Ayşe Kulin Yarın Yok romanında, her zamanki ustalıklı ve sürükleyici üslubuyla bizi bu kez bambaşka bir zamana götürüyor. Günümüzden yüzlerce yıl sonra, Dünya’dayız. Aradan geçen zamanda gezegenimiz bütün doğal kaynaklarını tüketmiş, takvimi sıfırlayan felaket bir savaş yaşamış, hayatta kalan bir avuç insanın özverisiyle nihayet kalıcı bir barışa kavuşmuştur; ancak şimdi yine bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Merkez Şehir Devleti’nin en genç bilim kadınlarından biri olan Mira, uzun zaman önce biyolojik bir silah olarak üretilen Tayro virüsünün formülünün peşinde zamanları aşan büyük bir serüvene atılacak, bu sırada hem aşkı ve dayanışmayı hem de soyağacında yer alan cesur kadınları tanıyacaktır…
Ayşe Kulin’den bugün hafife aldığımız sorunların olası sonuçlarına işaret eden, aynı zamanda kıymetini bilmediğimiz zenginliklerin altını çizen ve umudu asla bırakmamaya çağıran bir roman.
1.
MİRA
Merkez Şehir Devleti
Dünya Gezegeni
HUS. 121
Sabah Konut’tan her zamanki gibi tam vaktinde çıktım, sokağın caddeye açılan köşesine kadar hızlı adımlarla yürüyüp yüreğim ağzımda köşeyi döndüm… Hanor yoktu. Oysa tartışmamızın ertesi günü gittiği iş gezisinden dönüşünde, onu her zaman buluştuğumuz yerde beni beklerken bulacağımı ummuştum. Gelseydi hiçbir şey olmamış gibi davranacaktım ama gelmemişti. Üzüldüm.
Kurum’a girince, kendi bölümüme gitmeden önce, Hanor’un çalıştığı Sono Deşifre’nin katına yürüyüp cam bölmeden içeri baktım. Çalışanlar, kafalarında son model dinleme aygıtlarıyla her ne dinliyorlarsa, bana arkaları dönük bir halde gruplaşmışlardi, aralarında olması gereken Hanor’u seçmeye çalışırken bilekliğim işbaşı alarmı verdi.
Koşarak kendi bölümüme geçtim. Tam yerime oturacakken avucumda bir mesaj yanıp söndü: Radin beni odasında bekliyordu. Tuhaf! Üstlerimizle görüşmelerimizi her zaman bizim katın küçük toplantı odasında yapardık. Şefimin beni Setta gezegenine göndereceğini bildirdiği son özel görüşmemizde bile yukarı çağırılmadığıma göre, olağandışı bir gelişme var demekti.
Baş başa yaptığımız o son görüşmeden sonra konuştuklarmızı kimseyle paylaşmamamı tembihlemişti Radin. Kendine mahsus huylan vardı Şefimin, başarıya ulaşacağına emin olmadan projelerinin duyulmasını istemezdi. Dediğini yapmış, Setta’ya gideceğimi Hanor’un dışında hiç kimseye söylememiştim. Bu yüzden az sonra beni yöneticilerin katına çıkarken görenler, orada ne işim olduğunu merak edeceklerdi. Soran olursa, Setta’dan söz edemeyeceğime göre, bir bahane uydurmak zorunda kalacaktım, ki o zaman da hemen kulaklarımın ucu kızaracaktı ve beni iyi tanıyanlar doğru söylemediğimi anlayacaklardı.
Aruk sadece üzgün değil tedirgindim de. Gün iyi başlamamıştı. Keşke Radin beni odasına gözcülük yapacağım gün çağırmış olaydı, diye geçirdim içimden.
Bizim bulunduğumuz havuzda sekizer kişilik dört masa vardı ve tuvalete ancak dörder kişilik gruplar halinde gidebiliyorduk. Her iki saatte bir, tuvalet zilinin müziğini duyunca aynı masada oturan dört kişi dışarı çıkıyor ve altı dakika sonra yerlerine dönmüş oluyordu. Sadece tuvalete gitmek için değil, gıda haplarımız yutmak, su içmek, kan dolaşımını hızlandırmak adına saat bagi beş yüzer adım atmak için de belli aralıklarla ve değişik melodilerle çalan zillerimiz vardı. Her hafta içimizden biri, işimizin başına tam zamanında dönmemizi sağlamak için gözcülük görevini üstleniyordu. Disiplinin bozulmaması ve verimin düşmemesi çok önemliydi; bu nedenle gözcülük çok ciddiye alınıyor, geciken arkadaşına yarım dakikalık kıyak yapan gözcünün bu hareketi, gecikeninki gibi siciline işleniyor, bu ceza yükselmesine yansıyordu. Bu yüzden gözcüler çoğu zaman yerlerinde oturamıyor, sürekli masaların arasında dolaşıyorlardı. Ben bugün gözcü olmadığımdan gözden kaçamayacaktım ne yazık ki.
Yerimden kalktım, dikkat çekmemek için önce bizim kattaki küçük toplantı odasına yöneldim, içeri girer gibi yapıp hızlı adımlarla yükselen zemine yürürken aklımda yukarıya neden çağırıldığım vardı. Radin, Setta’ya gidişimi iptal etmiş olmasın
sakın!
Günün gözcüsüne tam da yukarı çıkmak üzereyken yakalandim.
“Hayrola! Nereye böyle?” diye sordu Vera. Yalan söyleyemezdim.
“Şefimden odasına gitmem için talimat aldım.”
“Yok artık! Daha inandırıcı bir bahane bul!”
Ona avucumu gösterdim. Neyse ki Şef’in mesajı hâlâ yanıp sönüyordu.
“Tam altı dakika sonra yerinde ol Mira,” dedi.
“Bu benim elimde değil, tuvalete gitmiyorum farkındaysan.”
Sesini çıkarmadı.
Yükselen zeminde üst katlara doğru çıkarken masadakilerin bana bakarak fısıldaşmaları gözümden kaçmadı. Niye yukarı çağırıldığımı onlardan çok merak ettiğimi bilselerdi keşke. Acaba hazırladığım son raporda bir hata mı vardı da herkesin görüp duyabileceği bir yerde firçalamak istememişti beni Şefim? Çünkü bilirdim: çok çalışkan ve disiplinli olduğum için severdi beni.
Üniversitede hocalarımdan biri olan Toloy Radin, mezun olduğum yil. Öğrencileri Mesleklere Yönlendirme Masası başkanıydı. Yüksek lisans konusunda kararsız kalınca ondan yardım istemiştim. Tüm seçenekleri birlikte taramıştık ve benim ilgimi, başvuranı az olduğu için Müphem Alan seçeneği çekmişti.
Müphem Alan dibi görünmeyen bir kuyu gibiydi, bilinmezi çok fazlaydı ama meraklısı azdı; rekabetin olmadığı bu sahada parlayabileceğimi düşünmüştüm. Yine de başvuru formumu işleme sokmadan önce, “Acaba elle tutulur bir konu seçmediğim için hata mı yapıyorum?” diye sormuştum hocama.
“Hayır, hata yapmıyorsun,” demişti Radin, “Bilim, doğum öncesinin sırrını çözebildi ama ölüm sonrasının sadece pozitif bilimlerle veya mantıkla açıklanabileceğine inanmak kolaya kaç mak olur. Henüz sırrına erilmemiş, fazla kurcalanmamış bir alan bu. Derin sularda yüzmek herkesin harcı değil ama sen tuttuğunu koparan bir öğrenciydin. Bakalım bu alanda yeni bir şeyler bulabilecek misin?”
Yeni bir şeyler bulabilmek! Hepimiz bunun için yaşamıyor muyduk zaten?
Yerle gök arasında her ihtimali zorlayarak herhangi bir yeni icatla gezegenimizin ömrünü uzatmaya çalışmak, son seksen yıldır insanlığın nerdeyse tek gayesi olmuştu.
Dünyamızın ömrünü uzatmak adına, tıpkı hastalarının ömrünü uzatmaya çalışan doktorlar gibi, yapmadığımız kalmıyordu. Örneğin önceki kuşaklardan biri, iklim değişikliğiyle mücadele edebilmek için yapay zekâya gezegenimizin bir ikiz modelini yaptırmış, bununla ilgili çeşitli deneyler sürdürmüştü. Bir başka kuşak ise sinek gözünden ilham alan bir tasarımla bulaşıcı hastalıkları taşıyan bazı virüsleri saptamayı başarmıştı ama tüm bu ileri teknoloji çok büyük bir enerji tüketimine yol açıyordu. Bir yapay zeka modelini üretmek için harcanan enerjinin saldığı karbon miktarı o kadar fazlaydı ki, çoğu kez ileri teknolojinin hasarı, yararını aşıyordu. Bu yüzden biz biliminsanları, ileri teknolojinin yanı sıra, farklı yolları da denemek zorundaydık. Kim bilir, gezegenimize zarar vermeyecek o mucizevi buluş, yabancısı olduğumuz Müphem Alan’da bekliyordu bizi belki de!
Hocam, sanırım, yüksek lisans seçimimi işte bu olasılık nedeniyle onaylamış, hatta beni heveslendirmiş, cesaretlendirmişti. Öğrenciliğim sırasında yardımlarını asla esirgememiş, yüksek lisansımı bitirdikten sonra da beni yöneticilerinden biri olduğu kurumda çalışmaya çağırmıştı. Artık hocam değil, şefimdi Toloy Radin.
Alimlerin Müphem Alan, sıradan bireylerin ise Öbür Dünya dedikleri ölüm sonrasında gittiğimizi varsaydığımız âlem, kişisel gayretle ve özverili bir çabayla ilerlenebilecek bir alan olmadığından,
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıYarın Yok
- Sayfa Sayısı160
- YazarAyşe Kulin
- ISBN9786051859859
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviEverest Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Valizdeki Mektup ~ Menekşe Toprak
Valizdeki Mektup
Menekşe Toprak
Hesabı ödedikten sonra ufak valizimi alarak, kahvenin baktığı meydanın ortasındaki metroya doğru yürüyorum. Metronun derinliğine dalmadan önce son bir kez daha, yüzyıllarca nice krala,...
- Aşk Notası ~ Aydilge
Aşk Notası
Aydilge
Kayıp Bir Notayım Ben! Ellerimi Tut. Düşüyorum. Yaklaştır Dudaklarını. Kalbimin Müziğini Duyamıyorum. “Sen gelmeden önce kendimi ölümün ucunda sallandırıyordum. Sense ipimi çözüp beni kalbine...
- Yorgun Mayıs Kısrakları ~ Yılmaz Karakoyunlu
Yorgun Mayıs Kısrakları
Yılmaz Karakoyunlu
“Adnan Bey’in sesinde gençliğinin hayıflanmış hatıralarına dönmek isteyen arzulu özleyiş vardı. Bahar sabahlarında kısrakları ovaya salan kahyanın cakalı yürüyüşünü hep hayranlıkla hissetmiş, bu kısrakların...