Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yükseklik Korkusu
Yükseklik Korkusu

Yükseklik Korkusu

Paul Auster

“Su üzerinde ilk yürüdüğümde on iki yaşındaydım.” Orta Batı’dan gelen yetenekli çekici genç Walt’ın hikâyesini anlatan Yükseklik Korkusu bu sözlerle başlar. Walt, karizmatik Yehudi…

“Su üzerinde ilk yürüdüğümde on iki yaşındaydım.” Orta Batı’dan gelen yetenekli çekici genç Walt’ın hikâyesini anlatan Yükseklik Korkusu bu sözlerle başlar. Walt, karizmatik Yehudi Usta’dan eğitim almak için o bölgedeki esrarengiz bir eve götürülür. Burada hem uçma yetisi kazanacak hem de beraberinde gelen şöhret ve yıldızlık mertebesine hazırlanacaktır. Aynı zamanda hem Babe Ruth, Charles Lindbergh gibi figürlerin cirit attığı 1920’lerin Amerika’sının renkli bir panoramasını sunan hem de kinayeli bir mesel anlatan Yükseklik Korkusu çetin, büyüleyici bir roman – gücünün en üst seviyesinde olan bir yazarın kaleme aldığı gerçek özgünlüğe sahip bir eser. “Modern Amerika masalının ustasından harikulade bir hikâye anlatıcılığı örneği.” The Independent “Birçok hayranı için, Ay Sarayı, Şans Müziği ve New York Üçlemesi’nin usta yazarı Auster’ın, harikulade ilginç yedinci romanında havada yürümek gibi mantıksız bir önermeyi inandırıcılıkla ve ciddiyetle ele alması sürpriz olmamalı.” Publishers Weekly

Birinci bölüm

Su üzerinde ilk yürüdüğümde on iki yaşındaydım. Bu numarayı bir gecede öğrendiğimi iddia etmeyeceğim, siyah elbiseli bir adam öğretti her şeyi. Yehudi Usta beni bulduğunda, Saint Louis sokaklarında dilencilik yapan dokuz yaşında bir öksüzdüm, marifetimi halka göstermeme izin verinceye kadar tam üç yıl benimle düzenli olarak çalıştı. Çalışmaya başladığımızda 1927 yılıydı, Babe Ruth ile Charles Lindbergh’in adları o yıl duyulmaya başlamıştı, dünyanın karanlıklara gömülmeye başlaması da o günlere rastlar. Ekim ayındaki felaketten1 birkaç gün öncesine kadar gösterimi sürdürdüm; benim yaptığım şeyin yanında, yukarıda adı geçen iki beyefendinin yaptıkları solda sıfır kalırdı. Yaptığım şeyi benden önce hiçbir Amerikalı yapmamıştı, benden sonra da yapan çıkmadı.

Yehudi Usta’nın beni seçmesinin nedeni, çocukların içinde en ufağı, en pisi ve en sefili olmamdı. “Senin hayvandan farkın yok,” demişti bana, “tam anlamıyla bir hiçsin.” Bana söylediği ilk söz bu olmuştu; o gecenin üzerinden tam altmış sekiz yıl geçmiş olmasına karşın o sözcüklerin Usta’nın ağzından döküldüğünü bugün bile duyar gibiyim: “Senin hayvandan farkın yok. Şimdi bulunduğun yerde kalırsan kış bitmeden öbür dünyayı boylarsın. Benimle gelirsen sana uçmayı öğretirim.”

“Hiç kimsecikler uçabilemez bayım,” dedim. “Ancak kuşlar uçabilir, ben de kuş olmadığıma yüzde bin eminim.”

“Hiçbir şey bildiğin yok,” dedi Yehudi Usta. “Hiçbir şey bilmiyorsun, çünkü sen bir hiçsin. On üç yaşına geldiğinde sana uçmayı öğretememiş olursam, başımı baltayla uçurabilirsin. İstersen sana bunu yazılı olarak vereyim. Verdiğim sözü tutmayı başaramazsam hayatta kalmam ya da kalmamam senin elinde olur.”

Kasım başlarında bir cumartesi gecesiydi, Paradise Cafe’nin önünde duruyorduk, burası kentin merkezinde hoş bir bardı, zenci bir caz orkestrası çalardı orada, sigara satan kızlar da içlerini gösteren giysiler giyerlerdi. Hafta sonlarında barın çevresinden ayrılmazdım, sadaka dilenirdim, ondan ona haber taşır ya da züppe beylere taksi çevirirdim. Yehudi Usta’yı ilk gördüğümde onun sarhoş olduğunu düşünmüş, siyah smokini ve ipek silindir şapkasıyla gece vakti yalpa vura vura yürüyen içki düşkünü zenginin biri sanmıştım. Tuhaf bir şivesi vardı, bu yüzden onun başka bir kasabadan gelmiş olabileceğini de düşünmedim değil ama yanılmışım. Hani sarhoşlar ipe sapa gelmez şeyler konuşurlar ya, onun uçmak konusundaki sözlerini de bu saçmalıklardan biri sanmıştım.

“Fazla yükselirseniz,” dedim ona, “yere inerken boynunuz kırılabilir.”

“Bu işin tekniğini sonra konuşuruz,” dedi Usta. “Öğrenmesi kolay bir hüner değildir bu, ama beni dinler, söylediklerimi yaparsan sonunda ikimiz de milyoner oluruz.”

“Siz zaten milyonersiniz,” dedim. “Beni n’apacaksınız?”

“Ne mi, sefil küçük serseri? Cebimde beş param bile yok benim. Senin gözüne hırsızlar kralı gibi görünmüş olabilirim ama bunun nedeni senin kuş beyinli olman. Şimdi beni iyi dinle. Sana hayatında bir tek kez karşılaşabileceğin bir fırsat veriyorum ama bu şansı ikinci bir kez tanımam. Sabah altı buçukta kalkacak olan Blue Bird özel treninde kendime yer ayırttım, şu sefil bedenini o trene atmazsan beni hayatında bir daha göremezsin.”

“Soruma hâlâ yanıt vermediniz,” dedim.

“Çünkü sen benim dualarımın karşılığısın evlat. Bu yüzden istiyorum seni. Çünkü sende bu yetenek var.”

“Yetenek mi? Yetenek metenek yok bende. Hem olsa bile siz bunu nereden bileceksiniz Bay Maymunkılık? Benimle ancak bir dakikadır konuşuyorsunuz.”

“Yine yanılıyorsun,” dedi Yehudi Usta. “Ben seni bir haftadır gözlüyorum. Dayın ile yengenin senin gitmene üzüleceklerini sanıyorsan son dört yıldır yanında oturduğun insanları hiç tanımıyorsun demektir.”

“Dayım ile yengem mi?” dedim, karşımdaki adamın sarhoşun biri olmadığını ansızın fark etmiştim. Daha da kötüsü gelmişti başıma: Okul kaçaklarını yakalayan bir görevli ya da bir polisti o, orada öylece yakalandığıma göre boğazıma kadar batağa saplanmıştım.

“Senin şu Slim dayın çok tuhaf biri,” diye sözünü sürdürdü Usta, dikkatimi çekmişti ya, artık ağırdan alıyordu. “Bir Amerikan yurttaşının böylesine ahmak olabileceğini hiç düşünmezdim. Leş gibi kokmakla kalmıyor, aynı zamanda hiçbir işe yaramayacak kadar da sefil ve çirkin. Senin böyle sansar suratlı sokak çocuğunun teki olup çıkmanda şaşılacak bir şey yok. Bu sabah dayınla uzun uzun konuştuk, beş kuruş bile almadan seni bırakmaya razı. Düşünsene evlat, seni almak için para vermeme bile gerek olmadı. Üstelik karım dediği o un çuvalı domuz orada öylece oturdu, seni savunmak için tek bir sözcük bile çıkmadı ağzından. Senin, ailem dediğin buysa o ikisinden kurtulmakla şanslı sayılırsın. Kararı verecek olan sensin, ama benim önerimi kabul etmesen bile onların yanına dönmek akıllıca bir iş olamaz. Sana şu kadarını söyleyeyim, senin geri döndüğünü görmek, onları büyük bir hayal kırıklığına uğratacaktır. Üzüntüden dilleri tutulabilir, ne demek istediğimi bilmem anlıyor musun?”

Bir hayvandım belki ama en aşağılık hayvanın bile duyguları vardır, Usta bana bunları anlattığında yumruk yemiş gibi oldum. Slim dayım ile Peg yengem sözünü etmeye değecek kişiler değildiler ama onların evi benim yaşadığım yerdi; beni istemediklerini öğrenince donup kalmıştım. Ne de olsa daha dokuz yaşındaydım. Yaşıma göre oldukça dayanıklı olsam da göründüğüm kadar dayanıklı değildim aslında. Usta tam o sırada o kapkara gözleriyle beni yukarıdan aşağı süzüyor olmasaydı büyük bir olasılıkla sokağın ortasında zırıl zırıl ağlamaya başlardım.

Şimdi o geceyi düşündüğümde, Usta’nın bana doğru söylediğinden hâlâ emin olamadığımı görüyorum. Dayımla ve yengemle konuşmuş olabilir ama bütün bunları uydurmuş da olabilir. Onlarla görüşmüş olduğuna kuşkum yok –onları harfi harfine tanımlamıştı– ama Slim dayımı iyi tanırım, bu işten üç beş papel koparmadan benim gitmeme izin vermiş olabileceğini sanmıyorum. Yehudi Usta onu atlatmıştır demek istemiyorum, ama daha sonra olanlara bakarsak kendisine adil davranılmış olsun ya da olmasın, o orospu çocuğunun kendini aldatılmış hissettiğine eminim. Şimdi bu konu üzerinde kafa patlatarak daha fazla zaman harcamaya niyetim yok. Uzun lafın kısası, Usta’nın bana anlattıklarına kandım, şimdi anlatmaya değer tek şey de bu zaten. Eve dönmemin yanlış olduğuna inandırdı beni, buna bir kez  inandıktan sonra da artık dünyaya boşverdim. O da benim böyle hissetmemi –yani kafamın karışmasını, kendimi boşlukta hissetmemi– istemiş olmalı. Yaşamaya devam etmek için bir nedenin olmadığını düşünürsen, başına neler geleceğini umursaman da pek güçtür. Ölmek istediğini düşünürsün, sonra da her şeye hazır olduğunu keşfediverirsin; hatta yabancının biriyle gecenin içine karışıp gitmek gibi çılgınca bir şeye bile…

“Peki bayım,” dedim ona, sesimi birkaç oktav düşürerek ve en amansız bakışlarımla bakarak, “anlaştık; ama söylediğinizi yapmazsanız kafanızı uçururum. Küçük olabilirim ama kimsenin verdiği sözü unutmasına izin veremem.”

Trene bindiğimizde hava hâlâ karanlıktı. Gündoğumunun içinde batıya doğru yol aldık, ölgün kasım güneşi bulutların arasından süzülmeye çabalarken Missouri eyaletini bir baştan bir başa geçtik. Annemi toprağa verdiğimizden beri Saint Louis’in dışına çıkmamıştım; o sabah karşıma çıkan kasvetli bir dünya oldu: sıkıcı ve bomboş bir dünya, her iki yandan bizi kuşatan, sararmış mısır saplarıyla dolu, uçsuz bucaksız tarlalar. Öğleden az sonra trenimiz gürültüyle Kansas City’ye girdi, birlikte geçirdiğimiz onca saat boyunca Yehudi Usta’nın benimle üç dört sözcükten fazla bir şey konuştuğunu sanmıyorum. Çoğunlukla uyudu, suratının ortasına kadar indirdiği şapkası, uyurken öne kayıp duruyordu, ama ben öyle ürkmüştüm ki pencereden dışarı bakmaktan başka bir şey yapamıyor, kendimi nasıl bir belaya bulaştırdığımı düşünürken bir yandan da gözlerimin önünden akıp geçen manzarayı seyrediyordum. Saint Louis’deki dostlarım beni Yehudi Usta gibileri konusunda uyarmışlardı: Bu gibiler, kafalarında şeytanca planlar kuran kimsesiz serserilerdi, istediklerini yaptırabilecekleri delikanlıları avlamak için pusuya yatmış sapıklardı.

O adamın giysilerimi çıkartıp dokunulmasını istemediğim yerlerime dokunduğunu düşünmek bile yeterince kötüydü ama kafamda taşıdığım öteki korkuların yanında bu hiç kalırdı. Bir yabancının peşine takılıp giden, bir daha da kendisinden hiç haber alınamayan bir çocuktan söz edildiğini duymuştum. Sonradan o adam, çocuğu parçalayıp ufak ufak doğradığını, pişirip yediğini itiraf etmişti. Bir başka çocuk, karanlık bir mahzende duvara zincirlenmiş, altı ay boyunca ekmek ile sudan başka bir şey geçmemişti kursağından. Bir başkasınınsa derisi soyulmuş, kemikleri ortaya çıkmıştı. Nasıl bir işe girişmiş olduğumu ölçüp biçmeye zaman bulunca benim başıma da bunlara benzer bir şey gelebileceğini düşünmem güç olmadı. Kendimi bir canavarın pençelerine teslim etmiştim, bu adam göründüğünün yarısı kadar bile uğursuz çıksa güneşin doğuşunu bir daha göremeyeceğim kesin sayılırdı.

Trenden indik, kalabalığın arasında kendimize yol açarak peronda ilerlemeye başladık. “Karnım aç,” dedim Yehudi Usta’nın ceketini çekiştirerek. “Hemen karnımı doyurmazsanız sizi gördüğüm ilk aynasıza teslim ederim.”

“Sana verdiğim elmaya ne oldu?” dedi.

“Trenin penceresinden dışarı fırlattım.”

“Ya, demek elmadan pek hoşlanmıyoruz, öyle mi?

Peki ya jambonlu sandviç? Kızarmış tavuk budu ile bir kesekâğıdı dolusu şekerli çöreği hiç saymıyorum bile.”

“Hepsini çöpe attım. O verdiğiniz yiyecekleri yememi beklemiyordunuz herhalde, değil mi?”

“Nedenmiş o, küçük adam? Yemezsen kuruyup ölürsün. Bunu herkes bilir.”

“Hiç olmazsa yavaş yavaş ölürüm. Ama zehirli bir şeyi ısırdığımda oracıkta nalları dikerim.”

Kendisiyle karşılaştığımdan bu yana Yehudi Usta’nın dudaklarında ilk kez bir gülümseme belirdi. Yanılmıyorsam, bu gülümseme bir kahkahaya bile dönüştü. “Bana güvenmediğini mi söylemek istiyorsun?”

“Haklısınız. Bir katıra ne kadar inanırsam size de o kadar inanıyorum.”

“İçin rahat olsun, kendini beğenmiş çocuk,” dedi Usta, omzumu sıvazlayarak. “Sen benim karnımı doyuracak kişisin, unuttun mu? Saçının teline bile zarar vermem senin.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. 4 3 2 1 ~ Paul Auster4 3 2 1

    4 3 2 1

    Paul Auster

    “Auster’ın en büyük, en yürek burkan, en doyurucu romanı, gerçeklerin ve olasılıkların, aşkın ve yaşamın sürükleyici ve şaşırtıcı öyküsü” olarak tanımlanan yapıt, bir aile...

  2. Kırmızı Defter ~ Paul AusterKırmızı Defter

    Kırmızı Defter

    Paul Auster

    Kırmızı Defter’deki öyküler, Paul Auster’ın özel dünyasına girmek isteyenler için biçilmiş kaftan. New York Üçlemesi, Ay Sarayı, Şans Müziği, Timbuktu, Brooklyn Çılgınlıkları, Yazı Odasında...

  3. Şans Müziği ~ Paul AusterŞans Müziği

    Şans Müziği

    Paul Auster

    Boston’lı Jim Nashe, otuzlu yaşlarını süren sorumluluk sahibi bir baba, hayat kurtaran bir itfaiyecidir. Küçük bir mirasa konunca yaşamını sıradanlıktan kurtarıp bir çılgınlık yapmaya...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Sabotaj – Jimmy Coates ~ Joe CraigSabotaj – Jimmy Coates

    Sabotaj – Jimmy Coates

    Joe Craig

    Jimmy Coates sıradan bir çocuk gibi görünüyor, ama değil. O, hükümet için tasarlanmış kusursuz bir suikastçı. Hız, güç, ölümcül bir içgüdü; hepsi kanında var....

  2. İspanya, Yaşasın Ölüm ~ Nikos Kazancakisİspanya, Yaşasın Ölüm

    İspanya, Yaşasın Ölüm

    Nikos Kazancakis

    İspanya, ulusların Don Quijote’sidir. Dünyayı kurtarmaya çalışır, güvenliğe ve refaha sırtını döner, ele geçmez binlerce hayali kovalar. Bu mantık ötesi donkişotça seferlerde kendini tüketir....

  3. Buz Gezegeni Barbarları ~ Ruby DixonBuz Gezegeni Barbarları

    Buz Gezegeni Barbarları

    Ruby Dixon

    Bir insanla bir uzaylının arasındaki sıra dışı aşkı keşfedin… Georgie ile Vektal’in buzlar üzerindeki alevlerine şahit olun… Uzaylılar tarafından kaçırılmanın başınıza gelebileceken kötü şey...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur