Bedenî ve maddi hazlara bağlı bir mutluluk düşüncesini besleyip büyütüyoruz. Dünya muhabbetini sayısız teferruat ile zenginleştiriyoruz. Nefsin ihtirasları bizi her an değişik parıltılar yayan eşyaya doğru koşturuyor. Bu vahşi koşu modern dünyanın simgesidir. Yoksulluk İçimizde, kalbî olanı, aşkı ve öteleri dile getirerek hayatın hakikatine işaret ediyor.
*
AKASYALAR AÇAR MI
Tomurcuklarını ansızın patlatıvermiş bu akasya dalı, bu alüminyum çerçeveli geniş pencereden niçin bu kadar gülerek bakmaktadır? Besbelli bir acaip parlayan güneş altında artık iyice ısınıp, liflerini kütürdete kütürdete gerneşip, damarlarında ılık ılık yürüyen suyun akışına bırakmıştır kendini. Yeşil yeşil uç vermiş yaprakçıklar şavkımaktadır. Bir de üzerinde yerli yersiz fingirdeşen serçeler. Koca beton binanın abus çehresine, kirli gri, isli duvarlarına nerdeyse sürünecek kadar yanaşmış bu incecik, akasya dalı…
Süheylå, şekerim makası uzatır mısın…
Süheyla’nın, â’sı uzadıkça uzuyor. Çelik dolapların, etajerlerin, formika masaların yığınla evrakların üzerinde geziniyor. Evet makas. Çelik, beyaz, donuk. 6X9 fotoğrafları tırtıllı kenarlarını kesmekten yorulmuş. Ömrünü kâğıt kesmeye vakfetmiş bir makas. Hangi ömrünü? Masanın üst gözünde, açık uçları birbirine paralel uzanan kalemlerin arasında duran paranoyak
makas alınıp Şükrân’a uzatılacaktır.
Murtaza Efendiii. Ayol nereye kayboluyor bu adam sabah sabah…
60 gr. üçüncü hamur kâğıtlar arasında gizlenmeye çalışan poğaçalar soğumaktadır. Kâğıt üzerinde genişleyip duran yağ lekeleri donuk donuk parıldamaktadır. Ele avuca, dudak kenarlarına yapışan, ısırıldığında un ufak olup, formika masa üzerine kırıntılar bırakan bu poğaçalar. Kimbilir hangi yağlardan dokunmuş o geniz tikayan kokusu ile üstüne iri yudumlarla çay alınmadan yutulamayan soğuk nevaleler. Üç tekerli arabalarını bin yıllık diken diken sakalları ile ite ite bu koca binaların önüne erken saatlerde tüneyip, ufaldıkça ufalan suratlari engebeli arazileri andırır adamlardan çârnâçar alınıp getirilmiş poğaçalar. Çay mutlaka gelmelidir. Rengini kokusunu sevecen sıcaklığını kaybetmiş o menhus çay gelmelidir. Müstahdem Murtaza Efendi’nin maaş bordrosundan, uzayıp giden ölgün sarı ışıklı koridorlardan, isli kara, karanlık ocaklardan firar etmelidir. Üşüyen, mütemadi üşüyen, tarçın renginden gümüşi beyaza kadar boyanıp gün be gün sivriltilen tırnaklan ile cani ceresi çekilmiş bu parmaklara ulaşmalıdır.
Engin’i gördüm dün…
Sükût.. Beton zemin ile beton tavan arasında mekik dokuyan sükût. Poğaça ısırılmış, kırıntılar formika masaya dökülmüş, o meymenetsiz çaydan iri bir yudum alınmıştır. Sivri tırnaklar, o kan rengi sivri tırnaklar dudak kenarlarında gûya kırıntıları temizlemek üzere dolaşmaktadır. Gergin bir bekleyişe terkedilmiştir oda. Artık bir kelebeğin yumuşak kanatlarına bile dokunulamaz. O delişmen akasya dalına hiç bakılamaz. Hiçbir yere bakılamaz…
Ya.. Nerede? Koska’da…
Azgın bir motor uğultusu pencereden uzaklaşmıştır. Koska nerede? Güneş ağdalanıp şehre yayılmıştır. Sebebi meçhul bir gülümseme etrafı sarmıştır. Vücudun muhtelif yerlerinde karıncalanmalar peydahlanmıştır. Kalp nahiyesinden yayılan, yükselip boğazda düğümlenen bir helecan dalgası gözlenebilir. Pencerenin pervazında bir çift kumru. Ufkun sisleri dağılacak. Kimbilir kaç katlı binalar arasından ansızın seçilecek grimaviden cam göbeğine kaçan bir parça deniz “a, a.. vallahi deniz” diye karşılanacak. Kimse şu kalın tuğlalar gibi sıralanan karakoncolos klasörlerin arasında bir Rumeli türküsünün şıkır şıkır oynamadığını iddia edemez. Belki muhasebe evrakının tıkış tıkış kapatıldığı dolap bile ayaklanmıştır. Bir pelür kâğıt alınıp formika masa gıcır gıcır silinecektir. Masanın en alt gözünden Abant Nilüferi kolonya çıkarılıp, pamuklara damlatılıp
eller, dudaklar, hatta enseden başlayarak boyun boğaz ovulacaktır. El çantasından mineli dört köşe ayna çıkıp, bozulan dudak boyası tazelendiğinde, yani saçlar firketelerinden kurtarılıp yeniden, yeniden, yeniden tarandığında, baş küçük, minicik hareketlerle bir tay gibi geriye geriye atıldığında, odanun cenderesi kırılacak içeriye akasya kokulu serin rüzgârlar dolacaktır.
-Nişanlanmış…
İşlenmemiş faturalar yine birikti der gibi. Kaloriferler yine yanmıyor gibi. Kumrular şu pencerenin pervazina acık evvel çifter çifter konmuyor gibi.
Bu çay tabağı çıngıraklı kırmızısı ile acık evvel gülmüyor muydu? Ya o kahrolası kül tablaları. Nereye savuştular böyle. Artık güneşe, yani pencereye, pencere önünde sırıtıp duran o densiz dala dönülemez. Sandalyede oturmanın nasıl manâsı yoksa, kalkmanında manâsı yoktur. Köşeye, o sakat devetabanının şerha şerha yarılmış yaprakları önüne gidilecektir. Bir gidilip bir gelinecektir. Parmaklar masa kenarlarına, dosya kapaklarına, parşömen, karbon kâğıtlara, daktilo tuşlarına dokunu dokunuverip geçecektir. İkide bir masa gözleri çat-çut açılıp kapatılarak; önlük, elbise cepleri insafsızca karıştırılarak sigara aranacaktır. Yeni alınan devetüyü renkli çizmeler sıkmaya başlamıştır. Saçlar itina ile taranmış, sarılmış olsa da dağılmıştır. Dünyalar kadar para bu krep bulûze, bu jorjet eteğe
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıYoksulluk İçimizde
- Sayfa Sayısı104
- YazarMustafa Kutlu
- ISBN9789759953126
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDergah Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Devran ~ Selahattin Demirtaş
Devran
Selahattin Demirtaş
Toz duman kenarlardan, taşradan ve kuytulardan, memleketten yoksulluk halleri. Utananlar, üzülenler, âşıklar, yevmiyeciler, küçük kasabalar, hazin ve uzakta kalan hayatlar. Devran, inatçı neşesiyle geçip...
- Sakinler ~ Hande Ortaç
Sakinler
Hande Ortaç
“25 Eylül Pazartesi, 20:00 Sevgili dinleyicim, kusura bakma fısıldayarak konuşmak zorundayım. Umarım söylediklerim anlaşılıyordur. Sabaha karşı bahçedeki güllerin dibine sakladığım teybin yanına çömeldim. Bu...
- Ateş-i Suzan ~ Bünyami Erdem
Ateş-i Suzan
Bünyami Erdem
“Elinizde ki bu eser; ölen eşini Allah’tan geri isteyecek kadar divaneleşip, sonsuz evrende her an bir galaksi yaratabilen Allah, benim Rahel’i mi neden tekrar...