Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yürümek
Yürümek

Yürümek

Henry David Thoreau

19. yüzyıl Amerika’sının önemli entelektüellerinden, ilk çevreci aktivist diyebileceğimiz Thoreau’nun Excursions (Gezintiler) adlı yapıtından seçtiğimiz birbirini tamamlayan üç denemesi “Yürümek”, “Bir Kış Yürüyüşü”, “Gece…

19. yüzyıl Amerika’sının önemli entelektüellerinden, ilk çevreci aktivist diyebileceğimiz Thoreau’nun Excursions (Gezintiler) adlı yapıtından seçtiğimiz birbirini tamamlayan üç denemesi “Yürümek”, “Bir Kış Yürüyüşü”, “Gece ve Ay Işığı” ayrıntı ustası bir münzeviden yürümenin felsefesi üzerine bir ders. Yürüyüşü fiziksel bir eylemden çok soylu bir sanat, kişinin içsel dünyasında gerçekleştirdiği yabanıl bir gezinti olarak nitelendiren yazar, bir yandan da kapitalizmin “medenileştirdiği” insanların doğayla ilişkilerine keskin eleştiriler yöneltiyor. Doğanın donanımlı, tarafsız bir öğretmene dönüştüğü bu metinlerde okuru dingin bir kış sabahına uyandırıp bir kutup gününde ormanın içinden, donmuş nehirlere, kuytu vadilere, buz tutmuş çayırlara, düşman filolarıyla çarpışan aya, kısacası kendi deyimiyle “ilkel bir çağın saflığı”na doğru bir gezintiye çıkarıyor.“Doğanın farklı itkiler üflediği biridir o, ki sanırım bunların arasında bazı gizleri de var.”Virginia Woolf

HENRY DAVID THOREAU, 1817’de Massachusetts, Concord’da doğdu. Harvard Üniversitesi’nden mezun oldu, devlet lisesinde ders vermeye başladı. Öğrencilere fiziksel ceza vermeyi reddettiği için kısa süre sonra istifa etti. Ailesinin kurşunkalem fabrikasında çalışmaya başladı.Amerikan “aşkıncılığı”nın önemli temsilcilerinden RalphWaldo Emerson’ın yeğenlerine ders vermeye başladı. 1845’te Emerson’ın Walden Gölü yakınlarındaki arazisinde kendine bir baraka inşa ederek orada yaşamaya başladı. Bu deneyimden yola çıkarak 1854’te yayımlanan ve yürümek üzerine bir felsefe metin olma niteliği taşıyan Walden: Ya da Ormanda Yaşam’ı kaleme aldı. Meksika-Amerika Savaşı’nı ve köleliğin kaldırılmamasını protesto ederek vergi ödemediği için barakasında tutuklanarak hapse atıldı. Bu deneyimin ardından da, Gandi’den Martin Luther King’e birçok lideri derinden etkileyen ve siyasi literatüre aynı adlı kavramı kazandıran Sivil İtaatsizlik yapıtını yazdı. 1837- 1861 yılları arasında kesintisiz tuttuğu günlükleri ölümünden sonra 16 cilt halinde yayımlandı. Bir düşünür, biliminsanı ve doğa gezgini olan yazar 1862’de Condord’da öldü.

İçindekiler

Yürümek ………………………………………………………………… 11

Bir Kış Yürüyüşü ……………………………………………………… 55

Gece ve Ay Işığı ………………………………………………………..77

YÜRÜMEK

Safi medeni bir özgürlük ve kültürden ziyade Doğa, Mutlak Özgürlük ve Yabanıllık üzerine iki çift laf etmek istiyorum. İnsanı bir toplumun üyesinden çok Doğa’nın bir sakini ya da ayrılmaz bir parçası görmekle alakalı söyleyeceklerim. Sözlerimin ucunu sivriltme arzusundayım, belki böylece söylediklerimi etkili kılabilirim; zira yeterince medeniyet savunucumuz var; bu meseleyle vaizler, okul komiteleri ve hatta her biriniz zaten ilgileniyorsunuz.

Hayatım boyunca Yürüyüş sanatını anlamış hepi topu bir ya da iki insanla tanışmışımdır, bildiğiniz yürüyüşe çıkmaktan bahsediyorum. Bu insanlar “Ortaçağ’da ülkeyi dolaşarak Kutsal Topraklar’a, yani Sainte Terre’e gitme bahanesiyle bağış toplayan başıboş insanları gören çocukların günün birinde, ‘Bakın bir Sainte-Terrer geçiyor,’ (bir Saunterer, bir Kutsal Toprak yolcusu) diye çığlığı koparmasından hoş bir biçimde türemiş olan sauntering2 konusunda deyim yerindeyse özel bir yeteneğe sahiptirler. Her ne kadar öyleymiş gibi yapsalar da yürüyüşleri asla Kutsal Topraklar’da son bulmayacak olanlar gerçek birer aylak ve berduşturlar; ancak oraya gerçekten gidenler dediğim gibi olumlu anlamıyla saunterer’dır. Sans terre kelimesinden kimileri evsiz ve yurtsuz anlamını türetse de aynı kelime olumlu tarafından bakıldığında “belli bir yeri yurdu olmamak ancak her yerde evinde gibi olmak” anlamına da gelecektir.

Başarılı bir sauntering’in sırrı da budur. Habire evde pinekleyen bir adam avarenin önde gideni olabilir; ancak saunterer, olumlu anlamıyla, inatla denizle buluşacağı en kısa yolu arayarak kıvrıla kıvrıla akan nehirden daha avare değildir. Ben yine de, doğrusunu söylemek gerekirse, en muhtemel türetme olan ilkini tercih ediyorum. Ne de olsa her yürüyüş, içimizdeki Keşiş Pierre’in Kutsal Topraklar’ı Kâfirlerin ellerinden alarak yeniden fethetmemizi vaaz ettiği bir çeşit haçlı seferidir.

Doğru, bizler ödlek haçlı neferlerinden başka bir şey değiliz; bugünlerde yürüyüşçüler bile sürekliliği olan, gayretli girişimlerde bulunmuyor. Seferlerimiz şöyle bir dolaşıp akşam başladığımız yere, aile ocağına geri döndüğümüz gezilerden ibaret. Yürüyüşümüzün yarısı ayağımızı önceden bastığımız yerlerde dolaşmakla geçiyor. Bizler en kısa yürüyüşe bile ölümsüz bir macera yaşama hevesiyle, asla geri dönmemecesine atılmalıyız. Mumyalanmış kalplerimizi terk edilmiş krallıklarımıza kutsal birer emanet olarak geri göndermeye hazırlıklı olmalıyız. Annenizi, babanızı, kardeşlerinizi, karınızı, çocuklarınızı ve arkadaşlarınızı terk etmeye ve onları bir daha görmemeye hazırsanız; borçlarınızı ödeyip vasiyetinizi hazırladıysanız, tüm işlerinizi yoluna koyduysanız ve artık özgür bir adamsanız, o halde yürümeye hazırsınız demektir.

Kendi deneyimime gelince, ben ve bazen bana eşlik eden yol arkadaşım kendimizi yeni ya da daha ziyade eski bir sınıfın şövalyeleri olarak düşlemekten keyif alıyoruz. Equestrian ya da Chevalier, Ritter ya da Rider1 değil, çok daha kadim ve onurlu olduğuna inandığım bir sınıf bu; Yürüyüşçüler. Süvarilerin kahraman şövalye ruhu şimdilerde Şövalyeler’e değil Gezgin Yürüyüşçüler’e geçmiş gibi görünüyor. Yürüyüşçü artık Kilise, Devlet ve Halk dışındaki bir çeşit dördüncü kuvvet gibidir.

Bu soylu sanatı bu civarlarda adeta bir başımıza icra ettiğimizi duyumsamış olsak da; gerçek şu ki hemşerilerimin çoğu ara sıra yürümeye tıpkı benim gibi istekli olsalar da yapamıyorlar, en azından iddiaları bu yönde. Hiçbir servet bu uğraşın sermayesi olan boş vakti, özgürlüğü ve bağımsızlığı satın alamaz. Bu sermaye ancak Tanrı’nın bir lütfu olarak kazanılabilir. Bir Yürüyüşçü olmak, doğrudan Cennet’ten gelen bir takdiriilahiyi gerektirir. Bunun için Yürüyüşçü ailesine doğmak zorundasınız. Ambulator nascitur, non fit.2 Hemşerilerimin bir kısmının on yıl önce yaptıkları yürüyüşleri hatırlayıp bana anlattıkları doğru; bu yürüyüşler sırasında ormanda yarım saatliğine kendilerinden geçecek kadar kendilerini huzurlu hissetmişlerdir; ancak şunu çok iyi biliyorum ki her ne kadar bu seçkin sınıfa ait olduklarına dair iddialar ortaya atsalar da, o gün bugündür kendilerini caddelere hapsetmişlerdir. Ormancı ya da kanun kaçağı bile olsalar, yaşamlarının daha önceki bir evresinin hatırasıyla, ruhlarının bir an için yüceldiğine hiç şüphe yok.

Vardı neşeli sabahına,
O yemyeşil ormanın,
Duydu minik notalarını
Şen şakıyışlı kuşların.

“Epey vakit geçmiş,”
Dedi Robin geleli
Tek isteğim, tek dileğim
Vurmak ala geyiği.

Sanırım dünyevi meşgalelerden tamamıyla uzaklaşarak dağlarda, tepelerde, kırlarda gezinmeye günde en az dört saat –hatta genelde daha da fazla– harcamadan ruh ve beden sağlığımı koruyamam. Aklımdan geçenlerin beş para etmez ya da dünyalara bedel olduğunu düşünebilirsiniz. Bazen tüccarların ve esnafların pek çoğunun sabahtan akşama kadar, sanki bacaklar ayakta dikilmek ya da yürümek için değil de oturmak için yaratılmış gibi bağdaş kurup oturduklarını hatırladığımda, bu adamların bunca zamandır hâlâ intihar etmemiş oldukları için övgüyü hak ettiklerini düşünürüm.

Odamdan bir gün bile çıkmasam pas tutan ben, ara sıra da olsa, saat dört gibi günü kurtarmak için geç bir vakitte, karanlığın gölgeleri çoktan gün ışığına karışmışken kaçamak bir yürüyüşe koyulduğumda bedelini ödeyeceğim bir günah işlemiş gibi hissederim. İtiraf etmeliyim ki kendilerini haftalar, aylar, hatta ve hatta yıllar boyu mağazalara ve bürolara kapatan komşularımın buna nasıl dayanabildiklerine hayret ediyorum, vurdumduymazlıkları karşısında ise bir şey söylemeye dilim varmıyor. Öğleden sonra saatin üçünde sanki sabahın üçüymüş gibi bir yere tüneyip kalanların mayaları neden yapılmıştır hiçbir fikrim yok. Bonaparte sabah saat üç cesaretinden bahsetmiş bahsetmesine, ama yürekten bağlı olduğu bir garnizonu aç bırakarak yola çıkarma cesaretiyle, günün bu vaktine kadar neşe saçarak pinekleme cesaretinin karşılaştırılacak bir yanı yok. Sabah gazeteleri için çok geç, akşam gazeteleri içinse hayli erken olan bu vakitte, ya da öğleden sonra dört ile beş arasında diyelim, eskimiş, soylu fikir ve heveslerden oluşmuş bir lejyonun, caddenin diğer ucundan duyulan bir patlamayla dört bir yana dağılmamış olmasına hayret ediyorum. Şeytan kendi yarasına ancak böyle merhem olabilir.

Hele erkeklerle kıyaslandığında, eve daha fazla hapsedilen kadın kısmı buna nasıl katlanıyor hiç aklım almıyor; gerçi birçoğunun pek de katlanmadığına dair sağlam şüphelerim var. Bir yaz öğleden sonrasının erken vakitlerinde, kasabanın tozunu elbiselerimizin eteklerinden silkeleyerek sahiplerinin dinginliğine bürünmüş Dorik ya da Gotik cepheli evlerin önünden alelacele geçerken, yol arkadaşım bu evlerin sakinlerinin bu saatte yataklarında mışıl mışıl uyuduklarını kulağıma fısıldıyor. İşte böyle anlarda bir dakika bile uyumadan sonsuza kadar dimdik ayakta durarak uykuculara göz kulak olan mimarinin o ihtişamına ve güzelliğine minnettar kalıyorum.

Meselenin mizaçla ve onun ötesinde yaşla yakından ilgili olduğuna şüphe yok. Bir adam yaşlandıkça tüm gün evde pineklemek ve ev işleriyle uğraşmaktaki mahareti artar. Ömrünün sonbaharı yaklaştıkça alışkanlıkları da yavaş yavaş karanlığa gömülür, öyle ki güneş batmadan hemen önce, nihayet saklandığı yerden çıkarak ihtiyacı olan tüm yürüyüşü yarım saate sıkıştırır.

Gelgelelim benim bahsettiğim yürüyüşün hastalara belli saatlerde ilaç niyetine verilen ağırlık çalışmak ya da sandalyede sallanmak türü egzersizlerle ilgisi yoktur; günün atılımının ve serüveninin bizzat kendisidir. Egzersiz yapacaksanız yaşam pınarlarını aramaya çıkın. Henüz keşfetmediği uzak kırlarda o pınarlar köpürürken, sağlığı için ağırlık kaldıran bir adam düşünün.

Dahası, yürürken geviş getirdiği söylenen tek yaratık olan deve misali, derinlemesine düşünerek yürümelisiniz. Hizmetçisine efendisi Wordsworth’un1 çalışma odasını soran gezginin birine kadın şöyle cevap verir: “Kütüphanesi burası ama çalışma odası bu kapıların ardında.”

Kapıların ardında, güneşin altında rüzgârı soluyarak yaşamak hiç kuşku yok ki insanın karakterini bir miktar kabalaştıracak, tıpkı ağır işçiliğin ellerin narinliğinden çalması gibi, doğamızın daha ince niteliklerinin üzerinde kalınca bir üst deri oluşmasına neden olacaktır. Öte yandan evde kalmak ise elleri yumuşak, pürüzsüz ve narin kılarken, buna kimi etkilere karşı hassasiyetin artması eşlik eder. Güneş biraz daha az parlayıp rüzgâr üzerimizde biraz daha az estiğinde, belki de entelektüel ve ahlaki gelişimimiz açısından bazı etkilere karşı daha hassas olmamız gerekiyordur; hiç şüphesiz kalın ve ince deriyi hakkıyla oranlamak da önemli. Fakat bana göre o ölü deri çabucak düşecek, doğal ilaç ise gecenin güne, kışın yaza, düşüncenin deneyime dönmesindeki oranda bulunacak. Düşüncelerimizde gün ışığı ve havanın etkisi de o ölçüde artacak. İşçilerin nasır tutmuş elleri haysiyetin ve kahramanlığın zarif dokusuna aşinadır, dokununca yürekleri titretir, aylaklığın cansız parmakları, o ellerin yerini tutamaz. Emeğin nasırlı ellerinden ve güneş yanığı yüzünden uzakta, tüm gün yatakta yatıp kendini arınmış sanmak düpedüz kendini aldatmaktır.

Yürüdüğümüzde ayaklarımız bizi doğal olarak kırlara ve ormanlara götürür. Sadece bir bahçede ya da ağaçlık yolda yürüseydik halimiz ne olurdu? Bazı filozoflar bile, ormanlara gitmedikleri için ormanları ayağına getirtme ihtiyacı hissetmiştir. Öyle ki “Platon, Akademia’ sının geniş yürüyüş yollarının iki yanına ağaçlar ekmiş,” açık havada revakların altında subdiales ambulationes1 gerçekleştirmişlerdir. Tabii şayet adımlarımız bizi oraya götürmüyorsa ayaklarımızı sürüyerek ormana gitmek faydasız bir uğraştır. Bir mil yol teperek bedenimi ormana attığımda ruhum orada değilse eteklerim tutuşuverir. Öğleden sonra yaptığım yürüyüşlerde sabahki uğraşlarımı ve topluma olan yükümlülüklerimi aklımdan çıkarma hevesindeyimdir. Gelgelelim bazen de kasabayı öyle kolay kolay üstümden silkip atamam. Kafamı kimi meseleler kurcalar durur ve hislerim kötürümleşir, artık bedenimle ruhum aynı yerde değildir. Yürüyüşlerimde, hislerime geri dönmeye can atarım. Ormanla alakasız şeyler düşüneceksem ormanda işim ne? Kendimi, hayırlı denen işlere gömülmüşken bulduğumda bile kişiliğimden şüphe ederim ve bir ürperti alır beni.

Yaşadığım muhit pek çok güzel yürüyüşlere imkân sağlıyor; ve yıllardır neredeyse her gün, hatta bazen birkaç gün aralıksız yürüsem de, göreceklerim halen tükenmiş değil. Yepyeni bir manzara büyük bir mutluluk kaynağı demek ve ben bunu neredeyse her öğleden sonra tadıyorum. İki ya da üç saatlik yürüyüşler, görmeyi hiç ummadığım tuhaf bir diyara sürükler beni. Yeri gelir, daha önce hiç görmediğim basit bir çiftlik evinin yanında Dahomey kralının toprakları hiç kalır. Doğrusu on mil yarıçapındaki bir halkanın ya da öğleden sonra yapılan bir yürüyüşün sınırları içinde kalan manzaranın sunduğu imkânlarla, insan ömrünün yetmiş yılının sundukları arasında keşfedilmeyi bekleyen bir çeşit uyum söz konusudur.

Günümüzde evler inşa eden, ormanları ve koca koca ağaçları kesip biçen insanların ilerleme adını verdikleri bu şeyler manzarayı düpedüz çirkinleştiriyor ve onu günden güne daha yavan ve değersiz hale getiriyor. Ah keşke bir halk ormanları tutuşturmak yerine çitlerini yakabilse! Yarısı yakılıp kül edilmiş çitler gördüm, kırın ortasında çitlerin uçları yok olup gitmişti ve gözü dünya malından başkasını görmeyen pintinin biri, yanına aldığı kadastrocuyla birlikte arazisinin sınırlarını arıyor; cennet ayağına gelmişken etrafında mekik dokuyan melekleri görmeyip bu yeryüzü cennetinin ortasında çitini çakacağı eski bir kazık çukuruna bakınıyordu. Tekrar baktım ve onu cehennemi andıran bir bataklığın ortasında, etrafı cehennem zebanileriyle kuşatılmış halde gördüm, üstelik arazisinin sınırlarına, yani kazığın çakılı olduğu yerdeki üç küçük taşa da ulaşmıştı, daha yakından baktığımdaysa kadastrocunun şeytanın ta kendisi olduğunu fark ettim.

Kendi kapımın önünden başlayıp bir tek evin yanından bile geçmeden, vizon ve tilkilerin yollarından başka bir yere sapmaksızın, önce bir nehrin, ardından da derenin kıyısından ve nihayet çimenliklerin oradan orman tarafına doğru on, on beş, yirmi, hatta millerce yolu rahatlıkla yürüyebilirim. Bu civarlarda, kimselerin yaşamadığı dönümlerce arazi vardır. Birçok tepeden medeniyeti ve insanların ta uzaklarda mesken edindiği yerleri görebilirim. Çiftçiler ve elde ettikleri mahsuller, dağ sıçanlarının saklandığı oyuklar kadar bile belirgin değil neredeyse. İnsanlar ve meşgaleleri kilise, devlet, okul, ticaret, alım satım işleri, imalat, tarım, hele ki tüm ürkütücülüğüyle politika; bunların tabiatta ne denli az yer kapladığını anladığıma o kadar memnunum ki. Politika kim ne derse desin dar bir alan ve ona çıkan yollar ondan da dar. Kimi zaman gezginleri oraya yönlendiririm. Eğer politik dünyaya gidecek olursanız o şanlı yolu takip edin, piyasanın kurdu olmuş şu herifin peşinden ayrılmayın, bırakın yürürken kaldırdığı toz gözlerinizi yaksın, doğrudan oraya varırsınız; nihayetinde politikanın bu dünyada kapladığı alan belli. Nasıl ki ormana giderken bir fasulye tarlasının yanından geçip gidiyorsam ve aklımda oradan hiçbir şey kalmıyorsa, politika da benim için öyledir. İnsanlığın bir yıldır ayak basmadığı, dolayısıyla politikadan eser kalmamış bir kara parçasına bir buçuk saat içerisinde ulaşabilirim; öyle ya politika dedikleri insanın içine çektiği sigara dumanı gibidir.

Kasaba [village] yolların kendisine meylettiği yerdir; göle dökülen akarsular misali anayollar da bir bir yayılarak kasabalarına kavuşur. Kasaba bir gövdeyse yollar da elleri ve kollarıdır; gezginler içinse üç ya da dört yol ağzının kesiştiği bir geçiş noktası, bir uğrak yeridir. Kelime Latince yol anlamına gelen via’dan, daha da eskilere gidecek olursak ved ve vella’nın bileşimi olan villa’dan türemiştir; Varro1 ise kelimeyi taşımak anlamına gelen veho’dan türetmiştir, çünkü villa bir şeylerin bir yerden başka bir yere taşındığı uğrak yeridir. Geçimini taşımacılıkla sağlayan kimselere vellaturam facere denir. Latince sözcük vilis ile dilimizdeki vile, keza villain kelimelerinde de benzer bir türetme göze çarpar. Bu anlattıklarım, bize kasabalıların ne menem bir yozlaşmaya meyilli olduğu konusunda fikir verir. Kendileri şuradan şuraya gitmedikleri halde, yanı başlarında ya da az ötede sürüp giden yolculuklardan bitap düşmüşlerdir.

Bazısı hiç yürümez; bazısı anayollarda yürür, kimileri de arsalarda dolaşır. Yollar atlar ve işadamları için yapılmıştır. Bense yollarda öyle pek gezinmem, çünkü meyhaneye, bakkala, ahıra ya da ambara yetişme telaşında değilimdir. Yolculuk etmeye hazır sağlam bir atı andırdığım söylenebilir ama bir binek atı olmayı tercih etmezdim doğrusu. Manzara ressamı, bir yolu belirginleştirmek için insan figürlerinden faydalanır. Benim siluetiminse o ressamın işine yaramayacağı kesin. Ben doğaya Manu, Musa, Homeros, Chaucer gibi eski peygamber ve şairlerin izinden yürüyerek giderim. Siz istediğiniz kadar oraya Amerika deyin, ama maalesef varacağım yer ne Amerigo Vespucci ne Kolomb ne de başkasının keşfettiği bir yerdir. Buranın daha esaslı tasviri okuduğum sözümona Amerika tarihi kitaplarında değil, mitolojide bulunur.

Bununla birlikte bir elin parmağını geçmeyen öyle eski yollar vardır ki, sanki bizleri sürükleyip getirdikleri yerde bir anda solukları kesilmiş de devam edememiş gibidirler; bu yollara ayak basmak faydalı olabilir. Mesela artık Marlborough’ya gitmediğinden adım gibi emin olduğum şu Eski Marlborough Yolu. Burada o yol konusunda sözlerimi sakınmayı düşünmüyorum, çünkü öyle zannediyorum ki bu yollardan her kasabada bir ya da iki tane vardır.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Deneme
  • Kitap AdıYürümek
  • Sayfa Sayısı88
  • YazarHenry David Thoreau
  • ISBN9789750740817
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Walden – Ya da Ormanda Yaşam ~ Henry David ThoreauWalden – Ya da Ormanda Yaşam

    Walden – Ya da Ormanda Yaşam

    Henry David Thoreau

    İster kıyafet olsun ister arkadaş, yenilerini almak için zahmete girmeyin. Eskileri dönüştürün, eskilere dönün. Kıyafetlerinizi satın, düşüncelerinizi tutun. Doğa ve insanın özünde iyiliğin yattığına...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Sainte- Beuve’e Karşı ~ Marcel ProustSainte- Beuve’e Karşı

    Sainte- Beuve’e Karşı

    Marcel Proust

    Mucizevi geçmiş zamanın, edebî ziyafetlerin ve kibar âlemlerin en parlak anlatıcısı olan Marcel Proust, edebiyat çevrelerinde mest edici bir zirve noktası sayılır. Yazı ve...

  2. Vatan Yahut İnternet ~ Mustafa KutluVatan Yahut İnternet

    Vatan Yahut İnternet

    Mustafa Kutlu

    “İnsanoğlu toprağı terk ederek etrafını aletlerle çevirip bir sanal dünya kurdu. Burada sıkılıp duruyor. İki serap görüyor: hız ve haz. Bunlar nefsin oyunlarıdır. Ele...

  3. Çırak Sihirbaz – Yazarlar, Kahramanlar, Hikayeler Ve Hayat ~ Margaret AtwoodÇırak Sihirbaz – Yazarlar, Kahramanlar, Hikayeler Ve Hayat

    Çırak Sihirbaz – Yazarlar, Kahramanlar, Hikayeler Ve Hayat

    Margaret Atwood

    “Kadınların yazar olarak karşılaştıkları zorluklardan bahsedebilirim. Örneğin; bir kadın yazarsanız, bazen herhangi bir yerde size şu soru sorulabilir: Kendinizi önce yazar olarak mı, yoksa...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur