Ben Gizem Özsoy. Aşkı derya bilen ve denizin en mavisine âşık olup mavi vatanı savunma görevini üstlenmiş bir bahriyeliyim. Barlas Güçlü Soykan ise harbiyeli bir üsteğmen, hayatı hissettiklerinden çok gördüklerine yoran karaya âşık bir subay. Vatan topraklarını savunma görevini en iyi şekilde icra edip gerekirse gözünü kırpmadan canını dahi verecek bağlılıktaydı. Askerliği, azmin, gücün ve de irfanın ordusu diye tanımlıyor, mesleğini onur ve gururla icra ediyordu.
Biz ilk önce mesleklerimize, sonra birbirimize âşıktık! Hata yapmamız olanaklı, sıkılmamız ise kaçınılmazdı. Sonuçta insandık. Her insan gibi bizde de her şey mümkündü. Biz sevmeyi çok güzel becerdik fakat hayatın bize sunacağı şeyleri kestiremedik. Çünkü ikimizin de önceliği görevlerimizdi. Hayat umutlarla doluydu. Biz bitti desek de aşk kolay kolay bitmeyecekti…
“Sona dair bir veda diye oluşansa ibareleri”
BİRİNCİ BÖLÜM
Bir şehir bu kadar eşsiz olabilir miydi? Ege bir şehre bu kadar yakışır mıydı? Anlatsam kelimeler yetmez nasıl güzel ama nasıl… Ben denizin olduğu her şehri ayn bir severim. Tipki Butimar kuşu misali. Belki bileniniz vardır; Butimar kuşu denize aşık bir kuştur. Tatlı su içmeyen bu kuş, sadece deniz suyu içmektedir ve içerken de denize ayn bir hayran, ayrı bir âşıktır. Hep bir gün ya deniz suyu biterse diye düşünür ve su içmez, susuzluktan ölür. Böyle bir efsane anlatılır. Ben de tipki Butimar kuşu gibi denize ayn bir hayranlığım ve de aşkım var işte. Ama Izmir çok başkaydı evlerin beyazlığı, pencerelerin ve kapıların en deniz mavisinden olanıydı aşk gibi bir şehirdi işte. Size göre değildi belki ama bana göre öyleydi, sevgili okur.
Okulumun en güzel yeriydi İzmir, artık beşinci yılımın sonu bu yıl. Ama aynılmak zor gibi, her zamanki gibi Eski Foça’ya giderdim orası hep çok başka değil miydi? Öyleydi hem de en paha biçilmez olanından. Sevmek çok şeye ayrı bir yaraşırken bir şehre ötenin ötesi gibi… Belki de “Vatan toprağı” kavramına olan sevgimizi en pahası olanın, tanımın kavramı misali…
Ban sıkılmazdım, hem de hiç, İzmir’e ait olan hiçbir şeyden de…
Muzaffer amcanın ekmek arası köfteleri ve balık ekmeği de ayn bir güzeldi tabii… Çünkü Foça’ya gidince olmazsa ol maz durağımdı oras….
Sahil kenarında yürüyüş yapmak, denizi seyretmek nasıl güzeldi. Kahvemi alır bankette otururdum saatlerce, deniz bana hep huzur verirdi. Cuma günüydü ders çıkışı ansızın içimden Foça’ya gitmek geldi ve ders çıkışı gittim, her zaman soluk aldığım yerde aldım kendimi. Tabii bir kahve, bir banket ve deniz… Nasıl güzel oluyor nasıl…
Oturuyordum; nasıl ayrılacağım senden ey güzel şehir, bunu bilemem ve bilmekte istemem. Hepimizin yaşadığı şeydi aslında, son yıla girip artık bu yılında diğer yıllar gibi bitecek olması. Ve de içinde bir veda ibaresini oluşturması, son yılın hüznü. Vedalar acıtır insanları hep, beni de acıtıyor işte!
Sevmek muazzamsa, sen öteninde ötesisin, güzel şehir. “Benimle mi konuşuyorsunuz?”
“Yok, sizinle konuşmuyordum ben.”
“Kendi kendinizle mi konuşuyorsunuz o zaman. Çünkü elinizde bir telefonda yok?”
“Hayır, sadece sesli düşünüyormuşum. Ondan!”
“Neden sordunuz beyefendi?”
“Bana bakarak konuşuyordunuz da ondan.”
“Yok, kusura bakmayın, dalmışım ben, sizi fark etmedim bile.”
“Peki, bir neden sorsam bir mahsuru var mı sizin için?” “Neden bu kadar ilgi gösterdiniz??”
“Merak ettim sizi üzgün gördüm diye soruyorum.”
“Her üzgün olana mı soru sorarsınız?”
“Yok!”
“Benden ne istiyorsunuz o zaman?”
“Sizden bir isteğim yok sadece merak ettim. Normalde çok soru sorma huyum da yok. Eğer yanlış anladıysanız beni özür dilerim. Ama sizi böyle denizin karşısında hüzünlü ve üzgün görünce! Bir de kendi kendinizle konuşunca…”
“Üzgün olmak normal değil mi?”
“Tabii ki normal bir şey, sizi rahatsız etim kusura bakmayın.”
“Yok, ne rahatsızlığı dalgınım biraz, ondan bu yersizliğim.”
“Anladım!”
“Peki, siz herkese böyle mi davranıyorsunuz?”
“Nasıl davranıyormuşum!”
“Sinirli ve kızgın! Sadece soru sordum normal insan gibi hani konuşma eylemi sadece insana özgü ya. Ben de bana bakarak konuştuğunuz, üzgün göründüğünüz için yakın davra nip sordum. Yanlış mı bu tutumum size göre?”
“Yok, tutumunuz çok yerli bir şey; sormak, nezaket göstermek, ilgi göstermek çok mühim şeylerdir. Ama herkeste aynı anlayış yok, belki bu tutumun beni şaşırttı! Çünkü herkesin özeli diye bir şey var ve kimimiz bunu söyleme duyarlılığı varken, benim yok… Ondan bu davranışım belki! Herkese böyle davranmam için bir nedenim de yok, çoğunda…” “Neden olmadan kimseyi umursamıyorsunuz o zaman?” “Dediğimden bunu mu çıkardınız gerçekten?” “Bir şey mi çıkartmam lazım benim, bundan?”
“Bir çıkarım barındırmıyor mu size?”
“Hem siz hep böyle sorgulayıcı mısınız?”
“Bilmem belki de. Hem bir şeyi sormadan, sorgulamadan nasıl öğrenebiliriz ki çoğu şeyi…”
“Öyle tabi de!”
“Siz buralı mısınız?”
“Yok, ama sayılırım!”
“Sayılırım derken?”
“Bir yere ait olmak için illäki doğmak, büyümek mi lazım orada sizce?”
“Bilmem hiç düşünmedim böyle bir şeyi.”
“Bence bir yere aitlik yoktur, histen başka. Hissediyorsan aitsin aslında o şehre, o insana.”.
“Bilmece gibi konuşuyorsunuz. Ama muhabbetiniz etkileyici gerçekten.”
“Siz buralı mısınız?”
“Yok, değilim eğitim amaçlı buradayım ben.”
“Bu arada adım Barlas Güçlü Soykan. Sizin adınız nedir?” “Gizem Özsoy. Memnun oldum Barlas Güçlü Bey.” “Ben de ama Güçlü demeseniz de olur. Sadece Barlas desensizde olur.”
“Adınızın anlamı ne? Çünkü Barlas çok güzel bir isim, yani güzel bir adınız varmış.”
“Teşekkür ederim. “Kahraman, savaşçı” anlamlarını taşıyor diye, annem öyle koymuş. “Barlas” aynca eski hükümdar ve müjde getiren anlamlarını da taşıyormuş, annem öyle an latırdı bana. ‘Adın gibi ol’ diye de seslenirdi. Yine annem: *Barlas ismini taşıyan kişiler genel olarak mantıklı düşünme ve duygu seviyesi oldukça gelişmiş kişilerden oluşur’ derdi. Ben Gazi çocuğuyum. Ben doğmadan önce babam askerlik yapıyormuş ve görevi esnasında vurularak ayağı sakat kalmış.
Annemde tabi geç tarihte öğreniyor bunu. Babam, annem hamile olduğundan üzülmesin diye söylememiş, söyleyememiş. Ama annem hissetmiş bir şeylerin yolunda olmadığını. Sonra babamı terhis olmuş gazi olduğundan dolayı eve gelmiş. Hanim bak ben onurumla şehit olamadım belki ama “Gazi” oldum da geldim… Ondan olsa gerek, annem ben de babam gibi kahramanlığı adımda taşıyayım diye, kahraman babanın kahraman oğlu olsun diye koymuş adımı…”
“Güzel ve gerçek bir hikâyesi varmış adınızın.” “Teşekkür ederim.”
“Asıl ben teşekkür ederim bana anlattığınız için, hikâyenizi. -Ne demek rica ederim.”
“Yalnız ilk görünüşte kaba, asabi görünüyorsunuz ama konuşuldukça anlaşılıyorsunuz sadece aşırı gizemlisiniz.”
“Belki de öyleyimdir bir şey diyemem…”
“Bana siz demenize gerek yok. Adım Gizem tanıştık diye düşünüyorum. Yoksa yeniden tanışmamız mı lâzım?”
“Belki de! Çünkü hayat hep yeni, yenilenmesi gerekir değil mi? Belki de ondandır bu bütün gereksinimlerimiz…” “Bak bu sefer de sen gizemli konuşuyorsun.” “Bilmem galiba senden bulaştı bana.” “Güzel bir varsayım bu bence…”
“Ben Gizem Özsoy, diyerek elini uzattı yabancıya. Sanki ilk konuşması bir sıcaklık verdi ona.”
“Ben de Barlas Güçlü Soykan, Tanıştığıma çok memnun oldum sayın gizemli Bayan Gizem Özsoy, diyerek gülümseyip elimi sıktı…”
“Ben de memnun oldum Bay sorgulayıcı Barlas, diyerek elini o da onun elini sıktı.” Barlas:
“Hep buraya gelir misin?”
“Sıklıkla evet, Foça binim için çok değerli bir yer, genelde hep buraya gelirim. Neden sordun?”
“Bir daha seni nerede görürüm diye sordum.”
“Beni nerede görmek istiyorsan orada görebilirsin…”
“Nasıl yani?” Diyerek şaşkınlığa düştü Barlas. Gizem ona dönerek:
“Kalbin diyorum bay sorgulayıcı kalbin! Beni görmek is. tesin yeter ki, sadece bir hissine bakar kalp…”
“Bir şey anlamadım…”
“Bir şey anlamam gerekiyor mu?”
“Bilmem o sana kalmış bir şey, ben bir şey bilemem, ben diye senin iyice kafasını karıştırıyorum sanırım…” “İpucu versen, diyerek baktı Gizem’in yüzüne.” “Buna gerek var mı?”
“Evet çok!”
“Beni görmeyi tüm kalbinle dileyerek ister, hissedersen ayaklanın bana kadar getirir seni…”
“Olağan üstü güçlerim daha o kadar gelişmediler, sanırım senin yanında kalırsam gelişecekler, diyerek şaşkınlığını giz lemeden gülümsedi…”
“Nasıl vardın bu kaniya, hem henüz beni, daha çok tanımadin!”
“Belki evet, seni tanımıyor ve sana dair bir şey bilmiyor olabilirim ama bu konuşmayı ilk görüşte bu kadar ilerletebildiysek, var sende bir şeyler demektir.” “Sana öyle gelebilir belki bu olamaz mı?”
“Belki bu mümkün ama ben sır küpü biriyim ve herkesle bu kadar uzun konuşmam. Sen, içimdeki gizemi araladığın için ilke imza atmış oldun, ben normalde ilk gördüğüm biri ile bu kadar konuşmam ve uzun diyalog da kurmam. Sen ne yaptin bilmiyorum ama sana kendi hayat hikâyemden bir kesit vermemi sağladığına göre sende bir şey var demektir.”
“Düşüncenden dolayı teşekkür ederim. Ama benim olağan üstü güçlerim filan yok, sıradan ve de herkes gibi bir insanım işte!”
“Teşekkür ederim. Gizem Özsoy ama ben senin sıradan olmadığına dair kanıt getirebilirim. Hem agresif hem bu kadar sıcak olup samimi olman bile başka bir şey. Sadece sen hayatı konuşarak analiz edip bir sonuca varmaktansa, seyredip an yaşama taraftarlarındansın, ondan bu tepkilerin…”
“Psikolog musun sen? Böyle net tanımlanı nasıl denk getirebildin” diyerek hayretle baktı Gizem Barlas’a…
“Hayır, değilim ama seni yorumlamanın sırrı da bırak bana kalsın…”
“Peki, bir şey demiyorum” dedi Barlas Güçlü. “Bir daha görüşebilecek miyiz Gizem Özsoy?”
“Genelde hep buraya geliyorum. Ne zaman ihtiyaç duyarsan konuşmaya, buradayım ben.”
“Tamam, anlaştık o zaman benim gitmem lâzım müsaa denle arkadaşlar bekliyor.”
“Müsaade senin, iyi akşamlar dilerim.” “İyi akşamlar…”
Gizem kendi kendine içinden:
“Gidenin yolu vardır sonu bilinmez. Bilinmez dediğim şey değildir ki, insanın gitmek istediği yere varamaz. Yol bu, her şey olabilirdi içinde görüp de öngöremediklerimizde olabilir bu. Denizi seyredip bir garip duygulara kanışan bir ben miydim? Değildim elbette…”
Gizem oturduğu yerden ayağa kalktı:
“Artık Muzaffer amcanın yolunu bulmam gerek.” dedi. Muzaffer amca babacan gibi bir adamdı. Tabii öğrenci dostuydu da. Hâlden anlayan arkadaş gibi olan bir adamdı işte. Muzaffer amca emekli bir öğretmendi. Emekli olduktan sonra hem yeteneği hem de sevgisi doğrultusunda kendine sahil kenarı bir küçük restoran açmış, artık emeklilik yıllarını Foça’da açtığı küçük restoranda devam ettirmeye başlamıştı. O gerek mesleğinden gerekse insanlara karşı iyimserliğinden, herkesin sevip saydığı bir adamdı. Herkes tarafından takdir edilen çok başarılı emekli bir öğretmendi…
Hayatı boyunca çalışmayı çok sevmiş, yaptığı her işe ayrı bir özen göstermişti. Her işin üstünde titizlikle durmuş, insanlara karşı hep iyimser olmuştu. Özelikle öğrencilerini ayrı bir severdi, her birini kendi çocuklarından ayırmazdı. Hani derler ya: “eşi benzeri bulunmayan insan” diye, Muzaffer amca işte öyle biriydi. Yunus Emre’nin de dediği gibi “yaratılanı severiz, Yaradan’dan ötürü.” sözü misali, o herkesi severdi Yaradan’dan ötürü…
Muzaffer amca hep bize nasihat vermesiyle gönlümüzde taht kurmuştu. Öyle bir anlatış tarzı, samimi duygularla, içtenlikle konulan dile getirmesi vardi ki:
“Çocuklar, çalışmaktan, hayal etmekten asla vazgeçmeyin, yarının sahibi sizlersiniz, sizden sonra gelenlere en iyi örnek teşkil edecek nesilsiniz. Bu yüzden sakın hayallerinizden hiç vazgeçmeyin” derdi. Arkasından eklerdi: “Her gün sabır ve gayret ile hayata devam etmekten, kimseye zarar gelmez…”
Hayatı mükemmel kılan şey de bu değil miydi? bir şeyi kazanıp kazanmama algısı değil, bir insanın hayali, hedefi olmasıydı mühim olan, çünkü “dava sahibi haktır, hak olan davada zafer muhakkaktır.”
Zaferin en paha biçilmez yolu ne istediğini bilip, istediği uğruna haklılık payı veren de değil miydi? Öyleydi kanaatimce…
Hep daha iyisi olsun, en doğrusu olsun diye, Muzaffer amca öğrencilere böyle nasihatler veriyordu. Öğretmenlik ruhunun verdiği görevini, emekli dahi olsa, uygulamaktan ve bir şey öğretmekten hiç vazgeçmiyordu. Okul hayatımın ilk ayında tanıştığım Muzaffer amcanın nasihatleri ile geçiyordu zamanım. Arada bir yardım amaçlı bazen de uzun süreli sömestr tatilinde çalışarak geçiriyorduk, Kardelen ile restoranda. Ne hikâye ama değil mi?
Kardelen, arkadaştan, dosttan da öteydi. Öteydi işte, bazen bazı şeyleri anlatmaya ve de anlatılmaya imkân yoktur ancak yaşanarak anlaşılırdı. Tanımın da tanımını yapsak bazen bir şeyi anlatmak için yeterli olamıyor ve de olduramıyorduk. Belki oldurulması gereken bir durum yoktu yaşamaktan öte…
Çoğu kez insan arkadaşlık kurunca, hep kendine yakın olanını seçer ve yakın hissettiği kişi ile yakınlaşırdı. Çok doğal ve normaldi aslında. Çünkü insan çoğu kez hissettikleri ile yol alır ve sonuç biçerdi kendine. Vakit geçirdikçe tanırdı insanı. Yakınlık kurduğu kişiyle ve yakınlık kurmak istediği şeylerle zaman zaman çakışır, bazı görüş ayrılıkları ve de yapılan yorumların doğrultuları ile… Bunların hepsi doğal ve normaldi. Çünkü biz ancak yaşayarak öğrenebilirdik çoğu şeyi, arkadaşlığı bile…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıYoldan Bir Haber
- Sayfa Sayısı494
- YazarFethiye Deniz Demir
- ISBN9786256320383
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAlaska Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Mülkiyet Kalesi ~ Kemal Tahir
Bir Mülkiyet Kalesi
Kemal Tahir
“Biz Türk sanatçıları üç şeye şiddetle muhtacız: Kültüre, sağlam bir dünya görüşüne, bu görüşün ışığında Türkiye’yi ve Türk insanını -Osmanlılıktan bugüne kadar- kendimizce anlamaya,...
- Babamın Bavulu ~ Orhan Pamuk
Babamın Bavulu
Orhan Pamuk
“Yaşadığı kent İstanbul’un hüzünlü ruhunun izlerini sürerken, kültürlerin birbiriyle çatışması ve kaynaşmasının yeni simgelerini buldu.” 2006 yılının Aralık ayında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken sözlerine...
- Sokak Kuşu – Uçurtmanın Gözleri ~ Olivier de Solminihac
Sokak Kuşu – Uçurtmanın Gözleri
Olivier de Solminihac
Yaşama sevincini arttıran öyküler… Ödüllü yazar Ferda İzbudak Akıncı’nın özgürlüğün değerini duyumsatan incelikli öyküleri Sokak Kuşu – Uçurtmanın Gözleri, yenilenen kapak resmi ve sayfa tasarımıyla...