“Neden yazıyorsunuz?” diye sorarlar zaman zaman. Biraz da, “Yazmak neye yarar ki?” anlamında mı sorarlar bunu bilmem. Sanıyorum öyle… “Belleğin devinmesine, yitenlerin hayal âleminde olsun yeniden can bulmasına…” desem, yeter mi? Bence fazlasıyla yeter!
Elinizdeki kitap Adil İzci’nin öykü ile sözlü tarih arasında gidip gelen metinlerinden oluşuyor. Form olarak öykü ama içerik olarak bir sözlü tarih çalışması… Tam da yazarının söylediği gibi, “… yitenlerin hayal âleminde olsun yeniden can bulmasına…” yol açan, açtığı yola ince anlatımıyla bizi de yoldaş eden, kendi yitip gitmişlerimize ışığını düşüren öyküler…
Yoklar Kitabı ile Adil İzci bir kez daha Oğlak Yayınları’nda… Güncel dünyanın önü alınamaz değişimlerinde bize edebiyatın sağladığı o güvenli noktanın keyfini sürerek okuyacağınızı umuyoruz.
*
“onlar istanbul’a gitti derlerdi”
Bizim iki katlı kira evimizin yerinde zemini bozuk bir otopark var.
Sağımızdaki solumuzdaki evlerin yerinde de…
Hanidir…
Ötekilerin yerinde de iki yanı ya da sırtı boz tuğlalardan sevimsiz apartmanlar… Apartman öykünmeleri… Kat kat üstüne gecekondular gibi… Nerede o eski evler, nerede bunlar! Birinde olsun avlu -ki bu kentte hayat denir(di)- aramayın!
O ev duruyor ama… Bugünkü haliyle elbette. Issız. Yarı yıkık. Paslı bir asma kilit vurulu sokak kapısının iki kanadını azıcık geriye itince ötesi iyi kötü görülebiliyor.
Apartmanların birinin balkonundan yazmalı bir kadın sesleniyor:
“Kimi arıyorsunuz?”
Ne diyeyim ben bu kadına? Ne diyebilirim? Belki kırk, belki elli yıl öncesinde, onların da bizim gibi bu kentten ayrıldıklarını, İstanbul’a gittiklerini biliyorum zaten. Aileden bir tek B. Abla’nın hayatta olduğunu, ötekilerin yıllar önce birer birer öldüğünü ve oralarda gömüldüğünü de biliyorum.
Kısaca, “S. S. Teyzeleri arıyorum” diyorum.
“Onlar İstanbul’a gitti derlerdi.”
O zamanlar lakaplarla anılır(dı) ya aileler, bir soran eden olsa, tek tek sayabilirim bizim bu eski sokak halkını: “Burada K. B. Amcalar, burada P. H. Teyzeler, burada T. A. Amcalar, burada B. N. Teyzeler, burada K. N. Teyzeler, burada G. S. Teyzeler… otururlardı. Daha sayayım mı?” Eh, kırk-elli yıl kadar önceleri dediğim.
Ben sesleniyorum bu kez: “Siz kimlerdensiniz hanımefendi? Tanır mıydınız S. S. Teyzeleri?”
“Bize E. H. derler. Yok tanımazdım. Eskilerden duyardık ancak. Onlardan da kimseler kalmadı ya artık buralarda. Ölen öldü, giden gitti.”
Yabancı gelmiyor bu lakap. Ne yazık ki yanımda büyük ablam yok. Olsa didik didik eder, bulurdu.
“Peki” diyorum, “ben biraz bakınayım.”
Bir anlam veremiyor kadın ama öyle kötü bir amacımın olmadığını seziyor. Susadığımı ayırt ediyorum birden. Bir zamanlar avlusunda oyunlar oynadığımız, bodur dut ağacına tırmandığımız, yalınayak bir sakanın evimize su getirdiği cami yakın olsa da, “Bir tas suyunuz var mıdır hanımefendi?” diye soruyorum.
“Olmaz olur mu?” dediği gibi apartmanın kapısına iniyor. Tasını geri verirken, baba yadigârı bir söz dilime geliyor, “Su gibi aziz olun!” diyorum. Kadın, “Siz de…” diyerek evine dönüyor.
Sonra iki elim iki kanadında, aralıktan yine gözlerimi dikiyorum o eve:
Kapının az ötesinde, kör bir kuyu var. Derinliği bir insan boyu gelir gelmez. İ. Ağabey elindeki hırsız (!) kargayı, ayaklarını bir kınnap ile bağlayarak o sığ kuyuya atıyor. Sonra da evin kedisini salıyor üzerine. Ama karga kurtularak toprak dama havalanıyor. Uzun uzun gaklıyor orada. [Belki de alay ediyordu!]
Asma. “Tahtalı”ya, -bu kentte tahta balkonlara öyle denir- oradan da toprak dama doğru uzanıyor. Pencerelere bağlanan dallarını da görüyorum. Büyükler sohbet ederken, ben asmanın kilim üzerindeki kıpır kıpır gölgesini seyrediyorum. [Ancak güz sonlarında mı sararıyordu üzümleri? Ya sazdan, söğüt dalından sepetler? Onlar zamanın neresinde yitti?]
Tahta merdiven. On, on iki basamak… Z. Abla o basamakların birinde bana ve N. Ablama masal(lar) okuyor. Daha ilkokula bile gitmiyoruz ki biz! Kocaman ormanda ufacık bir kız yitiyor. Yoksul ve yetim o kız. Aman ne korkuyor. Ayılar öldürebilir. Kurtlar yiyebilir. Yılanlar ısırabilir. Bir dolu bir dolu tehlike. Ben kendimi tutuyorum ya N. Ablam usul usul ağlıyor. Neyse ki ailesinden biri buluyor sonra kızı. Rahatlıyoruz. Eve döndüğümüzde annem avluda, hayır, “hayat”ta. Maltız tütüyor. Toprak tencere henüz bizim merdivenin basamaklarının birinde. Birazdan maltıza vurulacak. Masaldan usumuzda kalanları yarım yamalak anlatıyoruz. Sanki hemen az önce gözlerimizin önünde oldu bitti hepsi. Annem de acıyor o kıza. [Demek masal dünyasından onun da haberi yoktu! Nasıl olur ama?]
Kiler. Kapısı da, ufarak kepengi de her zaman kapalı. Nasıl bir yerdir orası bilmiyorum. Ama
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıYoklar Kitabı
- Sayfa Sayısı136
- YazarAdil İzci
- ISBN9786254130212
- Boyutlar, Kapak11 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviOğlak Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Huzursuz Bacak ~ Mustafa Kutlu
Huzursuz Bacak
Mustafa Kutlu
İçimde yıllar sonra memlekete dönmüş olmanın sevinci, ellerimde bavullar, havaalanının kalabalık telaşından kurtulup bir taksiye doğru yürürken azıcık terlemiş alnıma huzurun sessiz, sakin, ama...
- Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra ~ Barış Bıçakçı
Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra
Barış Bıçakçı
“Bir şey sunulmuştu bana, bir hediye, bir meyve. Ama ben o meyveden tadamadım, gök erik gibi kaldı avcumda dünya. Şimdi ben uykusuzum, yalınayağım, kendimle...
- Bir Ses Böler Geceyi ~ Ahmet Ümit
Bir Ses Böler Geceyi
Ahmet Ümit
“İçeriği günümüzün felsefi sorunsallarıyla yüklü, akıcı bir dille yazılmış, soluk soluğa bir gerilim kitabı okumak isteyenlere..” Levend Yılmaz “Turna donuna girmek’, ‘güvercin donuna girmek’...