İngiliz basınına, hatıratlara, arşiv belgelerine ve literatüre dayanarak ve uzun yıllar emek vererek hazırladığı Yusuf İzzeddin: İkbal, İdbar, İntihar, bütün bu sorulara ve süregelen tartışmalar yepyeni bir boyut kazandıracak.
Önsöz
“Sen bizim prensibimizi bilmiyorsun
galiba… Bizce tebamız bir tarladır.
Umumî seviyeden yükselen bir
baş olursa tırpanı vurur, keseriz.
Hanedanımızın kaidesi budur.”
Yusuf İzzeddin Efendi
Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi üzerine bir kenarda sessiz sessiz ağlayan veliaht dairesi müdürü ve teşrifatçısı Nesip Bey’e Yusuf İzzeddin Efendi’nin söylediği iddia edilen bu sözler aslında hanedanın halka bakışını özetlemektedir. Kendisine vermek istediği zengin hediyeleri kabul etmeyip her seferinde geri çeviren bu mütevazı askeri belki de bu şekilde elde edemediği için pek de sevmediği anlaşılan Yusuf İzzeddin’in paşanın ölüm haberi üzerine biraz da neşeli olduğunu belirten Nesip Bey’in yazdıklarının ne derece doğru olduğunu bilemeyiz, ancak Osmanlı tarihine bakıldığında bu kadar açık olarak zikredilmese de Yusuf İzzeddin Efendi’nin söz konusu ettiği bu siyasetin ve yaklaşımın uygulamalı pek çok örneğine rastlanabileceği ve devletin söz konusu düsturu bir siyasa haline getirip içselleştirdiği, uyguladığı ve kendi çizdiği meşruiyet dairesinin dışına çıkan veya bu dairenin dışında bir şeyler söylemeye çalışan aydınlar ile toplumsal aktörlerin “sivrilik”lerine tahammül edemeyip hemen tırpanladığı, yani tarladaki ürünleri eşitlediği de açık bir vakıadır; esasen bu siyasî geleneğin mirası üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti devletinin de bu olumsuz siyasî tutumu tevarüs edip sürdürdüğü açıktır.
Kitabın konusunu oluşturan Yusuf İzzeddin Efendi’yle ilgili çalışmalarımızın on yıl önceye kadar gittiğini söyleyebiliriz. Diyanet İslam Ansiklopedisi için Yusuf İzzeddin Efendi maddesini kaleme alırken ansiklopedinin son dönemlerinde bazı maddelerde yaptığım gibi konuyu önce makale formatında yazıp daha sonra maddeye dönüştürmüş, ancak makaleyi ikmal edip yayımlama fırsatı bulamamıştım. Bununla birlikte şehzadenin inişli çıkışlı hayat hikâyesi ilgimizi çektiği için zaman içerisinde araştırmalarımız daha da derinleştirilmiş ve bu çalışmaların bir semeresi olarak Sultan Abdülaziz’in saltanat veraset sistemini değiştirme ve oğlu Yusuf İzzeddin’i veliaht ilan etme çabaları ayrı bir makale olarak yayımlanmıştı. Öte yandan arşivler ile yerli ve yabancı matbuatta yürütülen çalışmalar dosyayı belli bir olgunluğa eriştirdiği için şehzadenin bu çok ilginç, dramatik ve trajik bir şekilde sonlandığı için de kamuoyunda çok farklı görüşlerin dile getirildiği tartışmalı hayat hikâyesinin bir kitaba dönüştürülmesine karar verildi.
Yusuf İzzeddin’in hayatının en çok tartışılan kısmı ölüm şekli olup vefatından itibaren bu konuyla ilgili gündeme getirilen söylenti ve iddialar günümüze kadar canlılığını korur. Birinci Dünya Savaşı’nın en yoğun döneminde meydana gelen bu önemli olaya dair soruşturma evrakının o kaos ortamında adliye depolarında unutulup 1936’da2 ortaya çıkması ve dönemin basınının bu olaya yakın ilgi göstermesi üzerine veliahdın ölümü tekrar kamuoyunun gündemine gelir. Böyle olmasının biz tarihçiler açısından iyi olduğu söylenebilir; zira olaya vâkıf veya müdahil olup henüz hayatta bulunan bazı kişilerin şehzadeyle ilgili tanıklık ve bilgilerini basınla paylaşmaları ve ellerinde bulunan müteferrik belgeleri yayımlamaları konuyla ilgili pek çok ayrıntının gün yüzüne çıkmasına vesile olur; sonraki dönemlerde ve özellikle 1950’li yılların başlarında yayın hayatına giren popüler tarih dergileri de bu yönde önemli bir hizmete ve çoğu kere belgelerden çıkartılamayacak olan bazı verilerle hatıraların kayıtlara geçmesine zemin hazırlarlar.
Özellikle son yıllarda Yusuf İzzeddin’in hayatına ve yaşadığı mekânlara olan ilginin giderek arttığı söylenebilir. Yakın dönemde konuyu ele alanlardan biri olan Tahsin Yıldırım, bir kısım hatıralarla mevcut literatürü kullanarak şehzadenin hayatını kısaca özetlemenin yanı sıra veliahdın yakınında bulunup kesinlikle intihar etmiş olduğunu belirten Ercüment Ekrem Talu ile dönemin tanıklarını dinleyerek Yusuf İzzeddin’in Vahideddin Efendi ve ekibi tarafından planlı bir şekilde yavaş yavaş intihara sürüklendiğini düşünen Ziya Şakir’in kaleme aldıkları metinleri bir araya getirerek yayımlar; ayrıca mevcut literatürü kullanarak konuyla ilgili bir bibliyografya denemesini de kitabına ilave eder.3 Daha sonra yayımladığı Veliaht Yusuf İzzeddin başlıklı kitapçık önceki kitabında yer alan incelemenin biraz daha geliştirilmişidir.
Yusuf İzzeddin Efendi’nin hayatı hakkında yapılmış olan en geniş araştırma ise Hasan Ünlü’nün 2019 yılında tamamlamış olduğu yüksek lisans tezidir. Hem birinci el kaynakları kullanmış hem de konuyu mümkün mertebe detaylı bir biçimde ele almış olmasının önemli ve yüksek lisans tezi beklentilerinin üzerinde olduğunun ifade edilmesi gerekir.5 Her ikisi de birinci el kaynaklara dayalı olan Cevdet Kırpık6 ile Ayşe Zamacı’nın7 makaleleri veliahdın yapmış olduğu bazı seyahatleri merkeze alır; Cengiz Göncü ile Üzeyir Karataş ise Yusuf İzzeddin’in görüşlerini kaydettiği notların bir kısmının transliterasyonunu yayımlar;8 bu makalede amaç ve öncelik belge yayını olduğu için doğal olarak değerlendirme yoktur. Doktora konusu olarak veliahtlık kurumunu inceleyen Ruhat Alp, ilk resmî veliaht olarak Yusuf İzzeddin’le ilgili pek çok bahse yer verirse de konu gereği şehzadeyi tezini oluşturan unsurlardan biri olarak ele alır.
Yusuf İzzeddin’in ikametgâh olarak kullandığı bazı binaların da son dönemlerde mimarlık ve sanat tarihi alanlarında yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerine konu edildiği görülüyor. Bu tezler bazen Cavidan Göksoy’un doktora tezinde10 olduğu gibi Yusuf İzzeddin Efendi köşklerini bir bütün olarak ele alırken bazen de Edibe Saraç’ın yüksek lisans tezi11 gibi bir köşkün sadece bir bölümünü veya Seda Özen Bilgili’de olduğu gibi12 bir köşkün tamamını ele alabilmektedir. Binaların mimarî ve yapısal özelliklerini ele alan bu tezlerin bizim çalışmamızı kısmen ilgilendirdikleri ifade edilebilir.
Yusuf İzzeddin Efendi’nin hayat serüvenini inceleyen ve esas itibariyle birinci el kaynaklara dayalı olan bu çalışmada konuyla ilgili mevcut literatür, arşiv belgeleri ve yerli ve yabancı basın mukayeseli bir biçimde ele alınarak değerlendirildi. Ayrıca metinde geçen Osmanlı para birimlerinin günümüz insanı için bir anlam ifade edebilmesi amacıyla son dönem çalışmalarımızda yaptığımız gibi 1998 tarihi itibariyle ABD doları cinsinden olan güncel karşılıklarının verilmesi yönüne gidildi ve bu yeniden değerlendirmede değerli iktisat tarihçisi dostumuz Şevket Pamuk’un hazırlamış olduğu fiyat listeleri kullanıldı.
Giriş, altı bölüm, sonuç, ekler ve kaynakçadan oluşan bu kitabın giriş kısmında Şimşirlik döneminde uygulanan yasağa rağmen şehzade olduğu sırada doğan padişah çocuklarının hukukî statüleri; birinci bölümde, olağan olmayan şartlarda başlayan, ancak babası Sultan Abdülaziz’in padişah olmasıyla birlikte bir masala dönüşen ikbal dönemi, yani doğumu, eğitimi, askeriyeye intisabı, hassa müşirliğiyle sonuçlanan muhteşem ve trajikomik askerî kariyeriyle babasının onu veliaht ilan etme çabaları; ikinci bölümde, Sultan Abdülaziz’in bir ihtilal sonucunda tahttan indirilip yerine geçirilen V. Murad’ın kısa ve sıkı şartlar ve gözetim altında geçen II. Abdülhamid’in uzun ve yorucu iktidar, yani idbar dönemleri; üçüncü bölümde, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi sonucunda yıldızının yeniden parlayıp veliaht olarak taht sırasını beklerken siyasî geleceğini öğrenmek amacıyla cifr oyunlarına başvurarak gelecekten haber verdiğini söyleyenlerle kurduğu temaslar, sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkileri ve çıktığı yurt içi ve yurt dışı seyahatleri; dördüncü bölümde, kansere yakalandığı veya veliahtlıktan ıskat edildiği vehimleri çerçevesinde hayatı kendine zehir edişi, her önüne gelen devlet adamı ve doktordan hasta olmadığına veya ıskat edilmediğine dair aldığı teminat mektupları ve tedavi olmak amacıyla Viyana’ya gidişi; beşinci bölümde intiharı, cenaze töreni ve ölüm olayı etrafında dile getirilen farklı senaryolar, intiharın soruşturulması ve veliahdın dünya görüşleri; altıncı bölümde, şehzadenin geride bıraktığı terekesi, yani eşleri, çocukları, hane halkı, gelirleri, emlâki, saray ve köşkleri ve sonuçta da şehzadenin hayat serüveniyle ilgili genel bir değerlendirme yer almaktadır.
Bu kitap da diğerleri gibi pek çok dost ve meslektaşımızın yardımlarıyla vücut buldu. Değerli dostlarımdan Edhem Eldem her zaman olduğu gibi bazı müşkillerin hallinde yardımcı olurken Murat Bardakçı da emsalsiz koleksiyonundaki bazı nadide görselleri kullanmamıza izin verdi; genç meslektaşlarım Hasan Ali Çakmak, Mine Durmuş, Özge Kâhya, Kübra Fettahoğlu, Cengiz Yolcu, Mehmet Akbulut, Ümran Ay ve Mehmet Korkmaz, bir yandan buldukları belge, gazete ve verileri benimle paylaşırken bir yandan da görüntülerinin temini konusunda yardımlarını esirgemediler. Yine genç meslektaşlarımdan Yener Bayar, İngiliz ve Ömer Faruk Can da Fransız basınında Yusuf İzzeddin’le ilgili olarak çıkmış olan yazıların görüntülerini temin etti. Kıymetli kardeşim Abdullah Güllüoğlu, bazı Almanca gazete haberlerinin ve değerli meslektaşım A. Emel Kefeli de bazı Fransızca metinlerin tercümesinde yardımcı oldu. Eski öğrencim ve meslektaşım Kenan Yıldız ile İSAM Kütüphanesi Müdürü Birol Ülker, evde hapsolduğumuz zorlu salgın sürecinde bazı kaynakların temininde imdadımıza yetişti. Bahattin Öztuncay, Ömer M. Koç Koleksiyonu’nda bulunan Yusuf İzzeddin’in çocukluk resmini kullanmamıza müsaade etti. Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) her zaman olduğu gibi çalışmayı maddî olarak destekledi. Yardım ve katkıları için hepsine teşekkür ederim; bununla birlikte onların kitabın muhtemel yanlışlarına değil, doğrularına ortak olduklarını özellikle belirtmek isterim.
Son, ama sonsuz teşekkür bu zorlu, ancak benim için zevkli süreçlerin en yakın tanıklarına, yeni katılımlarla giderek büyüyen aileme… Fedakâr eşim Semra, oğullarım Amil Alper ve Yılmaz, kızlarım Zeynep Aybike ve Melis Eylem ile ailemizin en yeni, en taze ve en tatlı üyesi Kerem’e…
Maltepe, 2022
Ali Akyıldız
Giriş
ŞEHZADELERİN ÇOCUK YAPMA YASAĞI
VE İSTİSNALARI
“Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten” Namık Kemal
Yusuf İzzeddin Efendi, Sultan Abdülaziz’in şehzadeliği döneminde doğan ve varlığı uzunca bir süre gizlenip ancak babası padişah olduktan sonra kamuoyuna duyurulabilen bir şehzadedir. Bilindiği gibi, Osmanlı şehzadeleri 17. yüzyılın başlarına kadar, büyüyüp eğitim aldıktan ve sünnet törenleri yapıldıktan sonra merasimle şehzade sancaklarına gönderilir; buralarda, padişah sarayının ve imparatorluğun sancak ölçeğinde küçük bir bütünlük oluşturan parçasında lalalarıyla diğer danışmanlarının kılavuzluğunda sancağı yönetir, emir ve buyruklar yayımlar, sefer döneminde askerlerinin başında savaşa katılır; kısaca, gelmesini dört gözle beklediği muhtemel padişahlığı için kendini hazırlayıp adeta padişahlık stajı yaparlardı. Sancakta geçirdiği süre içerisinde kendi haremini kurar, etrafında bulunan insanların güvenilirliğini tecrübe ederek ileride gerçekleşmesi muhtemel iktidarında ekibinde yer alacak kadroların çekirdeğini oluşturur, yetişkinlik çağına gelen kendi şehzadelerine de birer sancak verilir; böylece iktidar oyununda biraz daha güç kazanmış olurdu.
Sancağa çıkma sistemi III. Mehmed’in ani ölümüyle birlikte fiilî olarak son bulur ve böylece Topkapı Sarayı’nın Şimşirlik veya Kafes diye adlandırılan bir dairesinde hapis hayatı yaşamaya başlayan şehzadelerin çocuk sahibi olmaları yasaklanır; eğer hizmetlerindeki cariyelerden biri hamile kalacak olursa ıskat-ı cenin yapılarak çocuk düşürülür; daha açık bir ifadeyle bu yeni dönemle birlikte hanedanın erkek üyelerinden sadece padişahın çocuk sahibi olma hakkı bulunurdu.
Kafes hayatı yaşadıkları dönemde içinde bulundukları zor şartların da etkisiyle iyi bir eğitim alamayıp dünyadan habersiz ve verimsiz bir hayat süren şehzadeler, bilgi, görgü ve tecrübe yönünden hayata ve hükümdarlığa hazırlanamadıkları gibi, bürokrasi, saray erkânı ve harem mevcudu olarak da etraflarında güvenebilecekleri kadroların teşekkül edeceği bir vasat ve imkândan mahrum kalır; hal böyle olunca da taht sırası kendilerine geldiğinde hayata karşı hazırlıksız, siyasî ve idarî konularda bilgisiz, tecrübesiz ve dünya ahvalinden habersiz oldukları için ister istemez genelde bürokrasiyle saray ağalarının ve zaman zaman da saray kadınlarının oyuncağı olur; büyük ölçüde bu güçlerin yönlendirmeleriyle hareket ederlerdi.
Şimşirlik döneminde sarayda sıkı bir biçimde uygulandığı görülen şehzadelerin çocuk sahibi olma yasağının, mevcut bilgilerimize göre I. Abdülhamid’in tahta geçmeden önce doğmuş olup büyük bir ihtimalle III. Mustafa tarafından bilinmelerine rağmen varlıklarına ses çıkartılmayan Ahtermelek Hanım ile Ayşe Dürrişehvar Hanım isimli iki kızı2 ile çalışma konumuzu oluşturan Sultan Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzeddin Efendi olmak üzere üç istisnası vardır.
Şehzadelik döneminde doğan I. Abdülhamid’in iki kızının devlet nezdindeki pozisyonlarına biraz daha yakından bakıldığında ilginç ayrıntıların olduğu görülür. Ahiretlik Hanım olarak da nitelenen Ahtermelek Hanım’ın padişahın manevî kızı olabileceği tahminine3 rağmen evliliğiyle ilgili bir belgede I. Abdülhamid’in halim selim bir kişiliği olduğunu belirttiği Sadrazam İzzet Mehmed Paşa’nın oğlu Mehmed Said Bey’i kendine damat olarak seçmesi, kızını açıkça kabul ettiğini gösterir.4 İlgili belgede Ahtermelek için geçen “cülus-i hümayunumdan beri yanımda terbiye olup” şeklindeki ibarenin yasak olduğu için o döneme kadar saray dışında yetiştirilen kızını cülusundan sonra padişahın yanına aldığına mı yoksa Öztuna’nın ihtimal olarak verdiği manevî kızı olduğuna mı işaret ettiği hususu açık değildir; bununla birlikte sadaret arzında geçen “nezd-i ferd-i hümayunlarında terbiye olup hâlâ indlerinde mevcut duhteri” ifadesi,5 birinci ihtimalin daha ağır bastığını gösteriyor.
Diğer hanedan üyeleri gibi aynî olarak verilen tayinatı bulunan6 ve aşağıda açıklanacağı üzere Kuruçeşme Sarayı kendisine tahsis edilen Ayşe Dürrişehvar Hanım’ın padişahın kızı olarak kabullenilmesinde herhangi bir sorun yoktur. Nişancı Ahmed Nazif Efendi’yle yaptığı evlilikten Zeynep ve Atiye isimli iki kızı doğan ve III. Selim’in eşini öldürtmesi üzerine dul kaldıktan sonra bir daha evlenmeyen Ayşe Dürrişehvar Hanım’ın7 vefatı üzerine satışa çıkarılan muhallefatını gösteren 14 Nisan 1831 tarihli bir kayıtta isminin “Ahiretlik Dürrişehvar Hanım”8 ve bir diğerinde de “Abdülhamid Han… hazretlerinin Ahiretliği Hanım demekle meşhur olup Boğaziçi’nde Kuruçeşme nam mahalde sakine iken bundan akdem vefat eden Ayşe, nam-ı diğer Dürrişehvar Hanım” olarak kaydedilmiş olması önemlidir.
Belgelerden elde edilen bu müteferrik veriler I. Abdülhamid’in şehzadelik döneminde doğan söz konusu iki kızıyla ilgili önemli çıkarımlar yapmamıza imkân tanımaktadır. Birinci sonuç hem Ahtermelek’in hem de Ayşe Dürrişehvar’ın “Ahiretlik Hanım” olarak tanımlandığı, ahiretlik kelimesinin bir anlamı da evlatlık olduğu için onları tarif amacıyla evlatlık kız anlamına gelen bir nitelemenin yapıldığı, padişahın şehzadeliği döneminde doğmuş oldukları için hanedan adına kendilerine sahip çıkılmasına rağmen evlat değil, evlatlık muamelesi gördüğü ve bu yönüyle diğer hanedan çocuklarından ayrı bir statüye konulduğu şeklindedir.
Çıkaracağımız ikinci sonuç ise esasında birincisiyle bağlantılıdır. Nitekim yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı üzere her iki kızın ısrarla “sultan” unvanıyla değil, “hanım” olarak nitelendirilmesi de bu yaklaşım ve bakış açısının sonucudur. İşin ilginç tarafı, bir yandan sultan sıfatı kendilerinden esirgenirken diğer yandan da sarrafı David Bazergân’dan almış olduğu borçları gösterir defterde “devletlü hanım efendimiz”10 veya diğer bir belgede “devletlü inayetlü hanım efendimiz”11 şeklinde hanedan üyesi veya mensubu kadınlar için kullanılan “devletlü” sıfatının kendileri için de kullanılmasıdır; bununla birlikte ifade edildiği gibi, maaş, tayinat, emlak ve saray tahsisi yönlerinden fazla bir ayrım gözetilmemesi hususunun da gözden ırak tutulmaması gerekir.
Görebildiğimiz kayıtlarda sultan olarak geçmemeleri, bu konuya hassasiyet gösterildiğini ve dönemin padişahının hoş görülü davranmasıyla doğan bu şehzade çocuklarına o dönemde sultanlardan daha farklı yaklaşıldığını ortaya koymaktadır. Tahta geçtiği zaman I. Abdülhamid’in kızlarını sultan olarak kamuoyuna duyurmaya cesaret edememesi, sarayın kurallarının sertliğini ve yazılı olmayan bazı kuralların varlığını açıkça göstermektedir. Ressam Naciye Neyyal’in aşağıda ilgili kısımda dile getirdiği ve padişah olmadan önce doğan şehzade çocuklarının padişah olma hakkı olmadığına yönelik saray kuralıyla kastettiği belki de bu bakış açısıdır.
Sultan Abdülmecid’in, kendi döneminde iç ve dış kamuoyuna açıklanan Tanzimat politikalarının da muhtemel etkisiyle kardeşi Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzeddin’in doğmasına izin verdiği veya daha doğru bir ifade ile geleneğe aykırı olan böyle bir olayı görmezden geldiği söylenebilir. Ağabeyi tarafından kendi oğluna karşı gösterilen bu müsamahanın anlam ve değerini bilen Sultan Abdülaziz, tahta geçtikten yaklaşık bir buçuk ay sonra, yeğeni Şehzade Mehmed Murad’ın 5 Ağustos 1861 tarihinde dünyaya gelen oğlu Selahaddin Efendi’ye karşı aynı hoşgörüyü gösterir; ancak annesi Pertevniyal’in önerisi üzerine bu ruhsatı bir çocukla sınırlandırıp Mehmed Murad’ın ikinci çocuğu olan Hatice Sultan’ın düşürülmesini istediği, buna itiraz eden Mehmed Murad’ın çocuğu düşürme operasyonunun sarayının dışında yapılması için amcasından izin aldığı ve bunun üzerine Dr. Mehmed Emin Paşa’nın dışarıda doğurttuğu halde çocuğun düşürüldüğünü saraya bildirdiği rivayet edilir.
Bu söylentilerin ne derece doğru olduğunu belirleme şansımız yoktur; ancak Sultan Abdülaziz döneminden itibaren şehzadelerin çocuk sahibi olmalarına ruhsat verilerek yüzyıllardır uygulanan bu yasağın fiilen ortadan kaldırıldığını ve bu dönemden sonra hanedanın giderek büyüdüğünü biliyoruz.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Tarih Türk-Osmanlı
- Kitap AdıYusuf İzzeddin
- Sayfa Sayısı560
- YazarAli Akyıldız
- ISBN9786050845389
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviTimaş Tarih / 2022