Cihan Çakan ikinci öykü derlemesi Yerini Yadırgayanlar’da günümüzün sert atmosferini kırılgan ruhlar ve bıçak sırtı ilişkiler üzerinden anlatıyor. Bir yanıyla taşranın tekinsizliğini yoklayan öyküler bir yanıyla şehrin girdaplarında kol geziyor. Bazen bir âşık, bazen yavru bir kedi, bazen de bir çiçek her an yerini yadırgayanlardan biri olabiliyor.
Cihan Çakan toplumsal meseleleri dert edinirken daha çok bu meselelerin görünmeyen yanlarıyla ilgileniyor. Onun öykü kişileri toplumsal olanın tam içindeyken kendi dünyalarında aşklarıyla, umutlarıyla, hayal kırıklıklarıyla yaşama sancıları çekiyor.
Yerini Yadırgayanlar yalın dili, çarpıcı anlatımı ve katmanlı hikâyeleriyle kendinden uzun süre söz ettireceğe benziyor.
*
JAPON BALIĞI
Başını kaldırdı, bir an konuşacak sandım. Elimdeki çiçeklere baktı, bakışlarını usulca yere kaydırdı, başını öne eğdi. Karşıdan vuran gün ışığı, kumral saçların arasındaki birkaç beyaz teli görünür kıldı.
“Sanki birdenbire beyazladılar,” dedi Gülbahar Teyze. “Benim de böyle olmuştu. Tam da bu yaşlarda.”
Aylin’in bu beyazlara nasıl tepki verebileceğini düşündüm. Panikler, ağlar, hemen onları boyar ya da koparırdı. Belki de bunlardan hiçbiri. Ne de olsa ben onu birlikte olduğumuz zamanlardaki Aylin olarak hatırlıyorum, yani çok eski Aylin olarak.
“İnsan neden saçlarının beyazlamasından korkar ki,” diye devam etti Gülbahar Teyze. “Başka korkulacak bir şey yokmuş gibi bizim kızın korkusu bile tuhaftı.”
Aylin’in çiçekleri alıp koklayacağına dair ümidimi artık yitirdim. Gülbahar Teyze elimden aldı, televizyon dolabındaki vazoyla mutfağa gidip geldi. Eskileriyle yenilerini değiştirmiş. “Sen de olmasan çiçek getirenimiz yok,” dedi. Vazoyu yerine koyup yandaki kanepeye oturdu.
Gözlerim orta sehpadaki fanusa ilişti, yarısına kadar su dolu. İçinde sararmış yapay otlar, bir de ağaç. Ağacın birkaç dalı dışarıda. Turuncu Japon balığı suyun üstünde yan yatmış, hareketsiz duruyor.
“Hadi suyunu iç,” dedi Gülbahar Teyze.
Sehpadan bardağı aldım. Japon balığı elimi yaklaştırınca kımıldadı. Suyun yüzeyinde yayılan zayıf halkalara baktım. Diplerde irili ufaklı, renkli taşlar. Aralarında küçük deniz kabukları.
“Sibel’i geçen televizyonda gördüm,” diye sessizliği bozmak istedi Gülbahar Teyze.
“Küçük bir roldü,” dedim. “Yoğun olmasına rağmen kabul etti. Parası cazip geldi açıkçası.”
“İyi oynuyor. Kısmetse bir gün sahnede izlemeye gelirim.” “Buna çok memnun olur. Bilirsin, seni çok sever Gülbahar Teyze.”
Bir şey söyleyecek oldu, sustu.
Japon balığı ağacın arkasında yan yattı. “Biliyordu değil mi buraya geldiğini?” “Biliyor. Aylin’den kıskanacak değil ki.”
“Niye kıskansın.” Aylin’e baktı. “Kıskanılacak ne kaldı.” Aylin’in elleri sandalyenin tekerlekleri üstünde hareketsiz duruyor.
“Bir gün de Sibel’le gelirsiniz.”
“Geliriz.” dedim, Sibel’in gelmek isteyip her seferinde vazgeçtiğini düşünürken. Sudan bir yudum içtim.
Terasın açık kapısından içeriye Reşitpaşa’nın ılık yazbaşı havası, çocuk sesleri doldu. İşyerlerimize uzak olmasına rağmen Aylin’le evlendiğimizde buraya yakın bir yerde oturmuştuk. Buralar onun çocukluğunun geçtiği mahalleydi. Hem hatıralarına uzak olmak istemiyor hem de çocukların dışarıda oyun oynayabildiği yerleri seviyordu. Ayrıca ağaç görmeli, gecenin bir vaktinde Emirgan Korusu’na inmeli, bira içmeli, çekirdek çitlemeliydi.
“Sen de susmaya mı geliyorsun evladım. Zaten yeterince susuyoruz. Şu televizyon olmasa evde ses çıkmaz. “Artık hep oturuyor mu?”
“Tuvaleti gelince ya da terasa çıkmak isteyince biz kaldınıyoruz. Oyun oynayan çocuklara bakıyor.”
“Koruya inmek istemiyor mu?”
“Geçen doktor dönüşü götüreyim dedim. Ayaklarını yere sürttü, izin vermedi.”
Tekerlekli sandalyenin ayak koyma yerlerine baktım. Aylin’in iki küçük ayağı da içe dönüktü.
“Son gelişimde istediğini söylemiştin.’
“Arayı bu kadar açma, gel neler olup bitiyor biraz kendi gözlerinle gör.”
“Gelmek istiyorum da biliyorsun Gülbahar Teyze.”
“Merak etme, Ekrem de biliyor geldiğini. Hem çiçekleri senin getirdiğini bile biliyor. O da bu saatten sonra sizi kıskanacak değil ya.”
“Söz konusu yalnızca onun kıskanması değil ki.”
“Sen gel ne olursun. O da bir evladım, sen öylesin zaten.” Birazdan işim olduğunu söyler, müsaade ister, bu kez yemeğe kalmam, diye düşündüm.
“Yok mu hâlâ çocuk düşünceniz?”
“Var ama yakın bir zaman için değil.”
“Daha neyi bekliyorsunuz? Ömrünüzün yarısına geldiniz siz de.”
“Düzeni tam oturtamadık. Ev değiştir, iş değiştir derken zaman geçiyor.”
“Geçer tabii.”
Televizyonun üstündeki dantel örtüye baktım. Gülbahar Teyze’nin el emeği. Aynısından Aylin’in çeyizi için de örmüştü. Gülbahar Teyze’nin evimize ilk ziyaretinin öncesinde Aylin, “Annemin gönlünü hoş tutalım,” demiş, televizyonun üstüne sermişti.
“Sizi baş başa bırakayım. Benim mutfakta biraz işim var.” “Yemek için zahmet etme Gülbahar Teyze. Beni mazur gör.”
“Aa, olur mu. Kırk yılda bir geliyorsun, hemen kaçmanın yollarını arıyorsun. Hadi sen konuşturmaya çalış. Albüm her zamanki yerinde. Bakarsın sonunda dile gelir. Hem yemek hazır sayılır.”
Elimden bardağı aldı, mutfağa gitti.
Aylin’in beni fark etmesi için önünde diz çöktüm. Başını kaldırmadı. Odada dolaştım.
Televizyonun arkasında duvar saati, yağlı boyanın rengiyle aynı. Koridora açılan kapının duvarında Gülbahar Teyze’yle genç yaşta ölmüş eşinin fotoğrafı. Dikkatli bakıldığında düğün günü olduğu anlaşılıyor. Yanlarında Aylin’in çocukluğu, omzunda babasının eli. Onların etrafında çok eski yüzler. Herkes birbirine benziyor, her şey hep ölümü hatırlatıyor.
Aylin’in yanında, berjere oturdum. Aramızda, pencereye yakın yerde üstünde telefon bulunan fiskos masası. Eğildim, örtünün altından albümü çıkardım. Dizlerimin üstüne açtım.
İlk fotoğrafta Aylin kayalıklarda gülümsüyor. Arkasındaki denizin hayatını bambaşka bir şeye dönüştüreceğinden habersiz. Bu fotoğrafın o talihsiz günü hatırlatmasına rağmen özenle saklanmasına, hatta ilk sayfada olmasına şaşırıyorum. Bunu Gülbahar Teyze’ye bir keresinde söylemiştim. “Aylin çok hoş gülümsüyor, bu onun en güzel fotoğrafi,” demiş Ekrem.
Aylin’e kendisini göstermek istedim. “Aylin. Bak, ne hoş gülümsemişsin değil mi?” Duymuyor gibi. Sıradakine geçtim.
Aylin’le Ekrem’in tatil fotoğrafı. Yedi yıl önce, kış. Sibel’le birbirimize içimizi açtığımız kış. Nikâh fotoğraflarında aralarına Gülbahar Teyze ekleniyor. Hepsindeki ayrıntıları ezbere biliyorum. Özellikle sonlara doğru olanların, Aylin’in Ekrem❜le tanışmasından öncekilerin.
Çocukluğa doğru sıralanmış fotoğrafların arasında benim, Sibel’in ve Aylin’in ortak fotoğrafı var. Aylin’in doğum günü. Şirkette göreve başlamasının üçüncü yılı aynı zamanda. Ben bankada işe yeni başlamışım. Yüzümde onun ayrı mutluluğu. Sibel turne için yollara çıkacak. Üstünde Hedda Gabler’i oynayacak olmanın ağırlığı. Fotoğrafı Gülbahar Teyze çekmişti. “Gülümseyin,” dedikten sonra. Gözlerimiz patlayan ışıkla kırmızılaşmış. Aylin fotoğrafı eline aldığı o ilk gün, “Hepimiz vampir gibiyiz,” demişti.
Artık hiçbir fotoğrafı göstermek istemediğimi fark ettim. Aylin’le Sibel’in oyunculuk okudukları yıllara gelmeden albümü yerine bıraktım, ellerimi dizlerime koydum. Aylin başını kaldırdı. Ellerime baktı, başını öne eğdi.
“Terasa çıkalım mı?”
Yanıt mutfaktan geldi. “İyi olur.”
Aylin’i iterken durdum. Onların gerçekten beyaz olup olmadığını anlamak istedim. İki tel beyazı ayırt edebildim. Canını yakmamaya çalışarak ikisini de kopardım. Cüzdanımı açtım, fermuarlı göze yerleştirdim.
Teras çiçeklerle, mandalina ağaçlarıyla kaplı. Ayrı bir canlılığı, sıcaklığı var. Herkesin evde en sevdiği bölümdü burası.
Rakı içtiğimiz akşamları hatırladım. Aylin biraz kaçırınca başını öne eğer, susardı.
Ona çocukları göstermek istedim. Dağılmışlardı. Gülbahar Teyze geldi.
Kenardaki masayı birlikte ortaya taşıdık. Kapalı kanatlarını açtık.
“Sen dur, ben hazırlarım Gülbahar Teyze.
“Olur mu hiç?”
“Eskiden hazırlardım.”
Yüzüme baktı.
“Olmaz evladım. Ben ne güne duruyorum.”
Masayı el çabukluğuyla hazırladı. Aylin’in yanında, sandalyeye oturdu. Ben karşılarına geçtim.
Aylin’e yedirmeye çalıştı. Parçalanmış ekmekler Aylin’in yana kaymış ağzından yere döküldü. Yedirmekten vazgeçti. “Çocukken de aynıydı. İnadı hiç değişmedi.”
Gözümün önüne Aylin’in çocukluk fotoğrafları geldi. Yemeklerimizi sessizce kaşıkladık.
“Hızlı ye evladım. Ekrem gelir de yemeden gidersen üzülürüm.”
“Ne zaman gelecek?” “Hâlâ belli olmuyor.” “Ben birazdan kalkarım.”
“Tatlı yemeden olmaz.”
Yemeklerimizi yemeye devam ettik.
“İyi adammış Ekrem. Büyüklük etti, Aylin için gelip burada bizimle yaşadı. Demek gerçekten sevmiş.”
Kaşığı bıraktım.
“Bakma öyle. Aylin’in seni bırakıp Ekrem’e gitmesini unutmadım. İkisini de hiç affetmedim.”
“Zaten affedilecek bir şey değil Gülbahar Teyze. Artık
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıYerini Yadırgayanlar
- Sayfa Sayısı132
- YazarCihan Çakan
- ISBN9786256469105
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviNotos Kitap / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çay Güzeli ~ İsmail Saymaz
Çay Güzeli
İsmail Saymaz
Zeliha, hesapta son bohça çayı toplayacak, çay makaslarını yanına alacak, annesinin ardı sıra alım yerine gelecekti. Genç kız alelacele sıktığı bohçayı annesinin sırtına yüklerken...
- Yer – Su Hikayeleri / Sibirya, Deşt-i Kıpçak ve Türkistan ~ Emrah Ece
Yer – Su Hikayeleri / Sibirya, Deşt-i Kıpçak ve Türkistan
Emrah Ece
Bozkırda, çölde, yüce dağlarda, taygada, göllerde veya kutsal ormanlarda… Tüm hikâyeler hayat içindir, hayatla ilgilidir ve hayattan gelir. Görünmez kanatlı tulpar atların sırtında Türkistan’ın...
- Kıymetli Şeylerin Tanzimi ~ Sezen Ünlüönen
Kıymetli Şeylerin Tanzimi
Sezen Ünlüönen
Dilin kalbin inanmadığı laflar etmesi ne kolay. Elbette aşkım, ben de seni, sonsuza kadar. Onlar da bir zamanlar gerçekti (daha geçen hafta gerçekti, daha...