Nevada’nın bitmek bilmez yollarının büyük bölümü çöllerin ortasındadır. Yolu bu çöllerden geçenler ister istemez tedirgin olur, çünkü varacakları yere kadar büyük bir belirsizlik onlara eşlik eder. Yakıcı güneşin altında 50 numaralı otoyolda seyahat edenler, gidecekleri yerlere asla varamayacaklardır: New York’taki evlerine dönen Profesör Jackson ve karısı, Tahoe Gölü’ne tatile giden Wenworth-Ohio’lu Carver ailesi ve motosikletiyle seyahat eden orta yaşlı ünlü yazar Johnny Marinville.
Bir yol tabelasına çivilenmiş kedi ölüsü, Çin Çukuru denen bir dağın yamacına kurulmuş Desperation isimli küçük bir kasabanın işaretidir. Bölgede korkunç şeyler yaşanmaktadır ve Desperation’ı etkisi altına alan gizem ve kasabayı bir virüs gibi saran kötülük dehşet vericidir.
Tanrısal güçle kötülüklerin karşı karşıya geldiği bu romanda Stephen King, soluk soluğa bir maceraya çağırıyor okurlarını.
Bölüm 1
“AMAN Tanrım! Şuna bak!”
“Ne oldu, Mary? Ne diyorsun?” “Görmedin mi?”
“Neyi?”
Kadının yüzü kireç gibi olmuştu. Yalnızca yanaklarında ve alnındaki güneş yanıklarının izi kalmıştı.
işte.”
“Şu işaret levhasında. Hani, azami hızı gösteren levha
“Ee, ne olmuş levhaya?”
“Üzerinde, çivilenmiş ya da asılmış ölü bir kedi vardı.” Adamın frene basıp arabayı durdurması üzerine, onun omzunu kavradı ve sıktı. “Sakın geriye dönmeyi düşünme, tamam mı?”
“Fakat…”
“Beni dinle, eğer sen geri döner ve ben o manzarayı bir kez daha görürsem arabanın içine kusabilirim, haberin olsun!”
“Kedi beyaz mıydı?” Adam dikiz aynasına baktı, fakat levhanın sadece arka tarafı görünüyordu. Oradan geçerken yolun diğer tarafına, dağlara doğru uçan kuşlara baktığından, karısının gördüğünü görememişti. Zaten bu yolda sürekli önüne bakmasına da gerek yoktu; Nevadalılar bu dümdüz ve uzayıp giden yola, ‘Amerika’nın en ıssız yolu’ diyordu. Evet, Peter Jackson’a göre de bu yol ismini hak ediyordu doğrusu. New York gibi, milyonlarca insanın birlikte yaşadığı büyük bir kentte büyümüş bir insanın bu sessiz ve issız bölgede ürpermesi doğaldı.
Kadın, kocasının sorusuna cevap vermeden önce bir an düşündü ve sonra, “Hayır,” dedi. “Kedi beyaz değildi. Üzerinde kaplanlarınki gibi çizgiler vardı, ama bunun ne önemi var şimdi?”
“Bilemiyorum doğrusu. Çöle belki de şeytanlar gelmiştir, ne bileyim ben? Marielle bu bölgede çok garip insanlar olduğunu söylememiş miydi? Bu saçmalığı onlardan biri yapmış olabilir, değil mi?”
“Hayır, o, şiddet yanlıları olduğunu söyledi. Hatta Gary de buna benzer bir şeylerden bahsetti. Ama biliyorsun, Kaliforniya eyalet sınırını geçtiğimizden beri etrafta kimse görmedik ve…”
“Evet, ancak, Fallon denen yerde…”
Kadın başını iki yana salladı ve, “Böyle ara duraklar sayılmaz,” diye konuştu. “Sayılsa bile, oradaki insanlar…” Birden sustu ve garip bir yüz ifadesiyle yanındaki erkeğin suratına baktı. Çocuğunu düşürdükten sonra aylarca bu yüz ifadesiyle dolaşmış, ancak son birkaç haftadır kendini toparlayabilmişti. “Bu insanlar neden buralara geliyor, Peter? Yani Las Vegas, Reno, hatta Winnemucca ve Wendover gibi yerlerde yaşamayı normal kabul ediyorum, fakat…”
Peter, sırıtarak onun yüzüne baktı ve, “Gary’nin söylediğine göre, Utah’tan kumar oynamak için gelenler Wendover’a Bend Over diyormuş,” dedi.
Kadının yüzündeki ciddi ifade kaybolmamıştı. “Ama, eyaletin geri kalan kısmı… Yani, buralara gelen insanlar kimlerdir ve neden bu ıssız yerlerde yaşamak isterler, bir türlü anlamıyorum. New York’ta doğup büyümüş biri olarak bunu anlamamam doğal belki de, ama yine de…”
“O kedinin beyaz olmadığından emin misin sen? Peki, siyah olamaz mı?” Adam bunu söyledikten sonra tekrar dikiz aynasına baktı, fakat saatte yüz kilometreye yakın bir hızla gidiyorlardı ve o birkaç saniye içinde levhadan oldukça uzaklaşmışlardı. Bu arada, arkalarında başka bir araba okluğunu gördü ve şaşırdı; güneş, arabanın ön camından yansıyor ve göz kamaştırıyordu. Araba onlardan yaklaşık bir kilometre gerideydi.
“Hayır efendim, çizgili olduğunu söyledim ya! Sen benim sorumu yanıtla bakalım! Nevada’nın merkezinde yaşayanlar kimlerdir ve buralarda ne yapar bu insanlar?”
Adam omuzlarını silkti, “Bu bölgede çok sayıda vergi mükellefi olduğunu sanmıyorum,” diye yanıt verdi. “50 numaralı otoyol üzerindeki en büyük yerleşim bölgesi Fallon kasabası ve bu civarda yaşayanların çoğu da çiftçilik yapıyor. Turist rehberinde yazdığına göre, göle baraj inşa edip sulamayı sağlamışlar. Genellikle kantalup kavunu yetiştiriyorlar ve yanılmıyorsam yakınlarda bir de askeri ūs olacak. Fallon, eskiden Pony Express denen posta arabalarının durak ve dinlenme yeriydi, biliyor musun?”
Kadın başını iki yana sallayıp, “Buralarda yaşayamazdım doğrusu,” diye konuştu. “Ilk fırsatta kavunlarımı toplayıp giderdim buralardan.”
Adam sırıttı ve sağ eliyle kadının sol göğsünü okşadı. “Şu sendeki kavunlar da hiç fena değil hani, hanımefendi.”
“İltifatınıza teşekkürler, beyefendi. Ben, kilometrelerce mesafede ev, hatta ağaç bile görülmeyen ve insanların kedileri öldürüp yol levhalarına astıkları böyle yerlerde yaşamayı asla düşünemem doğrusu.”
Adam dikkatli konuşmaya çalışarak, “Bu bir anlayış meselesi,” dedi. Mary’yi bazen hiç anlayamıyor ve o anda onun şaka mı yaptığını, yoksa ciddi mi konuştuğunu kestiremiyordu. Bir an düşündü ve sonra, “Büyük kentte büyümüş bizim gibiler için böyle ıssız yerlerden hoşlanmamak tamamen doğal bence,” diye devam etti. “Burada gökyüzü bile bir garip. Bu sabah yola çıktığımızdan beri gökyüzü sanki üzerime çöküyor gibi.”
“Aynı şeyi ben de hissediyorum.”
Adam başını hafifçe kaldırıp dikiz aynasına bakınca, arkalarındaki arabanın kendilerine yaklaştığını gördü. “Bu yoldan geldiğimiz için üzülüyor musun canım?” Fallon’dan ayrıldıktan sonra yolda birkaç kamyon görmüşlerdi, ama arkalarındaki kamyon değil, bir otomobildi. Araba, şimdi tam gaz onlara doğru yaklaşmaktaydı.
Kadın birkaç saniye düşündükten sonra, “Hayır, bu yoldan geldiğimize üzülmüyorum,” diye cevap verdi. “Hiç olmazsa Gary ile Marielle’i de gördük, sonra Tahoe Gölü ve…”
“Çok güzeldi, değil mi?”
“Evet, harika bir manzaraydı…” Sustu ve pencereden dışarı baktıktan sonra, “Şu kupkuru boşluk bile hoş bir görüntü oluşturuyor, bu yolu ömrümün sonuna kadar hatırlayacağım. Ancak yine de…” derken birden sustu.
Kocası, “… insanın içini ürpertiyor,” diyerek onun cümlesini tamamladı. “Yani, en azından bir New York’lunun içini.”
“Evet, haklısın. Burası insanın sezgilerini geliştiren bir yer. I-80 yolundan gitseydik aynı şey olacaktı, orası da çölün ortası.”
Adam, “Evet, aynı şey canım,” dedikten sonra güneş gözlüğüyle koruduğu gözlerini tekrar dikiz aynasına kaldırdı. Arkalarından büyük bir hızla yaklaşan araba, bir polis otosuydu. Hızını biraz kesip arabayı yolun sağına doğru yanaştırdı. Sağ tekerlekler asfalttan toprağa çıkmış ve ortalik toz duman içinde kalmıştı.
“Peter, ne yapıyorsun?”
Adam tekrar dikiz aynasına baktı. Büyük ve kromajli araba güneşte öylesine parlıyordu ki, güneş gözlüklerine rağmen gözlerini kıstı… ancak arabanın beyaz renkli olduğunu görebilmişti. Demek ki bu bir eyalet polisi değildi.
“Yolu açmaya çalışıyorum, canım. Arkamızda bir polis arabası var ve adam çılgın gibi geliyor. Belki de birinin peşindedir.”
Polis arabası yanlarından fırtına gibi geçti ve Peter’in kız kardeşine ait olan arabayı sarsti. Gerçekten de beyaz renkliydi ve tozdan da zor görünüyordu. Arabanın yan tarafında bir işaret ve yazı vardı, fakat Peter daha okuyamadan polis arabası ok gibi geçip onları arkada bırakıvermişti.
Peter, “Belki de kediyi levhaya çivileyen delinin peşindedir,” dedi.
“Arabanın üzerindeki ışıkları yakmadan nasıl bu kadar hızlı gidebiliyor?”
“Onu burada kim engelleyebilir ki?”
Kadın onun yüzüne yine o garip bakışıyla baktı ve, “Evet ama yolda en azından biz varız.” diyerek başını sallachi.
Adam ona cevap vermek için davrandı, fakat sonra vazgeçip sustu. Karısı haklıydı. Polis uzun süredir arkalarındaydı ve onları fark etmiş olmalıydı. Buna rağmen, bu kadar yüksek bir süratle giderken arabanın üzerindeki flaşörlerini yakmaması ve onları uyarmaması garipti. Peter yine de üzerine düşeni yapmış ve ona yol vermek için arabasını kenara çekmişti, ama yine de…
Önlerinde giden polis otosunun arka lambaları birden yandı. Onun fren yaptığını anlayan Peter de hemen frene bastı. Aslında süratini doksana kadar düşürmüştü ve aralarında oldukça mesafe bulunduğundan, ona çarpma tehlikesi yoktu, yine de içgüdüsel olarak fren yapmıştı. O anda polis arabası yolun diğer kısmına, batıya giden bölümüne geçmişti.
Mary heyecanla, “Ne yapmak istiyor bu adam? Ters yöne girdi, deli mi bu?” diye konuştu.
Peter başını salladı. “Ne yapmak istediğini ben de anlamadim canım.”
Fakat polisin ne yapmak istediğini birkaç saniye içinde anladı, adam yavaşlıyordu, hızı şimdi yaklaşık yetmiş ya da seksene düşmüştü. Peter kaşlarını çattı ve nedenini bilmeden, ayağını hafifçe gazdan çekerek kendi hızını biraz daha düşürdü. Deirdre’nin arabasının hız kadranı şimdi saatte altmış kilometreyi gösteriyordu.
Mary korkuyla açılmış gözlerini ona çevirdi ve, “Peter. neler oluyor?” diye sordu. “Bu olanlar hoşuma gitmiyor.”
Peter, “Merak etme,” diyerek onu yatıştırmaya çalıştı, fakat kendisi de endişelenmişti. Biraz ileride ve kendilerine ters olan batıya gidiş yolunda hızını keserek giden polis otosuna baktı. Direksiyonun arkasındaki adamı seçmeye çalıştı ama göremedi. Polis otosunun arka camı, çöl kumu ya da tozuyla tamamen kaplanmıştı. İçerisi görünmüyordu.
Birden, fren lambalarının tozla kaplanmış olmasına rağmen yandıklarını gördü ve arabanın daha da yavaşladığını anladı. Polis arabası yaklaşık elliyle gidiyordu şimdi. Araba rüzgârın etkisiyle yola fırlayan ince bir ağaç dalının üzerinden onu kırarak geçti. Peter Jackson, nedenini bilmemesine karşın birden korkmaya başlamıştı.
Marielle, Nevada’da pek çok çılgın ve şiddet yanlısı insan bulunduğunu söylemiş ve Gary de onu onaylamıştı. Evet, çılgın ve şiddet yanlısı insanlar da işte böyle garip davranışlar sergilerdi.
Fakat adamın davranışları yine de öyle fazla çılgınca sayılmazdı, ama bu gidişi normal olarak adlandırmak da doğru olmazdı.
Polis arabasının fren lambalarının tekrar yandığını gören Peter, hiç düşünmeden yine frene bastı ve arabanın hizını kırka düşürdü. Ne yaptığını tam olarak bilmiyor, içgüdüsel olarak hareket ediyordu.
“Bu adam ne istiyor, Peter?”
Onun ne istediğini artık anlamışlardı.
“Tekrar bizim arkamıza geçmek istiyor, canım.
“Neden?”
“Bilmiyorum.”
“Bizim arkamıza geçmek istiyorsa, neden yolun sağına çekip geçmemizi beklemedi o zaman?”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYaratık
- Sayfa Sayısı432
- YazarStephen King
- ISBN9789751046284
- Boyutlar, Kapak13.7 x 21.5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİnkılap Kitabevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Arkadaşlarla Sohbetler ~ Sally Rooney
Arkadaşlarla Sohbetler
Sally Rooney
Frances ve Bobbi, Dublin’deki bir edebiyat gecesinde Melissa’yla tanışır ve yavaş yavaş onun dünyasına çekilirler. Geçmişte bir çift olan bu iki üniversite öğrencisi, bir...
- Reddediyorum ~ Per Petterson
Reddediyorum
Per Petterson
Çocukluk arkadaşı olan Tommy ve Jim, 35 yıl sonra tesadüfen karşılaşırlar. Birbirlerini son gördüklerinde Tommy’nin annesi onları terk etmiş, baba dayağından kurtulmak isteyen Tommy...
- Sular Yükselirken ~ Anja Kampmann
Sular Yükselirken
Anja Kampmann
Açık denizde petrol sondajı yapan namıdiğer Waclaw Wenzel Groszak fırtınalı bir gecede tek arkadaşı Mátyás’ı kaybeder ve ardından Mátyás’ın eşyalarını ailesine teslim etmek üzere...