Küçük liman kenti Colebrook’ta Kaptan Hagberd hakkında bilinenler pek de onun hayrına sayılmazdı. Oraya ait değildi. Colebrook’a gizli saklı gerekçelerle yerleşmeye gelmemişti –zamanında bunlardan çokça söz etmişti– ama bu nedenler epey hastalıklı ve mantıksızdı. Belli ki biraz parası vardı, bir arsa alıp içine çok ucuza bir çift sarı tuğlalı çirkin kulübe dikti. Birine kendi yerleşti, öbürünü kasabada zorba biri olarak nam salmış Josiah Carvil’a –emekli tekne inşaatçısı kör Carvil’a– kiraladı.
Kulübelerin, demir bir korkuluk hattının ayırdığı ön bahçelerinde ortak bir duvar vardı, arka bahçelerini ahşap bir çit ayırıyordu. Bayan Bessie Carvil’ın çitin üzerine, haklı olarak, kurumasını istediği çay bezlerini, mavi paçavraları veya önlükleri asmaya izni vardı.
Kaptan onun bu ayrıcalıktan faydalandığını her gördüğünde çitin kendi tarafından, “Ahşabı çürütüyorlar, kızım Bessie,” diyordu sakince.
Uzun boylu bir kızdı, çit alçaktı ve dirseklerini çitin üzerine yaslayabiliyordu. Biraz çamaşır yıkasa elleri kıpkırmızı olurdu ama kollarının altı beyaz ve biçimliydi, babasının ev sahibine sessizce –anlayış, beklenti ve arzu havası taşıyan bir sessizlikle– bakardı. “Ahşabı çürütüyorlar,” diye tekrarladı Kaptan Hagberd. “Sende gördüğüm tek savurgan, dikkatsiz alışkanlık bu. Neden arka bahçende çamaşır ipin yok?”
Bayan Carvil hiçbir şey demedi – sadece başını bıkkın bir edayla salladı. Kendi tarafındaki küçücük arka bahçede yetiştirmek için zaman bulduğu sıradan çiçeklerin sanki egzotik bir iklime aitmiş gibi aşırı derecede büyüdüğü, taşlarla sınırlandırılmış birkaç küçük kara toprak yatağı vardı, Kaptan Hagberd’ün tepeden tırnağa bir numaralı yelken bezine bürünmüş dimdik, sağlam bedeni, çitin kendi tarafındaki diz boyu çimenlerin ve uzun otların arasından görünürdü. Bürünmeyi seçtiği sıra dışı malzemenin –konu hakkında herhangi bir gözleme karşı “şimdilik” diye mırıldanırdı– rengi ve tuhaf sertliğiyle doğru düzgün bir bilardo salonu genişliğinde bile olmayan vahşi arazide granitten bir adam gibi belirirdi. Kırmızı, yakışıklı bir yüz, fıldır fıldır mavi gözler ve Colebrook’un bildiği kadarıyla hiç tıraş edilmemiş, göbeğine kadar inen upuzun beyaz sakalıyla taştan bir adamın iri figürü.
Yedi yıl önce müşterisini garantilemek için yaptığı alaycı girişimi, kaptanın, “Sanırım gelecek ay,” diye ciddiyetle yanıtladığı Colebrook berberi, bu seçkin yerel nüktedan, ihtiyarın biraz tütün almak için girdiği limanın yakınındaki New Inn’in barında küstahça oturuyordu. Kaptan Hagberd kolunun yeninde taşıdığı mendilin kenarından çıkardığı üç buçuk penny’le hesabı ödedikten sonra dışarı çıktı. Kapı kapanır kapanmaz berber güldü. “İhtiyar olanla genç olan benim dükkânımda tıraş olmak için kol kola dolaşacaklar yakında. Terzi işe koyulmalı, berber ve şamdancı da; Colebrook için eski güzel zamanlar geliyor, kesinlikle geliyor. Eskiden ‘gelecek hafta’ydı, şimdi ‘gelecek ay’ oldu falan filan – yakında gelecek ilkbahar olur kim bilir.”
Berber, bir yabancının kendisini boş boş sırıtarak dinlediğini fark edince bacaklarını kimseye aldırmadan uzatıp emekli bir kıyı kaptanı olan tuhaf ihtiyar Hagberd’ün bir oğlunun dönüşünü beklediğini anlattı. Oğlan evden gitmişti, ama adam merak etmesindi; denize kaçmıştı ve o günden beri haber alınmamıştı. Muhtemelen denizin dibini boylamıştı. İhtiyar, Colebrook’a üç yıl önce siyah çuhalar (yakın zamanda karısını kaybetmişti); içinde kaçar gibi gelmişti geminin üçüncü mevkisinden sanki şeytan kovalıyormuş gibi inmişti ve onu sakinleştiren tek şey bir mektuptu – muhtemelen bir şaka. Bir şakacı ona Colebrook’ta veya civarda, bir kızla takılan, aynı isimde bir denizci hakkında yazmıştı. “Komik, değil mi?” İhtiyar adam Londra gazetelerine Harry Hagberd için ilanlar vermiş ve herhangi bir bilgi verecekler için ödül koymuştu.
Berber alaycı bir hazla anlatmaya devam etti, yas tutan bu yabancının önce büyük bir heyecanla sonra yavaş yavaş büyüyen bir sabırla bölgeyi arabayla, yayan, önüne çıkan herkese güvenerek, bütün civardaki hanları ve meyhaneleri dolaşarak, insanların yolunu sorularıyla keserek, neredeyse bütün deliklere bakarak dolaştığını ve oğlunun nasıl göründüğünü bile açıkça tarif edemediğini söyledi. Oğlan, ahşap bir gemiyi terk eden ve bir kızın peşinde dolaşırken görülen iki denizciden biri olmalıydı, ama ihtiyar adam on dört yaşlarında bir çocuğu tarif ediyordu – “zeki görünen, yürekli bir çocuk.” İnsanlar dediğine gülüp geçtiğinde alınmış görünür, ortadan kaybolmadan önce alnını kafası karışmış bir halde sıvazlardı. Kimseyi bulamamıştı tabii, kimseden tek bir iz yoktu – kayda değer hiçbir şey duymamıştı daha doğrusu; yine de nedense Colebrook’tan ayrılamamıştı.
Berber büyük bir psikolojik içgörü havasıyla, “Belki de karısını kaybetmenin hemen ardından gelen bu hayal kırıklığının yarattığını şoktu onu çıldırtan,” dedi. Bir süre sonra ihtiyar adam durmadan aramayı bıraktı. Belli ki oğlu gitmişti; ama beklemeye karar verdi. Oğlu en azından bir defa memleketi yerine Colebrook’ta bulunmuştu. Bunun bir nedeni olmalı, diye düşündü, onu Colebrook’a tekrar geri getirecek çok güçlü bir neden. “Ha, ha, ha! Tabii ki Colebrook. Başka neresi olacaktı? Uzun zamandır ortalıkta görünmeyen oğullarınız için Birleşik Krallık’taki tek yer. Bu yüzden Colchester’daki eski evini satıp buraya geldi. Bu da diğerleri gibi bir furya. Çocuklarımdan herhangi birinin kaybolması beni delirtmezdi. Evde sekiz tanesi var.” Berber barı sallayan bir kahkahanın ortasında aklıyla caka satıyordu.
Tuhaf da olsa, böyle bir şey, diye düşündü, üstün bir zekânın açık içtenliğiyle, ilgi çekici görünüyordu. İşyeri örneğin, limana yakındı ve ne zaman bir denizci saçını kestirmek veya tıraş olmak için gelse, eğer bu yabancı bir yüzse, “Belki de ihtiyar Hagberd’ün oğludur,” diye düşünmekten kendini alamıyordu. Kendi haline güldü. Güçlü bir furyaydı bu. Tüm kasabanın buna kapıldığı zamanları hatırlayabiliyordu. Ama ihtiyardan umudunu kesmemişti henüz. Bir dizi makul şakalaşmayla onu iyileştirecekti. Tedavinin gidişatını izliyordu. Gelecek hafta – gelecek ay – gelecek yıl! İhtiyar kaptan bu dönüşün tarihini gelecek yıla dek ertelediğinde, bundan daha fazla söz etmeyecekti. Başka konularda ihtiyar epey mantıklıydı, haliyle bu konuda da öyle olmak zorundaydı. Berberin kesin görüşü buydu.
Kimse berbere karşı çıkmamıştı; o zamandan beri saçları ağarmıştı, Kaptan Hagberd’ün sakalı da bembeyaz olmuştu ve bir önceki akşam matem çuhalarıyla evine gittiği görülmüşken, katranlı sicimle kendisine gizlice dikip hemen havasına büründüğü, güzel bir sabah, giyinip dışarı çıktığı bir numaralı kanvastan takım, üzerinden heybetli bir havayla dökülüyordu. Kaptanın yeni elbisesi High Street’te sansasyon yarattı; dükkân sahipleri kapılarına çıkıyor, evlerindekiler kendilerini dışarı atmak için şapkalarını kapıyordu –baştan garip biçimde şaşırdığı sonra korktuğu bir heyecan– ama meraklı sorulara verdiği tek cevap ürkütücü ve baştan savmaydı: “Şimdilik.” Bu heyecan hissi çoktan beridir unutulmuştu; Kaptan Hagberd’ün kendisi unutulmasa bile umursanmıyordu –tekdüzeliğin cezası– güneş bile gücünü yoğun biçimde hissettirmediği sürece umursanmıyordu. Kaptan Hagberd’ün hareketlerinde güçsüzlük yoktu: Kanvastan takımı içinde dimdik yürüyordu, tuhaf ve göze çarpan bir figür; sadece gözleri belki de eskisinden daha tedbirli dolaşıyordu etrafta. Gurbetteki tavrı telaşlı ihtiyatını kaybetmiş; sanki belli belirsiz bir uygunsuzluğu, utanç verici bir tuhaflığı olduğundan şüphelenir gibi şaşkın ve çekingen bir hal almış, ama yine de neyin yanlış olduğunu anlayamamıştı.
Artık kasabadakilerle konuşmak istemiyordu. Müthiş bir cimri, geçimine gelince eli sıkı biri olarak nam salmıştı. Dükkânlarda pişmanlıkla mırıldanır, uzun tereddütlerden sonra en kötü et parçalarını satın alırdı; kıyafetiyle ilgili tüm alayları boşa çıkarmıştı. Berberin öngördüğü olmuştu. Söylenebilecek tek şey umut etme hastalığından kurtulduğuydu; sadece Bayan Bessie Carvil, oğlunun dönüşü hakkında neden tek kelime etmediğini biliyordu; çünkü bu dönüş artık “gelecek hafta”, “gelecek ay” hatta “gelecek yıl” değildi. “Yarın”dı. Arka ve ön bahçenin yarattığı samimiyetle, ihtiyar onunla babacan, mantıklı, kesin ve biraz da gelişigüzel konuşurdu. Ara sıra sevgi dolu bir göz kırpışıyla onaylanan koşulsuz bir güven temelinde bir araya gelmişlerdi. Bayan Carvil bu göz kırpışlarını bekler hale gelmişti artık. Önceleri rahatsız edici bulmuştu onları: Zavallı adam deliydi. Sonraları onlara gülmeyi öğrenmişti: Zararsız biriydi. Belli belirsiz bir kızarmayla kendini gösteren onaylanmamış, zevk veren, şüpheci bir duygu içindeydi artık. Göz kırpışında kabalık yoktu; güzel şekilli, kıvrımlı burnuyla ince kırmızı yüzü dikkat çekiciydi – dahası vardı, adam onunla konuşurken daha kararlı ve aklı başında bakıyordu. Beyaz sakalıyla yakışıklı, zinde, dimdik, becerikli bir adam. Yaşını düşünmezdiniz. Oğlunun, bebekliğinden beri kendisine şaşırtıcı biçimde benzediğini iddia ediyordu.
Harry’nin gelecek temmuzda otuz bir yaşına basacağını söyledi. İyi bir yuvanın kıymetini bilecek hoş, akıllı bir kızla evlenmek için uygun yaş. Çok yürekli bir çocuktu. Yürekli kocalar idare etmesi en kolay olanlardı. Kadınları perişan edenler şu yumuşak, alelade, sütten çıkmış ak kaşık gibi görünen adamlardı. Hem ev –bir yuva– sağlam bir dam gibisi yoktu: Hava durumu ne olursa olsun sıcacık yatağında kalırdın. “Ee, öyle değil mi canım?”
Kaptan Hagberd işini karadan gören denizcilerdendi. İflas etmiş bir çiftçinin pek çok çocuğundan biriyken bir kıyı kaptanının yanına alelacele çırak olarak verilmiş ve tüm deniz yaşamı boyunca kıyıda kalmıştı. Denizde olmak zor olmalıydı; buna ilişkin fikri yoktu; kalbi, sayısız ev ve yerleşik hayatla dolu olan karaya bağlıydı. Pek çok denizci denizden mantıklı gerekçelerle hoşlanmaz ama onunki derin ve duygusal bir düşmanlıktı – sanki yerleşiklik sevgisi nesiller boyunca içine işlenmiş gibi.
“İnsanlar çocuklarının denize gitmesine izin verdiklerinde onları neye bulaştırdıklarını bilmiyorlar,” diye açıklıyordu Bessie’ye. “En iyisi onları bir an önce kapatmak.” Denize hiçbir zaman alışılamayacağını düşünüyordu. Böyle bir hayatın yoruculuğu, yaşlandıkça daha da beter olurdu. Zamanın yarısından çoğunda evine adım atmadığın ne tür bir işti bu böyle? Denize gittiğin anda evde neler olup bittiğini öğrenmenin yolunu bulamazdın. Uzun yolculuklardan bıktığı düşünülebilirdi; şimdiye kadar yaptığı en uzun yolculuk iki hafta sürmüştü ve bunun büyük kısmı da hava koşullarından korunmak için demirlemiş halde geçmişti. Karısına (kömür işinden para kazanmış bekâr bir amcadan) bir ev ve geçinmeye yetecek kadar para kalır kalmaz kürek mahkûmiyetinden kaçıyormuşçasına doğu kıyısındaki bir kömür gemisindeki görevinden istifa etmişti. Bunca yıldan sonra, İngiltere’den uzak olduğu günler iki elinin parmaklarını geçmezdi. Derin sularda olmanın ne demek olduğunu hiç bilmemişti. “Karadan seksen kulaç öteye hiç gitmedim” sözü onun övünç kaynaklarından biriydi.
Bessie Carvil bütün bunları dinledi. Kulübelerinin önünde küçük bir alıç büyüdü; yazın öğleden sonraları çimenliğe bir sandalye getirip dikiş işiyle otururdu. Kaptan Hagberd, kanvas takımı içinde, bir küreğe yaslandı. Her gün önündeki araziyi kazıyordu. Toprağı her yıl defalarca altüst etti ama “henüz şimdilik” bir şey ekeceği yoktu.
Bessie Carvil’la daha açık konuşurdu. “Harry’miz yarın eve dönene kadar olmaz.” Kadın bu umut cümlesini o kadar sık duymuştu ki şu umutlu ihtiyara karşı içinde belli belirsiz bir acıma duygusu uyandı sadece. Her şey böyle böyle ertelendi ve her şey aynı şekilde yarın için yapıldı. Ön bahçeye ekmek için bir kutu dolusu çeşit çeşit çiçek tohumu paketi vardı. Kaptan Hagberd, “Hangisinin ekileceği konusunda kararı sana bırakacağından hiç şüphem yok canım,” dedi ona korkuluğun karşı tarafından.
Bayan Bessie kafasını yaptığı işten kaldırmadı. Bunu defalarca duymuştu. Ama ara sıra kalkar, dikişini bırakıp yavaşça çitin yanına gelirdi. Bu tatlı sayıklamalarda bir çekicilik vardı. Oğlunun kendine ait bir ev arzusuyla, bir daha uzaklara gitmemesi gerektiği konusunda kararlıydı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıYarın
- Sayfa Sayısı48
- YazarJoseph Conrad
- ISBN9789750759284
- Boyutlar, Kapak 12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dokunmak ~ Ahmet Cemal
Dokunmak
Ahmet Cemal
Ahmet Cemal, edebiyatseverlerin yakından tanıdığı bir ad. Deneyimli, usta bir denemeci, usta bir çevirmen. Köşe yazılarıyla da sesini duyuran Ahmet Cemal, şimdi, ilk kez...
- Nar ~ Ece Gamze Atıcı
Nar
Ece Gamze Atıcı
Aşk hiç böyle anlatılmadı. Nar, 21. yüzyılda yazılmış, bestesi Zeki Müren’e ait, bir kadınla bir adamın seslendirdiği tuhaf bir neşe ve keder hikâyesi. Nar...
- Mezarlık Toplumu (Deccal’e İki Adım Kala ) ~ Mesut Budak
Mezarlık Toplumu (Deccal’e İki Adım Kala )
Mesut Budak
Tümü heyecan yüklü, hızlı olay akışı ve eğlenceli diyaloglarla, fantastik öğelerle, bazen de hüzün ve korku dolu olaylarla bezenmiş bir roman bu. Belirsiz bir...