Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yolluk
Yolluk

Yolluk

Yavuz Türk

“Yüzme bilmem. Yükseklik korkum var. Loş ışıktan hoşlanırım. Küçükken iyi bilyalı yapardım. Bazıları bunu ‘tornet’ olarak bilir. Oğlumun ensesini öpmeyi severim. Hâlâ okumadığım Dostoyevskiler…

“Yüzme bilmem. Yükseklik korkum var. Loş ışıktan hoşlanırım. Küçükken iyi bilyalı yapardım. Bazıları bunu ‘tornet’ olarak bilir. Oğlumun ensesini öpmeyi severim. Hâlâ okumadığım Dostoyevskiler var. Otuz beş yaşımdan sonra mezarımı düşünmeye başladım. Kırkından sonra kendime mezar bakmaya başlayacağım. Portakalı, sobanın üstünde kızarmış ekmekle birlikte yemek hoşuma gider. Hiç evden kaçmadım. Genelde kovuldum.”

Alışılmadık, tuhaf, farklı olanın üzerimizdeki etkisi, ilk anda endişe vericidir çoğu zaman. İçine girdikten sonraysa alışılmadığın içindeki tanışıklığa, tuhafın sakladığı sahiciliğe, farklı olanın yabancı kışkırtıcılığına kapılırız yavaş yavaş. Yavuz Türk Yolluk’ta tuhaf karakterlerinin kederini, hayallerini ve kayıplarını samimiyetle paylaşırken, bazen “mırıldanarak”, bazen “cilalayarak”, bazen de ürkekçe “sürtünerek” ama mizahın kara tebessümünden hiç vazgeçmeyerek ilerliyor.

Yolluk, hayatın tökezleten, üzerimize su sıçratan yanlarıyla ince ince alay eden öyküler…

İÇİNDEKİLER

Curriculum Vitae 9
Sürtünenler 17
Cilacılar 39
Romalılar 51
Mırıldanmalar 69
Rüyada Hamur Görenler 81
Akademikler 85

Curriculum Vitae 

15 Ekim 2007’de yolunu değiştiren
müntehir Édouard Levé için

Çocukluğumda biraz haşarıydım; oyun oynarken bir kavga çıktığında çocukları epeyce haşat ederdim. On dört yaşından sonra kavgadan genelde uzak durdum. Yine de ara ara dalaştıklarım oldu. Kavga etmenin kıyısına kadar gelmek bana hep zevk verir. Evimde insan dışında bir canlının kafasına göre dolaşmasından hoşlanmam. Böceklerden tiksinirim, ille olacaksa karıncaları tercih ederim. On yedi yaşındayken saçım, yirmi dört yaşında ise sakalım ağarmaya başladı. Etrafımdakilerin düşündüklerinden farklı olarak bunu hiçbir zaman bir olgunluk belirtisi olarak görmedim. Hayatımda hiç gül reçeli yemedim. İçinde gül aroması olan şeylerden nefret ederim. Marketteki kasiyer kızların bana “abi” demelerine halen alışamadım. Böylesi durumlarda kafamı biraz daha öne eğerim. Horlayan birinin yanında uykuya dalmakta zorlanırım. Horladığımı söylerler. Ayaklarım taraklıdır, bu yüzden kendime ayakkabı bulmakta güçlük yaşarım. Ayak başparmağımın yanındaki iki parmağım doğuştan yapışıktır; arada bir dost meclislerinde bunun geyiğini yaparım. Geceleri uzun yol seyahatlerini severim. Otobüslerde uyumakta zorlanırım. Kaygısızca uyuyan ve hatta günü harcamamak adına gece seyahat eden insanlara imrenirim. Yine de uzun yolculuklar yerine kısaları daha çok hoşuma gider.

Tek başına olmayı tercih ettiğim halde, yakın arkadaşlarımlayken de keyifli olurum. Belirli zamanlarda yalnız kalmaya çabalarım. Yaşlandığımı fark ederim. Aynada kendimi gördüğümde çoğunlukla bu ben miyim diye sorarım. Yirmili yaşlarımdayken, kırk yaşındaki insanlar gibi davranırdım. Kırklı yaşlarda bedenimin daha genç görünmesini isterdim. Şarkı repertuarım iyidir. Sesim kötü olduğu için yalnızca yeterince sarhoş olduğumda yüksek sesle şarkı söylerim. Otuz beş yaşımdan sonra mezarımı düşünmeye başladım. Kırkından sonra kendime mezar bakmaya başlayacağım. Kedi tüyüne alerjim olduğunu çok ileri yaşlarda fark ettim. Kedileri onların tavrıyla severim genelde; canım istediğinde gider okşarım. Yemek yerken yanı başıma gelip bacağıma sürtünüp sırnaşmalarına pek tahammül edemem. Bilincimi kaybetmekten çekinirim; hayır, nefret ederim. Hayatımda yalnızca bir kez küçük bir ameliyat geçirdim.

Sağ dizimde derince bir bıçak yarası izi var. Vücudumun yıldan yıla ve yavaş yavaş gözlerimin önünde deforme olmasına alışıyorum. İstanbul’dan başka bir yerde yaşayabileceğime pek ihtimal vermiyorum. Doğduğumdan beri İstanbul’da yaşıyorum. Hiç evcil hayvanım olmadı. Hayvan sahiplenmeyi biraz tuhaf bulurum. Takıntılı olduğum birkaç yazar var, onları hemen her yıl yeniden okumaya gayret ederim: Sevdiğim yazarlardan etkilenirim ve bir çeşit kıskançlıkla, o yazarları sadece yakın arkadaşlarıma öneririm. Genelde naif ve alttan alan bir yapıya sahibim. Karşımdaki kişinin sadece egosuyla konuştuğunu gördüğümde, kim olduğuna (sosyal statü,kimlik, titr, [varsa] aramızdaki hiyerarşi vb.) bakmadan üst perdeden konuşurum. Dedemden bana hiçbir şey kalmadı, babamdan da bir şey kalmayacak. Miras meselesiyle alakalı alışılmışın dışında düşüncelerim var. Çocuklardan çekinirim. Bir çocukla baş başa kalmamaya çabalarım; etrafımızda mutlaka bir yetişkin olmasını tercih ederim. Ölümden korkarım. Hayatın sonsuz sıkıcılığını ve keyifsizliğini en baştan kabul ederek, buna göre bir hayat motivasyonu edindim kendime.

Müsrif değilimdir. Keyif için para harcamayı severim. Bana da garip gelen ve kimseye zararı olmayan –en azından benim öyle gördüğüm– tuhaf cimriliklerim vardır. Gençken daha yakışıklıydım. Yakışıklı olduğum sıralarda zayıftım. Meşhur bir oyuncuya benzetirlerdi. Kilo aldıktan sonra kendimi yaşlanmış hissetmeye başladım. Öğlen yemeklerini yalnız yemekten hoşlanırım. Çalıştığım işyerlerinde genelde bunu başka türlü algılarlar. Hiç evden kaçmadım. Genelde kovuldum. Benjamin’in evden kaçmak üzerine söylediği (ve ağızlara sakız olmuş) “mutluluğun kristali” meselesine katılmıyorum; ayrıca bu ifadenin zorlama ve çiğ olduğunu düşünüyorum.

İnsanlarla olan ilişkimde belirgin bir yol kat edene kadar genelde mesafeli dururum. İnsanlar arasındaki ilişkide hiyerarşinin konuşmalara ve tavırlara yansımasından hazzetmem. Bazı filmleri çok severim. Kimi yönetmenleri samimi bulurum. Bazı yönetmenlerin ise haddinden fazla züppe olduklarını düşünürüm. Genelde, “Görüşürüz,” diyerek bir yerden, birinin yanından ayrılırım. Bir daha hayatım boyunca görmeyeceğime kesinlikle emin olduğumda bile, “Görüşürüz,” derim. İstanbul haricinde en uzun süre yaşadığım veya vakit geçirdiğim şehir Kars’tır. Orada geçen filmleri ve kitapları severim. Berberleri ve bakkalları geveze bulurum. Pastaneciler eğlencelidir. Bıyık bırakmak hoşuma gider. On beş yıldır sakalıma jilet sürmedim. Berber koltuğuna oturunca ruhum daralır. Bu nedenle arada bir saçlarımı kendim tıraş ederim. Ergenlik dönemimde, arkadaşıma şaka yapma düşüncesiyle bir otomobilin bagajına girmiştim. Bagaj kapandığı an klostrofobim olduğunu fark ettim ve açmaları için kapağı yumruklamaya başladım. Hediye almayı pek önemsemem. Sırf görev bilinciyle verilen aptalca hediyelerden hoşlanmam. Şehirde yaşayan bir çocuğun aksine çok fazla yılan gördüm. Kertenkeleleri hüzünlü bulurum. Bazı mantarların zehirli olduğunu bilirim. Kuşburnu toplamayı ve kuşburnu reçelini severim. Canımı sıkacak bir insanı konuşmaya başladığımın ilk beş dakikasında fark ederim; kendime sessiz kalma yönünde telkinde bulunsam da bunu pek beceremem. Konuşmayı pek sevmem. Ağzım bozuktur.

Kitaplardan başka bir şeyi biriktirmeye değer görmem. Dokuz on yaşlarındayken beyhude bir çabayla bir süre pul koleksiyonu yapmıştım. Dolmakalemleri kurşunkalemlerden daha fazla severim. Yine de pratikliği açısından kurşunkalemi dolmakaleme yeğlerim. Otuzlu yaşlara kadar çok az soda içerdim. Sabahları çay, öğleden sonra kahve, akşamları yine çay içerim. İlk aldığımız otomobilin plakasını, ilk öğrenci numaramı, ilk öğretmenimin adını, ilk telefon numaramı hâlâ ezbere bilirim. Bir çeşit mecburiyetten dolayı ehliyet aldım, hiçbir zaman araç kullanmak konusunda hevesli olmadım; bundan sonra da düşünmüyorum. Mülkiyeti pek önemsemem. Siyasi görüşüm karışıktır. Dolandırıcının biri arkadaşımın parasını tokatlayınca ifade vermek üzere bir kez karakola gitmiştim. Hiç alakam olmayan bir kavgada dalaşma esnasında adım anıldığı için karakola ifadeye çağrıldım. Telefonda arayan polis ısrarla mesai saatleri içinde karakola gelmem gerektiğini söyleyince, işim gücüm olduğunu, çok istiyorlarsa işyerimin önüne bir araç gönderip beni aldırmalarını söyleyip ifade vermeyi reddettim. Askerdeyken silah dışında bir de akvaryum zimmetlemişlerdi bana, içindeki balıklarla birlikte. Anna Karenina’yı on üç yaşındayken okumuştum. Hâlâ okumadığım Dostoyevskiler var.

Son on yıldır, neredeyse sadece enstrümantal müzik dinliyorum. Yirmili yaşlarımın başında romatizmam olduğunu öğrendim. Daha çok omuzlarımda ve kollarımdaki sızıyla ortaya çıkan romatizmanın aspirin içtiğimde geçmesi beni hep şaşırtmıştır. Sonbaharı ilkbahardan daha çok severim. Yine de ama, ilkbaharda tuhaf bir iyimserliğin içinde bulurum kendimi. Denize girip çıktığım, güneşlendiğim bir tatil bana çok cazip gelmez. Yeşillik içinde gezdiğim veya uzaktan bir gölü veya denizi izlediğim bir tatil daha çok hoşuma gider. Ortalıkta görünmeyi değil, kenarda bir yerde kimsenin gözüne batmadan durmayı tercih ederim. Çıkıntılık yapanları sevmem. Egonun tehlikeli olduğunu düşünürüm. Egomu terbiye etmeye çalışırım. Kimi zaman bunu yeterince beceremediğimi fark ederim. Yalnız kalmak iyi gelir. Fazla kalabalık masaları sevmem, kafam karışır. Bazı arkadaşlarımla çok sık görüşürüm.

Bazı arkadaşlarımı yılda sadece birkaç kez görmek bile yeter. Bazılarıyla hiç görüşmem. İlk tanıştığım insanların isimlerini söyledikleri anda unuturum. Siyasi anlamda öfkeliyimdir. Buna rağmen hiçbir derneğe, kuruma, partiye üye olmadım. Hiç hindistancevizi yemedim. Birkaç kez sınıf başkanı oldum. Kin beslemem. Kendileri bugün hiç anımsamasa da, bana yaptıkları kötülük nedeniyle yalnızca birkaç kişiyi artık epeyce sönümlenmiş bir öfkeyle anımsarım. Konuşurken sürekli “ben” veya “ben yaptım/ettim” diyen kişileri antipatik bulurum. Hiç antidepresan kullanmadım. Bir arkadaşımla birlikte, tüm dünyada, hiç antidepresan kullanmayan o tuhaf şehirli azınlığa dahil olduğumuzu şaka yollu konuşuruz. Farkında olmak konusunda takıntılıyım. Çiğ insanları sevmem. Yirmi beş yıl boyunca sigara içtim; artık çok anlamsız geliyor. Nadiren puro içerim. Sarma tütünü severim. Sabahları kesinlikle sigara içmem. Akşam saatlerine kadar genelde sigara içmem. Birkaç kere pipo içmeyi denedim, hoşuma gitmedi; yine de pipoyu tasarım olarak karizmatik bulurum. Rakı ve birayı severim. Ara sıra şarap, nadiren de votka ve cin içerim. Son birkaç yıldır daha önce hiç hoşlanmadığım viskiden keyif almaya başladım. Hiç uyuşturucu kullanmadım. Kimi zaman kendimi bazı şeylere bağımlı hissetsem bile, aslında hiçbir bağımlılığım olduğunu düşünmüyorum. Dişçiden korkarım. Küçükken babamın birkaç dişimi kerpetenle çekmesine bağlıyorum bu korkumu. Topluluk karşısında konuşmaktan çekinirim.

Kalabalık içinde dolaşmayı severim. Uğultulu bir kafede oturup kitap okumak hoşuma gider. Bir kez trafik kazası geçirdim, arka koltuktaydım, hiçbir sıyrık almadan arabadan indim. İçinde bulunduğumuz BMW’den inip arabanın neredeyse dümdüz olmuş ön kısmını görünce, nasıl oldu da kazayı böyle sağ salim atlattığıma hayret ettim. Akrabalık bağı bana saçma gelir. Akrabalarımı aramam. Eti iyi pişmiş severim. Yüzme bilmem. Boğulmaktan korkarım. Sakin ve huzurlu ortamları severim. Sürekli bir hengâmenin olduğu çalışma ortamları bana her daim, amirlerinin kıçını yalamak için çalışıyormuş görüntüsü veren kişileri hatırlatır. Sessizlikte ve sabahları daha üretken olduğumu düşünürüm.

Yükseklik korkum var. Loş ışıktan hoşlanırım. Son on yıldır, aklımın bir köşesinde paraşütle atlama düşüncesi dolanıyor; buna dair en ufak bir eyleme bile girişmiyorum. Küçükken iyi bilyalı yapardım. Bazıları bunu “tornet” olarak bilir. Oğlumun ensesini öpmeyi severim. Ormanın içinde, iki odalı bir kulübede tek başıma yaşamayı hayal ederim. Okuduğum iyi kitapları, okurken yaşadığım o benzersiz hissi yeniden yaşamak için okurum. Portakalı, sobanın üstünde kızarmış ekmekle birlikte yemek hoşuma gider. Kırk yıl mandalina yemesem aklıma gelmez. Meyvelerden şeftali, kiraz, armut, kavun ve karpuzu severim. Haddinden fazla kişinin üzerine fikir yürüttüğü işlerin hemen hemen her zaman vasat biteceğini bilirim. Gereğinden fazla uzayan işin neşesiz ve duygusuz bir tona ulaştığını çok gördüm. Pamuklu kumaşları tercih ederim. Sateni, süeti, yünü, polyesteri, poları, kadifeyi sevmem. Kilo almaya başladıktan sonra tişörtlerimin boyun kısımlarını makasla kesmeye başladım. Uykusuzluğa gün geçtikçe daha az dayanabildiğim halde, zaman zaman kendimi aptalca sebeplerle ve gereksiz yere uykusuz bıraktığım olur. Hiç balık çorbası içmedim.

Hiç baston kullanmadım. Sabahları duş almak hoşuma gider. Nadiren sabahları duş alabilirim. Yağmurlu günlerde sıklıkla şemsiyemi bir yerlerde unuturum. Bu yüzden genellikle şemsiye taşımam. Ortaokuldayken, akordiyon çalan bir müzik öğretmenimiz vardı. Kıvırcık ve boyalı sarı saçlarıyla iki eli arasında kıvrılıp duran o garip müzik aletini nasıl tutabildiğine şaşırırdım. Birkaç kez tuvalete yetişemediğim için donuma işediğim olmuştu. Birkaç kez gece yatağa işedim. Hiç geneleve gitmedim. Siyah tişörtleri severim. On yıldan fazladır kazak giymiyorum. Kaygılı olduğum zamanlarda yürürüm. Art arda iki kez nadiren hapşırırım. Psikanalize pek inanmam. Hiç psikoloğa gitmedim. Tiyatro oyununun metnini okumak oyunu izlemekten daha az cazip gelir. Fotoğrafı, resim sanatını, sinemada tek plan sahneleri severim. Hiç enstrüman çalmadım. Karanlık ve kasvetli havalar hoşuma gider. İnsanların gündelik hayat içindeki rutin saçmalıklardan zihinsel olarak çıkarak can derdine düştükleri felaket ortamları içten içe hoşuma gider. Sık sık ne zaman öleceğimi düşünürüm.

2020

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Benyusuf ~ Sezgin KaymazBenyusuf

    Benyusuf

    Sezgin Kaymaz

    “İlk başta dilenci midir nedir diyorduk. Adammış, nerden bilelim? Neredeyse sürüne sürüne yürürdü, acı çektiğini düşünürdük ya inadına güleç, ille de güleçti. Bizim gibi...

  2. Bazuka ~ Murat UyurkulakBazuka

    Bazuka

    Murat Uyurkulak

    İnsan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi...

  3. Güzelliğini Gördükçe Ağlayasım Geliyor ~ Ethem BaranGüzelliğini Gördükçe Ağlayasım Geliyor

    Güzelliğini Gördükçe Ağlayasım Geliyor

    Ethem Baran

    “Hayat bir oyunmuş, hep öyle diyorlar ya. Oyun içinde oyun oynamak… yaptığımız bu. Herkes kendince, hayatta kalabilmek için gerekli silahları bulmuş ya da onlara...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur