Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yeniçerilerin Kahiresi
Yeniçerilerin Kahiresi

Yeniçerilerin Kahiresi

Andre Raymond

Osmanlı medeniyet dairesine 16. yüzyılda giren Kahire merkezli Memluk kültürü, çok özel bir toplumsal ilişkiler alanı meydana getirmiştir. Türk, Arap, Çerkes karışımı etnik yapısı,…

Osmanlı medeniyet dairesine 16. yüzyılda giren Kahire merkezli Memluk kültürü, çok özel bir toplumsal ilişkiler alanı meydana getirmiştir. Türk, Arap, Çerkes karışımı etnik yapısı, köklü aile geleneklerine dayalı yönetim anlayışıyla bu toplumsal kültür alanı, yeniçeriler, eyalet valileri, kahve tüccarları ve Memluk emirleri arasındaki iktidar oyununun çarpıcı görüntüleriyle doludur. Andre Raymond, Yeniçerilerin Kahiresi’nde Osmanlı-Mısır ilişkilerini toplumsal kültür boyutunu ön plana çıkartarak inceliyor. Kahire’yi baştan aşağı imar eden sıradışı bir yeniçeriyi, Abdurrahman Kethüda’yı odak alan bu araştırma, siyasetten şehir estetiğine, gündelik hayattan mimariye uzanan zengin bir kültür yelpazesinin bütün renklerini yansıtmakta.

*

İÇİNDEKİLER
SU­NUŞ • 7
MI­SIR’DA OS­MAN­LI SAT­RAN­CI
(Ek­rem IŞIN)
BAŞ­LAR­KEN • 17
MI­SIR’IN Sİ­YA­SAL ÖR­GÜT­LEN­ME­Sİ • 19
Ye­ni Ku­rum­lar • 21
İk­ti­da­rın Ev­ri­mi • 29
Yö­ne­ti­ci Sı­nı­fın Dö­nü­şü­mü • 40
AB­DUR­RAH­MAN KET­HÜ­DA’NIN MES­LEK YA­ŞA­MI • 47
(Yak­la­şık 1714-1776)
Baş­lan­gıç Güç­lük­ler­le Do­luy­du • 50
Baş­ka­sı­nın Göl­ge­sin­de Sür­dü­rü­len Bir Mes­lek Ya­şa­mı • 52
Uzak Bir Hü­küm­dar­lık • 57
Son Sür­gün • 62
“O YIL­LAR­DA MI­SIR’IN GÜ­ZEL­Lİ­⁄İ GÖZ KA­MAŞ­TI­RIR­DI” • 67
Bol­lu­ğun Te­mel­le­ri • 68
Bü­yük İk­ti­sa­di Et­kin­lik­ler • 73
Bü­yük Kah­ve Tüc­car­la­rı • 78
Bü­yük Tüc­car­lar ve Yö­ne­ti­ci Ta­ba­ka • 82
Ye­ni­çe­ri­ler ve Bü­yük Ti­ca­ret • 87
KA­Hİ­RE’NİN BÜ­YÜ­ME­Sİ • 93
Mem­lûk­lar Dö­ne­min­de Ken­tin Du­ru­mu • 93
Os­man­lı Ege­men­li­ği Dö­ne­min­de Kent­le­rin Ge­li­şi­mi • 96
Gü­ney Yö­nün­de­ki Bü­yü­me •97
Ba­tı Böl­ge­sin­de Nü­fus Yo­ğun­laş­ma­sı • 102
Ka­hi­re’nin Ye­ni Yü­zü • 118
AB­DUR­RAH­MAN KET­HÜ­DA DÖ­NE­MİN­DE
KA­Hİ­RE Mİ­MAR­LI­⁄I • 125
Os­man­lı Dö­ne­min­de Mi­mar­lık • 126
Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’nın İn­şa Et­tir­di­ği Ya­pı­lar • 130
Öz­gün Bir Be­ze­me Üs­lu­bu • 139
Ye­ni Bir Çeş­me Ti­pi • 151
BİR DÖ­NEM SON BU­LUR­KEN • 157
YA­PI­LAR LİS­TE­Sİ • 161
KAY­NAK­ÇA • 165
Dİ­ZİN • 167

SUNUŞ

MISIR’DA OSMANLI SATRANCI

Ekrem Işın

Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu’nun İran’dan Mag­rib’e ka­dar gü­ney sı­nı­rı­nı ku­şa­tan Arap eya­let­le­riy­le iliş­ki­si, ta­rih bo­yun­ca Or­ta­do­ğu ve Ak­de­niz’de oy­nan­mış belki de en kar­ma­şık si­ya­set sat­ran­cı­nın çar­pı­cı bir ör­ne­ği­dir. Mem­lûk ve Os­man­lı dev­let ge­le­nek­le­ri ara­sın­da, yak­la­şık 400 yıl de­vam eden bu son de­re­ce in­ce dü­şü­nül­müş za­rif ham­le­ler se­ri­si, ilk ba­kış­ta ye­te­rin­ce far­ke­dil­me­yen, ama mercek al­tı­na alın­dı­ğın­da de­tay­la­rı göz ka­maş­tı­ran bir yö­ne­tim kur­gu­su ta­ra­fın­dan şe­kil­len­di­ril­miş­tir. Bu kur­gu­nun te­mel man­tı­ğı­nı kav­ra­ya­bil­mek için, yal­nız­ca si­ya­se­tin sürp­riz­ler­le do­lu pus­lu la­bi­rent­le­rin­de de­ğil, sos­yo-kül­tü­rel coğ­raf­yanın bü­yük öl­çek­li ha­ri­ta­la­rı üze­rin­de de do­laş­mak ge­re­kir.

Arap kül­tür sa­ha­sı, 16. yüz­yı­la ya­yı­lan bir di­zi siyasi dal­ga­lan­ma so­nu­cu, âde­ta kü­çük­ten bü­yü­ğe doğ­ru ge­niş­le­yen hal­ka­lar ha­lin­de Os­man­lı’nın çe­kim ala­nı­na gir­miş­tir. Bu hal­ka­lar­dan bel­ki de kap­sam iti­ba­riy­le en önem­li­si­ni, 1517’de İs­tan­bul’un yö­rün­ge­si­ne otu­ran Ka­hi­re mer­kez­li kla­sik Mem­lûk kül­tü­rü tem­sil eder. Bün­ye­sin­de Fa­tı­mî ve Ey­yu­bî ge­le­nek­le­ri­ni ba­rın­dı­ran bu kül­tü­rün İs­lâm şem­si­ye­si al­tın­da­ki Do­ğu Ak­de­niz hav­za­sı­na vur­du­ğu dam­ga, şe­hir haya­tın­dan mi­ma­ri­ye, top­lum­sal tö­re­ler­den ai­le bağ­la­rıy­la güç­len­di­ril­miş ha­ne­dan yö­ne­tim­le­ri­ne ka­dar zen­gin bir mi­ra­sın ya­şan­mış ifa­de­si­dir. Os­man­lı’nın Mısır’da oy­na­dı­ğı si­ya­set sat­ran­cı, iş­te bu ala­bil­di­ği­ne uf­ku ge­niş, ama o öl­çü­de tekin ol­ma­yan kar­ma­şık ha­yat ze­mi­ni üze­rin­de ön­ce gü­ven­li bir ha­re­ket sa­ha­sı açmak, ar­dın­dan da ken­di kül­tü­rel dün­ya­sı­nı in­şa et­mek su­re­tiy­le ger­çek­leş­miş­tir.

Os­man­lı’nın Mem­lûk hâkimiyeti­ne kar­şı yap­tı­ğı ilk ham­le, siyasi coğ­rafya­nın 1250’den be­ri Or­ta­do­ğu’da ke­mik­leş­ti­ği sa­nı­lan ko­or­di­nat­la­rı­nı ye­ni­den dü­zen­le­me­yi amaç­lar. Bu ye­ni dü­zen­le­me­ye gö­re ön­ce Ka­hi­re’ye gi­den yol üzerin­de­ki Ha­lep ve Şam, kı­sa bir sü­re son­ra da Nab­lus, Ku­düs ve Gaz­ze, baş­lı­ca ki­lo­met­retaş­la­rı ola­rak İs­tan­bul’un Arap ya­rı­ma­da­sı­na doğ­ru ge­niş­le­yen nü­fuz ha­ri­ta­sın­da yer­le­ri­ni alır­lar. İkin­ci ham­le, 1517’de Ka­hi­re’nin doğ­ru­dan İs­tanbul’a bağ­lı bir eya­let mer­ke­zi­ne dö­nüş­tü­rül­me­siy­le so­nuç­la­nır. Şeh­su­va­roğ­lu Ali Bey’in Bâb Zu­vey­le’de idam et­tir­di­ği son Mem­lûk hü­küm­da­rı Tu­man­bay’ın ce­sedi ise, İs­tan­bul’un Ka­hi­re üze­rin­de­ki hâkimiyeti­ni âde­ta onay­lar­ca­sı­na gün­ler­ce sa­lı­nıp du­rur. Şüp­he­siz ki bu hâkimiyet tes­ci­li tra­jik­tir; ama ge­le­nek­sel si­ya­se­tin ha­fı­za­sı, 1472’de ge­ne ay­nı yer­de Sul­tan Ka­yıt­bay ta­ra­fın­dan as­tı­rı­lan Şeh­su­var Ali Bey’in ha­tı­ra­sı­nı unut­ma­mış­tır. Oğul, ba­ba­sı­nın in­ti­ka­mı­nı böy­le­ce alır ve Os­man­lı-Mı­sır iliş­ki­le­ri­nin bi­rin­ci per­de­si, siyasi he­sap­laş­ma­nın ge­le­cek ku­şakla­ra bı­ra­ka­ca­ğı kan­lı mi­ras­la açı­lır.

Mı­sır eya­let yö­ne­ti­min­de Os­man­lı’nın ti­tiz­lik­le uy­gu­la­ma­ya ça­lış­tı­ğı te­mel dev­let fel­se­fe­si, merkezi ik­ti­da­rı teh­dit ede­bi­le­cek ye­rel güç odak­la­rı­nı sis­tem dışın­da tut­mak; eğer bun­da ba­şa­rı­lı olu­na­mı­yor­sa, Mem­lûk kö­ken­li ai­le­ler ara­sında­ki nü­fuz den­ge­si­ni İs­tan­bul le­hi­ne çe­vi­re­bi­le­cek ye­ni güç odak­la­rı­nı des­tekle­mek şek­lin­de ken­di­si­ni gös­ter­miş­tir. Çok ay­rın­tı­lı dü­şün­me­yi ve bu­na pa­ra­lel ola­rak siyasi tec­rü­be­yi ge­rek­ti­ren bu has­sas stra­te­ji­nin, Os­man­lı sat­ran­cı­nı za­rif var­yas­yon­lar­la ge­li­şen bir man­tık oyu­nu­na çe­vir­di­ği açık­tır. Ni­te­kim bu oyun­da Os­man­lı’yı tem­sil eden üç te­mel fi­gür, ta­rih sah­ne­si­ne çık­tık­la­rı an­dan iti­ba­ren ken­di ek­sen­le­ri et­ra­fın­da in­şa ede­cek­le­ri nü­fuz hâ­le­siy­le Mı­sır’ın ka­de­ri­ni el­lerin­de tu­ta­cak­lar­dır. Bun­lar sı­ra­sıy­la eya­let va­li­si, ka­dı ve ye­ni­çe­ri ket­hü­da­sı­dır.

And­ré Ray­mond, 1995’te ya­yım­la­nan Ye­ni­çe­ri­le­rin Ka­hi­re­si baş­lık­lı ese­rinde, Mı­sır ta­ri­hi­nin bel­ki de bu­gü­ne ka­dar en az in­ce­len­miş ke­sit­le­rin­den Os­man­lı dö­ne­mi­ni ele alır­ken, bu üç te­mel fi­gür et­ra­fın­da olu­şan çok bi­lin­me­yen­li si­ya­set denk­le­mi­ni, yas­lan­dı­ğı kül­tü­rel bo­yut­la­rı gö­zar­dı et­me­den çöz­me­ye ça­lış­mıştır. Var­dı­ğı so­nuç, ta­ri­he yal­nız­ca tra­je­di­le­ri kay­de­den yaş­lı bir ha­fı­za gö­züy­le ba­kan­lar ya da ci­na­yet, su­ikast ve sür­gün­ler üze­ri­ne ör­tül­müş si­ya­set per­de­si al­tın­da­ki ga­lip­ler ile mağ­lup­la­rı bo­şu­bo­şu­na ara­yan­lar adı­na ger­çek­ten dü­şündü­rü­cü­dür. Çün­kü Os­man­lı’nın Mı­sır yö­ne­ti­min­de ne ik­ti­dar adı­na söz sa­hi­bi olan va­li­ler, ka­dı­lar ve ye­ni­çe­ri­ler mut­lak ga­lip­le­ri tem­sil et­miş­ler, ne de Mem­lûk bey­le­ri maz­lum mağ­lup­la­rın sa­fın­da yer ala­bil­miş­ler­dir. Öy­le ki, si­ya­set sat­rancı­nın in­ce do­kun­muş ger­ge­fi, bu tür ka­ba tas­nif­le­re im­kân ver­me­ye­cek ka­dar şa­şır­tı­cı ve renk­li olay­la­rın de­sen­le­riy­le örü­lü­dür. Bir de­fa Os­man­lı yö­ne­ti­mi, Mı­sır’a ata­dı­ğı va­li­nin böl­ge­de ge­re­ğin­den faz­la nü­fuz ka­zan­ma­sı­nı ken­di ik­tida­rı için teh­li­ke­li gör­mek­te, do­ğa­bi­le­cek her tür­lü teh­di­di ön­le­mek ama­cıy­la bu de­fa resmi me­mu­ru­na kar­şı Mem­lûk bey­le­ri­nin güç­len­me­si­ne göz yum­mak­ta­dır. Ay­nı şe­kil­de bey­le­re kar­şı ye­ni­çe­ri­le­ri, ye­ni­çe­ri­le­re kar­şı va­li­le­ri ve va­li­le­re kar­şı da bey­le­ri bir den­ge un­su­ru ola­rak kul­lan­ma ay­rı­ca­lı­ğı­na sa­hip bu­lu­nan mer­ke­zi oto­ri­te, ik­ti­dar hır­sıy­la ya­nıp tu­tu­şan kul­la­rı­na, dün­ya ni­met­le­ri­ni fa­sit bir da­ire için­de tü­ket­me zev­ki­ni de çok gör­me­miş­tir. İş­te Os­man­lı’nın Mı­sır’da kur­gu­la­dı­ğı sat­ran­cın yüz­yıl­lar­ca ke­sin­ti­siz de­va­mı­nı sağ­la­yan, bu zevk­tir. Aca­ba bu dün­yevi haz­zın in­san ru­hu­na ver­di­ği tat­min duy­gu­su­nu ye­ter­li bul­ma­yıp ken­di­le­ri­ne ye­ni ufuk­lar ve im­kân­lar ya­rat­ma­yı de­ne­yen­ler hiç çık­ma­dı mı? Baş­ka bir de­yişle, oyu­nun sı­kı­cı­lı­ğı­nı far­ke­dip sat­ranç tah­ta­sın­dan kal­kan­lar kim­ler­di? And­ré Ray­mond bi­ze yal­nız­ca bir tek isim ve­ri­yor: Kaz­dağ­lı Ab­dur­rah­man Ket­hü­da.

Bu is­me Os­man­lı ta­rih­le­rin­de pek rast­lan­maz. Çün­kü ar­ka plan­da kal­ma­yı ken­di adı­na bir ka­der te­lâk­ki et­miş­tir. Ta­rih­çi­ler ise onu hiç önem­se­me­miş­lerdir; bu­nun ne­de­ni, elin­de­ki ik­ti­dar im­kân­la­rıy­la oran­tı­lı bir bü­yük siyasi ent­ri­ka ya­rat­ma­da­ki be­ce­rik­siz­li­ği­dir. Bu yüz­den şah­si­yet yok­su­lu ola­rak suç­lan­mış ve ta­ri­hin göl­ge­sin­de kal­ma­sı ne­re­dey­se ter­cih edil­miş­tir. Fa­kat bu­gün onun gölge­si, bü­tün Mı­sır’ın üze­ri­ne düş­müş­tür. Çün­kü Ab­dur­rah­man Ket­hü­da, bu del­ta me­de­ni­ye­ti­nin kal­bi olan Mem­lûk­la­rın Ka­hi­re­si’ni Os­man­lı­la­rın Ka­hi­re­si ya­pan sı­ra­dı­şı ki­şi­dir.

Ye­ni­çe­ri­le­rin Ka­hi­re­si, Ab­dur­rah­man Ket­hü­da et­ra­fın­da örül­müş ve bel­ki de yal­nız­ca onun için ya­zıl­mış ka­la­ba­lık kad­ro­lu bir sos­yal ta­rih araş­tır­ma­sı­dır. Bu yö­ne­ti­ci ka­la­ba­lı­ğı için­de ön­ce eya­let va­li­le­ri gö­ze çar­par. Al­tın çağ­la­rı­nı Mı­sır’ın fet­hin­den 17. yüz­yı­la ka­dar ya­şa­mış­lar, da­ha son­ra Mem­lûk bey­le­ri ve ye­niçe­ri­le­rin güç­len­me­siy­le si­lik bi­rer tarihi fi­gür ola­rak ar­ka pla­na itil­miş­ler­dir. Bu yük­se­liş dö­ne­mi­nin eya­let va­li­si, üç tuğ­lu ve­zir­ler ara­sın­dan se­çi­len ve mes­le­ki ka­ri­ye­ri­nin son ba­sa­ma­ğı sad­ra­zam­lık ma­ka­mı olan ti­pik bir Os­man­lı pa­şa­sı idi. İm­pa­ra­tor­lu­ğun güç­lü bir ör­güt­len­me­ye ve ser­vet bi­ri­ki­mi­ne sa­hip bu­lundu­ğu söz ko­nu­su dö­nem­de, pa­şa­la­rın eya­let­ler­de­ki ik­ti­dar­la­rı, hiç şüp­he yok ki mev­cut re­fah or­ta­mın­dan aza­mi pay alan güç­lü bi­rer hâkimiyet sem­bo­lü ola­rak be­lir­miş­ti. As­lı­na ba­kı­lır­sa İs­tan­bul, bu sem­bo­lün eya­let­ler­de ka­zan­dı­ğı güç­le doğ­ru oran­tı­lı bir gü­ven duy­gu­su­na hiç­bir za­man sa­hip ola­ma­dı; hat­ta bu gücün kay­na­ğın­da ken­di­si­ne kar­şı yö­ne­le­bi­le­cek bir teh­di­din mev­cu­di­ye­ti­ne olan sar­sıl­maz inanç­la ya­şa­dı. Os­man­lı’nın Mı­sır’da oy­na­dı­ğı si­ya­set sat­ran­cı­nın, bel­ki de iz­le­yen­le­ri en çok şa­şır­tan ham­le­le­ri iş­te bu kuş­ku­nun ürü­nü­dür. Ni­tekim baş­ta Mı­sır ol­mak üze­re di­ğer Arap ül­ke­le­rin­de ku­ru­lan eya­let di­van­la­rı, bir öl­çü­de pa­şa­la­rın nü­fu­zu­nu kır­mak için ka­dı ve ye­ni­çe­ri­le­rin de or­tak edil­dik­le­ri is­ti­şâ­re mec­lis­le­ri şek­lin­de dü­zen­len­miş­ler; ama iş­le­yiş iti­ba­riy­le Âl-i Os­man’ın kuş­ku­la­rı­nı da­ğı­tı­cı bir si­ya­set prog­ra­mı­nın da ic­ra­cı­sı ol­muş­lar­dır.

Bu kuş­ku ye­te­rin­ce or­ta­dan kal­dı­rı­la­bil­di mi? Eğer Os­man­lı yö­ne­ti­mi­nin yerel Mem­lûk bey­le­ri­ni ken­di eya­let va­li­le­ri­ne kar­şı güç­len­dir­me­yi amaç­la­yan bir den­ge po­li­ti­ka­sı bu­lun­ma­say­dı, bu so­ru­ya olum­lu ce­vap ver­mek müm­kün­dü. An­cak merkezi ik­ti­dar, şa­şır­tı­cı bir ham­ley­le oyu­nun âde­ta sey­ri­ni de­ğiş­tir­miş, ken­di ve­zi­ri­ni fe­da et­mek ba­ha­sı­na kar­şı ta­ra­fın siyasi fi­gür­le­ri­ne sat­ranç üze­rinde ge­niş bir ha­re­ket sa­ha­sı ta­nı­mış­tır. Bu­nun an­la­mı, kök­le­ri Mem­lûk yö­ne­tim ge­le­ne­ğin­de bu­lu­nan ai­le ya­pı­sı­na da­ya­lı ye­rel güç odak­la­rı­nın biz­zat İs­tan­bul ta­ra­fın­dan des­tek­len­me­si­dir. So­nu­cu ön­ce­den az­çok kes­ti­ri­le­bi­le­cek bu teh­li­ke­li ham­le­nin, 17. yüz­yıl­dan iti­ba­ren Mı­sır’da Mem­lûk bey­le­ri­nin nü­fuz ka­zan­ması­na yol aç­ma­sı ise, bu açı­dan hiç de şa­şır­tı­cı de­ğil­dir. Ni­te­kim ço­ğun­lu­ğu­nu Çer­kes kö­ken­li bey­le­rin mey­da­na ge­tir­di­ği Mem­lûk aris­tok­ra­si­si­nin Os­man­lı hane­da­nı kar­şı­sın­da­ki yük­se­li­şi bu dö­nem­de baş­la­mış; ör­ne­ğin bir Rıd­van Bey’in sa­hip ol­du­ğu siyasi nü­fuz, eya­let va­li­si­ni göl­ge­de bı­ra­ka­cak dü­ze­ye ulaş­mış­tır.

Si­ya­set sah­ne­sin­de yıl­dı­zı par­la­yan­lar, yal­nız­ca Mem­lûk bey­le­ri de­ğil­dir. Daha 16. yüz­yıl so­nun­da pa­ra­nın de­ğer kay­bet­me­ye baş­la­ma­sı, ye­ni­çe­ri ocak­la­rı­na kış­la dı­şın­da ye­ni bir ha­ya­tın ka­pı­la­rı­nı aç­mış ve on­la­rı si­ya­set sah­ne­si­ne ta­şıya­cak im­kân­la­rı ya­rat­mış­tır. Mı­sır’ın en dik­ka­te de­ğer ge­lir kay­na­ğı olan kah­ve ti­ca­re­ti, böy­le­ce ye­ni­çe­ri­le­rin eli­ne ge­çer. Hem as­ker hem de tüc­car kim­li­ği­ne sa­hip bu­lu­nan bu ye­ni züm­re, çok geç­me­den Mem­lûk bey­le­riy­le it­ti­fak kur­mak­ta ge­cik­mez. Da­ha­sı Os­man­lı yö­ne­ti­mi­ni de­rin­den sar­san bu şa­şır­tı­cı it­ti­fak, ye­niçe­ri ocak­la­rı­nın bün­ye­sin­de­ki ge­le­nek­sel Türk un­su­ru­nun ye­ri­ne, hız­la Çer­kes kö­ken­li Mem­lûk­la­rın alın­ma­sıy­la ye­ni bir bo­yut ka­za­nır. 18. yüz­yıl Mı­sır yö­neti­mi­ne va­li­ler­den da­ha çok ağır­lık­la­rı­nı ko­yan Ha­san, Os­man ve İb­ra­him ket­hüda­lar, iş­te bu ye­ni olu­şan Mem­lûk-ye­ni­çe­ri ka­rı­şı­mı züm­re için­de ye­tiş­miş­ler­dir.

And­ré Ray­mond, 18. yüz­yıl­da Ka­hi­re’nin ge­çir­di­ği sos­yo-kül­tü­rel dö­nü­şü­mü in­ce­ler­ken, şe­hir ha­ya­tı­na ağır­lı­ğı­nı ko­yan bu ye­ni züm­re men­sup­la­rı­na özel­lik­le dik­kat çe­ker ve ara­la­rın­da en il­ginç şah­si­yet olan Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’yı ön pla­na çı­kar­tır. Siyasi açı­dan pek de par­lak bir ka­ri­ye­re sa­hip bu­lun­ma­yan böy­le bir yö­ne­ti­ci­yi, top­lum­sal dö­nü­şü­mün di­na­mik­le­rin­den bi­ri­si ola­rak ele al­mak acaba ne öl­çü­de tu­tar­lı bir se­çim­dir? Hiç şüp­he yok ki Ray­mond, bu se­çi­mi ya­par­ken Mem­lûk kül­tü­rü­nün ken­di ha­yat tar­zı­nı ve es­te­ti­ği­ni yan­sı­tan Or­ta­do­ğu’nun bel­li baş­lı şe­hir­le­riy­le bir­lik­te Os­man­lı coğ­raf­ya­sı­na ka­tıl­dı­ğı ger­çe­ği­ni göz­den uzak tut­ma­mış ve Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’yı şe­hir öl­çe­ğin­de mey­da­na ge­len kök­lü deği­şi­min ti­pik bir tem­sil­ci­si şek­lin­de de­ğer­len­dir­miş­tir. Do­la­yı­sıy­la Ka­hi­re ör­ne­ğin den ha­re­ket­le Mı­sır’da­ki Os­man­lı yö­ne­ti­mi­nin bü­yük bir ih­ti­ras­la dal­dı­ğı si­ya­set la­bi­ren­ti­ni ay­dın­lat­mak, şüp­he­siz kül­tü­rel bo­yu­tu ih­mal edil­me­miş bir top­lum­sal dö­nü­şüm araş­tır­ma­sı için en uy­gun me­tot­tur. Bu açı­dan Ab­dur­rah­man Ket­hü­da, hem men­su­bu bu­lun­du­ğu Kaz­dağ­lı ai­le­si­nin Mem­lûk ge­le­nek­le­riy­le bes­len­di­ği nü­fuz kay­na­ğı­nı, hem de bu nü­fu­zun Ka­hi­re’ye bir kül­tü­rel prog­ram çer­çe­ve­sinde ka­zan­dır­dı­ğı ye­ni çeh­re­yi tem­sil et­me­si ba­kı­mın­dan isa­bet­li bir se­çim­dir.

Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’nın men­su­bu bu­lun­du­ğu Kaz­dağ­lı ai­le­si Ana­do­lu kö­ken­li­dir. Bu ai­le 17. yüz­yıl so­nu­na doğ­ru asa­yi­şi sağ­la­mak ama­cıy­la Mı­sır’a gön­de­ri­len ye­ni­çe­ri­ler ara­sın­da­ki Mus­ta­fa ad­lı bir ka­pı­ku­lu ta­ra­fın­dan ku­rulmuş­tur. Ne var ki ya­şa­nan dö­ne­min top­lum­sal ve siyasi şart­la­rı, Kaz­dağ­lı ai­lesi­ni merkezi oto­ri­te­nin de­ne­ti­mi dı­şı­na çı­kar­ta­rak di­ğer Mem­lûk kö­ken­li ai­le­ler­le bir­lik­te ki­mi za­man it­ti­fak ku­ra­rak ki­mi za­man da kı­ya­sı­ya ça­tı­şa­rak sür­dü­rü­len bir ik­ti­dar mü­ca­de­le­si­nin gir­da­bı­na sü­rük­le­miş­tir. Mü­ca­de­le­nin maddi kay­na­ğı, ar­tık es­naf­laş­mış bir züm­re olan ye­ni­çe­ri­le­rin bü­yük öl­çü­de gir­dik­le­ri kah­ve tica­re­ti­ne ve köy­ler­den top­la­nan ver­gi ge­lir­le­ri­ne da­yan­mak­ta­dır. Bu mu­az­zam ge­li­rin an­cak sem­bo­lik de­ne­bi­le­cek miktarı ya­sal sa­hi­bi­ne, ya­ni İs­tan­bul’a gönde­ri­lir­ken, Mı­sır’da el ko­nu­lan asıl ser­vet Kaz­dağ­lı­la­rın ha­zi­ne­si­ne gir­mek­te­dir. Bu­nun an­la­mı, ai­le­nin ik­ti­da­rı­nı per­çin­le­ye­cek ye­ni­çe­ri­ler­den top­lan­mış da­ha faz­la si­lah­lı güç, siyasi ent­ri­ka­la­ra har­ca­na­cak da­ha faz­la kay­nak de­mek­tir. 18. yüz­yıl­da Kaz­dağ­lı­la­rın yö­ne­ti­min­de söz sa­hi­bi olan Ha­san Ket­hü­da ile İb­ra­him Ket­hü­da, el­le­rin­de­ki bu ser­ve­ti siyasi hırs­la­rı­nın em­ri­ne ver­mek­te hiç te­red­düt gös­ter­mez­ler. Top­lum­sal etik, ar­tık pa­ra­nın kö­le­si­dir.

Ka­hi­re’nin ge­le­nek­sel Mem­lûk şeh­ri ka­rak­te­rin­den sıy­rı­la­rak Os­man­lı es­teti­ği­ne bü­rün­me­sin­de bu ser­vet bi­ri­ki­mi­nin bü­yük ro­lü ol­muş­tur. Ama işin ga­ri­bi bu ser­ve­tin, Os­man­lı hâkimiyeti­ne kar­şı teş­ki­lât­lan­mış bir züm­re­nin elin­de bulun­ma­sı­dır. Bir baş­ka de­yiş­le Os­man­lı sat­ran­cın­da siyasi ham­le­le­ri za­yıf­la­yan merkezi oto­ri­te kül­tü­rel sa­ha­da güç­len­mek­te ve bu­nun tam ter­si yön­de kül­tür ala­nı­nı aşa­ma­lı ola­rak ter­ke­den Mem­lûk ge­le­ne­ği ise siyasi açı­dan kuv­vet­lenmek­te­dir. Mev­cut den­ge­yi ter­si­ne çe­vi­ren ve ha­sım­lar ara­sın­da­ki rol­le­ri ken­di ter­ci­hi doğ­rul­tu­sun­da da­ğı­tan, Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’dan baş­ka­sı de­ğil­dir. Kaz­dağ­lı­la­rın bu il­ginç yö­ne­ti­ci­si ye­ni­çe­ri oca­ğın­dan ye­tiş­miş­tir. Al­dı­ğı kül­tür, Mı­sır’ın üst ta­ba­ka­sı­na dam­ga­sı­nı vu­ran Türk, Arap ve Çer­kes ge­lenek­le­ri­nin Os­man­lı po­ta­sın­da eri­miş sen­te­zi­dir. Yö­ne­ti­ci­lik ha­ya­tı­nın bü­yük bir kıs­mı­nı Kaz­dağ­lı İb­ra­him Ket­hü­da’nın göl­ge­sin­de ge­çir­me­si, şahsi ye­te­ne­ği­ni dar çap­lı ent­ri­ka­lar için­de tü­ket­me­si­ne en­gel ol­muş­tur ama di­ğer yan­dan da ken­di gü­ven­lik dün­ya­sı­nı ayak­ta tu­ta­bi­le­cek siyasi ön­lem­le­re hiç iti­bar et­me­mesi, ha­ya­tı­nın en ve­rim­li yıl­la­rı­nı Hi­caz sür­gü­nün­de ge­çir­me­si­ne yol aç­mış­tır. Bu açı­dan ba­kı­lır­sa Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’nın Mı­sır ta­ri­hin­de yer al­ma­sı­nı hak­lı çı­kar­ta­bi­le­cek hiç­bir so­mut ne­den yok­tur. Hat­ta onun ha­ya­tı­nı rast­lan­tı­la­rın ördü­ğü bir ka­der yol­cu­lu­ğu şek­lin­de ta­nım­la­mak da müm­kün­dür. An­cak o, hiç­bir Mı­sır­lı yö­ne­ti­ci­ye na­sip ol­ma­yan ken­di ka­de­ri­ni elin­de tut­ma be­ce­ri­si­ni gös­te­rebil­miş na­dir isim­ler­den bi­ri­si­dir.

1736’da Kaz­dağ­lı­la­rın yö­ne­ti­ci­si Os­man Ket­hü­da’nın yan­lış­lık­la bir su­ikaste kur­ban git­me­siy­le bir­lik­te ta­ma­men bir rast­lan­tı ese­ri ola­rak ta­rih sah­ne­si­ne çık­mış­tır. Hak sa­hi­bi bu­lun­du­ğu ai­le mi­ra­sı­na, be­ce­rik­siz­li­ği yü­zün­den an­cak 1740’ta ka­vu­şa­bil­miş; 1747’ye ka­dar İb­ra­him Ket­hü­da’nın yar­dım­cı­lı­ğı­nı yapmış, 1747-1751 ara­sı­nı gös­ter­di­ği siyasi ba­si­ret­siz­lik ne­de­niy­le Hi­caz’da sür­gün ola­rak ge­çir­miş­tir. 1751’de Ka­hi­re’ye dö­ner ve İb­ra­him Ket­hü­da’nın 1754’te­ki ölü­mü­ne ka­dar ar­ka plan­da kal­ma­yı ter­cih eder. Bu ta­rih­ten iti­ba­ren Mı­sır’ın en güç­lü ki­şi­si­dir. Ama bu gü­cü ken­di­si ve ai­le­si için kul­lan­ma­yı hiç dü­şün­me­di­ği gi­bi et­ra­fın­da si­lah­lı ye­ni­çe­ri­ler­den mey­da­na ge­len ko­ru­yu­cu bir ku­şak oluş­turma­yı da gü­ven­li bir siyasi ge­le­cek adı­na ak­lın­dan ge­çir­mez. Gö­rü­nüş­te Mı­sır’ın tek ha­ki­mi, ama o öl­çü­de de sa­vun­ma­sız bir ki­şi­dir. Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’nın bu vur­dum­duy­maz tav­rı, ül­ke­nin kay­pak siyasi ze­mi­ni­ni ta­nı­yan­lar için bulun­maz bir fır­sat­tır. Ni­te­kim 1760’ta kar­şı­sı­na Ali Bey çı­kar ve ik­ti­da­ra ta­lip olur. Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’nın tep­ki­si ise hay­li şa­şır­tı­cı­dır. Mü­ca­de­le­yi sür­düre­bi­le­cek bü­tün im­kân­la­ra sa­hip iken bu teh­di­de kar­şı “Bu­lut­ka­pan” lâ­ka­bıy­la ta­nı­nan bir di­ğer Ali Bey’i öne sü­rer ve da­ha­sı ona bey’at ede­rek ken­di­si­ni ar­ka plan­da tu­tar. Bu­lut­ka­pan Ali Bey teh­li­ke­yi sa­vuş­tu­rur; ama ne­re­dey­se gen­leri­ne iş­le­miş si­ya­set ih­ti­ra­sı­nı diz­gin­le­ye­me­yip ve­li­ni­me­ti olan Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’yı 1765’te ikin­ci de­fa gi­de­ce­ği Hi­caz sür­gü­nü­ne yol­lar. 1776’ya ka­dar de­vam eden bu sür­gün yıl­la­rı, âde­ta ıs­rar­la ge­ri plan­da kal­ma­yı ken­di­si­ne zevk edin­miş Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’yı ol­duk­ça hır­pa­la­mış ve sağ­lı­ğı­nı boz­muş­tur. 1776’da Ka­hi­re’ye dön­dü­ğün­de adı ar­tık unu­tul­muş yaş­lı bir in­san­dır. Dö­nü­şünden yal­nız­ca on bir gün son­ra, şe­hir hal­kı­nın ken­di­si­ni ha­tır­la­ma­sı­na fır­sat bi­le ver­me­den bu dün­ya­dan ay­rı­lır.

Bu kı­sa ve sı­ra­dan ha­yat hi­kâ­ye­si­ni Mı­sır ta­ri­hi için vaz­ge­çil­mez bir sır yapan aca­ba ne­dir? And­ré Ray­mond, bu sır­rın ce­va­bı­nı Ka­hi­re’nin ken­di­sin­de bul­muş­tur. Çün­kü Ka­hi­re’nin baş­tan aşa­ğı ye­ni­den in­şa­sı, Ab­dur­rah­man Kethü­da’nın ese­ri­dir. Si­ya­se­te de­ğil, es­te­ti­ğe ya­tı­rım ya­pan bu alı­şıl­ma­dık şah­si­yet, kı­sa va­de­li he­def­ler uğ­ru­na har­ca­nan bir in­san öm­rün­den âde­ta çal­dı­ğı za­ma­nı, ken­di uzun va­de­li he­def­le­ri için kul­la­na­bil­me be­ce­ri­si­ni gös­ter­miş­tir. Elin­de­ki ser­ve­ti mimari eser­le­rin in­şa­sın­da tü­ket­me­si ha­sım­la­rı ta­ra­fın­dan alay ko­nu­su ol­sa da, ne­ti­ce iti­ba­riy­le yap­tı­ğı ter­cih, kı­sır si­ya­se­tin ona sağ­la­ya­ca­ğın­dan çok da­ha faz­la bir tat­min duy­gu­su ver­di­ği açık­tır. Ray­mond’nun Ab­dur­rah­man Kethü­da için “mi­mar­lık hum­ma­sı­na tu­tul­muş­tu” di­ye yaz­ma­sı, bu gü­zel duy­gu­nun kay­be­dil­me­si­ne as­la ra­zı ol­ma­ya­cak asil bir ruh için ya­pıl­mış ye­rin­de bir tes­pit­tir.

Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’yı, İs­tan­bul’un 18. yüz­yıl ba­şın­da ya­şa­dı­ğı La­le Dev­ri’ni Ka­hi­re’de can­lan­dır­ma­ya ça­lı­şan ge­çik­miş bir es­tet ola­rak ni­te­len­dirmek müm­kün­dür. İm­pa­ra­tor­luk mer­ke­zi­nin söz ko­nu­su dö­nem­de in­şa et­ti­ği rafi­ne kül­tür, bu sa­nat ve gü­zel­lik tut­ku­nu ye­ni­çe­ri ta­ra­fın­dan Ka­hi­re’ye ta­şın­mış ve gös­ter­di­ği in­sa­nüs­tü ça­ba, şeh­ri Mem­lûk­lar hâkimiyetin­den çı­kar­tıp Os­man­lı kıl­ma­ya yet­miş­tir. Hiç­bir si­ya­set ada­mı­nın ya da ik­ti­dar uğ­ru­na har­ca­nan sı­nırsız ser­ve­tin böy­le bir ba­şa­rı­ya im­za ata­ma­dı­ğı açık­tır.

Ka­hi­re’nin 18. yüz­yıl­da bir Os­man­lı şeh­ri ola­rak ken­di kül­le­ri için­den doğu­şu cid­den şa­şır­tı­cı­dır. As­lın­da ta­ri­hin de­ğiş­mez ka­nu­nu, ya­ni maddi ser­ve­tin uy­gun bir ze­min ve zih­ni­yet bul­du­ğun­da gün­de­lik ha­ya­tı zen­gin­leş­ti­re­bi­le­ce­ği ger­çe­ği, Ab­dur­rah­man Ket­hü­da ör­ne­ğin­de bir de­fa da­ha is­pat­lan­mış­tır. Ka­hi­re, bu mut­lak hük­mün izin­den İs­tan­bul’u ta­kip eder. Ön­ce­lik­le Ka­hi­re, ge­le­neksel me­kân­lar­la sı­nır­lan­dı­rı­lmış dar öl­çek­li gün­de­lik ha­ya­tın sı­nır­la­rı­nı ilk de­fa bu dö­nem­de par­ça­la­mış, ken­di ko­za­sı­na sığ­ma­yan şe­hir Mem­lûk dö­ne­min­den kal­ma ticari ve as­ke­rî ni­te­lik­li mer­ke­zin et­ra­fın­da hal­ka­lar ha­lin­de ge­niş­le­me­ye baş­la­mış­tır. Zen­gin­le­şen üst ta­ba­ka, sta­tü­le­ri­ne uy­gun ye­ni yer­le­şim böl­ge­leri oluş­tur­mak­ta ve her ye­ni ha­yat sa­ha­sı mer­kez­de­ki ticari fa­ali­yet­le­ri ken­di­ne doğ­ru çek­mek­te­dir. 18. yüz­yıl­da adı sık­ça du­yu­lan Bir­ke­tü’l-Fîl ve Öz­be­kiy­ye gi­bi zen­gin ma­hal­le­le­ri, bu açı­dan ba­kıl­dı­ğın­da İs­tan­bul’un Bo­ğa­zi­çi ve Ha­liç kı­yı­la­rın­da mey­da­na ge­tir­di­ği ya­lı ha­ya­tı­nın Ka­hi­re’de­ki bi­rer kop­ya­sı­dır. Este­ti­ze edil­miş ha­ya­tın her iki şe­hir­de de ken­di­si­ne göl ve­ya akar­su kı­yı­la­rın­da bi­rer me­kân ta­sa­rı­mı ger­çek­leş­tir­me­le­ri, üze­rin­de önem­le du­rul­ma­sı ge­re­ken bir nok­ta­dır. San­ki İs­tan­bul’un Sa‘da­bâd’ı Bir­ke­tü’l-Fîl’e ta­şın­mış, Bo­ğa­zi­çi ha­ya­tının şi­ir ve mu­si­kîy­le do­kun­muş kül­tü­rel in­ce­li­ği Öz­be­kiy­ye’de can­lan­mış­tır. Ay­nı şe­kil­de bah­çe kül­tü­rü ve me­si­re ge­le­ne­ği de İs­tan­bul’dan Ka­hi­re’ye it­hal edi­len ye­ni ha­yat tar­zı­na ait stan­dart­lar ara­sın­da­dır. İs­tan­bul’un Ka­hi­re üze­rin­de siyasi an­lam­da ku­ra­ma­dı­ğı he­ge­mon­ya­yı kül­tü­rel plan­da ger­çek­leş­tir­me­si, mer­kez­den çev­re­ye doğ­ru ge­niş­le­yen im­pa­ra­tor­luk üs­lû­bu­nun ke­sin bir za­fe­ri­dir. Bu üs­lûb, özel­lik­le Ka­hi­re mi­ma­ri­sin­de çok net bir kül­tü­rel prog­ra­mın çar­pı­cı ör­nek­le­ri­ni ve­rir bi­ze. Ör­ne­ğin Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’nın 1744’te in­şa et­tir­di­ği ve bu­gün şeh­rin bel­li baş­lı sem­bol­le­rin­den sa­yı­lan Bey­ne’l-Kas­reyn Se­bi­li, İs­tan­bul’a has su mi­ma­ri­si­nin Mem­lûk ge­le­nek­le­riy­le yoğ­rul­muş ti­pik bir tem­sil­ci­si­dir. Çeş­me ya­pı­mı, Ka­hi­re’nin ta­ri­hin­de bu dö­nem­de­ki ka­dar yo­ğun ol­ma­mış­tır. İs­tan­bul tar­zı se­bil şe­be­ke­le­ri ve cep­he süs­le­me­le­ri, Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’nın gay­re­tiy­le şeh­ri baş­tan aşa­ğı do­na­tır. Bir di­ğer mimari et­ki, Os­man­lı tar­zı mi­na­re­nin Ka­hire’de yük­se­le­rek şeh­re İs­tan­bul si­lu­eti ka­zan­dır­ma­sı­dır.

Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’nın çıl­gın­lı­ğa va­ran bu imar fa­ali­ye­ti, Ka­hi­re’ye si­li­ne­me­ye­cek öl­çü­de bir Os­man­lı kim­li­ği ka­zan­dı­rır­ken, bu­gü­ne ka­dar şe­hir üze­ri­ne araş­tır­ma ya­pan Ba­tı­lı ya da Arap kö­ken­li araş­tır­ma­cı­la­rın bu de­ği­şimi gör­mez­den gel­me­le­ri şa­şır­tı­cı­dır. And­ré Ray­mond âde­ta is­yan eder­ce­si­ne bu hak­sız­lı­ğın al­tı­nı çiz­mek­te ve bu tav­rıy­la da or­yan­ta­liz­min şart­lan­mış ha­va­ri­lerin­den ol­ma­dı­ğı­nı is­pat­la­mak­ta­dır. Ray­mond, ne Na­po­lé­on’un ateş­le­di­ği égyp­tolo­gie he­ye­ca­nıy­la İslami dö­nem Mı­sır’ına olum­suz göz­le ba­kan kül­tü­rel mi­ras­la bes­len­miş ne de Os­man­lı dö­ne­mi üze­ri­ne dö­kü­len ön­yar­gı en­ka­zı kar­şı­sın­da ses­siz kal­mış­tır. Bu te­mel ni­te­lik­le­riy­le o, Fran­sız or­yan­ta­list ge­le­ne­ğin­den kesin bir ko­pu­şu tem­sil eder. And­ré Ray­mond’a ge­lin­ce­ye ka­dar Av­ru­pa mer­kez­li sö­mür­ge ta­rih­çi­li­ği, Mı­sır’ın Os­man­lı hâkimiyeti al­tın­da ya­şa­dı­ğı dö­ne­mi tam an­la­mıy­la bir ka­ran­lık çağ ola­rak dam­ga­la­mak­ta hiç­bir sa­kın­ca gör­me­miş­tir. Hal­ka zul­me­den va­li­ler, ağır ver­gi­ler­le çö­ker­ti­len iktisadi ha­yat ve bun­la­ra ilâve­ten ya­ra­tı­cı güç­ten yok­sun Os­man­lı­lar’ın yağ­ma­la­dık­la­rı Mem­lûk mi­ra­sı, oryan­ta­liz­min iş­le­di­ği ha­kim te­ma­lar ara­sın­da­dır. As­lın­da sö­mür­ge ta­rih­çi­si bi­ze şu­nu söy­le­mek­te­dir: Na­po­lé­on’un şah­sın­da Ba­tı, Mı­sır’a Os­man­lı’nın bir tür­lü sa­hip ola­ma­dı­ğı yü­ce bir er­de­mi, ya­ni me­de­ni­ye­ti gö­tür­müş­tür. Ne ya­zık ki bu dü­şün­ce, Arap ba­ğım­sız­lık ha­re­ke­ti­nin Os­man­lı aleyh­ta­rı ide­olo­ji­si­ne ze­min hazır­la­mış, im­pa­ra­tor­luk da­ğıl­dık­tan son­ra bi­le Mı­sır­lı ta­rih­çi­le­rin baş­lı­ca mal­zeme­si ol­ma­ya de­vam et­miş­tir.

Bu­gün ge­li­nen nok­ta, Os­man­lı ta­rih­çi­li­ği adı­na se­vin­di­ri­ci­dir. Çün­kü or­takla­şa ya­şan­mış bir geç­mi­şin üze­ri­ne çe­ki­len sus­kun­luk per­de­si­ni kal­dır­mak her ne ka­dar uzun za­man al­mış­sa da, so­nuç­ta ta­rih­çi­nin sa­hip ol­ma­sı ge­re­ken en önem­li ah­la­kî de­ğe­rin, ya­ni sağ­du­yu­nun keş­fe­dil­me­si, bü­tün bu yo­ru­cu ça­ba­la­rı unut­tu­ran gü­zel bir ar­ma­ğan ye­ri­ne geç­miş­tir. Bi­ze bu ar­ma­ğa­nı su­nan ta­rih­çiler­den And­ré Ray­mond, ken­di­mi­ze dı­şar­dan bak­ma­yı, baş­ka bir de­yiş­le Os­manlı ger­çe­ği­ne mer­kez­den de­ğil, çev­re­den yak­laş­ma­yı tek­lif et­mek­te­dir. Bel­ki de bu tek­lif, ay­nı za­man­da Ab­dur­rah­man Ket­hü­da’nın şa­şır­tı­cı ha­yat ma­ce­ra­sın­da sak­lı ka­lan Os­man­lı’nın kü­çük ay­rın­tı­la­rı­nı açı­ğa çı­kart­mak için ya­pıl­mış bir çağ­rı­dır. Bu çağ­rı­ya ku­lak ver­me­li­yiz. Çün­kü ta­ri­hin bü­yük ders­le­ri, kü­çük ayrın­tı­lar­dan iba­ret­tir.

“Susadım, evlatlarım.
Çeşme nerede, gösterin bana
Nil’e gem vuran Kethüda Bey’in çeşmesi.

Kahire halk şarkısı

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Tarih Türk-Osmanlı
  • Kitap AdıYeniçerilerin Kahiresi – Abdurrahman Kethüda Zamanında Bir Osmanlı Kentinin Yükselişi
  • Sayfa Sayısı176
  • YazarAndré Raymond
  • ISBN9789753636571
  • Boyutlar, Kapak16.5 x 24 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur