Yıllardır bildiği gerçekleri haykırmamak için kendisini dizginleyen Gül, aslında bir yalanın içerisine hapsolduğunu öğrenir. Bu yalanlardan kurtulmak sandığı kadar kolay olmayacaktır ama karanlık hayatına ışık tutan biriyle tanışacaktır: Nart…
Nart, Gül’ün geçmişte yaşadığı zorlukları onun yeşil gözlerindeki kederden anlayacak ve ona yardım elini uzatarak tüm düğümleri onunla beraber çözecektir. Ama dengeler Antalya’daki bir yaz tatilinde değişecek ve Nart hiç beklemediği bir anda korkup kaçtığı, görmeye bile dayanamadığı bir çift yeşil göze âşık olacaktır.
İhanetler, yalanlar, sırlar, değişen hayatlar, lekelenen dostluklar, inanılması güç tesadüfler…
Ve tüm her şeye meydan okuyan aşklar…
“Herkes sana bakıyor. Ama ben görüyorum, Yeşil. Gözbebeklerin titriyor. Gözlerinde nice depremler var ve bu depremin en büyük enkazı da sensin.”
*
Hâlâ aşka ve tesadüflere inananlara…
Yıllar önce…
Işıklar gözlerimi kamaştırırken elimdeki meyve suyundan kocaman bir yudum aldım. Bu parti için annemi ikna etmem oldukça zor olmuştu. Endişelendiğini ve gitmemem gerektiğini söyleyip gün içerisinde beni defalarca vazgeçirmeye çalışmıştı ama başarılı olamamıştı.
En yakın arkadaşlarımın doğum günü partisini kaçıramazdım sonuçta.
İkizler, Erkan ve Serkan DJ’nin yanındaydı. Sürekli çalan şarkılar yüzünden birbirleriyle kavga ediyorlardı ve asla ortak nokta bulamıyorlardı. Onların kardeş olduğuna bazen gerçekten inanamıyordum. Tip olarak benziyorlardı, biraz kilo ve boylarında fark vardı sadece.
Partilerin aranan siması Defne ise ortalıkta koşturuyordu. Elindeki kokteylle partinin sahibi havalarındaydı her zamanki gibi. Masalara tek tek yaklaşıyor, insanların bir eksiği olup olmadığını soruyor ve Serkan’a raporluyordu.
Gözlerim kırmızı ışığın üzerinde durduğu Metin’e kaydı.
Kalbim heyecanla kanat çırptı. Çünkü Metin bana bakıyordu.
Aylardır benim peşimden koştuğuna nasıl inanabilirdim? O herkesin hayali, okulun popüler çocuklarındandı. Basketbol takımının en gözde isimlerindendi. Kızlar ona bayılıyor, o ise benden hoşlanıyordu. Fakat bir sebepten annem asla ondan haz etmiyordu ve bu durumları oldukça zorlaştırıyordu.
Gözlerimiz kesiştiği an bana gülümsedi. Ben de ona karşılık verirken buldum kendimi. Ve o an, “Hemen yelkenleri suya indirme,” dedi Defne kulağıma. Işınlanabildiğine dair şüphelerim vardı artık. Yanıma bir anda nasıl gelebiliyordu?
“Çok fazla naz yapmadım mı sence de?”
“Metin’e hemen güvenme,” dedi kaşlarını havalandırarak.
“Çok tatlı bir çocuk. Hem senin aile dostun değil mi?” İkizler, Defne ve Metin’in aileleri çok yakınlardı. Neden sürekli bana Metin’i kötülediğini asla anlayamıyordum.
“Tehlikelidir,” dedi kulağıma doğru. “Uzak dur. Kapılma.”
Tekrar Metin’in olduğu tarafa baktığımda onu masasında göremedim. Omuzlarım düşerken tepkisizliğimi sürdürdüm ve gözlerimle etrafı taradım. Aynı anda, “Polis baskını!” diye bağırdı Metin. Salona doğru inen merdivenlerden atladı. “Her şeyi yok edin! Tuvalet sağ koridorda!”
Büyük bir kargaşa başladığında dudaklarım aralandı. Defne anında Serkan’ın yanına koşarken Erkan da soluğu benim yanımda aldı.
Erkan, “Ben demiştim böyle bir partiye gerek yok diye,” diye homurdandı. “Ne vardı bir tabak makarnayla meyve suyu içseydik?” Makarna… Erkan için vazgeçilmez olan tek şeydi sanırım.
O homurdanırken birinin varlığını hissedince arkamı döndüm. O an Metin’le göz göze geldik. Parmağını dudağına getirip bana sus işareti yaptığında gözlerim yerinden çıkacak gibiydi.
Metin elindeki küçük paketi Erkan’ın ceketinin cebine tıkarak yanımda durdu. Erkan’a,“Gül’ü bir dakikalığına alıyorum,” dedi ve beni çekiştirerek boş bir odaya doğru götürdü.
Odaya girer girmez, “Ne yaptın sen!” diye bağırdım. “Tuvalete de dökebilirdin o hapları. Cebinden al hemen! Böyle şaka olur mu? Polisler geliyor üstelik!”
Parmağını dudağıma getirdi. “Bu bizim aramızda bir sır olarak kalacak.”
Ağlayarak göğsüne vurdum. “Alacağım o hapları cebinden!”
Her iki omzumdan tuttu. “Bana güven. Bir şey olmayacak ona.”
“Bu yanlış!”
Metin beni sakinleştirmeye çalışarak birkaç kere sarstı. “Gül, bir şey olmayacak diyorum,” dedi. “Bana güvenmiyor musun?”
Dudaklarımı ıslatarak dizlerimin üstüne çöktüm. Başımı ellerimin arasına alarak hıçkırmaya başladığımda Metin kollarını küçük bedenime doladı. “Sakın beni ifşa edeyim deme.” Sesindeki emir veren tınıya karşılık yüzümü buruşturup ondan ayrıldım. Sorarcasına baktığımda kaşlarını çatarak gözlerini kısmıştı. “Elimdeki önemli görüntülerden haberin var mı? Babanın arabayla birini öldürdüğünü biliyor muydun mesela? Beni sinirlendirme, yoksa baban hapislerde çürür.”
Ne?
Ağzım açık ona baktığımda devam etti. “Susacaksın ve sana ettiğim teklifi kabul edeceksin. Fazla naz âşık usandırır.”
Gözlerimi belerterek ona baktım. “Anlamadım.”
“Anlamayacak bir şey yok. Bundan sonra sevgilimsin.”
Elim havalandı, ardından onun yanağına sertçe indi. Attığım tokatın sesi kulaklarımı tırmalarken bunu beklemediği için başı yana doğru düştü ama yüzünde ilk defa gördüğüm psikopat gülüşle saniyeler içerisinde başını kaldırıp bana baktı. “Bu ilk ve son olsun. İkinci kez olursa baban biter.”
Ve ben Erkan’ın üzerinde madde bulunmasına, şaşkınca etrafa bakarken kelepçelenip götürülmesine karşılık sadece ağladım. Ciğerlerim sökülene kadar ağlayıp sesimi bile çıkaramadım.
BÖLÜM 1
Günümüz…
Gökyüzü pasparlaktı.
Güneşin pervasız ışıkları saçlarıma dokunarak kahverengi saç tellerimi kumrala yakın göstermeye çalışıyor ve yüzümü yakıyordu. Gözlerim güneş ışığının rahatsız edici etkisinden çıkmak için aşağı doğru kaydığında ayağıma kadar gelen dalgalara dikkat ettim. İtinayla birbirini kovalayan dalgalar geri çekilip yeniden ilerliyor ve çıplak ayaklarıma çarpıyordu. Akdeniz’in serin sularının etkisinde kalan ayaklarım sayesinde bedenim, kendimi suya atmam için mantığıma baskılar yapsa da yine de başarılı olamadı.
Gözlerimi yumup açarak gelen dalgaya küçük bir tekme atıp suyun öne doğru sıçramasına sebep oldum. Birkaç kere bu hareketi tekrarlayarak bilmediğim bir plaja doğru ilerlediğimde bakışlarım etrafta gezindi. İnsanların yoğun olduğu yerden oldukça uzaklaşmış olmalıydım. Nitekim şu an bulunduğum yerde denize doğru büyük kayalıklar uzanıyordu ve burası insanların denize girmek için tercih ettiği bir yer değildi.
Elimdeki ayakkabıları sallayarak kayalığa doğru emin adımlar attığımda gözlerim kamaşıyordu. Yıllardır yaz tatilinde geldiğim Kumluca’da burayı ilk kez tuhaftı. Sahillerini ezbere bildiğim bu civarda, böylesine güzel bir yeri keşfetmenin verdiği heyecanla atan kalbim eşliğinde, denize doğru giden yolda birkaç adım attım.
Her adımımda kayalık yukarı doğru kalkıp denizin üzerinde yükselir gibi görünürken rüyada olup olmadığımı anlamak adına gözlerimi yumup açtım. Fakat rüya değildi. Bulunduğum konum gözlerimi kapatmadan öncesiyle aynıydı.
Kayalığın uç kısmına geldiğimde içimdeki huzursuzluğa rağmen yavaşça aşağı baktım. Hırçın dalgalar sanki bana ulaşmak istercesine kayalığa çarpıp yukarı doğru gelirken kayalık âdeta bariyer rolünü oynayıp buna engel oluyordu. Suyun bana temas etmesine izin vermeyen kayalığa istemsizce kaşlarımı çattım ve yavaşça ıslak kayanın üzerine oturup ayaklarımı aşağı sarkıttım. Şortum bacaklarımın çıplak kısmına su değmesi için gayet müsaitti.
Kendimi bir kitabın huzur betimlemelerinin içinde sanırken aniden gelen sesler ve sırtıma çarpan şeyle kayalıktan suya doğru düşmem tamamen kitaptan bağımsız bir paragraf olmalıydı.
Kendimi bir anda denizin içinde ağzıma su dolarken buldum. Ellerim ve ayaklarımı çırparak suyun yüzeyine çıktığımda saçlarım gözümün önüne dökülüyordu. Nefes nefese gözümün önündeki saçları çekip suyun üstünde kalmak için ayaklarımı kıpırdatmaya devam ettim.
Başımı kaldırdığımda kayalıktan bana mahcup tavırla bakan esmer oğlana ters bir şekilde bakış atıp ayakkabılarımı alarak karaya doğru yüzdüm. Yüzmeye başladığımda içimde başkaldıran bir duygu, denize benimle beraber düşen başka birinin daha olduğunu söylüyordu. Sırtımdaki ağrı da bunu kanıtlar nitelikteydi sanki. Fikri doğrulamak adına arkamı döndüğümde kumral bir oğlanla karşı karşıya gelmiştim. Bana çarpan ve benimle birlikte denizi boylayan o olmalıydı.
Karaya doğru hızla yüzüp kendimi ıslak kumun üzerine attım. Giydiğim şort ve bol krem rengi tişört üzerime yapışmış, daha yeni aldığım spor ayakkabılarım sırılsıklam olmuştu. Derin bir soluk alıp bana doğru gelen esmer ve bana doğru yüzen kumral oğlana sinirle bakıp tüm sakinliğimi yitirdim.
Esmer oğlana, “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” diye bağırdım. Kayalıktan çoktan zıplamış bana doğru büyük adımlarla yaklaşıyordu. Ancak bağırdığım an yerinde kalakaldı. “Onu üzerime itmek ne demek? Şakalaşacak yer mi yok?”
Mahcup şekilde başını eğdiğinde bir an için aşırı tepki verdiğimi düşündüm. Çakır mavisi gözlerini üzerime dikerek “Özür dilerim. Biz gerçekten senin orada olduğunu fark edemedik,” dedi sakin bir sesle.
Kaşlarımı çatarak omuzlarımı düşürdüğümde kumral olan oğlan sudan çıkmıştı ve üstünden sular akarak bize doğru ilerliyordu. Üzerinde krem rengi şort, beyaz tişört vardı. Ve doğal olarak benim gibi sırılsıklamdı.
Yutkundum. Gerçekten benim orada olduğumu fark etmemiş olmalılardı. Kasten böyle bir şey yapacak gibi durmuyorlardı çünkü. Burnumdan sert bir soluk vererek “Tamam, sorun değil,” diyebildim. Ağırlaşan kıyafetlerim eşliğinde ıslak kumun üzerinden kalktığımda esmer oğlan başını kaldırıp bana baktı.
Maviyle gri karışımı, daha çok çakır mavisi tonunda olan gözleri rahatsız edici biçimde yüzümde dolaştıktan sonra alnımda durdu. “Alnın mı kanıyor?”
Gözlerim irileşmiş şekilde elimi kaşımın üzerine getirip sızlayan yere değdirdim. Parmağım değdiği an sızlayan yer yaralanmış olmalıydı. Ağzım açık şekilde, “Kanıyor mu gerçekten?” diye sordum.
Esmer birkaç adım atıp bana yaklaştı. “Pek değil. Anne ve babam doktor. Yarayı temizleyebilirim,” dedi telaşla.
Yaraya dokunmak istediğinde geri çekildim. “Annenle, baban doktorsa bundan sana ne? Onların yerine ameliyata falan mı giriyorsun? Yarayı nasıl temizleyeceksin?”
Elini göğsüne getirerek “Onlardan bir şeyler öğrenmiş olmam normal değil mi sence de? Yazlığımız hemen şurada. Bizimle gel,” deyip başıyla sağ tarafı gösterdi.
Kaşlarımı kaldırdım hayretle. “Sizinle gelmek mi? Sizi tanımıyorum bile.”
Cümlelerime devam etmeme izin vermeyen o sesi duyduğumda başım benden bağımsız sesin sahibine döndü. “Satsak bile bu çeneyle kimse almaz seni.”
Kaşlarım iyice çatılırken “O zaman yürü git!” diyerek tersledim onu.
“Abi, uğraşma. Yaptığımızı telafi etmemiz gerekli,” dedi yatıştırıcı tonla esmer olan.
Kumral, kemikli yüzündeki bariz çıkıntılarını sıkarak dişlerinin arasında, “Küçücük bir yarayı büyüten biri için hiçbir şeyi telafi etmem gerekmiyor. Ne yaparsanız yapın,” deyip kestirip atarmış gibi yüzünü diğer tarafa çevirdi.
Gözlerimi kısarak ona doğru ilerledim. “Ne dedin sen?”
Başını çevirerek bana inat kahverengi gözlerini kıstı. “Duydun. Tekrarlamayı sevmem.”
“Neyi sevip sevmediğin umurumda değil, geri zekâlı! Şu an durumumun farkında mısın? Islandım! Ve yaralandım!”
Kollarını göğsünde kavuşturarak alaycı ifadeyle beni süzdü. Bana yukarıdan aşağı bakan gözler eşliğinde “Eee, ne olmuş?” diye sordu. “Genelde insanlar sahile ıslanmak için geliyor. Abartma.”
“Ama kıyafetleriyle değil!”
Esmer oğlan araya girerek kumralın önüne geçtiğinde derin bir soluk aldım. Suçlu olmasına rağmen kendinden ödün vermeyişine karşılık sinirlenmiştim. Dik bakışları bir an için gözlerimden ayrılmıyor, aksine ben günahkârmışım gibi aşağılayıcı bakıyordu.
Esmer oğlan yanıma gelerek işaret parmağıyla ön tarafı gösterdi. “Bak, hemen şurada kalıyoruz. Birkaç dakikaya halledeceğim. Hadi, gel.”
Başımı sallayıp kumrala da gözlerimi süzerek peşlerine takıldım ve kaldıkları eve doğru ilerledim. Islak kıyafetlerim oldukça rahatsız ediciydi. Aynı zamanda ağırlaşan ayakkabılarım yüzünden yürümekte zorlanıyordum. Bir de her şeyin suçlusu benmişim gibi davranan oğlan hiçbir şeyi umursamadan ellerini ıslak pantolonunun cebine koymuş, istifini bozmadan arkamdan geliyordu.
Esmer çocuğun dediği gibi, evleri yakındı. Ön bahçeden içeri girdiğimizde bahçede gördüğüm masa ve sandalyeler rahatlamamı sağladı. Seri adımlarla ilerleyip kendimi sandalyeye attığımda her ikisi tuhaf bakışlarla bana bakıyordu.
Omuz silktim. “Sizinle eve gireceğimi mi düşündünüz? Tanımıyorum sizi!”
Kumral alayla, “Lütfen bizi tanı,” dediğinde yüzümü buruşturarak ona baktım.
Esmer anında araya girdi. “İki dakika sakin olup oturur musunuz? Hemen geleceğim.”
Tekrar omuz silktiğimde koşar adım eve doğru ilerledi ve arkasında iki, birbirine ters şekilde bakan kişi bıraktı. Biz böyle birbirimize bakarken yakından gelen havlama sesiyle irkildim ve arkamı döndüm. Aynı anda ağzımdan küçük bir korku nidası çıktı. Çünkü arkamda kocaman kahverengi bir köpek duruyordu ve ben köpeklerden ölesiye tırsan biriydim.
Kumral, “Gel buraya, oğlum,” diyerek onu çağırdığında, kahverengi büyük köpek koşar adım ona koştu. Bedenim taş kesilerek normal şekline döndüğünde köpeğin onun kucağına binmiş haline karşılık korkuyla yerime sindim.
Halime bakarak “Ne?” diye sordu. “Korkuyor musun?”
Omuzlarımı silktim. “Evet.”
“Adı Kahve,” dedi kısaca. “Bizim yanımızdaki kişilere zarar vermez.”
İsminin Kahve olduğunu öğrendiğim köpek kumral oğlanın kucağından indikten sonra onun ayaklarına sürtünmeye başladı.
Kumral çocuk Kahve’nin başını okşarken halinden gayet memnun gibi duruyordu. Aralarında güçlü bir bağ olduğu ortadaydı. Açıkçası böyle güzel insan ve hayvan dostluklarına imreniyordum. Ne de olsa insanlar kendi aralarında pek bağ kurmayı becerebilen varlıklar değildi.
Onlara baktığım sırada, telaşla yanıma gelip masaya gerekli malzemeleri koyan esmer oğlanın farkına biraz geç vardım. Elindeki pamuğu yarama bastırdığında kısık sesle inledim.
İçten sesle, “Özür dilerim,” dedi tekrar. “Az kaldı.”
Dediği gibi birkaç dakika sonra yarayı temizlemiş ve küçük bir bant yapıştırmıştı. Derin nefes alarak başımı kaldırıp gözlerimi kırpıştırdıktan sonra ayağa kalktım. Esmer oğlan elini bana uzatarak “Ne kadar özür dilesem az. Benim hatamdı,” dedi tek nefeste. “Ben Yusuf.”
Hafifçe elini sıkarken, “Ben de Gül,” diye mırıldandım.
Yusuf gülümseyerek başıyla kumral oğlanı gösterdi. “O da Nart.”
Aynı onun gibi başımı çevirdiğimde Nart bana bakarak ağır ağır başını salladı ve sonrasında eve doğru ilerledi.
Nart… İsmi ilk defa duyduğum için yüzümde oluşan şaşkınlık ifadesine engel olamadım. İsim kulağa oldukça yabancı fakat bir o kadar da hoş geliyordu. Yusuf, “Annesi Çerkes olduğu için Nart destanlarından ilham almışlar ismini koyarken. Onu takma bu arada. Tavrı sana değil, bugün çok gergin,” diye açıklama yaptı.
Kendimden emin bir tebessüm eşliğinde, “Taktığımı kim söyledi?” dedim.
Yusuf, “Nerede kalıyorsun? Otelde mi?” diye sordu meraklı sesle.
“Buralarda yazlığımız var.”
Başını aşağı yukarı salladı. “Seni bırakayım mı? Arabayla?”
“Hayır,” diye mırıldandım. “Kendim giderim. Sana kötü davrandıysam kusura bakma.”
“Asıl sen kusura bakma. Görüşürüz.”
“Görüşürüz.”
Yusuf’la vedalaştıktan sonra paytak adımlarla bahçeden çıkıp sahile doğru ilerledim. Sahil boyunca on beş dakika ilerledikten sonra ana yoldan geçerek müstakil evlerin olduğu caddeye geçtim. Büyük çınar ağacının yanından dönerek eve doğru giden caddede ilerlemeye başladım hızımı artırarak. Tanıdık evleri geçtikten sonra kendi yazlığımıza ulaştım en sonunda.
Verandaya vardığımda ıslanan şortumun cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açtım ve eve girdim. Eve girmemle içeride ısrarla çalan telefonumun sesini duymam bir oldu. Telefonu yanıma almadığım için sevindikten sonra gördüğüm kişi gülüşümü soldurdu. Somurtarak telefonu açtığımda hayattaki en nefret ettiğim ses, “Sevgilim?” diye seslendi bana.
İç çekerek “Ne var?” diye sordum.
“Birkaç güne geliyorum.”
Kısaca, “İyi,” diye kestirip attım.
Pişkin sesle, “Beni çok özlemişsin sen,” dedi. “Çocukların yanında böyle davranırsan diline biber sürerim. Biliyorsun, değil mi?”
Sinirden birkaç defa derin nefes alarak dişlerimin arasından, “Kapatıyorum,” dedim.
Dolan gözlerim eşliğinde telefonu kapattığımda hayatımdan bir kez daha nefret ettim. Bu pisliğe mecbur olduğumu bilmek kendimden dahi nefret etmeme sebep oluyordu.
Ondan uzaklaşacağımı sanmıştım ancak yine dibime kadar girebilecek bir yol bulmuştu.
Ağzımdan kaçan hıçkırıkla beraber yere çöktüm. Bir müddet kıpırdamadan ağlamaya devam ettim. Elimi kolumu bağlamasından ve beni bu şekilde kapana kıstırmasından nefret ediyordum.
Telefonum tekrar çaldığında irkilerek arkamı dönüp onu fırlatmış olduğum yere doğru uzandım. Onun aradığını düşünsem de gördüğüm isim rahatlamama sebep oldu.
Telefonu açarak kulağıma götürdüğümde “Efendim, Şebnem Sultan?” dedim hemen.
“Ciao, ragazza.”
İstemsizce, “Ha?” diye tepki verdim.
“Anneye ha denilmez. İtalyanca konuştum, cahil kız. Havalıydım değil mi? Hem hani sen dil kursuna gidiyordun? Boşuna mı döktük onca parayı?”
Ruh halimi terk ederek sesli şekilde gülüp dudağımı yaladım. “Çok havalıydın, anne. Ve ayrıca ben İngilizce kursuna gidiyordum.”
Cırlayarak “Ayyy, sen bana cevap mı veriyorsun bir de! Dilin çok uzamış… Ne yapıyorsun? Kim var yanında?”
“Yalnızım, anne. Günlük raporu daha sonra geçerim sana, olur mu? Babamı ver bakayım.”
Homurdanarak telefona babamı verdiğinde âşık olduğum ses, “Prensesim, sen annene bakma. Çok özledi seni. Kuduruyor hasretinden. Nasıl gidiyor?” dediğinde gözlerim doldu.
Annem ve babam dünyadaki en farklı iki ebeveyndi. Annem kıskanç, korumacı, konuşkan biriydi. Babam ise hiç kıskanç değildi ve her defasında hayatımı yaşamam gerektiğini belirtiyordu. Onların tek kavgası bendim. Annem beni neredeyse evden çıkarmak istemezken babam sürekli arkadaşlarımla vakit geçirmem konusunda ısrarcıydı. Şimdi ise ilk defa her ikisi de benden uzaktaydı. Annemin çocukluğundan beri gitmek istediği İtalya’daydılar ve birkaç ay boyunca orada uzun bir tatil yapacak gibiydiler. Her ne kadar annem beni yalnız bırakmaya gönüllü olmasa da babam ikna konusunda uzman bir adamdı.
Boğazımda oluşan yumruya rağmen yutkundum. “Sizi özledim.”
Babam, “Arkadaşların ne zaman gelecek? Otelde mi kalacaklar?” diye sorduğunda iç çektim.
“Yarın gelecekler. Nerede kalacaklarını bilmiyorum.”
“Ev büyük. Sığarsınız bence.”
“Evet, bence de.”
Biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapatmasının ardından tekrar etrafımı saran yalnızlıkla baş başa kaldım. Merdivenleri düşünceli halde çıkarak üzerimi değiştirip kendimi yatağa attım.
Uyku benim yegâne kaçış yolumdu. Her zaman ve her yerde uyuyabilecek potansiyele sahip biri olduğum için üzgün olduğum an kendimi yorganın altına atıp uykuya dalmak oldukça kolay bir yönteme dönüşmüştü.
Bu yüzden uyudum.
Uyandığımda hiçbir şey geçmeyecek olsa bile uyudum…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıYeşili Sevmek
- Sayfa Sayısı400
- YazarLeman Veli
- ISBN0102000272
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEphesus / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bez Bebek ~ Ayşegül Toker
Bez Bebek
Ayşegül Toker
İnsan günlük hayatında koşuştururken bir gün gelip sahip olduğu zenginliği kaybedebileceğini hiç düşünmüyor değil mi? Her şeyin para ve onun sağladığı hayattan ibaret olduğunu...
- Ölmez Ağacın Evi ~ Fatma Gürel
Ölmez Ağacın Evi
Fatma Gürel
Bir dönem, Ege’de bir kasaba, zeytinciler ve anılar… Ege’nin zeytinci aileleri bitmek bilmeyen dertlerine, sıkıntılarına karşın şirin kasabalarında kendilerine mutlu bir dünya kurmuşlardır. Buradaki...
- Sen Benim Hayatımsın ~ Ferzan Özpetek
Sen Benim Hayatımsın
Ferzan Özpetek
Sadece bir yere kök salmayı başardığında gerçekten uzaklara gidersin. Hayatın tüm renklerine tutkuyla bağlı, hepsi bir diğerinin öyküsüyle beslenen ilginç karakterler: aktör olmak isteyen...