Savaş asla değişmiyor. İnsanlar öteden beri birbirleriyle çatışıyor. Toprak için, namus için, Tanrı için, iktidar için, hatta sadece macera için bile birbirlerine kıyıyor. Yerlerinden, yurtlarından oluyor, sevdiklerini ve hayatlarını savaşta kaybediyorlar. Kimi düşünürler son iki yüzyılda ulus devletlerinin palazlanmasıyla ortaya çıkarak dünyayı ateşe atmış, hatta Soğuk Savaş döneminde doruğa çıkarak dünyayı topyekûn yıkımın eşiğine getirmiş devletlerarası savaşların azalmasını insanlığın olgunlaşmasına, ilerlemesine yoruyor. Oysa savaşlar değişiyor. Dünyada meydana gelen değişimlere ayak uydurarak yeni bir çehreye bürünüyor, evriliyor.
Mary Kaldor’un modern klasikler arasına girmiş bu çığır açıcı çalışması, savaşa ilişkin kemikleşmiş resmî varsayımlara ve algılara meydan okuyor. Bosna-Hersek, Somali, Irak ve Afganistan’da yaşanan dramlarda farklı yüzlerini gösteren yeni savaşların, devletlerden, devletdışı örgütlerden, suç çetelerinden, yerel fırsatçılardan ve savaşbeylerinden müteşekkil, karmaşık ve ölümcül bir ağ oluşturduğunu ortaya koyuyor. Bu ölümcül ağın ortasında yaşam mücadelesi veren sivillerin maruz kaldığı insan hakları ihlallerinin, terörün, zihinlere ekilmeye çalışılan korku ve nefret tohumlarının, tecavüzlerin ve katliamların, savaşın yan etkileri olmadığını, yeni savaşların acımasız mantığının bir parçası olduğunu gösteriyor. Eski savaş anlayışı etrafında yapılanmış NATO, BM, AB gibi ulusaşırı örgütlerin bu gibi vakalarda neden etkisiz veya yetersiz kaldıklarına bir açıklama da getiriyor. Savaşı kuramlaştırırken, küreselleşen dünyada barış umudunu canlı tutacak bir kozmopolit siyasetin taslağını ve gerekçelendirmesini de sunuyor.
İÇİNDEKİLER
Üçüncü Baskıya Önsöz 11
Kısaltmalar 15
1
Giriş 18
2
Eski Savaşlar 36
1. Savaş ve Modern Devletin Ortaya Çıkışı 38
2. Clausewitz ve 19. Yüzyılın Savaşları 46
3. 20. Yüzyılın Topyekûn Savaşları 51
3
Bosna-Hersek: Yeni Savaşın Örnek Olayı 57
1. Savaşların Yapılma Gerekçesi: Siyasî Hedefler 59
2. Savaşların Yapılma Şekli: Askerî ve İktisadî Araçlar 76
3. Uluslararası Müdahalenin Doğası 93
4. Dayton’dan Sonra 105
4
Yeni Savaşların Siyaseti 109
1. Küreselleşmenin Karakteristikleri 111
2. Kimlik Siyaseti 119
3. Tikelciliğe Karşı Kozmopolitlik 134
5
Küreselleşmiş Savaş Ekonomisi 138
1. Askerî Güçlerin Özelleştirilmesi 139
2. Şiddet Örüntüleri 148
3. Savaş Çabasını Finanse Etmek 155
4. Şiddetin Yayılması 162
5. Sonuç 167
6
Kozmopolit Bir Yaklaşıma Doğru 169
1. Yukarıdan Aşağı Diplomasiden Kozmopolit Siyasete 178
2. Barışın Korunmasından ya da Zorlanmasından
Kozmopolit Hukukun Uygulanmasına Giden Yol
186
3. Rıza 188
4. Tarafsızlık 190
5. Güç Kullanımı 192
6. Kosova ve Libya Örnekleri 195
7. İnsani Yardımdan Yeniden İnşaya 200
7
Irak ve Afganistan’daki Yeni Savaşlar 209
1. Teknoloji Ağırlıklı Eski Savaş 210
2. Başarısız Olma Sürecindeki Devletler 216
3. Yeni Savaşlar 221
4. Eski Savaşa Uyum Sağlamak mı? 239
5. Alternatif Var mıydı ya da Var mı? 247
8
Yönetişim, Meşruluk ve Güvenlik 252
1. Uygarlıklar Çatışması 257
2. Yaklaşan Anarşi 261
3. Kozmopolit Yönetişim 264
4. Sonuç 268
10
Sonsöz 273
1. Yeni Savaşlar “Yeni” mi? 274
2. Yeni Savaşlar “Savaş” mı? 279
3. Veri Tartışması 281
4. Savaşların Sayıları ve Süresi 282
5. Kayıplar 284
6. Zorunlu Yerinden Edilme 287
7. Clausewitz Hakkında Tartışma 288
8. Sonuç 296
Dizin 298
Üçüncü Baskıya Önsöz
Son yıllarda bazı akademisyenler, 21. yüzyılda hem savaşların hem de çatışmalara bağlı can kayıplarının azaldığına dikkat çekiyorlar. Bunların arasında Steven Pinker’ın ünlü kitabı, The Better Angels of Our Nature, İnsanî Güvenlik Raporu ve John Mueller’in The Remnants of War adlı kitabı da yer alıyor.
Bu eserler, bu kitapta “eski savaşlar”ın –doğrudan doğruya devletlerin karıştığı, muharebelerinse nihai belirleyici olduğu savaşların– azaldığını ortaya koyuyorlar. Nitekim tüm bu akademisyenler, vardıkları sonuçları aslında Uppsala Çatışma Verileri Programı’na dayandırıyor. Bu programa göreyse çatışma, devletleri kapsayacak şekilde tanımlanıyor ve savaş alanında belirli bir asgari sayıda kayıpla karakterize ediliyor. Oysa yeni savaşlar devlet ağlarını ve devletdışı aktörleri içeriyor ve bu çatışmalarda şiddetin büyük bir kısmı sivillere yönelik oluyor. “Yeni savaş” tezlerinin bazı eleştirmenleri ise iç savaşlar ile yeni savaşları birbirine karıştırıyor ve hem devletlerarası savaşların hem de iç savaşların azaldığını savunuyor. Gelgelelim kitabın giriş bölümünde açıkladığım üzere yeni savaşlar, iç ile dış arasındaki ayrımların bulanıklaştığı savaşlardır. Bunlar hem küreseldir hem de yereldir; hem de klasik devletlerarası savaşlardan hem de klasik iç savaşlardan farklıdır.
Savaşı “eski savaş” olarak tanımlama eğilimi, yeni savaşların gerçekliğini bulanıklaştırıyor. Yeni savaşların sayısı artıyor mu, azalıyor mu bilmiyorum. Yeni savaşlarda verilen kayıpların boyutlarını da bilmiyoruz ama “eski savaşlar”daki kayıplardan daha az olduğu neredeyse kesin. Fakat benim burada ifade etmek istediğim nokta şu: Bu yeni şiddet türünü anlamamız ve çözümlememiz gerekiyor. “Eski savaşlar”ın azalmasına sevinmeliyiz ama rehavete de kapılamayız. Günümüzde güvensizliğin ana kaynaklarını doğru saptayabilmemiz gerekiyor. Dünyanın geniş kesimlerinde –Orta Asya’da, Doğu Afrika’da ya da Orta Afrika’da– insanlar büyük sıkıntılar çekiyorlar ve bunun geçmiştekinden daha az mı yoksa çok mu olduğu önem taşıyor. Dahası, yeni savaşlar devletin zayıflaması, aşırılıkçı kimlik siyaseti ve ulusaşırı suçlar gibi olgularla da bağlantılı. Dünya giderek derinleşen bir iktisadî krizle karşı karşıyayken bu tür bir şiddetin yayılma tehlikesi bulunuyor. Devletler harcama kalemlerini azaltmak ve “eski savaş” kabiliyetlerini korumak adına yeni savaşlara hazır olma kabiliyetlerini ihmal etmeye meyilliler.
İşte bu yüzden bu kitabın yeni bir baskısını sunmak önem taşıyordu. Kitabın bazı yerlerini güncelledim ve yeni içerikler de ekledim. İlk baskısı 11 Eylül’den önce yayımlandığı için yeni baskıya Irak ve Afganistan’daki savaşlarla ilgili yeni bir bölüm de ekledim. ABD’nin “eski savaş” zihniyetinin, her iki ülkede de yaşanacakların yeni bir savaş olma koşullarını büyük ölçüde yoğunlaştırdığını iddia ediyorum. Gerçekten de bu savaşların deneyimi, Pentagon’dakilerin farklı bir bakışı benimsemelerine yol açtı; yenilenmiş kontrgerilla doktrini, ulus inşası, nüfus güvenliği ve askerî ve sivil kabiliyetlerin bir araya getirilmesi gibi fikirleri içerdi. Gelgelelim ordunun yerleşik kültürünü değiştirmenin çok güç bir iş olduğu da ortaya çıktı. Neticede ABD, özellikle Afganistan, Pakistan, Yemen ve Somali gibi bölgelerde uzun menzilli hava saldırılarını kullanarak teröristleri yenilgiye uğratmak gibi “eski savaş” yöntemlerine geri döndü. Her ne kadar bu çatışmalarda kullanılan silahların hassasiyeti büyük ölçüde iyileştirilmiş ve hava saldırılarından kaynaklanan sivil kayıplar geçmiştekine kıyasla azalmış olsa da, Yedinci Bölümde de göreceğimiz üzere, bu durumun bu bölgelerdeki güvensizlik ortamını körüklediğini iddia ediyorum.
Bu kitabın ilk baskısı yeni savaşlar hakkında hararetli bir tartışma başlatmıştı. Bu baskıya o tartışmayla ilgili yeni bir sonsöz de ekledim. Kitabın ilk baskısına yöneltilen eleştirilerin çoğu, “yeni savaşlar”ın gerçekten “yeni” ya da gerçekten “savaş” olup olmadıklarını sorguluyordu. Buna yanıtım şu: Bu savaşlar yeni olmayabilirler ve onları savaş olarak da adlandırmayabiliriz ama “eski savaşlar”dan farklı bir şeyler oluyor ve neler olduğunu anlamamız gerekiyor. Eski savaşlarla fazla meşgul olmak, bu konuda uygulanacak siyasaları belirleyecek çözümlemeler geliştirmemizi de engelliyor.
Kitabı yazdıktan sonraki çalışmalarımın çoğunda bu konuda siyasaların oluşturulması meselesini araştırdım ve özellikle “yeni savaşlara” eğilmenin bir yolu olarak “insan güvenliği” kavramını geliştirmeye odaklandım. Kitabın yeni baskısında bu sonraki çalışmalarıma doğrudan yer vermeyeceğim ama insan güvenliği fikrinin ilk hâllerinden birini barındıran “Kozmopolit Bir Yaklaşımına Doğru” başlıklı Altıncı Bölümü bu araştırmalarımın ışığında güncelledim. İnsan güvenliği hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler, daha yakın tarihli iki kitaba başvurabilirler: Human Security: Reflections on Globalisation and Intervention and The Ultimate Weapon is No Weapon: Human Security ve ABD ordusuna hizmet eden bir subayla birlikte hazırladığım New Rules of War and Peace.
Pinker ve diğerleri gibi ben de “eski savaşlar”ın azalmasını memnuniyetle karşılıyorum ama şunu da unutmamak gerekir ki “eski savaş”lar her zaman yeniden icat edilebilirler. Eleştirmenlerin çoğu, devletlerin henüz bugünkü kadar güçlü olmadıkları erken modern dönemde yaşanmış “eski savaşlar”ın bugünün “yeni savaşlar”ına benzediğine dikkat çekiyorlar ve bu konuda haklılar. Eşkıyaların, yol kesen haydutların, korsanların, savaşbeylerinin ve diğer özel savaşların etkilerini kaybedip ortadan kalkma süreci “eski savaşlar” diye adlandırdığım –modern dünyanın 19 ve 20. yüzyıllarda yaptığı– savaşların gelişimiyle doğrudan bağlantılıydı. Nitekim devletler bu savaşlar aracılığıyla şiddeti merkezileştirebildiler ve denetim altına alabildiler. Dolayısıyla bugünün yeni savaşlarına eğilmenin bir yolunu bulamazsak aynı şeyin tekrarlanma ihtimali hep vardır.
Bir süre önce Ortadoğu’da başlayıp dünyaya yayılan barışçıl protesto dalgasının bugün iyimserliği korumak için en önemli neden olduğu kanısındayım. Nitekim El Kaide ve diğer aşırılıkçı silahlı grupları marjinalize eden şey sivil toplumun yükselişidir. Bu kitapta işte böyle bir kozmopolit siyasetin yeni savaşlara yanıt verebilmenin anahtarı olduğunu iddia ediyorum. Dolayısıyla bu konuda birçok şey aslında bu yeni uyanışın hangi boyutlarda bir kurumsal tepki üretebileceğine bağlıdır. Elbette kurumsal bir tepkinin üretilememesi hâlinde tam tersi bir sonucun ortaya çıkma tehlikesi de vardır. Ben bu satırları yazarken “eski savaş” anlayışı, yani İsrail’in güvenliğine ya da İran’ın nükleer silah tehdidine odaklanan jeopolitik ya da gerçekçi yaklaşımlar, Suriye ve Irak gibi yerlerde “yeni savaşları” daha da körükleyebilirler.
Nitekim şu anda Suriye’deki acımasız baskı ortamı bir iç savaş değil, sivillere ve kozmopolit siyasete karşı yürütülen bir savaş. Bu üçüncü baskıyı hazırlarken yeni savaşlarla ilgili tartışmalarımız için Iavor Rangelov, Sabine Selchow ve Yahia Said’e; Afganistan üzerine yeni malzemeler konusundaki yardımı için Marika Theros’a; veri, özellikle de yerinden edilme verileri hakkındaki tartışmadaki yardımı için Anouk Rigterink’e; yeni savaş literatürünü toplamadaki yardımı için Domenika Spyratou’ya ve genel desteği için Tom Kirk’e teşekkür etmek istiyorum.
1 Giriş
1992 yılının yaz aylarında Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir savaşın yaşandığı Transkafkasya bölgesindeki Dağlık Karabağ’ı ziyaret ettim. Daha evvel eski Yugoslavya’da gözlemlediğim durumun benzersiz olmadığını işte o zaman fark ettim. Fakat Balkanlarda yaşananlar burada tekrar da etmiyordu, özellikle dünyada komünizmin yıkıldığı bölgelerde karşmıza çıkan –ya da ben öyle düşünüyordum– yeni bir durum söz konusuydu. Hırvatistan’da kurulan kendinden menkul Sırp cumhuriyetinin başkenti Knin’in ve Dağlık Karabağ’ın Vahşi Batı’yı aratmayan ortamı çok çarpıcıydı: Buralar evde ve elde dikilimiş asker üniformaları giyen genç erkekler, çaresiz mülteciler ve haydut kılıklı acemi siyasetçilerle doluydu. Daha sonra, savaşların bu yeni türü hakkında bir araştırma yapmaya koyuldum ve ilk elden Afrika deneyimine sahip meslektaşlarımdan, Doğu Avrupa’da gözlemlediklerimin Afrika’da ve belki de diğer bölgelerde örneğin Güney Asya’da yaşanan savaşlarla birçok ortak yanının olduğunu öğrendim. Dünyanın başka bölgelerinin savaş deneyimleri, Balkanlarda ve eski Sovyetler Birliği topraklarında olan bitene dair anlayışıma yeni bir ışık tuttu.
Bu kitapta temel savım, 20. yüzyılın son onyıllarında, özellikle Afrika’da ve Doğu Avrupa’da yeni bir örgütlü şiddet türünün geliştiği ve bunun küreselleşen çağımızın veçhelerinden biri olduğudur. Bu şiddet türünü “yeni savaş” olarak adlandırıyorum. Bu savaşları kitabın İkinci Bölümünde özetlediğim geçmiş dönemlerden edinilmiş baskın savaş algılarından ayırmak için “yeni” sıfatıyla niteliyorum. Bu yeni şiddet türünün siyasî doğasını vurgulamak içinse “savaş” terimini kullanıyorum. İleriki sayfalarda daha açık hâle geleceği üzere yeni savaşlar, savaş (genellikle devletler ya da siyasî güdüler için örgütlenmiş siyasî gruplar arasındaki şiddet olarak tanımlanır), örgütlü suç (özellikle özel amaçlar, genellikle mali kazanç için özel olarak örgütlenmiş gruplarca işlenen şiddet) ve geniş çaplı insan hakları ihlalleri (devlet ve siyaseten örgütlü grupların bireylere karşı işlediği şiddet) arasındaki ayrımı bulanıklaştırıyor.
Bu konudaki literatürün büyük bir kısmında, yeni savaşlar ülke içi savaşlar ya da iç savaşlar ya da diğer adıyla “düşük yoğunluklu çatışmalar” olarak betimlenirler. Bu savaşların çoğu yerel olsa da sayısız ulusaşırı bağlantılar da içerirler. Öyle ki bunlardan söz ederken iç ile dış, saldırganlık (yurtdışı saldırılar) ile bastırma (ülke içinden saldırılar) ya da yerel ile küresel arasındaki ayrımları korumak kolay bir iş değildir. “Düşük yoğunluklu çatışma” terimi Soğuk Savaş döneminde ABD ordusu tarafından gerilla savaşını ya da terörizmi betimlemek üzere ortaya atılmıştı. Yeni savaşların evriminin izini Soğuk Savaş döneminin düşük yoğunluklu diye nitelenen çatışmalarına dek sürmek olanaklı olmakla birlikte bu yeni savaşlar aslında her şeyi kapsayan bir terim tarafından perdelenen ayırt edici özelliklere sahiplerdir. Bazı yazarlar yeni savaşları özelleşmiş ya da gayriresmi savaşlar olarak da betimlerler.4 Şiddetin özelleşmesi bu savaşların önemli unsurlarından biri olsa da özel/kamusal, devlet/devletdışı, resmi/ gayriresmi veya iktisadî amaçlarla yapılan ile siyasî amaçlar için yapılan savaşlar arasındaki ayrımlar pratikte kolaylık…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Tarihi Tarih
- Kitap AdıYeni ve Eski Savaşlar - Küresel Çağda Örgütlü Şiddet
- Sayfa Sayısı304
- YazarMary Kaldor
- ISBN9786258242348
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFol Kitap / 2023