Varolmak, değişmek; değişmek, olgunlaşmak; olgunlaşmak, kendini sürgit yenilemek demek. İster sultan Abdülhamid’in zamanı olsun, Kemal Atatürk’ün, ister İnönü’nün, ister Menderes’in, “zamanlardan birini seçip, sonsuza dek sürdürmeye kalkışmanın abesle iştigalin ta kendisi olduğun da bizden iyi bilen olmasın. “Mahelle”nin simgelediği asude zamanların hasletlereinin, fırtınalı bir “şimdi”yi göğüslemeye yetmeyeceğini; sorular yığıldıkça yeni şeyler düşünmek, yeni bir şeyler yapmak zorunluluğunu, bizden iyi bilen olmasın. Hiçbirşeyi değiştirmemenin herşeyi muhafaza etmeyi garantilemediğini bizden iyi bilen olmasın.muhafaza ettiğiğimizi sandığımızın gıyabımızda değişiverdiğini, hatta değişim sellerinin altında kalabildiğini, bizden iyi bilen olmasın.
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Dinlerin Dirilişi ve Laiklik Arasında
Batı dünyasında neler oluyor?
Dinlerin Dirilisi ve Laiklik Arasında
Batı dünyasında neler oluyor?
Açmaz
Barack ‘Hüseyin’ Obama
Buna da şükür!
Ner’de bir medeniyet or’da bir’Yeni Yıl’!
Rusya’dan siyaset manzaralan
Rus halkı Putin’den ne bekler?
Ben bir Kürt aydını olsaydım…(1)
Ben bir Kürt aydını olsaydım… (2)
Ben bir Kürt aydını olsaydım… (3)
Yorumsuz (1)
Yorumsuz (2)
Yorumsuz (3)
Bu kadınla isimiz var (1)
Amerika’ya kim hükmediyor? (2)
Bizden iyi bilen olmasın
‘Mahalle baskısı’ deveyse…
Malezyalılaştıramadıklarımızdan mısınız’?
Allah kelâmı değil!..
Bu defa da biz denetlesek? ‘
Körle yalan…
‘ADL’nin derdi ne? (1)
‘ADL’nin derdi ne? (2)
Dur bir pırtık!
Sağgirdik. sağ çıktık, her şey yerli yerinde!
Kaleçarprazgiderse…
“Din’in içi nasıl boşaltılır?”Gay Lesbiyen öğrenci kulübü” (1)
“Din’in içi nasıl boşaltılır? Gay Lesbiyen öğrenci kulübü (2)
‘Kahramanlık” ve “Yiğitlik” üzerine…(l)
“Kahramanlık” ve “Yiğitlik” üzerine… (2)
Dadaş’tan samuray’a
AlevAlatlı: Gogol’ün izinde “EyyUhnem!” Üzerine…
Rusya’ya beni insanların çığlıkları itti
Önsöz
Yorumsuz, Alev Alatlı’mn Mart 2007’den itibaren Zaman’ın Yorum sayfasında okurlarıyla paylaştığı gündem okumalarının tamamını bir araya getiriyor.
Özelde etnik kimlik ve din konularına, genelde ise güncelsiyasal gündemlere sahih yaklaşımlarla ‘taraf olmadan üst bakışlar koyan Alatlı’nın tek cabası var: Geçmişin geleceğini gösteren bir ayna olmak.
Elbette yazarın, insani yanlarıyla Örtüşen vurgularından, heyecanlarından, mizah duygusundan kaynaklanan iki ucu keskin bir ok gibi muhatabının gövdesine saplanan paragraflarını da gözden kaçılmıyoruz. İşin doğası olsa gerek, onca ‘yorumsuz’ okumalarla görünür hâle getirdiği hakikatlerin arada bir. ‘taraflarını ağrılar ve acılar içinde bırakan bir yanı da kuşanması.
Ne dersiniz! Alatlı’nın Zaman’daki yorumlarını bir araya getiren bu dördüncü kitabı ‘Yorumsuz’un da etkisiyle, bir kez daha geçmiş gelecek aynasından gündemlerimize ansızın düşürülen olayların hakikatlerine bakmaya hazır mısınız?
Zaman Kitap
Dinlerin Dirilişi ve Laiklik Arasında (1) Batı dünyasında neler oluyor?
“Mücahitlerin dünya çapında cihad ilân ettikleri. Yaradılışların yürüyüşe geçtikleri çağımızda, dinin geri döndüğünü inkâr edebilmek için ya kör olmak gerekir ya da deli! Günümüz tanrıtanımazları bile bu mucizevi dirilişi kabul ediyorlar.” Bu cümle, Kenan Malik’e’ ait. Bahsettiği “Yaradılışlılar” 1920’li yıllarda ABD’de baş veren köktenci Hıristiyan hareketi “Crearionism” müridleri Bu insanlar. Kutsal Kitap’ın kâinat ve dünyanın yaradılışının anlatıldığı ilk bölümü olan Tekvin e, hiç bir yoruma tabı tutulmaksızın, harfi harfine iman edilmesini Savunuyor ve dolayısıyla bunun Tedrisine itibar etmiyorlar. Dahası, okullarda öğretilmesini engelliyorlar. Darwin, 1960″in ortalarına kadar Amerikan okullarına giremiyor O tarihten 1975’e kadar evrim teorisini ten derslerine ‘bilimsel yaradış” adı altında destek konu olarak eklenmiş halde görüyoruz. 1975, yüksek mahkemece görülen bir davanın: sonuçlandığı yıl. Mahkeme, okullarda yaratımsın İncil’i esas alarak öğretiliyor olmasının Amerikan Anayasası’nın kilise devlet ayrışımı ilkesine ters düştüğüne hükmedince. Eski Ahit’e yapılan göndermeler müfredattan kaldırılıyor. Buna karsın, halen devam eden davalar da var.
Prof. Malik’in “yürüyüşe geçtiğini” söylediği Hıristiyan hareketinin özü böyle. Malik’in dinin mucizevî dirilişini kabul ettiğini söylediği “tanrıtanımazlara gelince, dokundurduğu zat, 2004’te ölen Jacques Derrida’dan sonra dünyanın en büyük filozoflarından biri sayılan Alman felsefeci, Yeni Marksist sosyolog ve siyaset bilimci Jürgen Habermas’. Uzun yıllar kararlı bir ateist ve sekülarizm savunmacısı olarak tebarüz eden Habermas, epeyce bir süredir dinlerin insan onuru, özgürlüğü ve sorumluluğu gibi değerlere ters düşmeyebileceği seklinde düşünceler dillendirirken, sekülarizmin birtakım kısıtlamalarla malûl olduğunu da itiraf etmeye başlamış Hatta. Papa 16. Benedict’le yaptığı bir konuşmayı müteakip, “modem eşitlik ve adalet fikirlerinin aslında Musevi ve Hıristiyan dinlerinin ilkelerinden süzülmüş kavramlar” olduklarını beyan etmekten kaçınmamış. Yeri gelmişken, günümüzde Batı dünyasında “dinlerin yükselişi”ne ilişkin entelektüel tartışmalarının Musevi ve İsevi inançları ile sınırlı olduklarını, “İslâm’ın yükselişi”nin ise tamamen farklı saiklerle değerlendirildiğini vurgulamalıyım. Papa 16. Benedict’in tutumu, iyi bir örnek: “Gelişmiş Batılı ülkelerde gittikçe güçlenen sekülarizm karşısında Hıristiyanlığın zayıfladığını” ileri sürerek. Avrupa’nın köktenci Hıristiyan değerlerine geri dönmesi gerektiğini savunan, Avrupa Birligi’nin bir Hıristiyan ligi olmasını, İsevi inancının AB Anayasası’nda yer almasını talep eden Hazret, konu İslâm olunca, Müslüman liderleri “dini siyasîleştirdikleri için” eleştirmekten geri durmamaktadır5. Oysa malûm olduğu üzere. “Sezar’ın” hakkı Sezar’a, İsa’nın hakkı İsa’ya” seklinde özetleye geldigimiz anlayışı gereği, kilisenin alanını dünyevî yönetimin alanından ayırarak, “ruh’un salâh bulması üzerinde yoğunlaşan din. Hıristiyanlıktır. İslâmiyet değil! “Hıristiyan ikiciliği” (“dualism”) olarak tanımlanan anlayış, insanoğlunun dünyevî meselelerinin çözümünü dünyevî iktidarlara bırakmak suretiyle sekülarizmi7 doğuran anlayıştır. Papa hazretlerinin zengin Batı ülkelerinde güçlendiğinden yakındığı sekülarizm, herhangi bir dünyevî devlet gibi hareket eden Kilise’nin “isa’nın alanı”nın dışına çıkarak, inananlar üzerinde kurduğu maddî ve manevî baskıya karşı haklı ve doğal bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda, Hıristiyanlığın alanını daraltmış olması söz konusu olmadığı gibi, tersine, Kilise’nin aslî görevine yönelmesini sağlayan oluşumdur. Hal buyken ve Papa hazretlerinin hiç işleri olmaması gerekirken, AB için İsevi bir anayasa için bastırıyor, bu meyanda bambaşka saiklerle hareket eden İslâm liderlerine veriştirmeyi de ihmal etmiyor olmalarının, “dinlerin yükselişi” tartışmalarının İlâhî çerçeveden çıkarılıp, dünyevî iktidar kavgasına dönüştürülmekte olduklarından başkaca açıklaması yoktur.
Esas yükselen ne?
Mamafih. Hazreti, biz, henüz Alman Kardinal Joseph Ratzinger olduğu günlerde, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği karşıtı demeçlerinden tanırız Kendileri, “Hıristiyanlık barışçıl ve makuldür, İslâmiyet şedit ve mantık dışıdır” söylemini” alenen dillendirmekten de hicap etmemişti. Dahası, “Hıristiyanlığın hükümdar ile Tarın arasındaki farkı gözetmek” suretiyle, “dünya tarihine yepyeni bir açılım getirmiş olması”yla övünmüş olması da bir vakıadır; ruhanî ve dünyevî iktidarların ayrışmasında yarar olduğunu, zira “böylece ortaya çıkan özgürlük alanının bireyin devlete karşı çıkmasını mümkün kılacağını” iddia ederken, oklarını yine İslâm’ın yükselişine çevirmişti. Ona göre, dünyanın önemli bölümünde “siyaset dünyasını inanç dünyasıyla bir arada mülâhaza eden eski görüş” (nesi eskiyse!) geri gelmiş, “ahlâkı sadece siyasî gücün koli aya bileceği” inancı yeniden hakim olmaya başlamıştı ki, bu adamakıllı kaygı verici bir durumdu.
Makaleyi kaleme almaktaki amacımın, varsa aramızda dünyada dinlerin yükseliyor olmasından İslâmiyet’e pay çıkaranlarımız, durumu bir kere daha değerlendirmemiz gerektiğini vurgulamak olduğunu söylemeliyim. Kişisel hissiyatım. “Yanılmaz””‘ da olsalar. İslâm söz konusu olduğunda, günümüz papalarının bile mühürlerinden kurtulmayı başaramadıkları şeklindedir. Hal böyle olunca, meselâ, Katolik rahibelerinde kutsallık simgesi olarak saygı duyulan başörtüsünün. Müslüman kadınlarında baskı simgesi olarak kötülenmesi, hatta basta Katolik Fransa, yasaklanması çabalarının şaşılacak bir yanı yoktur. Papa’nın dahi, ne önyargıda ne de çifte standart uygulamasında sakınca görmediği koşullarda, başörtüsünün hatta peçenin. Avrupa medeniyetinin iki bacağından biri sayılan YahudiHıristiyan geleneğinde de var olduğu olgusu da düşüncelerini değiştirmeyecektir. İnternet sitelerinde, dergilerde. Müslüman gençler, istedikleri kadar, meselâ, Hazreti İsa’nın havarisi Aziz Paulus’un söylemlerinden örnekler getirsinler, meselâ, Musevi yasasının “karısının saçının görünmesine izin veren erkeği lanetlediğini” tekrarlasınlar, İslâm’a empati duyulmasını sağlayamayacaklardır. Çünkü, dinlerin yükselmekte, dünyeviliğin zayıflamakta olması. Batı toplumlarının dindarlaştıkları anlamına gelmemektedir. Günümüzde yükselen, .isli anlamı değişmiş, ne Tanrı ne de ilahiyatla uzun boylu ilgisi olan bir din; daha doğrusu, özü itibarıyla fevkalâde dünyevi (seküler) bir kavram oları “kimlik” fikridir.
Bu çerçevede sekularizmin (dilersem/, laikliğin) üç ayrı anlamından bahsedilir”. Bunlardan birincisi, siyasetin dinden, kamu alanının bireysel alandan ayrıştırılması ikincisi, dinî inanç ve ibadetlerin zayıflaması; üçüncüsü, inanç koşullarının dönüşmesi, yani, Tanrı inancının bir veri olarak kabul gördüğü, kimse tarafından sorgulanmadığı bir toplumdan bir tercih meselesinden ibaret okluğu topluma dönüşmüş olması halidir. “Modemite” bu dönüşüm ifadelerinden birisidir ve “Büyük Kopus”a delâlet eder.
Ne din ne de bilim çağı
1800’lü yıllarda gerçeklesen “Büyük Kopuş dedikleri süreç, siyaset inançtan, kamu alanı bireysel alandan ayrışırken, dini dogmaların üzerindeki tartışmaların gündemden düşüp, yerlerini ideolojik kavgalara bırakması hadisesidir. Nitekim, son 200 yıllık dönemde. Batı toplumları, dinî inançlarının farklılığı değil, savaş ve devrim, sınıflar ve sosyal adalet, ırk ve millî kimlik meseleleri nedeniyle savaşmışlardır. 1800’lü yıllar, ayrıca Darwin, Marks ve Nietzsche gibi, her biri Batı toplumlarının dinlere karsı tutumlarını altüst etmeye namzet üç adamın yaşadıkları yıllardır. Darwin, Yaradılış’ın Tanrı’nın dahi olmadan da gerçekleştirebileceği anlamına gelen evrim teorisini savunmaktadır.Dine siyasi cenahtan meydan okur. Her ikisi de Avrupa Aydınlanması’nın aklı vahyin önüne geçiren, beşeri tanrılaştıran ruhundan beslenmekle beraber, Hıristiyan tanrısına en büyük darbe Nietzsche’den gelir. “Tanrı’nın ölümünü ilân eden Nietzsche. insan aklını, mantığını göklere çıkarır; “üstün insan” kavramını geliştirir. Din. ahlâk, çağdaş kültür, felsefe ve bilim gibi konularda eleştiriler yazarak, değerlerin göreceliğini savunur, “iyi” ve “körü” kavramlarına saldırır, öyle ki, 1800’lü yılların sonlarına doğru. Batı toplumunda yaşanan inanç krizine, bir de “akıl, mantık krizi” eklenir. “Aydınlanma”nın rasyonel insan ve makinenin yenilmez birlikteliği sayesinde her şeyin yoluna gireceği şeklindeki iyimserliği erirken, ilerleme denilen devinime inançsızlık, yerleşik “doğrular”a karsı şüphecilik yerleşir. Böylece, “Tanrının ölümü” beraberinde “hakikat”in ne olduğuna dair klasik fikirleri, mantığı, evrensel değerleri, geleneksel dini ve Aydınlanma’nın dine olumsuz yaklaşımını da beraberinde götürerek, derin bir yabancılaşma duygusu” yaratır. Günün sonunda, “Hıristiyan tanrısı ölmemiştir ama bir şeylerin solmaya başladığı kuskusuzdur.” Böylesi bir mirası devralan yirminci yüzyıl, ne dinler ne de bilim cağına benzeyecektir. Batı dünyasının her ikisinden de niteliksel olarak farklı yeni bir sürece girdiğinin ifadesi olarak sahne alır.
Zaman, Yorum, 2 Şubat 2008, Cumartesi
Dinlerin Dirilişi ve Laiklik Arasında (2)
Batı dünyasında neler oluyor?
1800’lü yıllarda Tanrı’nın ölümü” ile sarsılan Batı dünyası, 1900’lerde “insanoğlunun çöküşü”ne sahil olur. Siyaset dinden ayrılır; dinî inanç, “özel tercih” meselesine dönüşür; merkezine insanlığı alan laik siyaset felsefesi, Tanrı’yı temel alan ilahiyat siyasetinin yerine geçer.
Ancak, laik siyaset felsefesinin de bir inanca ihtiyacı vardır; bu inanç, insanoğlunun akla uygun hareket edebileceği, ahlâk sahibi olabilmek için uzak bir tanrının direktiflerine ihtiyacı olmadığı inancıdır. Gelin görün ki. yirminci yüzyıl, iki büyük dünya savası, atom bombası, soykırımlar, ekemomik krizler, diktatörlükler vb. felâketlerle insanoğlunun ferasetine duyulan inancı da sarsmayı başarır. Harvard Üniversitesi’nin sosyoloji fakültesinin Rus asıllı kurucusu Pitirim Sorokin.’ çağın ruhunu su cümlelerle özetler; “Birinci Dünya Savasından sonra olan bitenin beni şaşkına çevirdiğini itiraf etmekten utanmıyorum. Beklediğim, barısın tekâmülüydü, savasın değil. Toplumun barış içinde yeniden şekillenmesinde, kanlı ihtilâller değil, Hümanizmaydı, kitle katliamları değil. Arıtılmış demokrasilerdi, keyfî diktatöıya değil Bilimin ilerlemesiydi. propagandanın ve gerçeğin ….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Aktüel Siyaset Siyasal Düşünce
- Kitap AdıYorumsuz
- Sayfa Sayısı178
- YazarAlev Alatlı
- ISBN9758578723
- Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviZaman Kitap / 2008