Usta kalem Hamdullah Köseoğlu, çocukluğunu yaşayamayan çocukların sesi, yüreği oluyor.
Yoksulluğun, işsizliğin, kan davasının… Kentlerin varoşlarına savurduğu, tatil kavramını çıraklıkla özdeşleştiren çocukların hikâyesi. Düşleri, özlemleri, büyüme sevinçleri; küfürlerle, tokatlarla ezilen çocukların…
“Durdur kanı ey ozan!
Ekmek, toprak ve sevgi arınsın kandan.”
S. Sezer
Yazar Olacağım
Kars’tan geldik ağabey. Gelmez olaydık. Bizimkiler, kentin taşı toprağı altın, derlerdi. Başımıza bu iş gelince, biz de… Ben o zaman çocuktum. Aklım ermezdi. Gerçekten altın sanırdım. Oturur uzun uzun düş kurardım. Altından evler düşünürdüm. Nerde?.. Altın bir yana, toprak bile yok. Her yan boz beton. Birbirinin önünü kesen, gölgeleyen, üstten bakan yapılar. Uzak uzak dağlar. Silik soluk, tozlanmış otlaklar. Diriliğini yitirmiş, örselenmiş, pörsümüş çiçekler… Bizim ora insanının gururu, onuru kendinden büyüktür. Aç kalsın, susuz kalsın, acı çeksin, işkence görsün; ama onuruna dokunulmasın, aşağılanmasın. İşte o zaman gözü kararır. Başına iş açar. Bizimki de o hesap… Aslında hepsi yokluktan, yoksulluktan. Bilgisizlikten, işsizlikten.
Aşsız, işsiz insan ne yapar ağabey? Ninem, zenginlik seviştirir, yoksulluk dövüştürür, der. Boş duran insan, boşa düşer. Düşünür kara kara. En küçük bir sözü, yan bakışı sorun yapar. Büyütür de büyütür. Babam içeri düşünce annem toplayıp geldi bizi. Su değerine verdik elimizdekileri. Alıp başımızı… Bir yıl ne yapacağımızı bilemedik. Çevreyi bilmiyoruz, kimseyi tanımıyoruz. Hazıra dağ olsa dayanmaz, derler. Biz de bir süre sonra… Annem oturdu ağladı. – Eşek kadar adam oldunuz, gidin çalışın, dedi. Çalışalım dedik. Nerede, nasıl? Ha deyince iş mi var? Bir tanıdığın aracılığıyla bulaşıkçı girdim. Nasıl tutulur, nasıl yapılır bilemiyordum. Kırdım döktüm bir süre. Kızdılar, aşağıladılar. Haftalığımdan kestiler.
Burada yaşamak, ortama uymak, uyum sağlamak zor. Küçümseyip itiyorlar. Olmadık şeyler söylüyorlar. Bak ağabey. Ben ortaokuldan ayrıldım. Derslerim çok iyiydi. Öğretmenlerim severdi. Birçok şeyi onlardan iyi biliyorum. Okulu bıraktım; ama okumayı bırakmadım. Haftalığımın bir bölümüyle kitap alıyorum. Kızıyor annem. Siz kazandıklarınızı ya kâğıda ya çaputa veriyorsunuz, der. O nedenle gizli saklı okuyorum. Öğretmenim sağ olsun! Okumayı sevdirmese… Ne zaman sıkılsam, ne zaman içim daralsa okuyorum. Ne anlıyorsun bu kitaplardan, diyorlar. Bunlar karın doyurmaz. Gözlerine yazık… Ne yapsınlar, okumamışlar. Okumanın tadını bilmiyorlar.
Kimseye söylemedim. Bir size söylüyorum. Siz anlarsınız beni. Okumuş yazmış adamsınız. İleride yazmayı düşünüyorum. Yazar olmayı yani… Bu arada bir sürü arkadaş edindim. Sizden iyi olmasınlar çok iyiler. Herkesin bir beklentisi, bir tutkusu var. Kimi futbolcu olmak istiyor, kimi oyuncu, kimi… Patron olup patronun işini elinden almak isteyenler bile var. Düş işte… Benimki düş değil. Benimki uzun ince bir yol. Hemen varılmayacağını, gidip de dönülmeyeceğini biliyorum. Bağışla ağabey, başını ağrıtıyorum. Nereden nereye… İşimi anlatıyordum, koyup yazarlığa geldim. Okumak, yazmak bir tutku bende. Ayrımında olmadan dönüp dolanıp oraya geliyorum. Hep dürtüyor içimden. Okumadan edemiyorum. Her zaman kitabım yanımdadır, nereye gitsem oraya…
Bizim arkadaşlar sıkıldıklarında, yorulduklarında sigaraya saldırıyorlar. Ben de ne zaman bir boşluk bulsam kitabı açıyorum. Birçok yazarın yaşamını okudum. Çok sıkıntı, acı çekenler olmuş. Olmadık işlere girmiş, çıkmışlar. Karnını doyurmak için inanç değiştirenler olmuş. Bunlar dünyaca tanınan, bilinen ünlü yazarlar. Acı, sıkıntı erginleştirir, derinleştirir insanı. Böyle diyor yazarın biri. Sıkıntı, acı çekmezsen sıkıntı çekenleri anlayamazsın. Yanlış mı söylüyorum? Aç kalmayanlara ne anlatır açlık! Bence yaşanmadan yazılmaz…
Yazacak konu çok. Benim arkadaşlarımın her birinin yaşamı roman. Neler görmüş, neler yaşamışlar. Bir görsen, bir konuşsan şaşarsın. Hani derler ya, bir dokun, bin ah işit. Öyle işte. Ağızları açıldı mı kapanmaz. Neleri var, neleri yok anlatırlar. Bu yaşta bunca acıyı, sıkıntıyı nasıl kaldırmışlar şaşarsın. Bak ağabey, bizim insanımız çok dirençli. Anımsayacaksın türkülerimizi: “Taş olsaydım erirdim, Toprak idim dayandım.” Nasıl dayanmışlar şaşıyorum. Ben olsaydım… Ben de acı çektim. Ben de sıkıldım; ama onlar kadar değil. En çok, okuyamadığım için üzülüyorum. Nerede çantası sırtında bir öğrenci görsem içim gidiyor. Yediğim içtiğim ağıya dönüşüyor. Her şey çekiciliğini yitiriyor. İşte o zaman kitaplara sarılıyorum. Sığınıyorum daha doğrusu. İçimin acısını kitaplar alıyor. Kitaplar olmasaydı, kitap okuma alışkanlığım olmasaydı ne olurdum, diye düşünüyorum. Ne yapardım? Belki çıldırırdım. Ben okuyamadım; ama kardeşlerimi okutacağım. Belki azalır içimdeki sızı, bu yıpratıcı duygu o zaman diner. Bizim köyde ilkokuldan sonra okuyan olmadı. Olsaydı örnek olurdu. Ona bakıp diğerleri de okurdu. Değişirdi köyün yapısı, köylünün yazgısı.
Belki biz de… En çok kitapçı vitrinlerine bakmayı seviyorum. Ne güzel kitaplar var bir görsen. Param olsa hepsini alırım. Bunu arkadaşlarıma da söylüyorum. Gülüyorlar, yadırgıyorlar. Oğlum sen manyak mısın, diyorlar. Gülüp geçiyorum. Anlatsam anlamazlar. Kimisi motosiklet düşünüyor, kimisi yat kat. Ben de… Küçük insanın düşü, sanıldığından daha büyük oluyor. Geçenlerde bir yazar gelmiş bizim işyerine. Lokantaya yani. Şef garson biliyor benim kitaplara karşı ilgi duyduğumu. Çağırın Nuri’yi, gelsin, demiş. Seni şef çağırıyor, dediler. Doğrusu korktum. Yine ne kusur, ne eksiklik bulacak, dedim. Bir korku, bir kaygı ki sorma. Kalkıp kötü bir şey söyleyecek şimdi, dedim. Sussan olmayacak, susmasan işten olacaksın. Kitap okumanın bir yanı da haksızlığa karşı duyarlı kılmasıdır insanı. Eskiden kim ne dese boynumu kırıp beklerdim. Artık dayanamıyorum. Karşılık vermesem, kendi kendimi yiyorum. Neden sustun, diyorum. Neden karşılık vermedin? Uykum kaçıyor, deliler gibi kendimle konuşup duruyorum. Sıkıla çekine gittim. Buyur şefim, dedim. Bir yaramazlık mı var?
Gülümsüyordu. Rahatladım. İçimin titremesi durdu.
– Gel, dedi. Seni bir yazarla tanıştıracağım.
Donakaldım. Düşte miyim, diye düşündüm.
– Ne oldu, dedi şef, gerçek bir yazarla tanışmak istemiyor musun?
Sesim titreyerek,
– Korkuyorum, dedim.
Sırtıma vurdu.
– Korkma, dedi. Adam yemiyor.
– Yemesinden değil, dedim.
– Ya nesinden?
Dilim dönüp anlatamadım. Ben yazarları olağanüstü insanlar gibi görüyordum. Ne bileyim…
Kekelediğimi görünce kolumdan tutup sürüdü:
– Efendim, dedi. Bu, bizim bulaşıkçı Nuri. Bir kitap kurdu. Tutturmuş yazar olacağım, diye. Sizi görünce…
Ayağa kalktı yazar dediği adam. Elini uzatıp Kerim Kutlu,
dedi.
Eğilip öpmek istedim elini.
– Yok, dedi. Bir yazar, bir yazarın…
Kendimden geçmişim. Şimdi anımsamıyorum, ne dediğimi.
– Otur, dedi.
Bir yazarın önünde oturulmazdı. Oturmadım.
Şef bırakıp gitti bizi. Oturmadığımı görünce, omzuma basıp oturttu.
Ter içinde kaldım. Bir yanlış yapacağım diye korktum. – Neler okudun Nuri, dedi. Bir sürü kitap sıraladım. Gülümsedi. Okuduklarımın birkaçı onunmuş. – Sen benim son kitabımı okudun mu, dedi. Okumamıştım. Hangi kitap olduğunu bilmiyordum. – Ne zaman çıktı, dedim. – On – on beş gün önce… Bu süre içinde kitap almamıştım. Param yoktu. Haftalığımı anneme vermiştim. – Görmedim, okumadım, dedim. İşe bakın. İlk kez bir yazarla tanış, onun da en önemli kitabını okuma. Bir yazar ya da okuyucu için en önemli kitap, son kitaptır. Son çıkan kitap, sıcak ekmek gibidir. Zamanla sıcaklığını, kokusunu, çekiciliğini yitirir. Eskimeyen kitaplar da vardır.
O ayrı konu. Onlara sözüm yok. Bu benim kişisel yargım. Tartışılır. Ben yaşadığımı, bildiğimi söylüyorum. Bilmem ne dersin amca. Söz gelimi bizde en güzel yemek, üstünden gün geçmişse müşteriye verilmez. Büyük usta öyle buyuruyor. Bizim müşteriler damak tadı yüksek kişiler. Gelmeden önce bildiriyorlar. Özel yer ayrılıyor onlara. Öyle, ben geldim, koşun yemek getirin, demek yok. Bizim şef garsonlar okumuş, dünya görmüş insanlar. Kiminle, nasıl konuşacaklarını biliyorlar. Bakma sen, benim gibilerin çalışacağı yer değil burası. Biz bir tanıdığın aracılığıyla girdik.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıYaz Çırakları
- Sayfa Sayısı96
- YazarHamdullah Köseoğlu
- ISBN9789944691857
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Enayi Bir Aşk ~ Şiir Erkök Yılmaz
Enayi Bir Aşk
Şiir Erkök Yılmaz
Enayi bir aşk… ve sabahlık ıslak, terlik patlak, surat sarı, kaşlar yarı yarıya alınmışken çok geç… bitmesi gerektiği gibi biten öykü ya sonra… evlenince...
- Evdeki Hesaplar ~ Memduh Şevket Esendal
Evdeki Hesaplar
Memduh Şevket Esendal
Evdeki Hesaplar’da yazarın çekmecesinde kalmış ve ancak 1983’ten sonra kitaplarına alınmış öyküleri okuyacaksınız. Bu tarihsiz öyküler bir araya getirilirken yazım ve anlatım biçimleri dikkate...
- Yanımda Kal ~ Eylem Ata Güleç
Yanımda Kal
Eylem Ata Güleç
Yürüyüşe çıkmış gibi değil de belli bir yere ulaşmaya çalışır gibi hızla yürüdüğümü fark ediyorum. Demirciler Çarşısı’na yaklaşmışım. Bir an durup bunun ne anlama...