Sıdıka, Sıkılhan, Lezzet Lalesi, Sarı Dobra, Bilim Güncesi ve Yavaş Tren öyküleri…
“Yavaş trenin penceresinden son kareler bunlar: Demir tozuyla işlenmiş sarı istasyon binaları, camları çiçekli, ufak bahçeli demiryolcu lojmanları, ahşaptan dev banklar… Tren süzülürken adeta ağır ağır içlerinde dolaştığın Kumkapı meyhaneleri, balıkçılar, hat boyu, henüz King Kong kakası-insan konservesine dönüşmemiş rengârenk küçük şehir evleri, içinde ışıklar oynaşan son insan yuvaları…”
Casuslar Mahallesi
– Nooluyo kız, evin içinde döt baş açıkta? Erotik şop mu
burası çocuğum? Aile evi! Sıdıka, sana söölüyorum, git üstüne bi şey giy. Vallahi, saniyede on dört terlik atarım, noolduğunu şaşırırsın.
– Yaa anne, kendin söölüyosun “evin içinde” diye. Evin
içinde, hatta kendi odamdayım, yazlık giysilerimi deniyorum. Hayret bi şey ya. Hem giyinirken zonk diye odaya dalıyo, hem de bik bik ediyo…
– Yavrum artık “evin içi” diye bi yer yok, herifler her yeri gözetliyo. Goncagül Teyzen evinde iki muska, bir kamera bulmuş…
– Ee sonra, Goncagül Teyze’yi mahalle karılığından istifaya mı zorlamışlar.
– Ööle deme, o Goncagül’de abaküs gibi kafa var. Ben daha dün ne yediğimi unutuyorum, kadın tee 1975’te günü gününe ne pişirdiğini hatırlıyo. Belli mi olur, ilerde bu kafayla önemli bir mevkiiye gelebilir, o zaman çıkarırlar kasetleri piyasaya.
– İster misin bu 30 Ağustos’ta Goncagül’ü Kuzey Deniz
Saha Komutanı yapsınlar.
– Dalga geçme kız anneyle… Kadın “evde kamera buldum,” diyo işte, yalan mı sööliycek? Bütün gün evde kızıyla muslukları açıp da konuşuyolar. Sabah kahve içmeye gittim, şır şır şır su sesi dinlemekten çişim geldi. “Kız Goncagül kapa şunu,” diyorum, “Olmaz, evi dinliyo olabilirler, su
sesi konuşmalarımızı bastırıyo,” diyo. Su saatine yedi yüz elli liralık kontör almış, ev şelale bekçisinin lojmanı gibi bütün gün şarıltı içinde.
– Vah vaah. Yazık vallahi millete kafayı yedirdiler. Her
zaman olduğu gibi, “filler tepişirken olan çimenlere oluyo” tebi.
– Fil deme kız anneye. Sabah tartıldım, dört kilo vermişim! Terbiyesiz karı, elalemin önünde kalkmış anneye fil diyo. Yürü, musluğu açıp çeşme başında konuşalım…
– Aman anne yaa, bizi dinliycekler, gözetliycekler de noolucak? Haa diyosan ki abin Samim Saka, mahalle arası dövüş
salonundan günün birinde Gençlik ve Spor Bakanlığı makamına talip olur, karanlık çevreler abinin ayağını kaydırmaya
kalkar… O başka tabii…
– Olucağına bak. Abinin neyi eksik, akılsa akıl, kafaysa
kafa. O kafayla vurdu mu on kiremiti aynı anda kırıyo. Oğlum diye söylemiyorum her şeylere layık benim yavrum. Bugün aday olsa gözümü kırpmam oyumu ona veririm.
– Aman anne yaa, olucak bi şey sööle…
– Sus kız, ananı da al git! Yürü gidelim musluk başına…
– Ha sen ciddisin yani. Safiye Sultan, bak bu olup bitenin
birinci elden bizimle ilgisi yok. “Ortadoğu’yu dizayn ediyoruz,” diyo adamlar. Eskiden olsa diğer Arap ülkeleri gibi bizde de darbe, ayaklanma felanla hallederlerdi. Ama şimdi Allahıma bin şükür, modern bi tüketim toplumu olduğumuzdan skandal kaset, itibarsızlaştırma gibi şeylerle ve…
– Hay çenen kopsun Sıdıka! Yok Ortadoğu’yu dizayn ediyolarmış da bilmem neymiş… Lan sen önce şu mutfağı bi dizayn et. Akşamdan kalma bulaşıkların üstünde sinekler cirit atıyo. Sonra elalemin ortasıyla, doğusuynan felan uğraşırsın. “Ev dinleniyo,” diyorum, kalkmış haala Ortadoğu, Hüsnü Mübarek felan diye ötüyo. Başımızı belaya mı koycan, manyağın kızı. Kapama o musluğu bırak şarıldasın…
– İyi de fatura gelince babam “Kim konuştu bu kadar?” diye şarlamasın, ehehe… – Bak haala dalga geçiyo. Durum ciddi olabilir Sıdıka. Tamam biz sıradan insanlar olabiliriz ama bizimle ilgili başkalarının istikbali mevzuubahis… Şadan’a şantaj yapabilirler mesela. Kendisinin bi maakamı var.
– Şadan kim ya?
– Hımff… Şadan’ı nasıl unutabilirsin Sıdıka?
– Ha, tee o Şadan… Gençlik aşkın… Hani Madrit’te konsolos olan… – Büyükelçi oldu şimdi kendisi. Televizyonda gördüm geçen… Ayhhh. Yıllar ne çabuk da geçiyor… Beni zorla, iki dandik tarla için, döve döve babangille evlendirmeselerdi, şimdi Madrit’te lojmanda büyükelçi karısı olaraktan keyif çatıyodum. Senin o vizyonsuz eşşoğleşek deden Şadangillerin ailesini fakir diye beğenmediydi… Yüzük alıp da gelmişlerdiğğ vermedi beni hiiiiğ…Tuttu bu Zekeriya salağıynan zorla… Hımf… Hırk… Her neyse, kapa kız şu musluğu… Şar şar ederken sinirim boşandı, çişim de geldi zaten… Hırf…
– Kız Sıdıka, sööledim ben sana di mi. Evde mikrofon, kamera felan bi şey var dedim…
Yoksa babangil niye eve gelip durduk yere bize girişsin ki? Kesin Şadan hakkında konuştuklarımı felan dinledi bi yerden…
– Yok be her zamanki manyaklığı anne yaa… Dükkânın önüne park eden bi kamyoncuyla kavga etmiş, sinirleri bozulmuş. Sinirleri bozulunca içmiş, içince…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Roman (Yerli)
- Kitap AdıYavaş Tren
- Sayfa Sayısı438
- YazarAtilla Atalay
- ISBN9789750521034
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2016
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hep Sondan Başlar ~ Taçlı Yazıcıoğlu
Hep Sondan Başlar
Taçlı Yazıcıoğlu
“Yaşamıma şöyle bir baktığımda sürekli hikâye içinde hikâyeler görüyorum. Hangisi yan, hangisi ön? Birinden daha az söz edince, sansürlemiş gibi mi olur insan? Karar...
- Sis ve Gece 25 Yaşında ~ Ahmet Ümit
Sis ve Gece 25 Yaşında
Ahmet Ümit
Türkiye’de yazılmış “edebi nitelikteki ilk polisiye roman Sis ve Gece 25 Yaşında Ahmet Ümit’ten sözünü sakınmayan, cesur, hâlâ güncelliğini koruyan, usta işi bir ilk...
- Cenk Hikayeleri ~ Murathan Mungan
Cenk Hikayeleri
Murathan Mungan
Eskiden, çok eskiden, uzun kış gecelerinde, kısık lambaların puslu camlarda titrek ışıltılarla kıpraştığı köy kahvelerine gece masalcıları, dengbejler, aşıklar gelirlermiş… Dışarıda dondurucu bir fırtına...