“…İslam üstatları doğu ülkelerinin coğrafyasını tam bir gerçeklikle tasvir ederek ilk haritayı getirdiler.
Eski üstatların insanlık âlemi ve medeniyete etmiş oldukları önemli hizmetleri takdirle anarak, eski zamanların gıpta ettiği şu adalet ve meşrutiyet döneminde naçizane bir hizmet olarak eskileri takliden şu eserciği yazmaya niyet ettim.
Coğrafya ve doğa tarihi gibi medeni toplumların ilerlemesinin biricik sebebi olan bir şeyin -ayrıntı da olsa- yazımı gerçekten kudretimin üstünde iken niyetteki güzelliğin sevkiyle cüret ederek bu kıtada gördüklerimin haritasına, yörenin ibret verici olayları ve tarihi hikâyelerini de ekleyerek ve şimdiye kadar bilinmeyen bitki ve ağaçlarını mevki mevki kayıt ve deftere geçirme ile son olarak bunları ait oldukları ailelere göre ayırarak ve özelliklerine ilişkin bazı bilgiler de ekleyerek sunuyorum.”
İbrahim Abdüsselam
***
Önsöz
Eskilerin Arabiyye-i Saide [Kutlu Arabistan] dedikleri ve bu cümlenin içerdiği anlamı hakkıyla ve bütün genişliğiyle ifade eden bu deyimi biz de aynen benimseyerek bir bütün olarak Arap Yarımadası’nın deniz eyaletlerinden ibaret olup, sıcak kuşakta bulunan bu bölge, iç kısımdaki büyük dağlarıyla ve batı rüzgârlarına açık olması dolayısıyla belirli mevsimlerde düşen yağmurlarıyla bilinir ve tanınır.
Deniz kıyısı ile dağ sıralarının doruk çizgisi arasında yer alan kesimin en geniş bölümü 200 km olup güneyden Arabistan Yarımadası’nın güney kıyısı ve Babülmendeb, batıdan Kızıldeniz kıyıları, kuzeyden Taif’in dağlık kesimleriyle Hicaz vilayeti sınırı, doğudan Cebel-i Ahraz sıraları ile sınırlanmış olmak üzere yaklaşık 5.027.000 km²’dir
Dikey sınırları uç uca eklenmiş, birbirinden düzensiz ve eşitsiz biçimde ayrılmış altı bölgeye bölünmüştür.
Kızıldeniz havzasında Yemen ve Asir, Hint Okyanusu’nda Aden, Hadramut, Umman ve Ahsa bölgeleridir.
Sözü edilen bölgeler arasında toprak verimliliği, ılımlılık ve iklim güzelliği bakımından dağlık beldeler öne çıkmış olup gerçi burada nehirler yoksa da arazi güçlü kaynaklar, sürekli akan çay ve ırmaklarla suya doyduğu gibi dağ eteklerindeki ova ve vadileri çiftlikler, ormanlar, yer yer vahalarla örtülü ve süslüdür.
Kızıldeniz kıyılarına düşen sancaklarda geniş ve yakıcı çöller ve yüksekliği 3 000 m’yi aşkın dağlar bulunur. En büyük dağlar “Cibal-i Serat” adıyla anılır.
Deniz kıyısından dağların eteklerine doğru uzanıp “Tihame” adıyla bilinen çöl 60 – 80 km genişlikte, hemen yatay denilecek biçimde düzdür.
Bu kısım nispeten yakın bir zamanda birtakım deniz sedefleri ve başka deniz kıyısı oluşumlarına ilişkin maddelerle oluşarak yavaş yavaş genişlemiştir.
Arabistan kıtası başlangıçta kazanmış olduğu büyük önem ve medeniyeti kaybetmişse de halen bir yararlanma potansiyeline sahiptir ki, coğrafyanın mevcut gelişmesi bu kıtanın bize örtülü kalan sır perdesini kaldırmaya müsait değildir.
Başlangıçta olduğu gibi bugün de şark ticaretine ait sedef, bağa, kahve, gevenlik, mürsafi gibi en kıymetli maddelerin bazıları bu kıta ile ilgili ürünlerdendir. Burası hayvanların bütünü ile ad ve aileleri meçhul olan bitkiler ile renk renk çiçeklerin ocağı ve meskeni olduğu gibi insan burada eski kavimlerin, bir yüksek ırk ve soyun ortaya çıktığı beşiği, eski tarihin kahramanlık ve ululuğunun menkıbelerini, insanlığın ilk dönemlerinin bilgisini öğrenir, özetle doğal ürünlerinin tür ve derecesini keşif ve takdir ile iyi bir ad kazanmak için bir vesile bir yol bulabilir.
Bilindiği gibi eskiden beri ıtriyat ve baharatın alışveriş işlemlerinin yapıldığı başlıca beldeler bu kıta üzerinde olup ticaret amacıyla Doğu Afrika ve Hindistan’dan çoğu zaman buraya gelirler, meskûn arazinin sonu gibi görüldüğü tarihlerde güney halkı bu kıtaya kıymetli eşyanın ocağı ve asıl
kaynağı ve adeta mahzeni gibi bakarlardı. Heredot’un inancına göre Arabistan’ın bu ödünç alınan ürünleri Fenikelilerin getirmiş olduğu tarçın kabuğu ve ladün gibi şeyler olup Araplar tarçını Malabar kıyılarından ve ladün gibi zamkları ise Girit taraflarından ararlar ve oraların ürünlerinden zannederlerdi. Bununla birlikte Tokrates’in Tarih-i Nebati’sinde bunların yerli ürün olduğunu açıkça söylenerek kanıtlanmış ve bu iddiasının sağlıklı olduğu daha sonra başka bitkibilimcilerce de onaylanmıştır.
Diyodor dö Sisi, Agartaşidis ve başka doğabilimciler bitkisel ve madensel coğrafya ve özellikle Arabistan Yarımadası’nın bölümlenmesi ve topografyasına ilişkin biriktirdikleri ve birleştirdikleri toplu bilgiyi ilk defa ilan etmek onuruna sahip oldular.
Batlamus ve Pelvin’in eserlerinde yalnız Arabistan Yarımadası’nın güneyinde kökleşerek nüfusun çoğunu barındıran memleketler ve kavimlerin isimleri kaydedilerek yazıya geçirilmiş, söz konusu memleketlerin eski adları gerçi pek az değişikliğe uğratılmışsa da Aden, Sana ve Zafar gibi eskiden de şen ve bayındır olup bugün de var olan beldeler hakkında yeterli bilgi verilmiştir.
İstrabon isimli kişi Artranidor Varatuşan’ın eserini özetleyerek yayımladığı bazı bilgiler içeren, biraz mübalağalı görünen tarifnamesinde Sebe kıtasının başkenti olan Mereb şehrini anlatırken binalarının fildişiyle süslü ve nakışlı olup kıymetli maddeler ile dolu olduğu söylenmiştir.
Abbasi saltanatının parlak dönemi coğrafya biliminin gelişmesi ve olgunluğuna denk düşer. İsimleri dünyaya şöhret salan bütün alimler ve edipleri hatırlatan bu devirde bunların merkezi Bağdat’tı. O dönemin Arap coğrafyacıları Batlamyus’un ve onun ardılı olan İskenderiye okulunun eserlerini inceleyerek daha da ileri götürdüler.
Hicretin üçüncü ve yedinci asrında Ebu’l-Hasan Ali, Ebu İshat Istahari, İdris, İbnü’l-verda, İbn Battuta, Ebu’l-fida ve diğerleri coğrafya bilimi ve doğa tarihine ilişkin bilgi hazineleri biriktirdiler.
Sözü edilenler gibi İslam üstatları doğu ülkelerinin coğrafyasını tam bir gerçeklikle tasvir ederek ilk haritayı onlar vücuda getirdiler.
Eski üstatların insanlık âlemi ve medeniyete etmiş oldukları önemli hizmetleri takdirle anarak eski zamanların gıpta ettiği şu adalet ve meşrutiyet döneminde naçizane bir hizmet olarak eskileri takliden şu eserciği yazmaya niyet ettim.
Coğrafya ve doğa tarihi gibi medeni toplumların ilerlemesinin biricik sebebi olan bir şeyin –ayrıntı da olsa – yazımı gerçekten kudretimin üstünde iken niyetteki güzelliğin sevkiyle cüret ederek bu kıtadaki gördüklerimin haritasına yörenin ibret verici olayları ve tarihi hikâyelerini de ekleyerek ve şimdiye kadar bilinmeyen bitki ve ağaçlarını mevki mevki kayıt ve deftere geçirme ile son olarak bunları ait oldukları ailelere göre ayırarak ve özelliklerine ilişkin bazı bilgiler de ekleyerek sunuyorum.
Birinci Kısım
-Seyahatname-
Miladi 1894 senesinde – ki hicri 1313 senesine tesadüf ediyor- Yemen’e memur olmuştum. Hıdiviye kumpanyasının Prens Abbas vapuruyla 11 Mart günü İstanbul limanından hareket ederek 13 Mart günü İskenderiye’ye vardım. Münşiye Meydanına bakan Kontinental otelinde iki gün dinlendim. Çepeçevre büyük binalar ile çevrili bir meydan olup orta yerinde Mehmed Ali Paşa’nın görkemli bir heykeli, yüzlerce araba, omnibüs, tramvayların merkezi olması dolayısıyla her tarafta bayındırlık izleri görünüyordu. Dolayısıyla memleketin genel gelişmesi sonucunda genel olarak fikir ve emellerin düzeyinin de yükseldiğine, refah ve mutluluğun her anlamıyla hüküm sürdüğüne kanaat getirerek memleketimizin de ilerlemesi ve yükselmesi temennileriyle ertesi günü sabahleyin trenle Süveyş’e, orada bir gece kaldıktan sonra bir Alman vapuruyla Aden’e hareket ettim. 25 Mart’ta Aden’e vardım, Otel Dönüvaypaj’da üç gün kaldıktan sonra Salı günü akşamı Kızıldeniz sahillerinde işleyen “Vodkok” adında küçük bir vapurla Hudeyde’ye hareket ettim. Bu aylarda Kızıldeniz’de şiddetle esen Ezyeb denilen güney rüzgârı deniz yüzeyini alt üst etmekte, müthiş dalgalar vapurumuzu bir oyuncak gibi oynatmakta idi. Fakat Cenab-ı Hakkın yücelik ve merhemetine dayanarak bütün bu güçlüklere göğüs gererek ölümle hayat arasında bir seferden sonra, İstanbul’dan ayrılışımın on altıncı günü, Hudeyde limanına girebilmişti.
Hudeyde
Hudeyde, Yemen sahillerinin en önemli bir ticaret limanı olduğu gibi söz konusu sahillerin iklimce en latif yeridir. Burası önce leri balıkçılara ait birkaç kulübe iye isimlendirilişinden de anlaşılacağı gibi tek bir demirci sundurmasından ibaret bir köy iken Miha, Lihye ve Huleyfe limanlarına kum ile kapatılarak eski yüksekliklerinden düşerek yok oluşun alçaklığına ulaştıkları bir sırada ilerleyerek ve bayındırlaşarak Yemen ülkesinin biricik ticaret merkezi ve iskelesi oldu. Limanın kuzey tarafında görülen büyücek bir körfez gemilerin girişine elvermeyecek biçimde sığ olup Hudeyde’nin önü ise açık bulunduğundan vapurlar, büyük gemiler sahile yanaşmayarak açıkta demir atarlar.
Sahile yaklaşıldığında bakışlara birden kasabanın kuzeyinde bulunan zarafet ve azameti dolayısıyla şehre şeref veren Şamiye Burcu isabet eder.
Kasaba çepeçevre bir sur ile çevrilidir. 1215 tarihinde Şerif Hamud taraından inşa edilen bu sur daha sonra Osmanlı valileri tarafından bazı burçlar ilevesiyle güçlendirilmiş ve süslenmiştir. Bunun Babü’n-nahl, Babü’l-müşerref, Babü’s-sahil, Babü’l-ferha ve Babü’n-nasr adlarında beş kapısı olduğu gibi, üzerlerinde biri diğerini savunan dört tabyası ve üç burcu ve kapılarda dört adet karakolhanesi vardır. Sur içinde bir hükümet konağı, bir telgrafhane, bir rüsumat ve düyun-ı umumiye daireleriyle bir adet gazino adında misafirhane ve Şafii ve Hanefi namlarında iki büyük ve kırk kadar küçük cami ve mescit ve tuğla ile inşa edilmiş bin kadar ev ile beş yüz kadar dükkânı kapsar.
Gazino adındaki otel belediyeye ait olup sahilde, üç kat üzerine bina edilmiş, her katta mutfak ve diğer müştemilat bulunduğu gibi alt katta bir de lokantası vardır. Hudeyde’de bulunduğum otuz üç gün hep burada misafir oldum. Diğer yönden esen serin rüzgâr burada kaldığım sürece Hudeyde’nin dayanılmaz hararetini pek hissettirmemişti. Bununla birlikte sabahın üçünden sonra ve akşamın onundan evvel çarşıya çıkmak benim için mümkün olmayan bir işti. Özellikle şehrin çarşı ve sokakları dar ve dolambaçlı olması dolayısıyla etkisini bir kat daha artırmakta, sokak aralarında ufak bir gezinti insanı adeta bunaltmakta idi.
Şehrin iki üç katlı olarak inşa edilmiş binaları, buranın hararetinin şiddetine karşı hava cereyanını kolaylaştıracak biçimde düzenlenmiş olmamakla birlikte, bunlardan beş on tanesi ayrı tutulursa genellikle gayet sade ve her türlü mimari süsten yoksundur. Yalnız gazino ve hükümet konağı arasında ve sahile yakın Seyyid Harun’un evi zarif ve sanatkârca bir üslupta inşa edilmiş olup, cephesi esasen Hint tarzında kabartmalar ile süslü ve nakışlı olmakla birlikte iç avlusu mihrap gibi kıble tarafına doğru çıkıntılıdır. Zemini mavi kırmız mermer taşlarıyla döşenmiş, revakları zarif ve işlemeli ahşap sütunlarla tutturulmuş ve küp biçimindeki direk başları nefis ve ince bir sanatla işlenmiştir. Diğer yüzleri de nakışları ve süslemeleri bakımından cephesinden aşağı kalmıyordu.
( Sur dışında ve kasabanın güney ve doğu tarafında Tihame kısmında tesadüf edilecek köyler tarzında Ariş denilen beş altı bin Arap evşeleri “çalı ve ağaç dallarının birbirine geçirilip kamış ve otlarla süslenmiş evlerdir” ile yarı kârgir olarak bin kadar ev, bir belediye dairesi, askeri kışla ve hastanesi ve gazhane ve bir de cephanesi vardır.) Servet sahiplerinin evlerinde “mebriz” denilen birer selamlık odaları bulunur ki, burada geceleri saat altılara kadar kat¹ çiğnerler ve kaşar denilen kahvenin dış kabuğunu çay gibi kaynatıp içerler.
Ahalisi çeşitli cinslerdendir. Türk, Rum, Ubuk, Asab, Habeş, Baniyan, Hint, Acem ve başka milletlerden çok sayıda kimse varsa da çoğunluğu Araptır. Araplar bellerinde cenbiye denilen bir tür nakışlı kesici alet taşırlar. Ekserisi don giymeyip bir peştamal sararlar.
Sur dışında ve doğu tarafında ahdâm denilen sefillik derecesinde bir kısım halk oturur. Bunlar balıkçılık ve süfli hizmetler ilegeçimlerini sağlayıp silah kullanmazlar.
Hudeyde ahalisinin gerek içmek için gerek başka gereksemeleri için kullandıkları suyu şehirden tahminen üç çeyrek mesafede bulunan kuyulardan deve ve merkeplerle şehir içine taşırlar.
Hudeyde kasabası on beş derece kuzey enleminde ve otuz iki derece doğu boylamında ve deniz kıyısında olup havası sıcak ve rutubetlidir. Ortalama sıcaklığı yaz mevsiminde 39 ile 39,5 santigrad derece arasında kalıyorsa da rutubetle dolu olması dolayısıyla insanı bunaltır. Kış mevsiminde ise 24 ile 25 derece arasındadır. Yaz geceleri ahali evlerin damlarında açıkta veya kamıştan yapılmış arişlerde yatar. Gündüzleri ise hava akımı sağlamak için bazı evlerle büyük mağazalarda “panka” denilen büyük yelpazeler vardır. Oda veya mağazanın dışında bir hizmetçi bu yelpazeye bağlı olan ipin ucunu çekerek harekete geçirir ve bu suretle meydana gelen suni rüzgârla insan biraz serinlik, ferahlık duyar.
Hudeyde’de suyu gayet serin tutan topraktan bir tür testi yaparlar. Buna şurbe denir. Bunları gündüzleri serin bir yere geceleri dama çıkarırlar, esen rüzgârın etkisiyle suyu soğutur.
Hudeyde otuz beş bin nüfusu kapsar. Ahalisi genellikle Şafii mezhebindendir. Bunların boyları ortadan biraz daha yüksek, bünyeleri zayıf, uzuvları orantılıdır. Renkleri gayet esmer, gözleri ve saçları siyahtır. Sıcağın etkisinin şiddeti yüz ve derilerinde gözlenir. Yüzleri yumurta biçiminde, alınları enli, burun düz ve orta derecede büyük, ağız orantılıdır. Dişleri pek muntazam dizili ve çok beyaz, kulak güzel bir biçimde normal büyüklükte olup öne meyletmiştir.
Kendileri cesur, tez canlı, kanaatkâr ve misafirperverdirler.
Son yüzyılda yerli Arapların Habeşilerle karışmasıyla ortaya çıkan koyu esmer melez cinsi burada önemli bir derecede artmıştır. Bu da zengin takımının haremlerinde her cinsten birer kadın bulundurmayı şeref saymalarındandır. Yine bu sesetendir ki gerek bura ve gerek Tihame kabile reisleri arasında -annelerinin cinsine göre- siyanı beyazına üstün olmak üzere her renkten çocuklar görülür. Bunlar ırk ve cinsiyet bakımından pek farklı ve çeşitlidir. Irkın soyluluğunu Tihamelilerden çok dağlarda yaşayan kabileler koruyabilmiştir.
Sur Dışına Bir Bakış
Akşamüzeri yani saat on bir sıralarında memurlar ve ahalinin birçoğu gezinti için şehrin ticaret mahalli olan mevki ile sur dışı mahalleleri arasnda “Müşerref” adlı büyük meydanda bulunan
gazino ve kahvehanelerde toplanırlar. Cebelli denilen ve orası için hayat bahşedici olan doğu rüzgârının belirmesiyle herkesin dudaklarında bir sevinç gülümsemesi, kalplerinde bir zevk duygusu bulunduğu halde kadın erkek, çoluk çocuk her sınıf halk o geniş alana, o uzun caddeye dökülür. Bu meydanın çevresi en şerefli ve gözde bir semt olup iki yanına gölgesi bol “Milpa Aze Dirahta” denilen Hint tespih ağaçları dikilmiştir ki hoş, yemyeşil manzaraları, laleye benzer beyaz çiçekleri ile etrafa tazelik, güzellik saçar. Bu ağaçlar yerli ürün olmayıp Hint’ten getirilmiştir.
Meydanın doğu tarafında büyük evliyalardan”Eş-Şeyh Sıddîk bin Ebü’l-feth” hazretlerinin mübarek mezarları bulunur.
Tihame Arapları türbe ziyaretine fazlasıyla riayet ederler. Her türbeninsenede üç gün ve daha fazla ziyaret zamanı vardı. Bu rütbesi yüksek zatın özel günü olan Şaban’ın on altıncı günü çevre kabilelerden binlerce halk toplanarak ziyaretine koşarlar. Bu özel günde bedevi Araplar çoklukla görülür. Bunların diğer Araplara bağları pek büyük olup şu kadar ki, gözleri pek parlak ve yüz hatları alelade görünmez. Boyları medenileşmiş Arapların boylarından az kısadır. Onlardan daha çevik, daha atik, daha zayıf, bünye itibariyle daha kuvvetlidirler. Zihinsel etkinlikleri fazla, usul ve kurallara ilişkin tutumları mağrurcadır. Kahramanlıklarını çoğu zaman öfke derecesine vardırırlar.
Hudeyde’nin coğrafi konumu, toprağının oluşumu itibariyle havası sıcak, nemli, bataklık kokuludur. Arazinin yüzeyi kimya terimiyle katışık “hâmız-ı silisyum” denilen kum ile alt tabakalarının organik tortuların en önemlisini oluşturan kilisten ibaret ise de kasabanın kuzey tarafını oluşturan arazinin pek alçak, lığlı ve lüleciçamurlu olup suların durgunluğuna sebebiyet vermesi dolayısıyla ahali arasında sıtma ve hummanın tek sebebi olmaktadır.
Kuzey tarafı oluşturan söz konusu alçak arazide Esfahiye (Salsolac) ailesine mensup “d’aeluporus mucrantus” ile “Ae. Littoris” gibi haylice dikenli çalılar ve “sporulus spicatus” gibi bazı saklı bitkilerin zayıf ayaklarına rastlandığı gibi kıyıya yakın yerlerde görünür bitkilerden yumuşak ve geniş bir dal budak salmış başak biçiminde ortaya çıkan tef denilen l’Eragrostis mucrata (uniola mucronata) bitkiler çoklukla görülmüştür.
Doğu yönüne doğru bakış sonsuz bir ovaya, başka bir deyişle Tihame denilen çölden ibaret bir arazi mıntıkasına rastlar ki, buranın deniz kıyısından dağların eteklerine kadar uzanan alanı 60 ila 80 kilometredir.
Genel görünümüne bir bakış yöneltilirse ne bir nihayetsiz kumlu çöl ve ne de her biri yüzeyi kıtayı çevreleyen denizin seviyesinden aşağıda bir çukurdur. Bu kısım mukaddimede bir nebze söz edildiği üzere kıyısı tortusal araziden ibaret olup görece yakın zamanlarda oluşmuştur.
Arazinin yapısı ve bireşiminden ve bazı yerlerinde görülen deniz fosilleri yatakları ve diğer deniz kıyısı oluşumlarına ilişkin parlaklık ve alüvyon ve başka belirtilerden çıkarıldığına göre burası vaktiyle mevcut iken zamanın geçmesiyle kurumuş ve deniz kabukları artıkları ile oluşarak zaman içinde alanını çoğaltmış denizden ibaret olduğu anlaşılıyor.
Bu ova hafifçe dalgalı olup yer yer çalılar ile örtülüdür. Burada küçük çakıllı vadiler ve kum tepelerinden oluşmuş uzanan sıralar çokluk olmayıp ovanın ancak küçük bir kısmını işgal eder. Hava durumu gölgede otuz dokuzdan kırka ve geceleri otuz otuz beşe inecek derecelerde bir farklılık gösterir.
Burada sam denilen güneyden esen sıcak rüzgâr bazen kumları yerinden kaldırarak hava boşluğunda girdaplar meydana getirecek derecede şiddetli ve tehlikelidir.
Buralarda Araplar arasında asl denilen”suada monica” adlı sütlü ıspanakgiller ve bınar “Panicum Turgidum” ile semam denilen “Panicum dichotomum” bitkiler görülür.
Asl denilen bitkinin bir çukurda yakılmasıyla halk arasında hotum tabir ettikleri siyah bir kitle elde ederler. Bınar ve semamı hayvanlara yedirdikleri gibi ariş denilen kulübelerinin başlıca inşaatını da oluşturur.
Memleketin dışında ve kuzeydoğu tarafında su kuyularıyla bir hayli bahçeler bulunur. Yarım fersah mesafede bulunan askeri hastane bu bahçeler arasındadır. Bahçelerde hurma, dut ve nar ağaçları bulunduğu gibi karpuz ve bazı sebzeler yetiştirilir. İlerilere doğru kumluk arazide bazı tarlalar çevresinde ahali arasında aşr denilen birkaç adet mevdar (calotropis procera) görülmüştür. Buna eküm dahi derler. Bunun kömürünü barut imalinde kullanırlar.
Sema bulutsuz, dumansız berrak olduğu zamanlarda Hebt cihetlerine doğru bakılırsa 60, 70 kilometre uzakta cebel-i zamir ile cebel-i ber’in mavi kütleleri azametli cephelerini gösterir.
Hudeyde’de bir müddet kalınacağı cihetle çevresini gezmek, dolaşmak istedim. Kasabanın güneyinde ve on kilometre uzağında bulunan Manzar köyü civarına doğru gezintimde burasını deniz yüzeyinden birkaç metre yüksek buldum. Buranın arazisi nemli olup Beytülfakiye yolu üzerindedir. Beytülfakiye kasabası ise buraya göre güneydoğu yönünde olup tahminen kırk kilometre uzaklıktadır. Buradan uzaklaşılır uzaklaşılmaz yol saparak güneyde kıyıya yaklaşılır. Buralarda Hudeyde’nin kuzey tarafında rastlanan bitkilerin başka türlerine rastlandı.
Kleom kasîrü’r-res Cleomebrachyacarpa vahl
Meluhiyye Corchorus antichorus
Nil (çivid) İndicofera Burmanni
· İndicofera paucifolia
Buz çiçeği Trianthema crystallina
. Trianthema polysperma Hochst
Haşişetü’l-selil (sekil otu) Heliotropium pterocarpum Hochst
Şaiyya (arakü’z-zeheb ebyaz) Acrua javanica
Haşişetü’l-potas Salsola imbricata
Feribon-ı habibi Euphorbia granulata
Hind-i müshil fıstık ağacı Jatropha villosa Mall
Mekke eriği Antropogon foveolata
Elyonorus Hirsitus Elionorus hirsitus
Manzar köyü dalgalı bir yüzeyde yüz kadar arişi kapsayan küçük bir köy olup deniz kıyısından bin iki yüz metre uzaktadır. On, on iki metre derinliğinde on beş adet tatlı su kuyuları vardır. Bu kuyuların duvarları 80 santimetre çapında ve silindir biçiminde pişirilmiş topraktan (çömlek) çemberlerle tutturulmuştur. Köyde futa ve siyah bez ve bir nevi car ve örtü gibi mensucat dokumaya mahsus tezgâhlar vardır.
Bahçeleri az ise de hurma ağaçlarıyla dere, mısır darısından maada bakla, fasulye, domates, patlıcan, bamya gibi çeşitli sebzeler, karpuz, reyhan, merzengüş, yasemin gibi hoş kokulu bitkiler bulunduğu gibi Hint mahsulatından kırmızı ve büyük çiçekli zarif siban (sesbanı grandiflora) denilen bodur ağaca ve karyenin etraf ve çevresinde adları aşağıda yazılı bitkilere de rastlanmıştır.
Kleome Pabillum Cleome pupillum stend
Boeraviya Repeno Boerhaavia repeno
Horoz İbiği Amarantus Blitum
Sibrus Longus Cyperus Longus
Paniktum Panicum Spc
Aluzin Fiyapellifera Elusine fiapellifera
Tihame kısmında gündüzleri ısı derecesi son haddine ulaştığı cihetle hareket olamadığından her yolcu ve seyyah geceleri harekete mecburdur. Mayısın on birinci Perşembe günü gurupla beraber katırlara binerek hareket edildi. Yollar Aluropos Mokr ve natus ve bınar denilen çalılarla örtülü olup ve yolun sağ ve solunda bazı akasyalar ile aşr (Ochen a cime) denilen mevdar adlı bitkiler gayrı muntazam kümelenmiş bir halde gölge gibi görülebilmiş ise de gecenin karanlığı gökyüzünü kapladıkça adım adım her şey gözden kaybolmakta idi.
Saat beşte Moravo köyüne ulaşıldı.Burası dikdörtgen biçiminde üç yüz dört yüz kadar arişi kapsayıp kargir üç adet küçük cami-i şerif ile tuğla ile inşa edilmiş birkaç adet mağaza ve kahve depoları mevcuttur.
Köyün güneyinde koni biçiminde görülen birkaç kulübeden başka 15 metre derinliğinde birkaç adet suyu tatlı kuyular da vardır. Futa ve saire dokuma ve imaline mahsus mevcut tezgâhları ile sekiz adet deve ile hareket eden susam değirmeni köyün övünç vesilesidir..
Karyenin etraf ve çevresinde çivid ekildiği gibi Hudeyde civarında görülen aşar ve bınar denilen nebatlara burada da tesadüf olunmuştur. Ve ova cihetinde isimleri aşağıda yazılı bitkiler de toplanılmıştır.
Merbeü’z-zevaya Mihr-i Madame Akasyası Cissus quadrangularis
Rinkozya Pulverulneta Rhynchosia pulverulenta
Ubuvata Sanasi Cassia obovata
Belefaris Adolis Blepharis edulis pers
Sağirül’l-idrak calaba Convolvulus microphyllus
Şaibi (Arakü’z-zehep Ebyazı) Aerva Javanica
Haşişetü’l-bez’ Chrozophora obligera
Permistum silyar Permisetum ciliar
Kulübelerin üzerinde bir küçük bahçede Kasaiyye ailesine mensup sarmaşık gibi girişken ve kırmızı meyveli (Korallu karpus arusteris) adılı bitkiye rastlanmıştır.
Buralarda çiftçilik ve tarım başka yerlerde olduğu gibi akar suya bağlı değildir. Arazinin bir kısmı için kuyulardan gayet basit usullerle ve develerle çekilen sular kullanılır. Bahçeler hep bu suretle sulanmaktadır. Gündüz saat dokuzda güneş şiddetini henüz göstermediği bir zamanda Morava’dan hareketle Tihame’nin en verimli mıntıkasına girildi. On bire çeyrek kala El-Kati köyüne ulaştık. Burada kavun karpuz yetiştirildiği gibi çok sayıdaki pamuk tarlaları arasında aşağıdaki bitkiler görüldü.
Dipertizyum Gulukum Diptergygium Glaucum
Anab ağacı Zizyphus spina
Tefrüzya Antiloyid Tepherosia Anthyllode
Gelin Küpesi Abutilon bisdentatum
Tüplü Müshil Hind Fıstık Ağacı Jatropha Villosa
Saat on ikiyi çeyrek geçe köyden kuzey ve kuzeydoğuya doğru hareket edildi. Sağ taraftan kuzeye doğru küçük bir dağ sırasının yükseldiği bunun ikinci sırasında Cebel-i Ber’ ve Cebel-i Zamir’in siyah birer kaya görünümünde cisimleştikleri görülüyordu. Akşam saat ikiye doğru çölün kumsalından kurtularak sırf kayalık bir araziye girildi ki, bir saat süren eden bu yol bizi gitmeyi istediğimiz Bacil’e ulaştırdı.
————
¹ Kat- Silastrine ailesine mensup “Kata Adolis” denilen bir buçuk metre boyunda bir ağaççığın yaprakları olup bu yaprakları yerel ahali çiğnemek suretiyle kullanır. Bu ağaçların kökeni Doğu Afrika olup oradan Habeşistan’a ve Yemen ülkelerine yayılmıştır. Kat yapraklarının bileşiminde “Klonkjjer” adlı kimyagerin tahliline göre tânin ile cüzi miktar kafein suda suhuletle …….. katin denilen iki … havidir. Ahalinin kata ibtila ve düşkünlüğünün nedeni hakkında henüz sağlam bir fikir söylenemiyorsa da çiğneme esnasında ortaya çıkan kokanın etkisine benzer hafif, hoş bir neşe hissinin sürekli kullanım ihtiyacını ortaya çıkardığı sanılmaktadır. Katın bir türünün sarhoşluk cinneti denilebilecek bir kendinden geçme halini yarattığı dahi görülmüştür. Yerli ahali katı saatlerce çiğnerler. Onun kullanımı bir dereceye kadar kavmi bir gelenek halini almıştır, karşı karşıya gelen iki kişinin birbirlerine kat sunmaması aralarında nezaketsizliğe yorulur.
Şiddetli sıkıntılar altında inleyerek hayatını sürdüren en aciz bir yerlinin günlük çalışmasının ürünü olan üç beş kuruşu iki demet kat satın almak uğruna feda ederek bu lezzeti tatmaması mümkün değildir. Hele Hudeyde’de cidden göze çarpan bini aşkın kathanelerde “mübrez” günde tüketilen kat miktarı iki yüz zorba olup her bir zorba on iki bağ demektir.Her bir bağ ortalama yarım riyala satılmakta olduğuna göre günde on dört bin dört yüz kuruşluk bir satış oluyor demektir. Sana’da ise bunun ancak üçte biri nisbetinde bir ticaret vuku bulmaktadır.
Katın ilk senesi filizlerine Sana’da Bekûr Taiz’de mübreh denilir ki bu pek makbuldür.
Daha çok bilgi için bu kitabın bitkiler bölümüne başvurunuz.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Seyahatname Tarih
- Kitap AdıYemen Seyahatnamesi ve Bitkisel Coğrafyası
- Sayfa Sayısı136
- Yazarİbrahim Abdüsselam Paşa
- ISBN9789944396516
- Boyutlar, Kapak16x23,5, Karton Kapak
- YayıneviPan Yayıncılık / 2008