Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte yaşanan maddi-manevi toplumsal sorunların Karslı bir işçi olan Cevher Bican ve çevresindekilerin başından geçen olaylarla irdelendiği Yokuşa Akan Sular sanayileşmeye olduğu kadar peşinden gelecek modernleşmeye de neredeyse bir dervişin gözüyle yapılan bir eleştiri.
*
MUKADDİME
Küçük mavi, pembe çiçekler serpilidir. Yeşilin saydam uçları çimenlerde. Su domur domurdur. Çakıllarda eleğimsemalar. Görülmemiş, tutulmamış bir güzellik. Kirletilmemiş bir su.
Dağlardan ceylanlar iner. Göğün tüllenen kızıllığı laciverde koşarken. Kenarında saygıyla dururlar. Tek dal, tek yaprak kıpırdamaz. Bir ân-ı vahitte kalırlar. Sonra eğilip içerler.
Sen bir musluğa eğiliyorsun. Topraktan kopmuş suya. Clor kokuyor elin ayağın.
O cânım fayanslardan döşüyorsun. Sonra pinl pinl “sıhhi tesisat armatürleri”. Yollar, tarlalar, dağlar aşıyor içine insan sığan borular. Dozerler çalışıyor, türlü kanallar açıyor. Sonra yeni buluşlar, filtreler. Lağım sularından, deniz suyundan yahut o içinde it leşleri yüzen, şişmiş yumuşamış, tüyleri dökülüp pelteleşmiş, karnı deşilip barsaklan parlamış it leşleri yüzen, beton labirentlerin çöplüklerinden süzülüp gelen su birikintilerinin toplandığı gölcüklerden. Ağır, yağlı, üzerinde iri yeşil sineklerin uçuştuğu mülevves gölcüklerden pompalarla basılıp zorla
itilen, bir türlü akmayı beceremiyen, “git ak musluklardan” diye kırbaçlanan o mayiyi.
O mayiyi poliüretanlı, monoblok gövdeli yerlerde saklamaya mecbursun. Bohemya kristallerinde sunmak için.
Bastığın yeri toprak diyerek geçme tanı artık. O betondur, senin yeni vatanın. Asvalttır, parkedir, Halıflex’dir.
Koşuyorsun ciğerlerinde eksoz gümbürtüleri. Ayaklarında lastik. Üç öğün naylon yemektesin. Ara toprağı. Toprak bizim canımız, petrol olsun kanımız.
Göz alabildiğine uzanıp giden bozkır. Parlayan gün, esen yel. Kekik kokulu rüzgâr. Kulpuna yapıştı ğın sabandır. Demirini sen dövdün. Boyunduruk kayışını yağlayıp, ağacını sen kestin. Senin o asırlık ellerinde yuğruldu bu âlet. Bu tosunlar senin ellerinde doğdu. Bastığın o buğulanan toprak, güneşe kavuşup şehvetle gerilen anaç tarla, şu kesik kesik öten boz sakallı çayır kuşu, uzaklarda yayılan sürü senin. Terleyip terleyip de ağzına diktiğin toprak testiyi sen yaptın. Terin toprağa karıştı, toprak sana..
Birazdan ziller çalacak.
Gece vardiyası boşanacak. Sil gözlerini. Karşıda bütün farlarını yakıp uluyan, düğmeleri, levyeleri ve olanca dişlileri ile bilenip seni bekleyen fabrikaya koş. Kaderini kucakla. Tüylerin diken diken olurken saril o soğuk demirden yabancı kadınlara. Motor sesleri ile sarhoş, çarklardan kayışlardan dökülen nağmelere kapil. Metal parıltısı karışsın gözbebeklerine, kanlı kanlı bak. Elindeki anahtarın ismi gâvurcadır ezberle. Bu efsunkâr gece uzar gider yıldızlara kadar. Düş içine, düş içinde.
Sakın altıotuzbeş trenini unutma. Koşacaksın. Nefes nefese kalacaksın. Siren sesleri ile ürperecek. sin. Vinçlerin boşlukta sallanan pençelerinden kan damlayacak. Saçlarında demir tozlan. Artık başakla rı istesen de düşünemezsin. O rüzgårda sallanan türküleri. Sıcak tandır ekmeğinin üzerine cızırdayan tereyağını, yayıktan boşalan ayranı, kınalı elleri.
Unut sabah namazında safta durmayı. Nöbettesin. Unut amcaoğlunun cenazesini, fazla mesai. Boynundaki hamaylı çöz at, güldürme kimseyi yavuklunun verdiği çevreyi göstererek. Bak eller dünyayı değiştirmişler, sen de değiştir dünyanı. Yarınlar senin.
Çocuğunu başkaları büyütecek, hafta sonları görürsün. Aşını başkaları pişirecek sen yersin. Karını akşamdan akşama bulursun. Yorgunluktan kemiklerin sızlayacak aldırma. Taksitle al evini, taksitle döşe, taksitle yaşa. Seni de başkalan yaşatıyor inan buna. Ziller, düğmeler, levyeler, planlar, çok uluslu şirketler. Evet anladık bostana su sabah serininde girer. miş, ayrılık olur deyi gözden öpmek iyi değilmiş, tohum ekmeden önce iki rekât namaz kılıp “kurdunan kuşunan, eşinen, dostunan yemek nasib eyle” demek gerekmiş.
Bırak şimdi bunları, bak çalıştığın inşaat ellisekiz håneli bir köy artık. Bu yeni köyde bir yer kapmaya bak. Greve git, “sınıf bilinci” ne ulaş. Evet yamuk tarlanın başına diktiğin zerdaliler kurumuştur, tarlayı ot basmıştır. Merek yıkılacak, yaz gecelerinde halaya durup, harman makinasından savrulan saman tozlarına bulaşıp, derin derelerden aşağılara ovaya doğru süzülen türküler unutulacaktır. Demirdöküm’ün önünde davul-zurna kurup horon oynayan beyaz
önlüklü grev gözcülerine şaşma. Onların çocukları artık horon oynayamayacaklar. Bir dünyanın eşiğindesin. Eğilip eğilip bakıyorsun. Özlemlerin, hasletlerin hasılı her şeyin arkada kaldı. Kalacak, unutulacak. Güçlenen, süren önündeki dünya..
Sen de bu dünyanın saliki olacak mısın? Adına ayrılmış proleter bir koltuğa gömülecek misin?
Dişlerin dökülecek, böbreklerinde kum, kalbinde ufak bir spazm olacak diyorlar. Bütün bunlar ve daha başka şeyleri söylüyorlar. Jelatinden salatalar, orlondan kremalar neler.
Korkulusun, şaşkınsın, yabancısın.
ÖNCE
-Cevher Bican!..
Kars’ın Göle kazasından.
Bican, ismi okununca bir adım öne çıktı. Geç şöyle!..
Bican işaret edilen tarafa yürüdü.
Ter basmıştı. Yüzünü gözünü tuzlu suya bulamıştı. Bir eli ile alnını sildi. Parmakları simsiyah olmuştu. Pantolonunun yan tarafını kuruladı. “Acaba kuş mu pisledi alnımızın orta yerinde?” diye işkillendi. Koyun cebinden aynasını çıkarıp gizliden baktı. Aynanın orta yerinde önce simsiyah bir selvi gövdesi gibi fabrikanın bacası göründü, sonra Cevher Bican’ın yüzü. Güneş yanığı, ablak, kanlı canlı bir çehreydi bu. “Her yanımıza kurum sıvanmış. Gündüz gözü nereye uğradık ki biz? Nereden yağar bu kurum? Hey Allah!..”. İri kara gözlerini göğe kaldırdı. Güneşin yüzü perdelenmişti. Bütün gök pas çalığı bir bulutla kaplıydı. Adamın üstüne çöken, içini bunaltan bir bulut. “Bir ufak esinti çıkaydı…” Temmuz’un ortasında yaprak kıpırdatmayan bir gün.
Ad okunması bitmişti. Görevli:
Ardımdan gelin, dedi. Yürüdüler. Onyedi kişiydiler. Çok geniş kapılı, yüksek tavanlı, içinde montajı bitmiş makineler bulunan bir yere geldiler. Bir araya toplanıp durdular. Etraf yağlıboya ve biraz da benzin kokuyordu. Beyaz gömlekli, gözlüklü, kravatlı, sırtındaki temiz iş önlüğü ile beyden-efendiden biri yaklaştı.
-Bunlar mı? dedi. Görevli saygı ile:
-Evet efendim.
Efendi kılıklı adam onlara döndü. Onyedisi birden konuşacağını sandılar. Konuşmadı. Mal meydanında sığır beğenmeye çıkan bir celep gibi ağır ağır etraflarında dönmeye başladı. Onyedi kişi de birbirlerine iyice sokulmuşlardı. Adam dönüşünü tamamlayınca görevliye döndü:
-Yedisi burada kalacak. Artanını Kerim Bey’e götürün, dökümhaneye, dedi.
Sonra tombul, beyaz, yumuşak elleri arkada; dazlak başı öne eğik yürüdü. Makinaların arkasında kayboldu.
Yedi kişi orada kaldı. Diğerleri görevliyi takibettiler. Karanlık ağızlı bir kapıdan karanlık bir koridora girdiler. Yere basmaya çekinerek el yordami ile ilerlediler. Ne olduğunu çıkaramadıkları bir homurtuya doğru yaklaşıyorlardı. Sanki yürüdükleri koridorun duvarları arkasında bozbulanık bir sel, taşları, kayaları, ağaç gövdelerini, malı, davarı, adamı önüne katmış sürüklüyordu. İçin için ürperdiler. Koridor boyunca sıralanan loş ışıklı ampullerin altından geçip ilerledikçe, içlerindeki tedirginlik, yüzlerine yayılıyordu. Bir gece harekâtında düşman saflarının…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıYokuşa Akan Sular
- Sayfa Sayısı87
- YazarMustafa Kutlu
- ISBN9789759953409
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDergah Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Acılar Kitabı ~ Mustafa Lütfi Menfelüti
Acılar Kitabı
Mustafa Lütfi Menfelüti
Menfelûtî çağdaş Arap edebiyatının ilk dönem yazarlarındandır. Yapıtlarını, acı, merhamete duyulan ihtiyaç, sevgi ve sevgisizliğin tüm renkleriyle bezemekten çekinmez. Bu kitabında da yirminci yüzyıl...
- Deli Çocuğun Güncesi ~ Özgür Bacaksız
Deli Çocuğun Güncesi
Özgür Bacaksız
“Bazen insanlar kadar paragraflar da anlamsızlaşır. Hiçbir sözcük seni anlamaz, anlatamaz, yazdıramaz. Çaresiz bırakırlar seni, suskunluğa terk edersin kendini. Sonra biraz daha acı çekersin,...
- Menekşeli Mektup ~ Mustafa Kutlu
Menekşeli Mektup
Mustafa Kutlu
Eserde üç hikâye yer alıyor: “Menekşeli Mektup”, “Hacca gidebilmek” ve “Kar Üstüne Kan Damlar”. İlk hikâyede psikolojik gel-gitleri olan bir postacının hazin evliliği ile,...