“Belki de doğru. Belki de insanlar birbirlerine kanla, sınıfla değil inandıkları şeyde iştirakle bağlanıyorlar. Nasıl o ziyafet akşamı Rıfkı, dayısının karısına ve misafirlerine kendini yabancı hissederken birdenbire, bu senelerce görmediği köylü kızı odaya girince yalnızlığını unutmuş, sevinmişti! Evet, bu kıza mutlak beraat kazandıramazsa hiç olmazsa idamdan kurtaracaktı.”Duygusallıkla yaklaştığımız romanlar vardır; Yolpalas Cinayeti benim için onlardan biri. Halide Edib Adıvar’ın en güçlü eserlerinden mi? Sinekli Bakkal kadar ünlü, Kalp Ağrısı kadar ince ve duyarlı, Handan kadar çarpıcı mı? Bunları bilemem. Ama Yolpalas Cinayeti’nin derin etkisi altında kaldığımı, yıllar yılı ondan izdüşümlerle yaşadığımı mutlaka söylemeliyim.SELİM İLERİKaleme aldığı her metinle yeniden tartışılan Halide Edib’in bütün eserleri, gözden geçirilmiş baskılarıyla Can Yayınları’nda.
Yayıncının Notu
Bu kitabı hazırlarken yazarın diline, üslubuna, kelime tercihlerine müdahale etmedik; sadece imlasını günümüz kurallarına uyarladık. Artık pek kullanılmayan Arapça, Farsça kelimeler için kitabın sonunda bir sözlük hazırladık. Yabancı kelimeleri de özgün şekilleriyle yazmaya çalıştık. Gündelik hayata ve döneme dair gerekli bilgiler için sayfa sonlarına dipnot düştük. Yolpalas Cinayeti, önce 1936’da Yedigün dergisinde tefrika edilmiş, kitap olaraksa 1937’de, Muallim Ahmet Halit Kitap Evi’nde basılmıştır. Biz de bu baskıyı esas aldık. Gerek gördükçe sonraki yıllarda yapılan baskılara da başvurduk.
I
Hakim:
“Adın ne?”
“Kaz Akkız.”
“Evrakında Nadire yazılı.”
“O hizmetçilik adım.”
“Lakabın neden Kaz?”
“Köyde kaz güderdim.”
“Kaç yaşındasın?”
Mücrim biraz düşündü. Parmaklarıyla hesap yaptı.
“Yirmi üç kadar olacak.”
“Emin değil misin?”
“Nüfus tezkerem sonradan çıktı. Asıl yaşımı göstermiyor.”
“Nüfus tezkeren yaşlı mı gösteriyor?”
“Hayır, daha genç gösteriyor.”
Adliye, aksi ispat edilinceye kadar ekserî şüphe eder.
Hâkime bu, bir kurnazın doğru görünmek için yaptığı manevra gibi geldi. Ahali derhal kızın doğruluğuna iman etti. Yüzünü iyi görebilmek için arkadaki başlar kalktı.
Hâkim devam etti:
“Şoför Mükerrem’i vurduğunu itiraf etmişsin.”
“Evet, vurdum.”
“Niçin vurdun?”
“Anamın emmisi oğlu da onun için.”
“Ananın bütün emmisi oğullarını vuracak mısın?”
“Onlara rastlamadım.” Bu, halka kızın anasının bütün emmi oğullarım vurmaya karar verdiği hissini verdi. Fakat mücrim başını öne eğmiş düşünüyordu. Biraz sonra hâkime baktı. Yaş meselesinde gösterdiği sarahat ve doğruluk merakını bir daha izhar etti.
Kalınlaşan ve boğuklaşan bir sesle ilave etti. “Mükerrem’le başka hesabımız vardı.”
“Ne hesabı?”
“Diyemem.”
“Hakikati söylemezsen hakkında fena olur.”
“…”
“Nerelisin?”
“Sivrihisar’ın Alacapınar köyünden.”
“Babanın adı?”
“Sati Çavuş.”
“Ananın?”
“Ümmühan.”
“İstanbul’da ne iş görüyorsun?”
“Çocuk dadılığı.”
“Bay Sallabaş’ın evinden başka yerde hizmet ettin mi?”
“Hayır.”
“İlk kapın mı?”
“Hayır. Bursa’da Bay Nuri’nin evinde beslemelik ettim.”
“Daha evvel?”
“Köydeydim.”
“Bayan Sallabaş’ı da vurmuşsun. Onunla da mı hesabın vardı?”
“Hayır. Kaza oldu. Boğazıma atıldı, gırtlağımı sıktı, istemeyerek elimdeki bıçak karnına saplandı.”
“Nasıl ispat edersin?”
Mücrim, siyah bluzunun düğmelerini süratle çözdü.
Beyaz, uzun ve dik bir kadın gerdanı göründü. Üstünde küçük tırmıklar ve mor, siyah çürükler vardı.
Hâkim en sert sesiyle:
“Göğsünü kapa.”
Halk mücrimin yüzünü görmek için birbirinin üstünde; heyecan gürültü artıyordu. Hâkim çıngırağı çaldı.
“Gürültü kesilmezse celseyi tatil edeceğim.”
Ve gürültü bıçakla kesilmiş gibi dindi. Fakat seyircilerin en uzaktası bile mücrimin yüzünü görebilecek bir vaziyet almıştı. Gençti. Saçlarının sarılığı ve yumuşaklığı bir kaz palazı1 tüyünü hatırlatıyordu. Saçları sımsıkı arkaya doğru fırçalanmış, ensede toplanmış, başında sola eğik, küçük, bej bir kasket vardı. Yüzü boyasızdı fakat duru beyazdı. İki büyücek sabit mavi gözün üstünde gür kara kaşları vardı. Burun küçük, dudaklar renksiz fakat muntazam. Arkasında bej bir yağmurluk. Göğüs ileriye doğru, vücudun üstü donmuş gibi hareketsiz, kalçadan aşağısı, konuşurken hafif hafif yandan yana sallanıyor. Biraz kaz yürüyüşünü hatırlatıyor.
***
Mahkemede kendine Kaz Akkız ismini veren Bay Murat Sallabaş’ın oğlu Bülent’in dadısı Nadire, şoför Mükerrem’i öldürmüş, Bayan Sallabaş’ı karnından yaralamıştı. Belki cinayetin fecaatinden ziyade halk, bu cinayete karışan isimlerin şöhretinden dolayı alakadar olmuştu. Hele bu cinayetin etrafında cinsî bir dedikodu dolaşması bu alakayı biraz daha derinleştirmişti. Fakat davanın daha başka ve esrarlı cepheleri de vardı.
Serveti altı rakamdan fazla sayıyla gösterilen her adam göze batar, çene yorar. Bay Murat Sallabaş milyonerdi. Zenginlik fukaralık davası dünya kuruldu kurulalı güdülür. Buna halkın aç, tok davası dediği vardır. Aç, “Tok açın halinden anlamaz,” der. Tok, “Açlar hasetçidir,” der. Hülasa aralarında bir uçurum ve daimi bir mücadele vardır. Son zamanlarda sol taraf cereyanlarının kuvvetlenmesi bu davayı daha bariz bir şekle soktu. Ve zengin adam servetini ne kadar namuskâr usullerle kazansa yine kâr etmiyor. Mutlaka hilesine ve aharın hakkını verdiğine dair bir şüphe uyanıyor. Hele zengin müteahhit ise bu şüphe kanaat halini alıyor. Ve eğer zengin bir de servetini teşhir eder, halk seviyesinden çok yüksek yaşarsa kanaatin yanındaki haset, gayz ve kin halini alıyor. Dava esnasında Bay Sallabaş’ın üç otomobili olduğu bir münasebetle söylenince halk arasında bir uğultu oldu. “Vay kerata vay!” diyorlardı. Han, hamam, apartman yetmiyormuş gibi üç de otomobil ha! Bir tanesi nesine yetmiyor! Mutlak onun azılı, dişli bir dayısı olacak.
Bay Murat Sallabaş yol müteahhidiydi. Fakat umumun “dayı” ismini verdiği siyasi bir hamisi yoktu. Kazancını zekâsına, emeğine ve kabiliyetine borçluydu. Doğrudan doğruya münakasalara girmiş, normal bir şekilde kazanmıştı. Gerçi kumpanyasının amelesi hakkında hayli dedikodu vardı. Güya kumpanyası verdiği ücretin yarısını ameleye fahiş fiyatla yemek ve içki satan lokantalardan çıkarıyormuş. Güya bilmem hangi tünel açılırken bir işçinin belkemiği, ötekinin bacağı kırılmış, memleketlerine eli boş gönderilmişler. Bunların hepsine Bay Sallabaş mantıki cevaplar verebilirdi. Fakat hacet yoktu. Çünkü bu büyük servetten yegâne istifade eden bayanı bu dedikoduların psikolojisini pekâlâ teşrih ediyordu:
“Biz havyar yiyor, şampanya içiyoruz, ötekiler soğan sarımsak yiyor, nefesi kokuyor. Hep haset. İşçilere güya yapılan haksızlığa gelince, o da Bolşevik makulesi baldırı çıplakların çıkardığı yalanlar. İkisine bir akşam şampanya içirsek, iki gün otomobile bindirsek derhal dillerini kedi yemiş gibi susarlar.”
Fakat herhalde zavallı Bay Murat Sallabaş’ın bu kadar dile gelmesine, göze batmasına sebep olan da yine bayanıdır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıYolpalas Cinayeti
- Sayfa Sayısı72
- YazarHalide Edib Adıvar
- ISBN9789750724817
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Rumeli Ve Muhteşem İstanbul ~ Münevver Ayaşlı
Rumeli Ve Muhteşem İstanbul
Münevver Ayaşlı
Münevver Ayaşlı, devraldığı Osmanlı kültürü ve estetiğiyle birlikte, sadece Rumeli ve İstanbul hatıralarını değil; tarih, kültür ve felsefesini de paylaşıyor.
- Köle ~ Işıl Parlakyıldız
Köle
Işıl Parlakyıldız
Kudretli bir prensin bir köleye duyduğu tutku... Bir kölenin efendisine olan aşkı... Veliaht Prens Edward, yatağını nice kadınlar süslerken, aradığı tutkuyu kölesinin gözlerinde bulduğunda âşık olabileceğini hiç düşünmemişti. Aslında Prens Edward'ın aklını kurcalayan sorunun yanıtı gayet basitti: İkisi de sadece bedenlerinde özgürdüler. Ne Edward bir prensti ne de Jaymie bir köle... Dudakları, gözleri, elleri özgürce konuşuyordu. Sevişmeleri, birbirlerine haykıramadıkları, söylemek isteyip susmak zorunda kaldıkları cümlelerdi.
- Haydut Aşkları ~ Reşad Ekrem Koçu
Haydut Aşkları
Reşad Ekrem Koçu
Reşad Ekrem’in dilinde tarih gerçek hayattan daha canlı, daha güzel, daha büyülü… “Dağ haydudu ve şehir eşkıyası, kellelerini koltukları altına alıp cemiyetin günlük hayat...