İlk baskısı 1982 yılında yapılan Yapısalcılık, edebiyat meraklılarıyla araştırmacıların büyük ilgisiyle karşılanmıştı. Konu üzerinde yeterli yayının ülkemizde hâlâ olmadığı düşünülürse, Tahsin Yücel’in bu değerli çalışmasının önemi daha iyi anlaşıla-caktır. Yapısalcılığın büyük öncülerinden Lèvi-Strauss, Jacobson, Benveniste, Gremas’tan Genel Dilbilim Dersleri’nin efsanevi yazarı dilbilimci Ferdinand de Saussure’a, konuya katkıda bulunmuş düşünürlerin görüşlerini tartışan Tahsin Yücel, Yapısalcılık’la Türk okurunu yazınsal metinlerin arka planlarını keşfe çağırmış, yüz-yılımızın bu önemli düşünce akımını da duyurmak istemişti. Can Yayınları, romanları ve öykülerinin yanısıra Tahsin Yücel’in deneme, eleştiri ve incelemelerini de yayınlamayı sürdürüyor. Daha önce yayınladığımız Yazın, Gene Yazın gibi Yapısalcılık da sıkı okurun baş ucu kitaplarından olacak.
TAHSİN YÜCEL, 1933’te Elbistan’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni ve İÜ Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı bö- lümde uzun yıllar öğretim üyeliği yaptıktan sonra, 2000 yılında emekli oldu. Yazın araştırmalarına 1969’da yayımladığı L’Imaginaire de Bernanos (Bernanas’un İmgesel Evreni) ile başladı. 1973’te Figures et Messages dans la Comédie Humaine’i (İnsanlık Komedyasında Yüzler ve Bildiriler), 1979’da Anlatı Yerlemleri’ni, 1982’de Dil Devrimi ve Sonuçları ve Yapısalcılık’ı yayımladı. 1976’dan itibaren Yazın ve Yaşam, 1982’de Yazının Sınırları, 1991’de Eleştirinin Abecesi, 1993’te Tartışmalar, 1995’te Yazın, Gene Yazın, 1997’de Alıntılar, 1998’de Söylemlerin İçinden (1999 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü), 2000’de Salaklık Üstüne Deneme, 2003’te Yüz ve Söz, 2006’da Göstergeler, 2010’da Gün Ne Günü? ve 2011’de Kimim Ben? ile deneme ve eleştirilerini okurla buluşturdu. İlk romanı Mutfak Çıkmazı 1960’ta yayımlandı. Bunu 1975’te Vatandaş, 1992’de Peygamberin Son Beş Günü (1993 Orhan Kemal Roman Ödülü), 1995’te Bıyık Söylencesi, 2002’de Yalan (2003 Yunus Nadi ve 2003 Ömer Asım Aksoy roman ödülleri), 2005’te Kumru ile Kumru, 2006’da Gökdelen (2007 Balkanika Ödülü) ve 2010’da Sonuncu izledi. Öykü kitaplarından 1956 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Haney Yaşamalı 1955’te, Düşlerin Ölümü 1958’de (1959 TDK Öykü Ödülü), Ben ve Öteki 1983’te, Aykırı Öyküler 1989’da, Komşular 1999’da (1999 Dünya Kitap Yılın Kitabı Ödülü) ve Golyan Devrimi 2008’de yayımlandı. Tahsin Yücel’e 1984’te Azra Erhat Çeviri Yazını Üstün Hizmet Ödülü, 1997’de Fransız hükümeti tarafından Palmes Académiques Nişanı Commandeur derecesi verildi.
İçindekiler
SUNUŞ……………………………………………………………………13
GİRİŞ………………………………………………………………………15
I DİLBİLİM …………………………………………………………..25
1. Dilbilim Devrimi …………………………………………….27
2. Dil ve Ses……………………………………………………….35
3. Dil ve Anlam ………………………………………………….45
4. Söylem…………………………………………………………..55
5. Sonuç Yerine…………………………………………………..63
II BUDUNBİLİM…………………………………………………….65
1. Doğadan Ekine ……………………………………………….67
2. Kadın İletişimi ………………………………………………..77
3. Söylenler………………………………………………………..83
4. Biçim ve Anlam ………………………………………………95
5. Barbar ve Uygar…………………………………………….103
III GÖSTERGEBİLİM …………………………………………….107
1. Öncüller ………………………………………………………109
2. Göstergebilim ve Anlam …………………………………125
3. Göstergebilimsel Dörtgen……………………………….135
4. Eyleyenler…………………………………………………….145
5. Koşullandırım Türleri……………………………………..159
6. Özneler ve Öznellik Alanları …………………………..167
IV SONUÇ…………………………………………………………….173
1. Sınırlar…………………………………………………………175
2. Tarih Çevresinde……………………………………………185
3. Çekinceler ……………………………………………………203
KAYNAKÇA ………………………………………………………….209
DİZİN……………………………………………………………………213
Sunuş
Yapısalcılık yıllar önce, 1982’de yayımlanmıştı. Bu nedenle, kendisinden çok fotokopileri görünüyordu ortalıkta. Her gün, her çevrede değil elbette, arada bir ve daha çok üniversite çevrelerinde. Bu kadarı bile onu yeniden yayımlamayı düşünmem için yeterli bir neden sayılabilirdi. Ama, bunca yıldan sonra, ilk biçimiyle yeniden yayımlanması doğru olur muydu? Doğru olmazsa, yeniden gözden geçirilip güncelleştirilmesi gerekirse, güncelleştirmenin sınırı ne olmalıydı? Herhalde baş- ka bir kitaba dönüşmemesi. Bu kitap, ilk çıkışında, o günlerin güncelliği içinde, en azından giriş ve sonuç bölümleriyle, aynı zamanda bir tartışma kitabı niteliği taşıyordu. Bugün yapısalcı düşünceyi pek tartışan yok, adını ananlar bile azaldı; ancak bü- yük öncü ve sürdürücüleri, Lévi-Strauss, Jakobson, Benveniste, Greimas hep gündemde. Öyleyse, bu böyledir diye, tartışmayı atıp yalnızca tanıtım ve yorumu bırakmak kitabın kimliğini değiştirmek olurdu.
Ama kimliğini güncelin gerisinde kalmak pahasına koruması da gerekmezdi. Bu nedenle, özüne hiç dokunmamakla birlikte, üç ana bölümün üçüne de yeni bilgiler ekledim. Böylece, biraz daha kapsamlı, biraz daha doyurucu, biraz daha güncel ama ilk yönelimlerine yan çizmeyen bir kitap çıktı ortaya.
02.07.1998 T. Y
GİRİŞ
Belirli bir yaygınlık kazanmış tüm sanat ve düşün akımlarının, gittikçe daha karmaşık, daha içinden çıkılmaz bir biçimde, bir dizi toplanma ve dağılma, yeniden toplanıp yeniden dağılma sürecinden geçtiğini biliriz. Başlangıçta birkaç genel ilke çevresinde birleşen bilim, düşün ya da sanat adamları, genel ilkelerden kaynaklanan ya da kaynaklanmak savında olan ürünler çoğaldık- ça, ya bunları çok farklı biçimlerde yorumlarlar ya da, araştırılan ya da yorumlanan konunun özgül nitelikleri ve araştıran ya da yorumlayan öznelerin bireysel yönelimleri nedeniyle, ayrıntılardaki karşıtlıkların temeldeki birlikten daha ağır bastığını düşünmeye başlarlar. Özellikle bilim alanında, temel ilkelerin ancak birer çıkış noktası oluşturduğu, özgül yöntemlerin olsa olsa bu ilkelerden yola çıkılarak ve her dalın kendi gereklerine göre, farklı biçimlerde geliştirilebileceği düşünülürse, kuram ve uygulamalarda beliren ayrılıklar da, bir zamanlar birbirlerini coşkuyla desteklemiş kişilerin bir noktadan sonra kendi yollarında yalnız ilerlemeyi yeğlemeleri de do- ğaldır. Öte yandan, gene dallar ya da kişiler arası farklı- lıklar nedeniyle, aynı temel ilkelerden doğmuş değişik yönelimler çevresinde yeni kümelenmeler olur. Bunlardan kimileri temel ilkelerin zorunlu kıldığı sınır ve kurallara bağlı kalırken, kimileri akımı değişik yönlere, de- ğişik düzlemlere kaydırır. Kısacası, akım hem olumlu, hem olumsuz yönlerde, hem içeriden (sürdürenlerce), hem dışarıdan (gözlemcilerce), yeni yeni yorumlardan geçirilir durmadan.
Böylece, izler birbirine karışır, tutarlı ve bütüncül sonuçlara varmak gittikçe zorlaşır. Buna koşut olarak, yanılgıların, çarpık yorumların, bilinçli, bilinçsiz haksızlıkların oranı yükselir. Örneğin 1860 dolaylarında romantikleri yerden yere vurup Balzac’ı göklere çıkaranlar Balzac’ın öncelikle bir romantik, adını koymadan geliştirdi- ği “gerçekçi” anlatımın da romantizmin temel yönelimlerinden biri olduğunu pek uslarına getirmezler, hele kendilerinin de büyük ölçüde romantik yönelimlere bağlı kaldıklarını, öncelikle birer romantik olduklarını hiç düşünmezler. Hiç kuşkusuz, bu kaçınılmaz bulanıklıkların başlıca nedenlerinden biri de kimi güçlü akımların zamanla kazandığı yaygınlık ve geçerliliktir: Herkesin köse olduğu bir toplumda “köse” sözcüğüne pek gerek kalmaması gibi, herkesçe paylaşılan ilkeler çevresinde bir birlik oluşturma çabasına girişmek gereksiz, hatta saçma görünür.
Tüm bunlar “şimdiden epeyce uzun bir tarihi bulunan” yapısalcılık için de geçerli. Bir kez, yapısalcılıktan fazla söz edilmiyor artık: ilkelerinin ve katkılarının, hiç değilse belirli düşün ve bilim çevrelerinde, yeterince anlaşılmış olması, hele kimi ilkelerinin üç beş bilimadamınca önerilen özgün ve kuş- kulu görüşler olmaktan çıkarak çok sayıda araştırmacıyı bir araya getiren bir ortak alan oluşturması sonucu, yapı- salcı olmayan çalışmaların ilginçliklerini yitirdikleri öl- çüde, yapısalcılık da ilginç olmaktan çıkmış görünüyor. Trubetzkoy, daha 1930’larda, “Yaşadığımız çağ tüm bilimdallarının tekilciliğin yerini yapısalcılığa verme yönelimiyle niteleniyor,” diyordu.1 1930’lardan bu yana, insanbilimlerinin birçok dalında gerçekleştirilen önemli ilerlemeler bugün bu sava daha bir geçerlilik kazandırdı. Bunun sonucu olarak, yorumlar ve tartışmalar yapısalcı- lığın ana ilkelerinden çok, bu ilkelerden yola çıkılarak oluşturulmuş ya da geliştirilmiş bulunan araştırma dalları: Göstergebilim, dilbilim, budunbilim, vb. çevresinde, bu araştırma dallarında uygulanan değişik yöntemler üzerinde yoğunlaştı.
Ama söylemek bile fazla, bir yöntemin, bir düşünce dizgesinin geçerliliğini ulaştığı somut sonuçlarla kanıtlayarak belirli bir yaygınlık kazanmış olması onun herkes- çe aynı biçimde anlaşılmasını, her yerde aynı ölçütlerle değerlendirilmesini gerektirmez; tam tersine, kimi ilkelerin yinelendikçe yozlaştığını sık sık saptadığımız gibi, kimi kavramların da yaygınlaştıkça bulandığını deneyimlerimizle biliriz. Yapısalcılık da kurtulamamıştır bu yazgıdan: Akımı yorumlamayı deneyenler arasında, kimileri çoğu kez ilk izlenimlerle yetinerek düşüncelerini değişken ve çelişkin gözlemlere dayandırdıklarından, kimileri konuya hep dışarıdan ve uzaktan bakarak ayırıcı özelliklerinden çok, çarpıcı özellikleri üzerinde durduklarından, kimileri de ayrıntılar arasında yollarını şaşırarak süremsel ve uzamsal boyutları gözden kaçırdıklarından, nice yanılgılara, nice saptırmacalara yol açmışlar, insanbilimlerinin bu önemli yönelimini nerdeyse tanınmaz bir duruma getirmişlerdir. Bunun en belirgin örneklerinden biri, önde gelen uygulayıcılarının tümü yapısalcılığı her şeyden önce bir bilimsel yöntem olarak tanımlarken, kimi yazarların onu bir felsefe öğretisi, hatta Jean-Paul Sartre ya da Simone de Beauvoir’ın varoluşçuluğu gibi felsefe kökenli bir sanat akımı olarak görmekte diretmiş olmalarıdır.
Oysa yapısalcılığın temel yönelimleri hiç de karma- şık değildir. Saussure’den Greimas’a değin, adına yaraşır tüm yapısalcıların yapıtlarında kolaylıkla saptayabilece- ğimiz bu yönelimler şöyle özetlenebilir:
1. ele alınan nesnenin “kendi başına ve kendi kendisi için” incelenmesi;
2. nesnenin kendi öğeleri arasındaki bağıntılardan oluşan bir “dizge” olarak ele alınması;
3. söz konusu dizge içinde her zaman işlevi göz önünde bulundurma ve her olguyu bağlı olduğu dizgeye dayandırma zorunluluğunun sonucu olarak, nesnenin artsüremlilik içinde değil, eşsüremlilik içinde değerlendirilmesi;
4. bunun sonucu olarak, köken, gelişim, etkileşim, vb. türünden artsüremsel sorunlara ancak nesnenin elden geldiğince eksiksiz bir çözümlemesi yapıldıktan sonra ve bunların da dizgesel olarak ele alınmalarını sağlayacak yöntemler geliştirilebildiği ölçüde yer verilmesi;
5. nesnenin “kendi başına ve kendi kendisi için” incelenmesinin sonucu olarak, “doğaötesel” değil, “özdekçi” bir tutum izlenmesi; 6. bu yaklaşımın felsefel, siyasal ya da sanatsal bir öğreti değil, tutarlı bir çözümleme yöntemi olmaya yö- nelmesi, dolayısıyla düşüngüsel yaklaşımla fazla bir ilgisi bulunmaması.
Ama, söylediğimiz gibi, bu temel yönelimlerin olmadık kılıklara sokulduğu, olmadık saptırmacalara, olmadık suçlamalara yol açtığı da bir gerçek. Üstelik, Claude Lévi-Strauss’un sık sık söz ettiği “bulanık suda balık avlayıcılar”ın, yani “insanbilimleri sanat yapıtlarının ardındaki biçimsel yapıları ortaya çıkardı diye biçimsel yapılardan yola çıkarak sanat yapıtları üretmeye kalkanar”ın verimsiz çabaları gibi, yapısalcılığı içtenlikle benimsemiş görünen kimi düşünürlerin geçici yanılgıları da epeyce etkili olmuştur bu konuda. Örneğin Claude Lévi-Strauss’un, bilimsel çözümlemelerini sonuçlandırdıkça, yerleşik Batı düşüncesine yönelttiği eleştiriler yapıtlarının birer felsefe ürünü olarak algılanmasına yol açarken, konuyu yakından bilmeyenlerin yapısalcılığın en büyük öncülerinden biri diye tanıdıkları Roland Barthes’ın 1963 yılında yazdığı bir yazıda, bu akımı hem düşünsel hem sanatsal bir etkinlik gibi göstererek ressam Mondrian’ın, ezgici Pousseur’ün, romancı Butor’un yapısalcı yönteme bağlanmış araştırmacılarınkiyle aynı türden bir yaratım çabası sürdürdüklerini söylemiş olması çok insanı yanılgıya sürüklemiştir, bugün de bu yazıyı güvenilir bir kaynak olarak gören herkesi yanıltabilir. Gene aynı yazarın yapısalcı yöntem doğrultusunda gelişen ve onun tanınıp benimsenmesine büyük katkıda bulunan bir dizi çalışmadan sonra, özellikle S/Z adlı yapıtıyla, bu yöntemin gereklerine yan çizmeye başlaması, bu yapıtta karşımıza çıkan “seçmeci” ve “benözekçi” tutumunu gittikçe güçlendirerek Roland Barthes par Roland Barthes (R. Barthes tarafından R. Barthes) ya da Fragments d’un discours amoureux’de (Bir Aşk Söyleminden Parçalar) olduğu gibi, hep kendi “ben”ini, kendi duyarlığını, kendi yaşamsal ve ekinsel birikimini dile getirmeye yönelmesi, bu arada başkalarının yapıtları üzerine çok ilginç ve çok geçerli şeyler söylese bile, bunları kendi düşün ve duygu evrenini yansıtmada birer araç olarak kullanması, kısacası nesne ile özneyi nerdeyse ayrıştırılmaz bir biçimde birbirine karıştırması, üstelik yöntemsel titizlikten uzak olan, hatta çoğu kez onu yadsıyan tutumunun gerçek yapısalcıların sert eleştirilerini çekmesi,1 onun bu tür yapıtlarının da birçoklarınca yapısalcı yakla- şımın önde gelen örnekleri gibi değerlendirilmesini önlememiştir. Bugün bile, örneğin göstergebilim denilince, Greimas’tan önce Barthes’ı düşünenler çoktur.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Düşünce-Genel
- Kitap AdıYapısalcılık
- Sayfa Sayısı224
- YazarTahsin Yücel
- ISBN9789750725739
- Boyutlar, Kapak13 x 20 cm, Ciltsiz
- YayıneviCan Yayınları / 2005