Yaşlı Orman bir efsanedir: Burası çocukluğun köklerinin salındığı; sınırlarının bozulmadan korunduğu; ölümsüz bir güç gibi yaşamı sembolize eden; neşeli, özgür, karşılık beklemeyen bir ormandır. Burada yaşayan orman cinleri, istedikleri zaman bir insana ya da hayvana dönüşebilir, barındıkları ağaç gövdelerinden diledikleri zaman çıkabilirler. Bu cinlerin hayattaki yegâne amacı, ormandaki asırlık ağaçları canları pahasına korumaktır. Bizi inanılmaza inandıran Buzzati’nin bu fantastik öyküsü, gizemli rastlantıları ve gerçeküstü ayrıntılarıyla kâinatın en kadim meselesini imler: İyi ile kötünün savaşı…
Yelda Gürlek’in İtalyanca aslından çevirisiyle Yaşlı Ormanın Gizemi, okuru içindeki çocukla barıştıracak, yaşamın kalbine dokunduracak büyülü bir öykü…
“Gelecek nesillerin asla unutmayacağı isimler vardır şüphesiz. Dino Buzzati de bunlardan biri.” Jorge Luis Borges
“Buzzati bütün kitaplarında gerçekçilik ile inanılmazı, akılcılık ile tuhaflığı, ciddiyet ile delişmenliği, metodik olan ile kuralsızlığı harmanlamayı başarmıştır. […] Yaşlı Orman, yitirdiğimiz cennettir; geçmişten gelen ve bir bütün olarak insanlığın kolektif yaşamının ilk yıllarındaki vicdani saflığın kişisel ve özel mekânıdır. Buzzati bu dünyayı, her şeyden öte işlevsel, nahif, yalın, kimi zaman dokunaklı, dahası romantik bir dille ‘düşsel’ kılar.”
Claudio Toscani
ÇEVİRMENİN FANTASTİK
BİR ORMANDA GEZİNTİSİ
Dino Buzzati’nin Yaşlı Ormanı’ndaki gizemi çözmek üzere çeviriye başladığımda beni bekleyenlerden habersizdim. Bir ormanı yaşlı kılan asırlık köknar ağaçlarının arasında gezintiye çıkmanın keyfini sürmek her çevirmene nasip olmaz elbette, diye düşündüm; ormanı saran sır perdesini aralayacak olmanın hazzı ve merakıyla başladım çevirmeye. Sayfalar ilerledikçe karşıma çıkan karakterler ve öyküleri merakımı iyiden iyiye cezbeder oldu. Derken ormanın sıradan bir orman olmadığını, hafiften aralanan sır perdesiyle bambaşka bir âleme çekildiğimi fark ettim. Bir yazarın kusursuz betimlemeleri ve engin hayal gücü sayesinde bu uzun öykü hemen her sayfasında daha gizemli hale geliyordu. Orman, yaşlı ve bir o kadar da alışılmışın dışında, yani gizemli… Onu gizemli kılanın, ne pahasına olursa olsun hiçbir bitkinin öldürülmesine izin vermeyen iyiliksever, muzip, ay ışığında eğlenceler düzenlemeyi, geceler boyu sohbet etmeyi seven ve her şeyin farkında olan asıl sahipleri, orman cinleri olduğunu anladığımda serüven daha yeni başlıyordu. Orman, yaşamın ta kendisiydi; çocuklara kucak açan, oyunlarına katılan, onlarla sohbet eden, yardımlarına koşan asırlık ağaçlarıyla canlı bir orman.
İnsan yaşamında hayal gücünün en etkin olduğu çocukluk evresinde, bir gün ormanın taze toprak ve reçine kokusunu içine çekerek ağaçların arasında koştururken, kuşların şarkılarına eşlik etmenin, rüzgârlarla konuşmanın, ağaçlarla şakalaşmanın ve ormanda yaşayan diğer kanatlı, dört ayaklı, kemirgen ya da sürüngenlerin arasında sonsuz huzur bulan insanlığın masumiyet çağı ne zaman kapanır? İnsan hangi yaşta büyür? Ve bizi büyüten asıl şey nedir? Orman neyin sembolüdür?.. İtalyan edebiyatının ve İtalyancanın babası sayılan büyük ozan Dante Alighieri’nin İlahî Komedya’sı da bir ormanda başlar. Bir komedya, yani ılımlı anlatım türünde okuma yapacağını sanan okur, yazarla birlikte attığı daha ilk adımda karanlık bir ormana sürüklenir.
Hayat yolunun tam ortasında kendini karanlık bir ormanda bulduğunu, çünkü doğru yolu kaybettiğini söyler yazar. Sırasıyla üç hayvan, yazarın karşısına çıkarak yolunu keser; adeta geri dönmesini, yaşamına kaldığı yerden devam etmesini istemektedirler. İnsanlığa hükmeden şiddet, hilekârlık ve şehvet gibi günah sayılan bu semboller, güneşin sustuğu, Tanrı’nın lütfundan uzaktaki karanlık ormanın tamamlayıcı unsurlarıdır.
Burası günahlar ormanıdır ve bedensel isteklere kapılanlar, Tanrı’nın sesini duyamayacak kadar sağırlaşmıştır burada. Gerek Dante’nin karanlık ormanı, gerekse Buzzati’nin Yaşlı Ormanı alegorik unsurlarıyla bize yaşamı anlatır. Buzzati’nin Yaşlı Ormanı’ndaki başkahraman Albay Procolo’nun kötülük uğruna kazdığı kuyuya düşerek karanlıkta geçirdiği gecenin sabahında, sık ağaçların arasından bir umutla güneşi görmek için başını kaldırdığında hissettikleri; karanlık ormanda uzaktan, güneşin aydınlattığı tepeyi gördüğünde, artık geri dönemeyeceğini anlayan Dante’nin hissettiği çaresizlik duygusunu anımsatır. Karanlık aynı karanlıktır; ancak birinde yazar istemeden kendini orada buluverirken, diğerinde yazarın başkahramanı cezasını çekmek üzere kaderine teslim olmuştur.
Dante’nin gözle görülecek bir olayı okuruna kulağıyla duyacağı şekilde anlatması, Buzzati’nin ormanında da aynı biçimde rehberimiz olmadan gezinmemize yardımcı olur: Gündüz geçtiğimiz yolları gece geçerken elimizle koymuş gibi bulmamızı sağlar; kısacası bu ormanda insanın yolunu kaybetmesi olanaksızdır. Her adımda aralanan yeni bir sır perdesi, yaşamın bize her gün sunduğu yenilikleri kabul etmek kadar doğal ve sıradan bir hal alır. Ölümsüz varlıkların, rüzgârın, güneşin, bulutların, kuş seslerinin, hışırtıların, nereden geldiği bilinmeyen zamansız çığlıkların ormanında, onun tarih kadar eski geçmişini keşfetmek, bu uzun öyküde, bir anlamda insanın kendi doğasını keşfe çıkması gibidir. Yaşamın kendisi kadar gerçek olan gerçeküstü unsurlarla dolu bu uzun öykü, edebi eserlere sevgiyle bağlanan her okurun ruhunda yaşama dair yeni bir pencere açacaktır. Dileğim o pencerenin hiç kapanmaması.
Yelda Gürlek
YAŞLI ORMANIN GİZEMİ
Albay Sebastiano Procolo’nun yaşamını sürdürmek üzere 1925 yılının bahar aylarında Fondo Vadisi’ne geldiği bilinmektedir. Amcası Antonio Morro ölürken, köye on beş kilometre uzaklıktaki büyük bir orman arazisinin bir kısmını kendisine miras bırakmıştı. Çok daha büyük olan diğer kısmın varisiyse, subayın ölen erkek kardeşinin anadan öksüz, babadan yetim, on iki yaşındaki oğlu Benvenuto Procolo idi; çocuk, Fondo yakınlarındaki bir yatılı okulda öğrenciydi. O zamana kadar Benvenuto’nun velayeti büyük amcası Morro’daydı. Onun ölümünden sonra ise bakımı Albay’a verildi.
O zamanlar Sebastiano Procolo, son zamanlarda olduğu gibi, uzun boylu, zayıf, gür beyaz bıyıkları olan ve pek rastlanmayan türde güçlü kuvvetli bir adamdı. Öyle ki sol elinin (çünkü Procolo solaktı) baş parmağı ile işaret parmağının arasına sıkıştırdığı bir cevizi kolayca kırabildiği herkesin dilindeydi. Ordudan istifa ettiğinde, birliğindeki askerler ondan daha sert ve titiz bir komutanı bir daha hayatları boyunca göremeyeceklerini bildiklerinden, derin bir oh çektiler. Karargâhın kapısını, çıkmak üzere son kez araladığında, muhafız alayı son yıllarda hiç olmadığı kadar büyük bir disiplin ve kararlılık içinde hazır ola geçmişti; alayın zaten en iyisi olan borazancısı yeteneğinin çok üstünde bir performansla üç kez arka arkaya çaldığı dikkat borusuyla bütün taburu kendine hayran bırakmıştı. Albay’ın dudaklarını belli belirsiz aralamasıyla, uzaktan, yüzündeki gülümsemeyi andıran ifade, herkes tarafından gördüğü saygı karşısında duygulandığı şeklinde yorumlanmıştı; oysa komutanların yüzüne yansıyan, ayrılık heyecanından başka bir şey değildi.
Vadinin en varlıklı adamı sayılan Bay Morro, sakin yaradılışlı bir arazi sahibi olarak gücünü fazla kötüye kullanmamıştı. Çok sayıda ağacı kestirdiği doğruydu, fakat bunlar ormanlarının küçük bir bölümündeki ağaçlardı yalnızca. Küçük olmakla birlikte ormanların en güzeli Yaşlı Orman bütünüyle korunmuştu.
Bölgenin ve belki de dünyanın en yaşlı köknar ağaçları buradaydı. Yüzyıllardır tek bir ağacına bile balta vurulmamıştı. Bu Yaşlı Orman, Morroların önceden malikânesi olan bir ev ve diğer mülklerin yanında devede kulak sayılabilecek bir liste dolusu diğer orman arazileriyle birlikte Albay’a miras kalmıştı. Göz alabildiğine uzanan bu orman sayesinde Bay Morro, vadide yaşayan herkes gibi, büyük bir itibara sahip olmuş; ölmeden önce ormanı, üstelik de boşu boşuna, ulusal anıt ilan ettirmeye çalışmıştı. Ölümünden bir ay sonra, Fondolu yetkililer merhumun ormancılık konusundaki üstün hizmetlerinden dolayı, Morro malikânesinin de yer aldığı düzlükte, onun canlı renklere boyanmış ahşap heykelini törenle açtılar. Herkes ona benzediğini ve muhteşem gözüktüğünü söyledi. Ancak tören sırasında bir konuşmacı çıkıp da, “…Kısacası bu heykel, onun çalışmalarından geriye kalan anıtın yıkılmaz bir işaretidir,” deyince, davetlilerin çoğu bıyık altından gülerek birbirlerini dürttü: Bunun gibi bir heykel en fazla altı ay dayanır, sonra da çürüyüp yıkılırdı.
Albay Procolo’yu geldiği gün eski model bir arabayla istasyondan almaya giden kişi, Morroların orta yaşlı emektarı Giovanni Aiuti idi. Auti, ilk andan itibaren giriştiği samimi sohbetle saygı sınırlarının çoktan ötesine geçivermişti. (Bunun sonucunda, iyi kalpli Aiuti biraz daha mesafeli bir tavır takınmadığına içten içe pişmanlık duydu.) Tanışıp selamlaşmalarının hemen ardından, Albay’a, “Bu olağanüstü!” deyiverdi. “Burnunuz… Onunkiyle tıpatıp aynı; zavallı Morro’ya olağanüstü derecede benzediğinizi biliyor muydunuz?” “Ya, öyle mi?” diye sordu Albay. “Özellikle de burnunuz, neredeyse tıpkısının aynısı, hani bilmesem…” diye ısrar etti Aiuti. Bunun üstüne Albay, “Anlaşılan bu köyde şaka yapmak bir gelenek olmuş, yoksa bana mı öyle geliyor?” deyince, aralarında buz gibi bir hava esti. Zor durumda kalan Aiuti, “Bunun belli başlı bir gelenek olduğu söylenemez, ama ara sıra yapılır… Ah Tanrım! Gelişi güzel bir sürü zırva işte!” diye karşılık verdi.
İki adam vakit kaybetmeden Morroların evine doğru yola koyuldular. İlk birkaç kilometresinde yol, vadi boyunca uzanan tarlaların arasında ilerler, sonra çıplak yamaçları tırmanmaya başlardı. Eve yaklaşık dört kilometre kala yüksek, fakat hasta ağaçların seyreldiği bir ormandan içeri girerdi. Son bir kilometrelik mesafede ise yönünü ağaçsız geniş bir düzlüğe açılan yaylaya çevirirdi. Tam bu noktada, bir zamanlar olduğu gibi bugün de ününü koruyan Yaşlı Orman’ın, tatlı Noel ekmeğini andıran iki tepenin arasından, vadinin zirvesine doğru adım adım yükselişini izlemek mümkündür.
En uçtaki tepede, adına Yaşlı Ormanın Boynuzu denilen, yaklaşık birkaç yüz metre yüksekliğindeki sarı bir kayalık uzanmaktadır. Çıplak ve aşınmış yüzeyiyle, yıllardır kimsenin ilgisini çekmeyecek kadar çirkin bir görüntüsü vardır. Bu ilk yolculukta, Aiuti’nin sonradan anlattığına göre, Albay’ın sinirlerini bozan üç olay yaşanmıştır. Birincisi, yakıtın bitmesi yüzünden düzlüğün hemen altındaki en dik dönemeçte arabanın yolda kalmasıydı. Aiuti, yanmalı motorlar konusunda pek bilgisi olmayan Procolo’dan arabanın yolda kalmasının asıl nedenini gizlemeyi başardı. Arabanın zaten çok eski olduğunu, motor gücünün rampayı çıkmaya yetmediğini, yokuşun bu noktasına gelindiğinde her zaman böyle yaptığını söyledi. Albay itiraz etmediği gibi kızgınlığını da gizlemeye çabalamadı.
“Böyle durumlarda Bay Morro ne yapardı?” diye sormakla yetindi. “Bay Morro’nun bir at arabası vardı,” diye karşılık verdi Aiuti. “Çok tuhaf bir rastlantı sonucu atı da kendisinden bir gün sonra öldü. Sahibine çok bağlı bir hayvandı.” Albay’ı sinirlendiren ikinci olay, kurumuş büyük bir karaçamın dibinde yaşandı. Birlikte yürüdükleri sırada boğuk bir çığlık duyuldu. Procolo başını yukarı kaldırdığında ağacın üst dallarından birine tünemiş dikkat çekici büyüklükte siyah bir kuş görmüştü. Aiuti, bunun bekçilik eden yaşlı bir saksağan olduğunu ve zavallı Morro’nun da ona çok değer verdiğini söyledi; çünkü bu kuş gece gündüz ağacın dalında oturur, yoldan geçen birini gördüğünde öterek evdekilere haber verirdi. Gerçekten de çığlığı çok uzaklardan bile duyulurdu. Kuşun yegâne yeteneği eve yaklaşanları bildirmekti; vadiye inenlere hiç ses etmediğinden bekçilik görevini layıkıyla yaptığı söylenirdi. Procolo, bunun üzerine hiç düşünmeden, bu durumdan hoşlanmadığını ifade etti. Bunun gibi bir kuşa nasıl güven duyulabilirdi? Amcası güvenli bir uyarı istiyorsa, oraya bir adam dikmeliydi. Ayrıca bu hayvan da elbette uyuyordu, uykusunda nasıl bekçilik edecekti? Aiuti, saksağanın genellikle tek gözü açık uyuduğunu belirtti. Albay Procolo tartışmayı keserek, “Yeter, yeter…” dedi ve yeniden bastonunu yere vurarak başı önünde, sahibi olacağı ormana göz ucuyla bile bakmadan yürümeye koyuldu.
Eve vardıklarında, Procolo üçüncü kez sinirlendi. Çok karmaşık, eski bir yapıydı, hatta pitoresk olduğu bile söylenebilirdi. Her şeyden önce, bacalardan birinin üstünde yükselen demir rüzgârgülündeki figür yeni ev sahibinin dikkatini çekti. “Bana bir kaz gibi geliyor, yanılıyor muyum?” diye sordu. Aiuti de rüzgârgülünün üstündeki figürün kaz olduğunu onayladı. Bunu Morro yaptırmıştı, üç yıl oluyordu. Bunun üzerine Albay, kendisine göre evde bazı değişikliklerin yapılması gerektiğini söyledi. Tam bu sırada şans eseri, ormanın seyreldiği açık alanlarda eksik olmayan hafif bir rüzgâr esiverdi ve Albay, demir kazın dönerken hiç gürültü çıkarmadığını fark etti. Bu durumun onu ne kadar rahatlattığı yüzünden okunuyordu. Bu sırada, Morro Amcası’nın hizmetkârı, altmış yaşlarındaki sadık uşağı Vettore, Albay’a kahvesinin hazır olduğunu söyleyip evden çıkmıştı.
Ertesi sabah saat 10.30’a doğru, saksağanın usulüne göre öncelikli bildirimiyle beş adam eve geldi. Bunlar denetim yapmak üzere gelen Ormancılık Komisyonu’nun adamlarıydı. Başkan Albay’a, mal sahiplerinin orman arazilerindeki bitkileri izinsiz kesmediklerinden emin olmak için bu tür kontrol amaçlı ziyaretlerin yapılmasını öngören yasayı açıkladı. Şimdilerde mülkiyeti Benvenuto’ya ait olan bütün ağaçlık alanları en iyi şartlarda bırakmış ve vadinin gururu, ünlü Yaşlı Orman’a asla el sürmemiş olan Bay Morro, düzlüğü çevreleyen küçük orman arazisinden fazlasıyla yararlanmış olsa bile (ki muhtemelen uzun yıllar buradan tasarruf edilmişti) böyle bir meselenin içinde yer almıyordu. Ne var ki formalite, formaliteydi ve bu ziyaretin yapılması gerekiyordu. Albay elinden geldiğince sessizliğini korudu. Sonuçta adından çok söz edilen bu Yaşlı Orman’ı görmek için kendisine eşlik edilmesi de memnuniyet vericiydi.
Procolo ve Komisyon üyeleri hep birlikte yola koyuldular. Issızlaşan araziden geçip arkalarında alabildiğine yüksek ve gösterişli, çeşitli çam ağaçlarıyla gittikçe sıklaşan bir ormanın kıyısına ulaştılar. (Bu noktada, Morro’nun, bir fırtınadan zarar görmüşçesine yüksek ağaçlı ormanı biraz oradan biraz buradan seyrelterek ağaçları baltalattığını görmek Komisyon Başkanı’nı büyük hayrete düşürdü.) Kesimin izleri pek belli değildi. Açıkça görülen yegâne durum, büyük olasılıkla ilerleyen yaşı ya da rüzgârın gücüyle devrilip boylu boyunca yerde yatan dev bir ağaçtı. Kimse kaldırma zahmetine girişmemiş, kuru dalları yumuşak ve yeşil bir küfle kaplanmıştı. Böylece ortaya bir tartışma konusu çıktı.
Albay, en azından Yaşlı Orman’da kesim yaptırıp yaptıramayacağını sordu. Komisyon başkanı bu konuda ayrıcalıklı bir yasağın bulunmadığı yanıtını verdi; ancak belli sınırların da doğal olarak ötesine geçilemezdi. Komisyonun dört üyesinden biri olan, uzun boylu, iri yapılı ve yaşını göstermeyen Bernardi, saygılı bir ifadeyle söze girdi: “Bu konuda yasaklama yok, fakat siz saygıdeğer Albay’ın soylu amcanız Bay Morro’dan geri kalmayacağına dair inancım tam. Bunlar bilinen en yaşlı köknar ağaçlarıdır. Ve ben eminim ki sizin böyle bir niyet içine girmeyeceğiniz konusunda…” Procolo, “Niyetimin ne olduğunu ben bile bilmiyorum,” diyerek Bernardi’nin sözünü kesti. “İfademi bağışlayın, ancak bunun bir işgüzarlık olduğunu da düşünmüyorum…” Diğeri yeniden söz aldı: “Lütfen beni dinleyin ve hemen öfkeye kapılmayın. Bir zamanlar, daha doğrusu yüzyıllar önce, bu topraklar tamamen çıplaktı.
Buraların sahibi, emrinde küçük bir ordu bulunan Giaco olarak tanınan, Giacomo adında, son derece gözü kara bir hayduttu. Günün birinde buraya geri döndüğünde, elinde ölü ya da yaralı tek bir askeri bile kalmamıştı. O zaman şöyle düşündü: Dikkatli olmalıyım, ne olursa olsun bir süre sonra peşime düşeceklerdir ve benim saklanabilecek bir yerim yok. O halde saklanabileceğim bir orman yaratmalıyım. Dediğini yaptı ve fidanları dikmeye başladı. Ne var ki ağaçlar geç büyümekteydi, seksen yaşına kadar beklemesi gerekecekti. Böylece ordusu için yeni askerler aldı ve yeni topraklar için yola koyuldu. O günlerin üzerinden uzun yıllar geçti.
Bütün bunlar bir müzeye dönüştürülebilirdi, fakat Giacomo’nun bir daha dönmeyeceğini bugün size kim garanti edebilir Albay? Hatta daha fazlasını söyleyeyim: Her an gelecekmiş gibi beklenmekte olan bu adamın dönüşü, belki tam da bu akşam gerçekleşebilir. Ve kesin olan bir şey varsa o da elinde tek bir kuruşu ve askeri olmadığıdır. Peşinde ise ellerinde tüfekler ve sopalar bulunan yüzlerce adam ve yüzlerce kadın olabilir. O ise elinde küçük bir pala, gözleri açlıktan ve yorgunluktan çökmüş halde olacaktır. İçine sokulabileceği ormanını el değmemiş halde bulmak onun hakkı değil mi? Burası aslında ve ne olursa olsun onun malı değil mi?” Albay, aniden atıldı: “Sabrımın da bir sınırı var! Bu, mantık sınırlarının ötesinde bir konuşma!..” Bernardi yüksek sesle, “Ben akıldışı bir şey söylediğimi sanmıyorum. Bu ormanı yok etmek haksız bir davranış olacaktır. İşte size söylemek istediğim şey, tam olarak budur.”
Birkaç sözcük daha kekeledikten sonra tek başına Yaşlı Orman’a doğru ilerleyerek oradan uzaklaştı. Komisyon başkanı, meslektaşını doğrulamak istercesine, karşısındaki tuhaf, biraz da sinirli duran adamı dikkatle inceledi; ormanları herkesten daha iyi tanıyordu, bir bitkiyi iyileştirmek söz konusu olduğunda ise değeri paha biçilemez biriydi. Albay içinde bulunduğu durumdan son derece rahatsız görünüyordu; bir başına dönüş yoluna koyulduğu sırada Yaşlı Orman’ın içinden bir ses duyuldu: “Albay, bir dakika buraya gelin ve kendi gözlerinizle görün!” Albay, Komisyon Başkanı’na, “Bu şekilde bağıran da kim?” diye sordu. Şaşkınlığını gizleyemeyen Başkan, “Anlamıyorum, hem de hiçbir şey anlamıyorum,” diye karşılık verdi. Bernardi’nin sesini tanıyan Albay, “Takdir edersiniz ki bu tür samimi hareketleri hiçbir şekilde kabul edemem, bunu aynen kendisine söyleyin,” diyerek uyardı. “Albay! Albay!” Bernardi’nin sesi ormanın derinliklerinde kaybolurken Albay hızlı adımlarla eve doğru yöneldi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYaşlı Ormanın Gizemi
- Sayfa Sayısı192
- YazarDino Buzzati
- ISBN9786050812428
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bitmeyen Kavga ~ John Steinbeck
Bitmeyen Kavga
John Steinbeck
Bitmeyen Kavga, insanlığın bitmek tükenmek bilmeyen mücadele gücünün anlatıldığı eşsiz bir grev romanı. John Steinbeck, bir kıvılcımla doğan ve dalga dalga büyüyen bir grevi...
- Dünyanın En Komik Adamı ~ Cary Fagan
Dünyanın En Komik Adamı
Cary Fagan
Kar ve okyanus kokulu bir kahramanlık hikâyesi! Şapkada Eriyen Bay Karp kitabının yazarı Cary Fagan’ın yalın, samimi üslubu ve ince mizahıyla örülü yeni romanı! Dünyanın En Komik...
- Savaş Meydanları ~ Jean Rouaud
Savaş Meydanları
Jean Rouaud
Jean Rouaud, Goncourt Ödülü’nü kazanan romanında, bir ailede ardı ardına yaşanan üç ölümle anımsanan eski hikâyeleri deşiyor. İlk başta, babanın ölümü, trajik bir başlangıç...