Villiers Dükü Leopold Dautry, gayrimeşru çocuklarına annelik yapacak birini bulabilmek için bir an önce evlenmelidir ve bu kişi asil bir kadın olmalıdır. Seçeneklerden biri Montague Dükünün zarif, güzel ve zeki kızı Eleanordur.
Diğeri ise Gilner Dükünün fazla açıksözlü kızı Lisettetir. Ne kıyafetler ne de görgü kuralları umurundadır. Üstelik herhangi bir unvanla da ilgilenmemektedir. Sosyetenin yarısı Lisettein deli olduğunu düşünmektedir ve Villiers da bunu kabullenmek üzeredir.
Mantığı ile tutkusunun, aklı ile hayallerinin arasında kalan Villiers, kendisini oldukça zor bir durumda bulur. Fakat sevdiği kadının onuru için savaşmak zorunda kaldığında asıl riskin düelloda değil, kalbinde ve yatağında olduğunu anlayacaktır.
“Jamesin zekâsı, bu dokunaklı romanı zirveye taşıyor.”
-Romantic Times Book Reviews –
“Eloisa James yazarlık konusunda tam bir deha.”
-Las Vegas Review Journal-
***
Birinci Bölüm
14 Haziran 1784 Beaumont Düşesi’nin
Londra’daki Roma Hamamı Yararına Düzenlediği Balo
“Dük buralarda bir yerlerde olmalı,” dedi Bayan Bouchon. Evlenmeden önceki adıyla Leydi Anne, tekerlekli oyuncağını peşinde sürükleyen bir çocuk gibi ablasını koluna takıp çekiştiriyordu.
“Ve biz de bu yüzden av köpekleri gibi mi davranmak zorundayız?” dedi Leydi Eleanor sıktığı dişlerinin arasından.
“Villiers’in biz onu bulamadan gitmesinden endişeleniyorum. Bir geceni daha yaşlı dullarla sohbet ederek geçirmene izin veremem.”
‘Lord Killigrew kendisinden yaşlı dul olarak bahsedilmeğinden hiç hoşlanmayacaktır,’’ diye itiraz etti Eleanor. “Yavaşla, Anne!” “Killigrew hiç de uygun şartlara sahip değil, öyle değil mi? Km en az senin yaşında.” Kız kardeşi köşeyi döndü ve orada duran bir grup soyluya baktı. “Villiers, Whigs’in konuşlandığı bölgede olmaz. Öyle bir tipe benzemiyor.” Ters tarafa yöneldi.
Lord Thrush arkalarından seslendi ama Anne duraksamadı bile. Eleanor çaresizlikle el salladı.
“Herkes Villiers’in bu hayır balosuna özellikle seninle tanışmak için katıldığını biliyor. Bunu son yarım saatte en az üç kişiden duydum, o zaman kolayca bulunabileceği bir yerde duracak kadar da medeni olmalı.”
“Ama bu, tüm Londra’nın onunla buluşmak için ne kadar umutsuz olduğumu fark edip bundan zevk almalarım engeller,” diye tersledi onu Eleanor.
“Giysilerini gören kimse böyle bir şey düşünmeyecek,” dedi kardeşi omzunun üzerinden. “Bırak umutsuz olmayı, ilgili olarak düşünülsen bile inan bana şaşardım.”
Eleanor elini kardeşinin elinden çekti. “Elbisemi beğenmediysen söylemen yeterli. Kabalaşmana gerek yok.”
Anne ellerini beline koyarak ona döndü. “Ben kendimi kaba değil açık sözlü olarak değerlendiririm. Kafası çalışan bir erkeğin sana baktığı ilk anda evlenilecek bir kadın değil de domuz suratlı bir acuze olarak algılayacağım söylesem işte bu kabalık olurdu.” Eleanor elinden yanlışlıkla bir kaza çıkmasın diye yumruk yaptı. “Sen de,” diye cevap verdi, “annemin bile onaylayacağı bir fahişeye benziyorsun.”
“Yeni yapmış olduğum evliliğimin, daha baştan çıkarıcı bir tarza sahip olmamı gerektirdiğim hatırlatmak isterim. Elbisenin kollan dirseklerinde ve üstüne üstlük volanları var,” diye ekledi Anne tiksinerek. “Dört yıldır kimse bu tarz şeyler giymiyor. Bu gece ev sahibesinin arzusu doğrultusunda herkesin toga giymesi gerektiğinden bahsetmiyorum bile.”
“Toga giymedim çünkü ben bir talim köpeği değilim,” dedi Eleanor. “Ayrıca tek omuzlu bir giysinin benim volanlarımdan daha iyi göründüğünü sanıyorsan çok yanılıyorsun.”
“Konu ben değilim, sertsin. Sen. Sen ve sadece aşkta reddedildiğin için hayatının geri kalanını bu rüküşlükle geçirip geçirmeyeceğin. Ve bu cümle sana bir klişe gibi geliyorsa Eleanor, bunun tek sebebi hayatının bir klişeye dönüşüyor olması.”
“Benim hayatım mı klişe?” Eleanor her şeye rağmen boğazında gözyaşlarının habercisi olan bir yumru hissetti. O ve Arnie yıllardır bu haşin kavgaları yaparak eğlenirlerdi ama bu yeteneğini yitirmiş olmalıydı. Anne evleneli alt tarafı iki hafta olmuştu. En küçük kız kardeşleri henüz çok küçüktü ve evde ona her gün işkence eden biri kalmamıştı.
Anne’nin yüzü yumuşadı. “Kendine bir baksana Eleanor. Güzelsin. Ya da en azından önceden güzeldin…”
“Yapma,” diye sözünü kesti Eleanor. “Lütfen yapma.”
“Bu gece saçma hiç doğru düzgün baktın mı?”
Elbette bakmıştı. Doğru, hizmetçisi saçını yaparken kitap okuyordu ama odasından çıkmadan önce elbette ki aynaya bakmıştı. “Rackfort bu bukleleri yapmak için çok uğraştı,” dedi Eleanor kulaklarının arkasına sıkıştırılmış olan bukleleri eliyle hafifçe okşayarak.
“O bukleler yanaklarını yuvarlaklaştırıyor Eleanor. Şişman anlamında yuvarlak.”
“Şişman değilim,” dedi Eleanor sakinleşmek için bir nefes alarak. “Bir saniye önce benim demode olduğumu söylüyordun oysa bu bukleler son moda.”
“Eski takımdan olmaları çok mümkün,” dedi Anne onları dürterek. “Ama Rackfort’un pudrayı yetersiz kullanmış olması onlan bukleden başka her şeye benzetmiş. Tanrı aşkına açık kahverengi bukleleri kullanmış olduğunu fark etmedin mi? Senin saçların kestane rengi. Pudranın yetersiz kullanıldığı yerler garip bir şekilde yamaymış gibi duruyor. Perişan da denebilir. Kimse senin benden daha güzel olduğuna inanmaz. Ya da annemin en güzel halinden bile daha güzel olduğuna.”
“Bu doğru değil!”
“Doğnı,” dedi kardeşi boyun eğmez bir tavırla. “Şaşalı geçmişiyle gurur duyan annemizin senin böyle giysiler içinde dolaşmana neden izin verdiğini merak etmeye başladım.”
“Bu huysuzluğunun sebebi evliliğin mi?” diye sordu Eleanor kardeşine bakarak. “Evleneli henüz üd hafta oldu. Evliliğin getirdiği bahtiyarlık buysa ben almasam da olur.”
“Evlilik bana düşünmek için zaman sağlıyor.” Anne sınttı. “Yatakta.”
“Yatak faaliyetlerinin gardırobum ve Rackfordun saç konusundaki yeteneksizliğini düşünmekten ibaretse, senin için gerçekten çok üzgünüm,” dedi Eleanor iğneleyerek.
Anne kahkahalara boğuldu. “Aslında tam tersi biriyken neden böylesine tutucu ve rüküş giyindiğini anlayamıyorum.”
“Ben hiç de…” diye parlayan Eleanor hemen kendini tuttu. “Ben de, çok yakışıklı Bay Bouchon senin ilgini çekmeye çalışırken neden benim için kaygılanmakla meşgul olduğunu anlayamıyorum.”
“işin aslı, Jeremy ve ben senin hakkında konuştuk. Elbette kendimizle ilgilenmediğimiz bir anda.”
“Bunu yapmadınız!”
“İkimiz de erkeklerin senin bu pasaklı halini görmezden gelmeyeceği konusunda hemfikiriz. Jeremy sana kur yapma olasılığının aklından bile geçmediğini söylüyor. Senin tuhaf, çok bağnaz ve onu dikkate almayacak kadar kibirli olduğunu düşünüyor. Sen, Eleanor! Senin hakkında bunları düşünüyor. Çok saçma!”
Eleanor eniştesi hakkındaki görüşlerini yutmayı başardı. “Bir balodayız,” diye belirtti. “Jeremy’nin şirin yorumlarını paylaşmayı sonraya, yalnız olduğumuz bir ana bıraksan daha iyi olmaz mı?” “Buradaki hiçbir kadının seninki gibi gözleri yok Eleanor,” dedi kardeşi, onun sözlerini duymazdan gelerek. “Hiç görülmemiş koyulukta bir mavi. Keşke bende olsalardı. Ve yukan doğru çekikler. Gideon’un, gözlerim fırtınalı denizler ve düğün çiçekleriyle kıyasladığı saçma şiirlerini hatırlıyor musun?”
“Düğün çiçekleri değil,” dedi Eleanor, “yabani sümbüller ama bunun konuyla ne ilgisi var?”
“Dudakların hâlâ üç yıl önceki kadar güzel. Düğün çiçekleri kralı kendini daha yeşil otlaklara atmadan önceki gibi.”
“Gideon hakkında konuşmaktan hoşlanmıyorum.”
“Yıllar boyunca seni dinledim ama bundan sıkıldım,” dedi Anne sesini tekrar yükselterek. “Ben artık evli bir kadınım ve bana ne yapacağımı söyleyemezsin. Tamam, âşık oldun ve…” “Lütfen,” diye yakardı Eleanor. “Sesini alçalt, Anne!”
“Bir adama âşık oldun ve York Dükü’nün kelimeleriyle, adam bozuk mal çıktı,” dedi kız kardeşi biraz daha kısık bir sesle. “Anlamadığım şey, Gideon’un bu tavrının neden seni yaşlı, huysuz, evde kalmış bir kıza dönüştürdüğü. Gerçekten bu adamın yasını tutarak mezara gömülmek niyetinde inisin? Sırf Gideon seni terk etti diye evlenmeyecek misin, kendine ait bir evin, çocukların hiçbir şeyin olmayacak mı?”
Eleanor aldığı nefesin ciğerlerini yaktığını hissetti. “Ben muhtemelen…”
“Peki ne zaman evlenmeyi planlıyorsun? Yirmi beş yaşında mı, otuzunda mı? O kadar yaşlıyken kiminle evleneceksin, Eleanor? Güzel olabilirsin ama çaba sarf etmezsen bunu kimse fark etmez. Tecrübelerime göre, erkekler hiç de güçlü algılara sahip değiller.” Son darbeyi vurmak için eğildi. “Yüzüne bir gram boya bile sürmüyorsun, değil mi?”
“Hayır,” dedi Eleanor. “Hiç.” Elbette çocukları olsun istiyordu. Ve bir kocası. Fakat Gideon’un çocuklarım istemişti. Bir aptaldı. İflah olmaz bir aptal. Gideon onun değildi, çocukları da onun olmayacaktı. Üç yıl nasıl bu kadar da çabuk geçmişti?
“Henüz bitirmedim,” diye ekledi kardeşi. “Ufacık bir göğüs dekolten bile yok, eteklerin o kadar uzun ki çamurların içinde yüzüyor. Ama esas sorun, tavırların. Aşın namuslu tavırlar sergileyip erkeklere sadece onları iğneleyecek şakalar yapıyorsun. Bundan hoşlanmazlar, Eleanor. Hemen başka bir yöne kaçıverirler ve bunu neden yapmasınlar?”
“Hiçbir nedeni yok.” Eleanor durumu kabullenirken Anne’in tüm cümlelerinin tükenmiş olmasını diledi ama hiç de öyle görünmüyordu.
“Herkes senin züppe olduğunu düşünüyor,” dedi kardeşi kesin bir dille. “Tüm Londra senin bir dükten daha alt seviyede olan biriyle evlenmemeye yemin ettiğini biliyor ve bunun da olacağını hiç sanmıyorlar. En azından erkekler böyle düşünüyor. Yaptığın tek hamleyle Londra’daki neredeyse tüm seçkin erkeklerin senin herkesi küçümseyen bir ukala olduğunu düşünmelerine sebep oldun.”
“Benim niyetim…”
“Ama şimdi piyasada bir dük var,” dedi Anne onu dinlemeyerek. “Hem de Villiers Dükü. Karun kadar zengin ve görünüşe bakılırsa o da en az senin kadar züppe çünkü herkes onun bir dük kızıyla evlenme niyetinde olduğunu söylüyor. Bu sensin, Eleanor. Sen. Ben evliyim, Elizabeth daha küçük ve Londra’da senin seviyende bulunan başka bir kadın daha yok.”
“Bunun farkındayım.”
“Bir dükten daha aşağısıyla evlenmeyeceğini duyuran sensin,” diye devam etti Anne, nefes almak için duraksayarak. “Seçkin düklerin kalmadığım söylüyordun, bak bir tanesi sihir gibi ortaya çıkıverdi ve herkes onun seninle evlenmeyi düşündüğünden bahsediyor…”
“Bunda kutlanacak bir durum göremiyorum,” diye terslendi Eleanor. “Aynı insanlar Villiers’i de son derece nahoş bir tip olarak anlatıyorlar.”
“Bir dükten başkasıyla evlenmeyeceğini söyleyen şendin,” diye tekrarladı kardeşi inatçı tavrım sürdürerek, “ve şimdi olgun bir erik gibi avucuna düştü. Hep söylediğin gibi, onun bitkin bir beygir olması hiç de önemli değil.”
Eleanor ağzını açtığı anda Villiers Dükü Leopold Dautry’nin kardeşinin hemen arkasında durduğunu dehşetle fark etti.
Kardeşi inatla devam ediyordu. “Son On İkinci Gece yemeğini hatırlıyor musun? Petunia teyzeye, doğru unvana sahipse çiş ve köpek kılı gibi kokan biriyle de evlenebileceğini söylemiştin, tabii dük olması şartıyla.”
Eleanor, Villiers Dükü’yie hiç tanışmamıştı, onu hiç görmemişti bile ama şu an karşısında duran kişinin o olduğundan emindi. Tam anlatıldığı gibiydi, kendine has çenesi ve elmacık kemikleriyle kabalık ile güzellik arasında gidip gelen bir görüntüsü vardı. Ayrıca Villiers asla peruk takmazdı ve bu adam pudra bile kullanmamıştı. İçinde birkaç tel beyaza sahip olan siyah saçları beyaz bir kurdeleyle ensesinde toplanmıştı. Ondan başkası olamazdı.
Kardeşi bitmek bilmeyen bir kâbus gibi konuşmaya devam etti. “Sen Oyster kadar aptal da olsa ya da Bay Hendricker’m domuzu kadar şişman da olsa ille de bir dükle evleneceğini söyledin.” Villiers Dükü’nün gözleri buz grisiydi, kar tehdidiyle dolu gökyüzü renginde. Hiç de mizah duygusuna sahip biri gibi durmuyordu.
“Eleanor,” dedi Anne. “Beni dinliyor musun? Dinlemeyip de…” Arkasına döndü.
“Ah!”
İkinci Bölüm
Beaumont Düşesi, Villers’in yanında duruyordu ve kahkahalarını tutmaya çabaladığı çok belliydi. “İyi akşamlar, Leydi Eleanor. Ve Leydi Anne, artık size Bayan Bouchon demem gerekiyor değil mi? Her yerde sizi arıyordum. Sizleri Ekselanstan, Villiers Dükü’yle tanıştırmak isterim.”
“Ekselansları,” dedi Eleanor, Düşes’in önünde ciddi bir tavırla reverans yaparak. Anne de togasının elverdiği kadanyla küçük bir reverans yapmayı başarabildi. “Ve Ekselansları.” Eleanor, Villiers Dükü’nün önünde bir reverans daha yaptı.
Dük de onun gibi, zorunlu olan togayı giymekten kaçınmıştı, sebebi muhtemelen peruk takmayı da reddettiren kaygısızlığıydı. Konyak renkli ağır ipek bir ceket giymişti. Kesimi basitti ama etek ucuna ve düğmelerinin çevresine yapılmış olan şarap rengi işler sadeliğine ihtişam katıyordu.
“Leydi Eleanor,” dedi Villiers. Eleanor’u baştan ayağa süzdü ve bakışları bir anlığına kulaklarının arkasına sıkıştırılmış buklelerde durdu. Eleanor omurgasından aşağı kayan bir aşağılanma duygusu hissetti ama çenesini havaya dikti. Dük asalet istiyorsa, buna sahipti. Şıklık, hayır. Soy, evet.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYüreğimdeki Son Perde
- Sayfa Sayısı432
- YazarEloisa James
- ÇevirmenGizem Onat
- ISBN9786053433088
- Boyutlar, Kapak13 x 21 cm , Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2014-05
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İşaret ~ Frida Isberg
İşaret
Frida Isberg
Yakın gelecek, İzlanda. Empati Testi adı verilen yeni bir teknoloji, bireylerin merhamet seviyesini ölçerek iyi ile kötüyü ayırt etmeyi, böylece toplum huzurunu kaçıracak olası...
- Yağmur Kral ~ Saul Bellow
Yağmur Kral
Saul Bellow
“Bir roman, birkaç doğru izlenim ve bundan çok daha fazla yanlış izlenim arasında dengelenmiştir, ki biz buna hayat diyoruz.” Saul Bellow Yağmur Kral, Afrika’ya...
- Ada ~ Elin Hilderbrand
Ada
Elin Hilderbrand
Uzun zamandır saklanan sırlar ücra bir adada ortaya döküldüğünde, huzurlu bir kaçış gibi görünen bu kısa tatil, beklenenden farklı sonuçlar doğurur. Yaz sona ermeden...