Gururu, sahip olduğu tek şeydi.
Aşk için ondan vazgeçebilecek miydi?
Alexi de Warenne’in Çin’den İngiltere’ye rekor sürede yaptığı gemi yolculuğunun ardından hissettiği zafer duygusu çabucak kaybolur. Çünkü Alexi’nin denizde geçirdiği zaman yüzünden onu cezalandırmak isteyen, büyüleyici güzelliğe sahip çocukluk arkadaşı Elysse O’Neill, Alexi şerefine düzenlenen partide genç adamın dümencisiyle flört eder. Fakat Alexi, Elysse’i adamın kollarından kurtulmaya çalışırken görünce ortalık karışır. Alexi genç kızın onurunu kurtarmak için birkaç gün içinde onunla evlenir ancak hemen ardından yeni bir hayata başlamak üzere onu terk eder.
Elysse de Warenne zekâsı ve zarafetiyle tüm sosyeteyi etkilemektedir fakat “terk edilmiş gelin” dedikodusu bir türlü peşini bırakmaz. Üstelik genç kız kocasını altı yıldır görmemiştir ve ilk gecelerini birlikte geçirmemişlerdir bile! Alexi beklenmedik bir anda İngiltere’ye geri döndüğündeyse Elysse kocasının kalbini kazanmak ve yanında yer alabilmek için ne gerekirse yapacaktır…
“Aşkın, trajedinin, zaferin ve mutluluğu yakalamak için geçmişi geride bırakmanın hikâyesi. Macera, romantizm ve yeni başlangıçlardan keyif alanlar kaçırmamalı.”
My Book Addiction
“Brenda Joyce’un, okuyucularını fırtınalı bir yolculuğa çıkarırken yarattığı karakterler tutku, kıskançlık ve öfke dolu.”
Romance Novel News
***
GİRİŞ
Adare, İrlanda
Yaz, 1824
Yetişkin sohbetlerinin hareketli sesleri Adare Kontu’nun, karısının doğum günü kutlaması için yemek daveti verdiği malikânenin resmî yemek salonundan geliyordu. Çocuklar yemek salonunun karşı tarafındaki büyük, kemer tavanlı antredeki küçük bir salonda toplanmıştı ve on bir yaşında olan Elysse O’Neill en resmî yemek elbisesiyle altın sarısı brokar kanepede oturuyor, yetişkinlere katılmasına izin verilmiş olmasını diliyordu. Partiye uygun şekilde giyinen, en iyi arkadaşı Ariella de Warenne de onun yanında oturuyordu ve bir kitaba dalmıştı. Elysse arkadaşını anlayamıyordu; kendisi okumaktan nefret ediyordu. Erkek çocuklar olmasa sıkıntıdan patlardı.
Salonun diğer tarafında birbirlerine sokulmuş halde duruyor, heyecanla fısıldaşıyorlardı. Elysse onlara bakıyor, bir yaramazlık peşinde olduklarını bildikleri için konuştuklarını duymaya çalışıyordu. Bakışları Ariella’nın ağabeyine, her zaman gürü lideri olan Alexi de Warenne’e kaydı.
Onunla dört yıl önce, babası ve Ariella’yla birlikte, büyüdüğü Jamaika Adası’ndan Londra’ya geldiği zaman tanışmıştı. Tanıştırıldıktan sonra, esmer, bronz tenli görünüşü ve özgüveniyle kendisini çok etkilemiş olmasına rağmen hemen burun kıvırmıştı. Sonuçta annesi Rus bir soylu olmasına rağmen Alexi gayrimeşru bir çocuktu ve buna karşılık kendisi bir hanımefendiydi, dolayısıyla onu aşağılamak istemişti. Ne var ki Alexi reddedilmeyi umursamamıştı bile; bunun yerine, hayatından hikâyeler anlatarak Elysse’i eğlendirmeye çalışmıştı. Elysse onun biraz gerizekâlı ve kaba saba olmasını beklemişti fakat bunların ikisi de değildi. Elysse onun kadar çok şey yaşamış olan bir çocukla daha önce hiç karşılaşmadığını çabucak anlamıştı. Babasıyla birlikte bütün dünyayı dolaşmış, fırtınalar atlatmış, muson yağmurlarına yakalanmış, dünyanın en değerli yüklerini taşırken deniz kuşatmaları ve korsanlarla karşılaşmıştı Yunuslarla birlikte yüzmüş, Himalaya Dağları’na tırmanmış, Brezilya ormanlarında yürüyüşler yapmıştı. Hatta babasıyla birlikte Çin’de bir nehirde botla bile gezmişti! Aslında, her yerde her türlü şeyle suya açılabileceğini iddia etmişti ve Elysse de ona inanmıştı. Bir saat içinde, Elysse onun hayati boyunca karşılaştığı en ilginç çocuk olduğuna karar vermişti; tabii bunu öğrenmesine asla izin vermezdi!
Artık onu çok iyi tanıyordu. Alexi sürekli denizlere açılan babası gibi bir maceracıydı ve çok uzun süre karada kalamıyordu veya kıpırdamadan oturamıyordu. Bu çocuklar neyin peşindeydi? Salonu hızla geçtiler ve Elysse onların gitmek üzere olduklarını anladı. Hedefleri teras kapılarıydı.
San saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırıp mavi saten elbisesini düzelten Elysse ayağa kalktı. “Bekleyin!” diye bağırdı ve onlara doğru koştu. “Nereye gidiyorsunuz?”
Alexi sırıttı. “Errol Şatosu’na.”
Elysse heyecanlandı. Şato kalıntılarının perili olduğunu herkes bilirdi! “Siz delirdiniz mi?”
Alexi’nin mavi gözleri parladı. “Sen de gelmek istemez misin, Elysse? Dolunayın ışığında kuzey kulesinde dolaşan yaşlı hayaleti görmek istemez misin?’ Alexi ona doğru eğildi. “Sevgilisi olan leydiyi aradığı söyleniyor. Romantizmi ne kadar sevdiğini biliyorum! Kadın onu bir dolunayda terk etmiş; başka bir adam için. O da kendini öldürmüş ve şimdi her dolunayda kulede dolaşıyormuş.”
“Hikâyeyi elbette biliyorum.” Elysse’in kalbi tedirginlik ve korkuyla doldu. Alexi veya kardeşi Jack ya da yanlarında duran, kontun vârisi Ned gibi cesur değildi. Gece dışarı koşup hayaletlerle karşılaşmak istemiyordu.
“Korkak,” dedi Alexi kısık sesle. Elysse’in çenesine dokundu. “Ben seni korurum, biliyorsun.”
Elysse sertçe geri çekildi. “Bunu nasıl yapacaksın ki? Sen daha çocuksun; üstelik de deli bir çocuk!”
Alexi’nin gülümsemesi silindi. “Seni koruyacağımı söylüyorsam korurum.”
Elysse onun bunu yapacağına inanıyordu; hatta bir hayalete karşı bile. Onlarla birlikte gitmek istemeyerek tereddüt etti. “Hanımefendiler cesur olmak zorunda değildir, Alexi. Sadece zarif, kibar, politik ve güzel olmalıdırlar.”
“Elbette cesur olmak zorundadırlar! Üvey annem, babamla birlikte dünyayı dolaştı ve hatta onun yanında korsanlara karşı savaştı. O cesur ve güzel.” Alexi’nin gözleri parladı.
Ned öne çıktı. “Onu rahat bırak, Alexi. Bizimle gelmek istemiyor.”
Kardeşi Jack alay etti.
Ariella tarih kitabını bırakarak yanlarına geldi. “Ben gelirim.” Mavi ve parlak gözleri iri iri açılmıştı. “Hayaleti görmek isterim!”
Alexi, Elysse’e meydan okuyan bir bakış attı.
“Tamam!” diye bağırdı Elysse, Alexi’nin onu kabul etmeye zorlamasına kızarak. “Ama oraya nasıl gideceğiz?”
“Atla gidersek yirmi dakikayı bulmaz,” dedi Ned. “Kızları arkalarımıza alabiliriz. Jack kendi başına binebilir.”
Bu korkunç bir fikirdi -Elysse bunu biliyordu- fakat diğer herkes iri gözlerle ve heyecanla bakıyordu. Çok geçmeden Elysse erkeklerin ve Ariella’nın peşinden terastan geçip atları çalacakları ahıra gitti. Erkekler ata sık sık eyersiz biniyor, sadece koşumları takıyorlardı. Elysse onların berbat biniciler olmalarını dilerdi ama değillerdi. Gece çok karanlık ve sessizdi! Elysse onların peşinden Adare’in harika bahçelerinden geçerken, parıldayan aya baktı. Dolunay parlaktı. O gece herhangi bir hayaletle karşılaşmamalarını diledi.
Birkaç dakika sonra herkes ata binmişti ve tırıs giderek evden uzaklaşıyorlardı. Elysse, Alexi’ye sımsıkı sarılmıştı ve her geçen dakika ona biraz daha kızıyordu. Alexi harika bir biniciydi fakat kendisi berbattı ve düşmekten korkuyordu.
“Kaburgalarımı kırıyorsun,” dedi Alexi gülen bir sesle.
“Senden nefret ediyorum,” diye bağırdı Elysse.
“Hayır, etmiyorsun.”
Yolun geri kalanında sessiz kaldılar. İleride, ayın tuhaf sarı ışığında Errol Şatosunun karanlık silüetini gördüler. Şato çok büyüktü.
Şimdi her yer çok sessizdi. Elysse’in duyabildiği tek şey, atların nallarının ritmik sesleri ve deli gibi atan kendi kalbiydi. Ellerinin altında Alexi’nin nefesinin hızlandığını hissetti ve olması gerekenden daha hızlı atan kalbini hissedebildiğini düşündü. Bir zamanlar gözetleme kulesinin dış duvarları olan beyaz taş yığınlarının arasından geçtiler. Elysse hemen dönüp eve gitmek istiyordu! Aniden bir kurt uludu.
Alexi’nin ince vücudu kaskatı kesildi. Elysse gergin bir tavırla, “Kurtlar Adare’e asla bu kadar yaklaşmaz,” diye fısıldadı.
“Yakında değil.” Şatonun taş duvarlarının bir zamanlar ön kapı olan boş girişinde atlarını durdurdular. Elysse ilerideki taş duvar labirentinin gölgelerinin arasından kalıntıların diğer ucunda yükselen kuleyi görebiliyordu. Zorlukla yutkundu. Kalbi deli gibi atıyordu.
Alexi fısıldadı. “Elinde bir meşale olduğunu söylüyorlar, kaybettiği aşkı için taşıdığı meşale.” Atın sırtında biraz dönerek Elysse’e elini uzattı. “Aşağı kay.”
Elysse onun elini tutarak söyleneni yaptı. Herkes atlardan indi. “Yanımızda hiç mum getirmedik,” diye fısıldadı Ariella.
“Evet, getirdik,” dedi Alexi gururla. Pantolonunun cebinden bir mum çıkarıp bir çakmak taşıyla yaktı. “Haydi.” Hızlı adımlarla içeri yönelirken öne geçmek istediği belliydi.
Herkes onu takip etti. Korkudan midesi kasılan Elysse duraksadı. İçeri girmek istemiyordu.
Çocuklar şato harabesinin içindeki karanlıkta gözden kayboldular. Elysse nefesinin daraldığını hissederek dudağını ısırdı. Harabelerin dışında, karanlık gecede yapayalnız olduğunu hissetti. Belki bu daha da kötüydü.
Arkasında bir şey kıpırdadı. Korkudan çığlık attı ama sadece otlayan atlardan birinin kendisine çarptığını fark etti. Bir baykuş uğursuz bir sesle öttü. Elysse maceradan nefret ederdi! O partileri ve güzel şeyleri severdi! Ancak dışarıda tek başına olmak, diğer herkesle birlikte içeri girmekten daha kötüydü. Elysse diğer çocukların peşinden koştu.
İçerisi neredeyse zifiri karanlıktı ve etrafını göremiyordu. İleride bir yerde diğerlerinin fısıltılarını duyunca onlara yetişmek için koştu. Ancak harabenin içi taş bir labirent gibiydi. Bir duvara çarpınca paniğe kapılarak döndü, bir köşe buldu ve oradan da döndü. Ayağı takılıp düştü.
Alexi’ye seslenerek kendisini beklemelerini söylemek istediği anda, şatonun diğer ucunda kulenin yükseldiği yerde, karanlığın içinde parlak bir ışık patlaması gördü. Duvarın dibine çömelerek donup kaldı; bağırmaya bile korkuyordu. Az önce hayaletin meşalesinin ışığını mı görmüştü?
Kıpırdamaktan veya bir ses çıkarmaktan, hayaletin kendisini bulacağından korktuğu için tamamen hareketsiz kaldı. Artık arkadaşlarının sesini duyamadığını fark etti. Neredeydiler?
Paniğe kapılıyordu. Işığı tekrar gördü! Elysse çömeldiği köşeden fırlayıp koşarken şatodan ve hayaletten kaçmak niyetindeydi. Bunun yerine, kendini peş peşe köşeleri dönerken ve düşe kalka koşarken buldu. Dizlerini çarpıyor, ellerinin derisi sıyrılıyordu. Neden hâlâ harabelerden çıkamamıştı? Giriş neredeydi? Bir çıkmaza girdiğini anladı. Bir şöminenin devasa duvarı olabilecek bir şey yolunu tıkıyordu. Nefes nefese bir halde sert taşların üzerine düştü ve tam o sırada dörtnala koşan atların seslerini duydu.
Onu orada mı bırakıyorlardı?
Korku ve hayret içinde hafifçe hıçkırdı. Sırtını duvara döndüğü anda hayaletin, meşalesiyle kendisine doğru yürüdüğünü gördü ve korkudan donakaldı.
“Elysse!” diye bağırdı Alexi ona doğru koşarken.
Elysse hissettiği rahatlamayla dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti. Bu meşaleli hayalet filan değil, elinde mumla gelen Alexi’ydi. Gözyaşları arasında bağırdı: “Alexi! Beni bıraktığınızı sandım. Sonsuza dek burada kaybolacağımı sandım!”
Alexi mumu bırakarak onu kollarına aldı. “Sorun yok. Kaybolmadın. Seni asla bırakmazdım. Seni daima koruyacağımı söylemedim mi?”
Elysse ona sımsıkı sarıldı. “Beni bulabileceğini sanmıyordum; atların gittiğini duydum!”
“Ağlama. Artık yanındayım. Babam, kont ve senin baban peşimizden gelmişler, onları duydun. Dışarıdalar… çok da öfkeliler.” Alexi onu inceledi. “Seni bulamayacağımı da nereden çıkardın?”
“Bilmiyorum,” diye fısıldadı Elysse titreyerek. Yüzü yaşlardan ıslanmıştı ama ağlamayı kesmişti.
“Kaybolursan seni bulurum. Tehlikedeysen seni korurum,” dedi Alexi ciddi bir tavırla. “Bir beyefendi böyle yapar, Elysse.”
Elysse nefes aldı. “Söz mü?”
Alexi yavaşça gülümsedi ve Elysse’in yüzündeki bir yaşı sildi. “Söz veriyorum.”
Nihayet Elysse de ona gülümsedi “Cesur olmadığım için üzgünüm.”
“Sen çok cesursun, Elysse. Sadece farkında değilsin.” Görünüşe bakılırsa Alexi söylediklerinin her kelimesine inanıyordu.
BİRİNCİ BÖLÜM
Askeaton, İrlanda
23 Mart 1833
Alexi iki yıldan uzun süredir evde değildi fakat bu ona sonsuzluk gibi gelmişti. Elysse O’Neill pembe, leylak ve beyaz renklerle döşenmiş yatak odasının gül ağacından yapılmış güzel tuvalet masasının üzerinde asılı duran yaldızlı aynadaki yansımasına gülümsedi. Giyinip hazırlanmayı yeni bitirmişti. Heyecanının anlaşıldığının farkındaydı; kızarmıştı ve gözleri parlıyordu. Alexi de Warenne nihayet evine döndüğü için çok heyecanlıydı. Onun bütün maceralarını dinlemek işin sabırsızlanıyordu!
Artık yetişkin bir kadın olduğunu Alexi’nin fark edip etmeyeceğini görmek için sabırsızlanıyordu; son iki yılda bir düzine erkek ona kur yapmış, beş evlenme teklifi almıştı.
Pastel yeşil elbisesinin neredeyse menekşe rengi olan gözlerini daha da ilgi çekici gösterdiğine karar vererek tekrar gülümsedi. Erkek hayranlara alışmıştı; daha çocukluktan yeni çıkarken bile erkek çocuklar ona ilgiyle bakmaya başlamıştı. Alexi de öyle. Şimdi kendisiyle ilgili ne düşüneceğini merak ediyordu. Bu gece kendisini fark etmesini neden istediğinden emin değildi; sonuçta sadece arkadaştılar. Aniden içinden gelerek elbisesinin yakasını çekiştirdi ve göğüs dekoltesini biraz daha gözler önüne serdi.
Alexi daha önce hiç bu kadar uzun süreliğine gitmemişti. Elysse onun değişip değişmediğini merak ediyordu. Kürk avı için Kanada’ya gittiğinde, Elysse onun ancak yıllar sonra geri döneceğini bilmiyordu fakat ayrılışlarını daha dün gibi hatırlıyordu.
Alexi ona kibirli gülümsemesiyle baktı. “Peki geri döndüğümde bir yüzük takıyor olacak mısın?”
Elysse onun ne demek istediğini hemen anlamıştı. İrkilerek çabucak toparlandı ve kurnazca bir cevap verdi. “Ben her zaman yüzük takarım.”Ama Alexi dönmeden önce yakışıklı bir İngiliz’in ayaklarını yerden kesip kesmeyeceğini de merak ediyordu. Bunu kesinlikle umut ediyordu!
“Elmas değil.” Alexi’nin kalın, siyah kirpikleri aşağı inerek parlak mavi gözlerini gizledi.
Elysse omuz silkti. “Taliplerimin olması elimde değil, Alexi. Muhtemelen kur yapan birçok kişi olacak. Babam hangisini kabul etmem gerektiğini kesinlikle bilir.”
Alexi de omuz silkti. “Evet, Devlin’in uygun şekilde evlenmeni sağlayacağından eminim.”
Göz göze kaldılar. Bir gün babası ona harika bir eş bulacaktı. Ailesinin bunun hakkında konuştuklarını duymuştu ve aynı zamanda bir aşk evliliği de olmasını istediklerini biliyordu. Ne kadar mükemmel olurdu!
“Evlenme teklifi almazsam kendimi aşağılanmış hissederim,” dedi Elysse içtenlikle.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYemin
- Sayfa Sayısı400
- YazarBrenda Joyce
- ÇevirmenSelim Yeniçeri
- ISBN9786053434214
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Trenin Tam Saatiydi ~ Heinrich Böll
Trenin Tam Saatiydi
Heinrich Böll
İkinci Dünya Savaşı’nı bir piyade eri olarak yaşayıp, “Savaştan ve militarizmden daha saçma bir şey olamaz,” kararına varan Heinrich Böll’ün bu kısa romanı, 1949’da...
- Psikopat ~ Keith Ablow
Psikopat
Keith Ablow
Entertainment Weekly On iki ceset, on iki eyalet. Kimsenin bilmediği şey ise, “Otoban Katili”nin, sahte bir güvenlik duygusu yaratarak, kurbanlarının aklını çelen ve onların...
- Beyaz Diş ~ Jack London
Beyaz Diş
Jack London
O diğerlerinden çok farklıydı. Onların tüyleri daha şimdiden anne kurt Kiche’ye benzeyerek kızılımsı bir renk almışken yalnız kendisi, babasına çekmişti. Bir batanda doğan yavrular...