Hayatta öyle anlar vardır ki insan bir mola vermek, gündelik telaşa kapılmadan varoluşunun aşamalarını gözden geçirmek; hayatın hem zor ve karanlık anlarında hem de sevinçlerinde birlikte yol aldığı kişilere minnetini ve şükranını sunmak ister. Yüreğinin Götürdüğü Yere Git adlı romanıyla dünyanın dört bir yanında olduğu gibi ülkemizde de büyük okur kitlelerine ulaşan İtalyan yazar Susanna Tamaro, yeni romanı Yel Dilediği Yerde Eser’de yine yalın ve sıcak anlatımıyla yüreğimizde gizli kapılar açarken bizleri gündelik hayattan varoluşumuza doğru bir molaya çıkarıyor. Romanın kahramanı altmışlı yaşlarındaki Chiara, etrafı sessizlikle çevrili evinde üç mektup yazmaya karar verir: İlki 20 yaşına gelen güleç evlatlık kızı Alisha; ikincisi sorunlu ve öz kızı Ginevra; üçüncüsü sevdiği ve güvendiği eşi Davide ile günün birinde okuyacağını umduğu, ailenin sorunlu bir döneminde doğan küçük oğulları Elia için.
Çağdaş dünya edebiyatının sevilen yazarı Susanna Tamaro, bu derin ve tutkulu romanıyla kuşaklar arası dinamiklerin karmaşıklığına, aile bağlarının gücüne ve hayata anlam vermenin önemine ışık tutuyor. Sayfalar arasında gezinirken anlaşıldığınızı, avunduğunuzu ve iyileştiğinizi hissedeceksiniz.
“Yüreğinin Götürdüğü Yere Git’ten sonra en sevdiğim kitabım bu oldu.”
Susanna Tamaro
*
“Gerçek mucize, şeylerin olmasıdır. ”
Ludwig Wittgenstein
“Bilgi nedir?
Ölümsüz hayatın anlamı.
Ölümsüz hayat nedir?
Her şeyi Tanrı’da bulmak. Çünkü aşk buluşmayla doğar.”
Ninovalı İshak
“Yel dilediği yerde eser, sesini işitirsin
ama nereden gelip nereye gittiğini bilemezsin;
Ruh’tan doğan herkes böyledir. ”
Yeni Ahit, “Yuhanna”, 3:8
Alisha’ya
Sevgili Alisha,
Bugün 26 Aralık, mutfakta oturuyorum.
Salonumda hatta yanan şöminemin karşısında da oturabilirim ama ateş eşlikçi isteyen bir keyiftir, onu yalnız başına seyrettiğinde tuhaf düşüncelere kapılabilirsin:
Odunlar zamanın yuttuğu hayatlarımız gibi yanar, onlardan geriye günün birinde bizim bedenlerimizden geri kalacak olan gibi sadece toz kalır; oysa mutfak hayatın yaşandığı yerdir, ailece öğle ve akşam yemeklerimizi orada yeriz, orada çene çalarız, tartışırız; arada sırada şans eseri kahkahaların patladığı yer de, hep birlikte farklı kararlar aldığımız yer de hep mutfaktır.
Aralık ayının ilk günlerinde, “Noel’de herkes özgür olsun” fikrini ortaya atmamı anımsıyorsun değil mi? Ardından gelen şaşkınlıkla dolu sessizliği de fark etmiş miydin?
“Bu bir şaka mı?” diye sordu Ginevra.
“Hayır, ciddi bir öneri.”
“O zaman klasik deyişleri de değiştirmenin zamanıdır,” demiştin sen gülümseyerek. “Noel aileyle, Paskalya istediğin kişiyle yerine bundan böyle Paskalya aileyle, Noel istediğin kişiyle deriz.”
Kız kardeşinin vardığı sonuç da “karar verilmiştir”
oldu. Hayal kırıklığı ifadesi bir tek minik Elia’nın yüzünde belirdi.
“Nasıl yani? Ağaç kurulmayacak mı, yılbaşı süsleri konmayacak mı? Hediye olmayacak mı?”
Onu rahatlatmam gerekti.
“Merak etme. Her şeyi gerektiği gibi yapacağız; hediyeler ve ağaç olacak, sonra 26 Aralık günü herkes özgür olacak.”
Gitmeyi seçtiğin yer uzak olduğundan Noel’i beklemeden ilk yola çıkan sen oldun; Ginevra kendini Cortina’da evi olan bir arkadaşına davet ettirdi, Elia da tatili en sevdiği arkadaşının ailesiyle birlikte geçireceği için mutlu oldu. Baban İtalyan Alpinistler Kulübü’nden arkadaşlarıyla buz şelalelerine tırmanmayı öğrenmek için özel ders alacağını ilan ettiğinde Ginerva’nın nasıl güldüğünü hatırlıyor musun?
“Baba ama sen ihtiyarsın!”
Elia fal taşı gibi açtığı gözlerle bunu söylerken Davide, “İnsanın bedeni yaşlanabilir ama ruhu asla,” diyerek tatlı bir yanıt vermişti.
“Bu çok tehlikeli baba.”
25 Aralık günü, Noel’i, her zamanki gibi Molise’den getirdikleri hediyeler ve yerel yiyecekler eşliğinde dedeler, nineler, kuzenlerle kutladık. Seni göremedikleri için üzüldüler ve çok selam söylediler.
Noel arifesinin öğleden sonrasında, İsa’nın doğum sahnesini canlandıran süslemeyi hazırlarken Bebek İsa’yı bulamadık. Onu süslemenin öteki kahramanlarıyla birlikte kaldırdığımdan emindim ama kutudan çıkmadı.
Ötekiler tamamdı: çobanlar, koyunlar, göl içindeki ördekler, saman çatıya yerleştirilecek melek; Bebek İsa dışında hepsi tamamdı. O bulunamadıkça Elia huzursuzlanıyordu. “Dükkânlar da kapandı,” deyip duruyordu.
“Kapalı, kapalı! Dükkânların hepsi kapalı! Ne yapacağız şimdi?”
Rahatsız olan Ginevra, “Bunu neden sorun ediyorsun?” dedi ona. “Bir ceviz alalım, üzerine gözler ve ağız çizip beşiğe yatıralım. Zaten önemli olan gelenek, değil mi?” Elia bir türlü kabul etmiyordu.
Bunun üzerine, baban oyun hamuruyla bebeğe benzeyen bir şekil yaparak durumu kurtarmayı düşündü. Ben oyun hamurunun pembe rengi yüzünden Ginevra’nın alaycı bir şekilde, “Bu daha çok domuz yavrusuna benzemedi mi?” diye eleştirmesini beklerken, sadık Felix’imiz divanın altına uzattığı patisinin çevik bir vuruşuyla saman yerine onun tüyleriyle kaplı Bebek İsa’yı ortaya çıkarıverdi; neyse ki kırılmamıştı. Kim bilir belki de geçen ocak ayından beri oradaydı! Bebek bulununca evimiz yeniden huzura kavuştu ve Elia gece yarısı, geleneğe uygun şekilde onu beşiğine yatırdı.
Üst katta bavullar hazırdı. Onların önünden geçerken, sanki tren istasyonunda kutlanan bir Noel’deyiz, diye düşünmüştüm: Herkes buradaydı, ama hepsinin aklı ertesi sabah çıkacağı yolculuktaydı. Ginevra şimdiden Cortina’daki Cooperativa mağazasının ışıltılı lüksünü, Elia küçük çetesiyle oynayacağı oyunları, Davide de nihayet buzlara saplayabileceği kramponlarını düşünüyordu.
Dün akşam baban yatakta, “Evde yalnız kalmak istediğinden emin misin?” diye fısıldadı.
“Cadının lanetine uğramamdan mı korkuyorsun?” diye alay ettim.
“Hayır, başına bir şey gelebilir diye.”
“Ne gelecek başıma. Yalnızca biraz yorgunum.”
Pek ikna olmuş görünmüyordu. “Sahiden kalmamı istemiyor musun?”
“Hayır, dağlara gitmek sana iyi gelecek, hem arkadaşların da sevinecektir.”
“Ya sen?”
“Ben de biraz yalnız başıma olmanın keyfini süreceğim.”
Bu sabah gün doğarken alarmın sesiyle uyandık ve saat on bir olduğunda ev artık bomboştu. Yola çıkmalarının yarattığı kaçınılmaz dağınıklığı toparladıktan ve Noel yemeğinden artan birkaç lokmayı yedikten sonra bacaklarımı ısıtacak güzel bir battaniye alıp divana uzandım.
Altı yıldan beri bu tepedeki evde yaşıyoruz ve altı yıldan beri tüm günü ve geceyi tek başıma geçirdiğim hiç olmamıştı. Gençliğimizde, şehirde oturduğumuz zamanlarda, babanız iş için sıkça seyahat ederken ve sizler henüz ufkumuzun ötesindeyken bu olurdu elbette. Ama bir apartmanda yalnız olmakla, seslerin özellikle de alışık olmayanlarda huzursuzluk yarattığı ve sessizliğin sahiden sessizlik olduğu ormanlarla çevrili bir evde yalnız olmak aynı şey değil.
Bologna’lı arkadaşını anımsıyor musun; bir hafta kalmak üzere bize gelmiş ama ilk gecenin sabahında besbelli uydurma bir bahaneyle şehre dönmek istemişti. O fark etmemiş olabilirdi ama ben gerekçesini sezinlemiştim. Sokak lambalarının, ışıklı tabelaların, karşı apartmanların aydınlığının bulunmadığı, yalnızca karanlığın olduğu ve gecenin gerçekten gece olduğu ortamlar bizde atalarımızdan miras bir korku uyandırıyor. Evrimsel tarihimizin karanlığında ayılar, kurtlar, keskin dişli kaplanlar, silahlı başka insanlar karanlığın içinde saklanırlardı ve şimdi ışığın olmadığı durumlarda onların hayaletleri gecelerimizin içinde yeniden beliriyor.
Noel arifesi akşam yemeğinde, kardeşlerin arasında, bu minvalde bir tartışma oldu. Elia benim için endişeleniyordu.
“Sahiden evde yapayalnız mı olacaksın? Korkmayacak mısın?
Ginevra gülerek ona, “Ne diyorsun sen? Yalnız olmayacak ki!” demişti. “Hayaletler ona arkadaşlık edecekler.”
“Hayaletler mi?” Kardeşin ona hayretle bakıyordu.
“Tabii ya. Eski evler hayaletlerle doludur. Geceleri seni gıdıklayanları fark etmedin mi hiç?”
“Hayır. Hayaletler kimdir?”
“Bizden önce burada yaşamış ve ölmüş olan bütün insanlar.”
“Peki onlar iyi kalpli midir?”
“Belli olmaz.” Ginevra ona bilmiş bir acımasızlıkla bakıyordu. İşte tam o noktada Davide konuyu değiştirmeyi yeğledi. Ama ertesi sabah kahvaltımızı ederken Elia yine konuyu açmak istedi.
“Yanılıyorsun,” demişti ablasına, “bu evde hayaletler değil, melekler var.” Ve tezini kanıtlamak için de cebinden beyaz bir tüy çıkardı. “Bunu bu sabah yatağımın ayakucunda buldum.”
Ablası yine hevesini kaçırarak, “Şapşal mısın sen?” diye çıkışmıştı. “O bizim tavuklardan birinin poposunun tüyü.”
“Poposunun tüyü olsa kakalı olurdu, ama bu temiz.
Bak: Tam bir melek kanadı,” dedi burnunun ucunda sallayarak. “Sensin onları göremeyen.”
Şimdi pencereden dışarı bakarken günlerin uzamaya başladığını fark ediyorum. On gün önce, bahçenin sonundaki hurma ağacı bu saatte karanlığa gömülmüş olurdu ama artık olgun meyvelerinin turuncusu günbatımında ışıldıyor. Göksel yörüngeler sayesinde döngüler yineleniyor ama şehirlerin yapay karmaşasında yaşadığımız sürece bunun farkında olmamız mümkün olmuyor. Hayatı yirmi dört saatle ölçerek yaşıyoruz; bu nedenle evrenle o derin bağımız kopuyor –ya da kopartılıyor– ve bu bağ konusunu sorgulamadığımız sürece insanın gerçek kökenini anlaması giderek zorlaşıyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYel Dilediği Yerde Eser
- Sayfa Sayısı192
- YazarSusanna Tamaro
- ISBN9789750763786
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bedeli Ödenen Günahlar ~ David Baldacci
Bedeli Ödenen Günahlar
David Baldacci
Her insanın içinde uyanmayı bekleyen bir kötülük vardır… Avcıydık. Avımız ise tecrübeli bir caniydi. Yok ettiği o kadar çok insan, o kadar çok acı...
- Buz Gezegeni Barbarları 2: Barbar Uzaylı ~ Ruby Dixon
Buz Gezegeni Barbarları 2: Barbar Uzaylı
Ruby Dixon
MİLYONLARCA HAYRANA ULAŞAN ROMANTİK BİLİMKURGU SERİSİ İKİNCİ KİTABI İLE OKUYUCUYLA BULUŞUYOR! BARBAR UZAYLI ekstra bölümler ve özel bir sonsöz ile! Liz Cramer, sıkışıp kaldığı...
- Fazladan Bir Gün ~ Fabio Volo
Fazladan Bir Gün
Fabio Volo
Renksiz metropollerin birbirine çok benzeyen günleri arasında sıkışıp kalmıştır, Giacomo. Soru sormayı unutan Giacomo için çalar saatin sesiyle, kendisini yüzeysel bir aşk ilişkisine davet...