Her aşkın sonu hayal kırıklığı olabilir,
Umutla atılan her adımın sonu hüsran, yeni bir sabaha uyanmanın bedeli kederin ağırlığıyla geçen karanlık geceler de olabilir.
Bir sabah yatağından yeni bir hayata başlamak için uyanmak ise tüm bunların üstesinden gelebilecek tek sebeptir.
Çaresizliği ve yalnızlığı gözlerinden okunan Özlen’in de tek isteği, sevginin varlığıyla nefes alabileceği yeni bir hayattı. Hüsrtanla biten evliliklerinin, çocukluğunun ve bir aileye sahip olamamanın yaralarını taşıyan, varoluş savaşı hep hüsranla sonuçlanan Özlen, yarın yeniden başlayabilecek gücü ve cesareti kendinde bulabilecek mi?
Yarın Yeniden, hepimizin acısını sırtlanıyor aslında. Sertap Yar bizi yeni bir hayat için yazılmış, duygu dolu bir hikâyeyle baş başa bırakıyor.
***
Bir mahallenin çocuk parkıydı, gözyaşlarımla yalnızlığa itildiğim yer. O kendine has, yer yer soyulmuş yeşil bankların tahta kokusunu istemesem de hâlâ içimde saklarım. Bazen, bu sevimsiz kokuya toprağın nemi de karışır ve o yıllar gözümün önünden, hayal meyal geçer. Kaderimiz miydi bir başınalık acaba? Babam, daha kırk günlük bile değilken annesiz kalmış. Bense, ona göre daha şanslıydım. Çünkü üç yaşındaydım. Eğer henüz kırk günlükken annesiz kalan babama karşı acımasızlık olacağını düşünmeseydim, daha üç yaşındaydım, demek isterdim. Evet, babamı kaybedeli henüz bir yıl bile olmadı. Ve ben sevgili babamla başlamak istiyorum hikâyeme. Esmer, kara saçlı, karakaşlı, suna boylu babamdan; kirpikleri neredeyse kaşlarına değecek kadar uzun ve hep nemli olan babamdan bahsedeceğim; aslında hep anneme bakan ela gözlümden ve annemden geriye kalan en mühim parçamdan. Seni çok özlüyorum babacığım.
Selanik göçmeni olan, kanlı canlı iri yapılı, çok çapkın, aynı zamanda despotluğu ile de ün salmış olan Halim Dedem, Ankara’ya gelerek, ikisi resmi beşi imam nikâhlı olmak üzere tam yedi evlilik yapmış. Babam ve yedi kardeşi, bu yüzden hep birbirlerinden kopuk büyümüşler. Beş kardeş babaannemden diğer iki kardeş ise dedemin Çorumlu, otuz beş yaşında kız oğlan kız olarak aldığı ikinci hanımından olmuş. Bir konağın hizmetli bölümünde kalan, hasta diye bildikleri babannemi hiç göremeyen çocukları ise, üvey anne eline kalmışlar. Babam ailenin beşinci ve son çocuğuydu. Gül ile beşik kertmeliydi. Gül bir aileye evlatlık olarak verilmişti. Selanik’ten birbirlerini tanıyan Halim Dedemle, Gül’ün babası Osman bu kadere vesile olan kişilermiş. Gül’ün babası İstanbul’da, dedemse Ankara da olmasına rağmen, ilişkilerini devam ettirmişler. Halam ise daha on bir yaşında tek kız çocuğu olarak yetişmiş. Bir yandan evi çekip çevirir, öte yandan da kardeşlerine hem annelik hem de babalık yaparmış; üstelik dedemin o huysuz hallerine katlanarak.
Dedemin yaptığı evlilikleri, hüzün ve nefret karışımı duygularla anlatan babam, hareme çevrilen evde, Fransız, İngiliz ve uyruğu belli olmayan ecnebi kadınların arasında, unutamadığı ve onlarla çok ilgilenen bir İngiliz kadından hayranlıkla bahsederdi. Süt gibi beyaz teni ve simsiyah saçları olan, ismini hatırlayamadığı fakat onlara uykudan önce masallar okuyan bu İngiliz kadınla, neşeyi ve huzuru bulduklarını her defasında tatlı bir tebessümle anlatan babam, en çok da onun, ekmeğin üzerine çikolata ve reçel sürerek yaptığı ikramları o anları yeniden yaşıyormuş gibi mutlulukla anardı. Sonra da, gözleri yaşararak, anne şefkatini bulduğu bu İngiliz kadının gitmemesi için, nasıl yalvardığını sessizce mırıldanırdı. Onu en çok üzen şey Çorumlu kadının kendi evlatları ile babamlar arasında yaptığı ayırımmış. “Bize küflü peynirleri söylene söylene verirken, öz evlatlarına Ezine peynirleri yedirirdi. Yumurtalar onlar için sucuklu, bizim için sade pişerdi,” diyen babamın acısını yüreğimde hissederdim. Sana yaşıtlarından farklı muamele eden bir üvey anneye sahip olmaktansa, annesiz olmak daha mı iyi acaba diye içimden geçirirdim babamı dinlerken. Anne sıcaklığından yoksun kaldığı, mütemadiyen farklı kadınların nefes aldığı bir evde dedem tarafından sürekli dayağa maruz kalan, açlığa terk edilen, yemek bulduğundaysa biraz mırın kırın edecek olsa, alnına dedesinin gümüş kaşığının fırlatıldığı babam için; bu reçelli ve çikolatalı ekmekler hasret kaldığı sıcaklığa kavuşmasının tatlı bir sebebiydi.
Dedemin emir kulu olan Fatma Halam, dört defa nişanlanmış. Nişanları sürekli attıran Halim Dedemin dengesiz tutumları, bu işlerde hiçbir suçu olmayan halamı içinden çıkılması güç bir duruma sokmuştu. Nitekim üçüncü nişanlısı olan Kâzım ile ailesi, düğün günü kararı vermek üzere geldikleri dedemin evinden, “Ben baytara kız vermem,” sözleriyle kovulmuşlardı. Zavallı halam nişan bohçasını kayınvalidesine teslim ederken, “Ne olur Selma Teyzeciğim, kusura bakmayın ama babam bu işin olmasını istemiyor,” diyerek özür dilemiş olsa da kadının ahını almıştı bir kez. Selma Hanım’ın, “Fatma, Fatma, er yüzü gör ama mutluluk yüzü görme inşallah!” diye ilenmesi, sanki bir ömür kulaklarında çınlayıp durmuştu. Sonunda evlenip yirmi sekiz yaşında, başında kaynana, kayın peder iki görümce ve iki çocukla dul kalan halam, ne er yüzü görmüştü, ne de mutluluk yüzü.
Mezarının yeri bile olmayan babannem, on dokuz yılını bir akıl hastanesinde, dedemin ismini ağzından düşürmeden, bir sandalyenin tepesinde sallanarak, elinde kocasının beyaz bir gömleği ile, kimsesizlikle ölüp gitmişti. Konya’da çok zengin bir ailenin kızı olan, mürebbiyelerin elinde büyüyen babaannem, on altı yaşında dedeme âşık olunca, bu aşka karşı gelen ailesini dinlemeyerek dedeme kaçmış. Ailesi tarafından, evlatlıktan reddedilen babaannem için, yüzü o günden beri hiç gülmemiş deyimi yaşadıklarının yanında çok hafif kalır. İlk zamanlar yokluktan tenekelerde yemek pişiren bu asil kadın, hiç de hak etmediği bir hayatı yaşamış aslında. Kocasının Ankara’da yaptığı elektrik işlerinden zenginliğe kavuşarak, Halim Ağa diye tanındığı günlerin keyfini bile çıkaramadan ölmüş gitmişti. Dedeme olan karasevdasından evlatlarını bile gözü görmeyen babaannem, ne yazık ki dedemin bitmeyen çapkınlıklarına, zalimliklerine ve aslında onun nikâhı altında başka kadınların ruhunda ve bedeninde yaşamasına daha fazla katlanamamıştı.
Zaten kadınlara ve eğlenceye düşkün olan dedem, maddi refaha da kavuşunca şaşaalı hayatın kollarına bırakmış kendini; eşine ve çocuklarına yaptığı haksızlıkları ve iz bırakacak olan derin yaraları umursamadan.
Çok çile çekmiş olan babam, o zamanın deyimiyle sirke tadındaki köpeköldüren şarabına ve sigaraya başladığında, kendini ilk defa bir erkek olarak önemli ve güçlü hissettiğini söylerdi. Okul hayatı matematik öğretmenini dövünce son bulan babam, Ankara Mamak’ta, Deli Orhan olarak bilinirmiş. Gâvur Orhan lakabı ile serseri ruhuna sahip çıkamayan babam, artık eve uğramaz olmuş. Bu lakap ona dedemden kalmış. Hatta dedeme sert görünüşünden dolayı “Yunanlı” diye hitap edenler bile olurmuş. Babamın zincirlere vurulmuş ruhunun birdenbire darmadağın olması, aslında yaşadıklarına bakılınca hiç de manasız gelmemişti bana. Babasından edindiği kötü alışkanlıklar, belki de onu, yaşadığı inişli çıkışlı hayatın derdinden, onu biraz da olsa uzaklaştırıyordu. Bu denli duyarsız bir babanın yanında, anne sevgisi ve şefkatinden yoksun büyüyen bir çocuğun çorak hayatı, ne ile ve nasıl yeşerebilirdi ki?
“Yarın Yeniden” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Işığın Savaşçısının Elkitabı ~ Paulo Coelho
Işığın Savaşçısının Elkitabı
Paulo Coelho
Işığın Savaşçısı, başkalarının kendisine biçtiği rolü oynamaya çalışarak zaman harcamaz. Işığın Savaşçısı; kışkırtmalara kulak asmaz; onun, gerçekleştirmesi gereken bir yazgısı vardır. Işığın Savaşçısı, kendi...
- Çok Çalışıyoruz ~ Erdem Aksakal
Çok Çalışıyoruz
Erdem Aksakal
Çalışıyoruz. Yarınlar yokmuş gibi. Ki aslında pek de yok, çünkü yarın bugünle aynı, dünle de. Çalışma hayatının vaat ettiği yarın, yine çalışmak. Daha çok...
- Kadınlar ~ Eduardo Galeano
Kadınlar
Eduardo Galeano
Farklı coğrafyalardan, ahir zamanlardan, yakın geçmişten, her yaştan, her sınıftan kadınlar… Kimi büyük kimi küçük eylemlerle, kimi konuşarak kimi yalnızca susarak, yaparak ya da...
okumayı çok seviyorum