Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yaşayanlar Ve Diğerleri
Yaşayanlar Ve Diğerleri

Yaşayanlar Ve Diğerleri

José Eduardo Agualusa

Sondan sonra nereye gidiyoruz? Yaşamın sonundan, dünyanın sonundan sonra mesela… Belki küçük bir adaya, çünkü bu romandaki karakterlerden birinin dediği gibi, “dünya sona erdikten…

Sondan sonra nereye gidiyoruz? Yaşamın sonundan, dünyanın sonundan sonra mesela… Belki küçük bir adaya, çünkü bu romandaki karakterlerden birinin dediği gibi, “dünya sona erdikten sonra adalarda yeniden başlayacak”. Şiddetli bir fırtınanın ardından bir grup Afrikalı yazar, bir edebiyat festivali bahanesiyle bir araya geldikleri Mozambik Adası’nın eşsiz ve büyülü güzelliğinde mahsur kalırlar. İnternetten, telefondan, haberlerden, herhangi bir iletişim aracından uzak yedi gün… Bütün bunların üstüne, adanın sokaklarında kendi hayal ürünleri olan yarattıkları kahramanlarıyla karşılaşmaya başladıkları noktada işler bambaşka bir boyuta taşınır! Hikâye bizi daha da ileriye götürür: Gerçeklik ve kurgu, geçmiş ve gelecek, yaşam ve ölüm arasındaki sınırı sorgulayan, hem yazarları hem de halkı rahatsız eden bir dizi garip ve gizemli olaya…

José Eduardo Agualusa, Yaşayanlar ve Diğerleri’yle edebiyatında yeni bir eşikten geçiyor. “Kapanmak” fiilini dünya genelinde tecrübe ettiğimiz zamanlara ayna tutan bu roman, zamanın ruhunu büyülü gerçekçilikle taçlandırıyor.

“J.M. Coetzee ile Gabriel García Márquez’i karıştırın, José Eduardo Agualusa’yı elde edeceksiniz: Portekiz’in Nobel Edebiyat Ödülü için bir sonraki adayı.” —Alan Kaufman
“Agualusa, hiç şüphesiz, Portekizce konuşulan Afrika ülkeleri yazarları arasında öne çıkan ses. [Unutmanın Genel Teorisi’nin] karakterlerinden biri diyor ki ‘İyi bir hikâyesi olan insan neredeyse kraldır.’ Bu doğruysa, Agualusa kendini kıtasının asilleri arasında görmeli.” —Financial Times
“Agualusa sıra dışı bir yetenek, cazibeli ve derinlikli.” —Neue Zürcher Zeitung
“Hayaletlerin, kargaların, denizden gelen seslerden korkan balıkçıların, kan emicilerin ve hamam böceği kadının yer aldığı hayali bir dünyada kendi yolunu arayan özgür karakterlerden oluşan bir geçit töreni.” —Pedro Miguel Silva, Mil Folhas
“Rutinin bariz bayağılığı hikâyeleri, sırları, kişilikleri, gönül yaralarını gizler. Agualusa bundan bahsediyor ama ötesine geçiyor: Edebiyat, Afrika, kimlik hakkında konuşuyor.” —Matheus Mans, Esquina da Cultura

*

1

Deniz, tıpkı biraz eğri duran bir tablo misali, Daniel Benchimol’un oturma odasının penceresininde asılı durmaya devam ediyordu, ama üç yıl önce adaya geldiği zamanki haliyle alakası yoktu. Birçok kez yüzmüştü bu denizde. Dalgaların ve gelgitlerin ne zaman meydana geleceklerini bilirdi. Karakların, kalyonların, dhovların ve pangaioların1 enkazlarının dinlendikleri yerleri bilirdi. Sahillerin ve adaların hepsini gezmişti. Balinalarla yüz yüze gelmiş, onları göç ederlerken izlemişti. Mekânlar, onlar yakından tanımaya başladığımızda bize farklı görünmeye başlarlar. Yazar, sandalyeyi pencerenin kenarına çeker ve ışığa karşı oturup soğuk çayını yudumlar. Moira şişmiş göbeğini iki eliyle tutarak uyumaktadır. Muhteşem bir Nisan akşamüstünde, Cape Town’daki kolonyal evin geniş verandasında tanıştığı kadın ile aynı kişi değildir artık. Yakınlık, cennettir –aynı zamanda cehennem. Biz, henüz tanışmadığımız kişilere âşık oluruz. Aşk, yakınlık devreye girdikten sonra şehvetin başına gelen şeydir. Tabii şanslıysak. O, Daniel, şanslıydı. Moira ve onun adasıyla tanışmıştı.

Spor ayakkabılarını giydiği gibi sabahın tuzlu esintisine karışır. Önce kıyının kenarında yer alan Combatentes Sokağı’nda, sonra da Aziz Antonio Kilisesi’ne varıncaya dek sahilde koşar. Çocuklar ona yol boyunca, “Hadi, Daniel ağabey!”, “Daha hızlı, ağabey!” diyerek tezahürat ederler. Arkasını döner ve evin yolunu tutar. Moira onu mutfakta beklemektedir, masa hazırdır. Ona bir bardak uzatır. “Bizim limonların suyu. İçsene!” Daniel söyleneni yapar. Hızlıca duş alır ve masaya oturur. “Yazarlarımızın hepsi geldi mi?” diye sorar. O sırada pirinç unu ve hindistan cevizi sütünden yapılmış bir ekmeği kesmektedir. Üzerine yer fıstığı ezmesi sürer: “Bize çok iş çıkaracaklar.” “Eğlenceli olacak,” diye cevap verir Moira. “Ve hayır, henüz hepsi gelmedi. İyi bir ekibimiz var. İyi geçecek.” Üzerinde bubu tarzı geniş bir elbise olmasına rağmen, dokuz aylık karnını gizlemeyi başaramaz. Kalın rastalarını kırmızı ve yeşil renklerdeki uzun bir türbanın içine sakladığı için yüzü uzun görünmektedir. “Kızımız nasıl?” “Oğlumuz! Şimdi uyuyor.” “O bir kız. Bundan eminim. Adını Tetembua koyacağız.” “Ha kız ha erkek, artık ona hoşçakal de çünkü işe gitmem gerek.”

Daniel onu önce karnından, sonra da dudağından öper. Moira evden çıkar. Ofise girer ve bilgisayarının başına oturur. Yarım saat boyunca yazar. Telefona yeni bir mesaj geldiğini bildiren sesi duyar. Mesajı gönderen Uli Lima Levy’dir: “Bugün planın ne?” “Uyanmanı bekliyordum,” der Angolalı. “Seninle buluşmayı planlıyordum.” Uli adaya bir gün önce gelmişti. İspanya, Fransa ve Almanya’ya yaptığı uzun yolculuklardan sonra yorgun düşmüştü. Moira’nın, dürüst yemekleri olan bir restoran olarak tarif ettiği Karibu’da yemek yemişlerdi. Ona göre bu dürüst yemekler, tarım ilacı katılmış sebzelerle, tavuk çiftliklerinde üretilen tavuklarla ve kültür balıklarıyla hazırlanmış endüstriyel yemeklerdi. Zencefil soslu ton balığı yemişlerdi ve ardından Daniel, kaldıkları Villa Sands Otel’e kadar onlara eşlik etmişti. İkisi de Angolalı olan yazarlar Ofélia Eastermann ve Luzia Valente de orada kalacaktı.

2

Ofélia Eastermann uyandığında, dört mısra kafasında dans etmeye başlar: “Cuma günleri gece yarısından sonra, / Ofélia gökyüzüne sonsuzluğu işlerdi. / Aynı anda, bir esinti palmiye ağaçlarının arasından geçerdi, / ruhların aktığı bir nehir ve onun gürültüsü.” Uyanır ve kırmızı kapaklı defterine kabaca not alır: “Rüyaya benzeyen çöp.” Biri Ofélia’ya “Nerelisiniz, hanımefendi?” diye sorduğu zaman gözlerini kapatır ve yağmurlu mevsimlerde aniden dolmaya başlayan kuru nehir yataklarını görüyormuş gibi hissederdi. Çalıların arasındaki çakıl taşlı yolları, paslı gemi leşlerini, kum tepelerinin üzerinde yükselen vahşi köpekleri. Teni kırmızımsı hardal rengine boyanmış, kalın örgülü saçlarıyla bir kadın gelir gözlerinin önüne, kollarında bir kızı tutmaktadır. “Güneydenim,” diye cevap verir genellikle. Konuştuğu insanları şok etmek istediğinde, ki bu başına çok sık gelir, başka bir çözüm yolu seçer: “İçinde mutlu olduğum tüm yataklardanım.” Bir keresinde, röportaj yapan gazetecinin bir sorusuna sinirlenmişti (“Hanımefendi, Angola’nın güneyinde doğdunuz, Lizbon’da büyüdünüz ve Rio de Janeiro’da yaşıyorsunuz. Peki kendinizi daha çok Angolalı mı, Portekizli mi, yoksa Brezilyalı mı hissediyorsunuz?”). Sinirlenmek bir tür sarhoşluk halidir, sinirlerine hâkim olamamıştı. Öyle bir çığlık atmıştı ki gazeteci korkmuştu; yüzlerce kimi iyi, kimi kötü, kimi de felaket olan edebiyat portalında bu videosu vardı. “Ben palmiye ağaçlarındanım –seni kahrolasıca! Angolalı da değilim, Brezilyalı da değilim, Portekizli de değilim! Nerede bir palmiye ağacı varsa oradanım! Denizlerden, ormanlardan, çayırlardanım. Henüz var olmamış bir dünyadan geliyorum: Tanrısız, kralsız, sınırları ve orduları olmayan bir yerden.” Ofélia bu cümleden nefret ediyordu, ama yayılmasını engellemeyi başaramamıştı. Şiirlerini hiç okumamış ve okumayacak insanlar onun bu lirik atarını, ajanların kendi aralarında şifre değiş tokuşu yaptıkları gibi paylaşmaya devam ediyorlardı. Hatta Brezilya’daki yayıncısı, “Ben palmiye ağaçlarındanım –seni kahrolasıca!” cümlesini tişörtlere bastırmış; bunlarkitapçılarda, edebiyat festivallerinde hâlâ satılmaktaydı. Ofélia, kitap satışlarından kazandığından daha fazlasını tişört satışlarından kazanıyordu. Tüm bunları düşünürken ayağa kalkıp pencereden dışarı bakar. Daniel’in hız kesmeyen bir rüzgâr arkasından ittirircesine aceleyle geldiğini görür. Uli Lima, havuz kenarındaki şezlongta onu beklemektedir. Angolalı’nın aksine, etrafına sanki sürekli bir pazar gününde yaşıyormuş gibi doğal huzur yayan bir adamdır. İki arkadaşın birbirlerine sarıldıklarını gören kadın şair, erkek bir yazar arkadaşı olmasını istediğini fark eder. Ya da kadın bir arkadaşı. Kadın bir arkadaşa sahip olmak ona gerçekçi gelmez, her zaman erkeklerle daha iyi anlaşan biri olmuştur. Kitap ve fikir alışverişinde bulunabileceği, çarpık dizeleri paylaşacağı birinin olmasını özler. İnsanların onun hakkında ne dediklerini bilir: Küstah, kıskanç, kibirli ve deli. Deli diyebilirler. Deli demeleri onu gücendirmez. Deli olmak, standart olana karşı direnmek demektir; standarttan kastettiği şey yolsuzluk, dalkavukluk, köleliktir. Kendi değerinin son derece farkında olan ve bunu saklama gereği duymayan biri olduğu için kibirli denilmesine de bir yere kadar anlar. Ona göre alçakgönüllülük, vasat insanların erdem anlayışıdır. “Ben küstah değilim,” diye düşünür, “sadece açık sözlüyüm.” Birçok insan bunu küstahlıkla karıştırır. Kıskanç mı, evet, bunun önüne geçebildiği pek söylenemez. Embesil insanların başarısı onu rahatsız eder. Mesela Daniel makul bir gazetecidir. Onun İç Savaş sırasında ortadan kaybolan bir köy hakkında yazdığı ilginç bir makaleyi okumuştu. İnsanlar onun makalelerini okumaktan hoşlandıkları ve sırtını sıvazlayıp, “Tebrikler dostum, harika yazıyorsun!” dedikleri için bu iyi kalpli adam bir yazar olabileceğini sanmıştı. Son derece toy, neredeyse çocukça denebilecek, ama yine de hoşgörü gösterilemeyecek kadar gösterişli üç roman yayımlamıştı. Satışları gayet iyiydi. Bu onu şaşırtmamıştı. İnsanlar, karmaşık masallarla maskelenmiş basit hikâyelerden hoşlanırlardı; konuşan zürafalar, burlesk gizemler, sunulmaya hazır hayat dersleri. Uli onu daha çok rahatsız etmekteydi çünkü, evet, onun gerçek bir yeteneği, ritmik bir duygusu, olağanüstü bir hikâye yaratma isteği vardı. Adam hiç çaba sarf etmeden yazabiliyordu. Hiç ter dökmeden başarı elde ediyordu. Eski kovboy filmlerinde, kovboyları bir barda yumruklayıp tekmeleyen, on beş haydutla kapışan ve kavganın sonunda şapkaları başlarında kalan ve kusursuz beyaz gömleklerinde tek bir kırışıklık bile olmayan o kovboyları hatırlatıyordu. Doğduğu anda boynunu kırmalılarmış onun. Üstüne üstlük yakışıklı, çekici, taş kesilmiş kalpleri bile ısıtan alçak ve buğulu bir sese sahip bir adamdı. Onu kıskanıyordu –ama seve seve onunla birlikte olurdu. Aynada kendine bakar. Son yıllarda on beş kilo almıştı. Bel çizgisi kaybolmuştu. Öte yandan göğüsleri büyümüştü, kendini güzel hissediyordu. Dolgun, darmadağınık, ona vahşilik katan saçları ve çekik, ayna gibi parlayan gözleri vardı. Gözleri yaşlanmamıştı, hâlâ insanları etkilemeyi başarıyordu. Kendine bakar ve gülümser. Ardından hafif, kiraz kırmızısı bir elbise seçer ve dudaklarını benzer bir renge boyar, havuzun yanındaki bara iner ve onu hayata geri döndürmesi için kahve aramaya başlar.

3

Villa Sands Otel’in sanat galerisi, balık pazarının önünde, beyaza boyanmış dikdörtgen bir binanın içindeydi. Galerinin girişi oldukça iyi aydınlatılmıştı, resimlerin ve fotoğrafların sergilendiği büyük bir odaya açılıyordu. Oradan küçük bir iç bahçeye geçiş vardı. Bar oradaydı. Cornelia Oluokun, bir masada oturup kahve içerken kocasıyla mesajlaşır. Nijeryalı yazarın önünde duran küçük kız ona dik dik bakar. Küçük kız, Cornelia’yı kaldığı otel olan Terraço das Quitandas’tan buraya kadar takip etmişti. Oldukça beyaz, kıvırcık ve uzun olan saçları, yumuşak bir bulut misali kafasında uçuşuyordu. Eğer biri o an içeri girip de geniş, mavi, bubu tarzı bir elbise giyinmiş Nijeryalıyı ve beyaz, kısa bir elbisesiyle küçük kızı bu halde görseydi, bunun bir enstalasyon olduğunu düşünürdü. Başlık, “Tanrıça ve meleği” olabilirdi. Cornelia, “Buraya neden geldim bilmiyorum,” yazar. “Pişman olmaya başladığımda uçak daha yere inmemişti.” Pierre, “Her zaman aynı şeyi söylüyorsun,” diye cevap verir. “Senin orada olman önemli. Sürekli Afrika’da ne kadar az edebiyat festivali olduğundan yakınıyoruz. Olanları desteklemeliyiz. Ayrıca, Mozambik Adası’nın fotoğraflarına baktım. Kocaman kolonyal evler, harikulade sahiller var.

Tarih ve doğa bir yerde bir araya gelmiş resmen. Zanzibar’ı hatırlatıyor. Seninle gitmeliydim.” “Hayır. Seninle kalıp yazmaya devam etmesi gereken bendim.” “Bu yolculuğun seni konfor alanından uzaklaştıracağını ve bunun da seni yazmaya geri döndürebileceğini söylemiştin. Hatırlıyor musun?” “Korkunç bir fikirdi. Buradan gitmek istiyorum.” “Ama neden?” “Şehrin yarısı harabe, diğer yarısıysa gecekondu.” “E yani?” “Albino bir küçük kız, beni gittiğim her yerde köpek yavrusu gibi takip ediyor.” “Gerçekten mi?” Cornelia, küçük kızın fotoğrafını çekip ona gönderir. “Halüsinasyon gördüğümü mü sanmıştın?” “Ne kadar ilginç bir kız! Hâlâ bir halüsinasyon olduğunu düşünüyorum.” “Halüsinasyonların fotoğrafını çekemezsin.” “Çoğunu çekemezsin. Ama senin halüsinasyonların çok gerçekçi. Bence bu seferki harikulade. Barda değil misin sen? Ona bir kruvasan ikram etsene.” “Sence burada, bu çukurda kruvasan mı var?” “O zaman bir tost al. Bir şeyler bul. Adı ne?”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıYaşayanlar Ve Diğerleri
  • Sayfa Sayısı272
  • YazarJosé Eduardo Agualusa
  • ISBN9786050845402
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Unutmanın Genel Teorisi ~ José Eduardo AgualusaUnutmanın Genel Teorisi

    Unutmanın Genel Teorisi

    José Eduardo Agualusa

    Angola bağımsızlığını kazanmadan hemen önce, Ludo yaşadığı apartman dairesinin kapısına bir duvar örer. Burası onun otuz yıl boyunca ayrılmayacağı yuvasıdır artık. Terasında yetiştirdiği birkaç...

  2. Bukalemunlar Kitabı ~ José Eduardo AgualusaBukalemunlar Kitabı

    Bukalemunlar Kitabı

    José Eduardo Agualusa

    Félix Ventura bir anı tüccarı, bellek satıcısı. Geçmişinden utanan, toplumdaki konumunu yükseltmek isteyen iş adamlarına, politikacılara, generallere gurur verici başarılarla dolu zengin bir soy...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Güm! ~ Terry PratchettGüm!

    Güm!

    Terry Pratchett

    Hayalî evrenlerin azametli mucidi Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya”nın ilk kez Türkçeye çevrilen otuz dördüncü kitabı Güm!, kan davaları binlerce yıl öncesine dayanan iki kadim...

  2. Ejderin Arzusu ~ G. A. AikenEjderin Arzusu

    Ejderin Arzusu

    G. A. Aiken

    Nolwenn cadısı Talaith için hayat hiçbir zaman kolay olmamıştı. Bir tanrıça tarafından köleliğe zorlanmış, kocası tarafından hor görülmüştü. Ve yaşadığı köydeki herkes kendisinden korkuyordu....

  3. Arslanhane: Bir Hükümdarın Doğuşu ~ Christopher de BellaigueArslanhane: Bir Hükümdarın Doğuşu

    Arslanhane: Bir Hükümdarın Doğuşu

    Christopher de Bellaigue

    Yunanistan’ın Parga kentinden korsanlarca kaçırılıp Manisa’da dul bir kadına satıldıktan sonra şehzade Süleyman’a hediye edilen ve kabiliyetleri sayesinde Makbul İbrahim Paşa adıyla sadaret makamına...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur