Gecenin karanlığında, ıssız sokaklarda gezer düşlerin fısıltıları. Sahipsizliğin somurtkanlığını peşlerine takarak, buldukları ilk barınağa girerler. İşte orada, gölgelerin ardında, başlar siyahla beyazın hikâyesi. Ya da öyle sanır herhangi birisi… Yankı bir ilk kitap olmasına karşın ustalıkla örülmüş öykülerden oluşuyor. Rahatsız edici, hatta denebilir ki “riskli” meseleleri irdeleyen bu öyküler yeri geldiğinde biçimsel denemelerden sakınılmadan ortaya konuyor. Kimi zaman şiddeti, ardındaki nedenleri ya da düpedüz nedensizliğini, kimi zaman günlük hayatımızın içine sinmiş tahakkümü, kimi zaman da sıradan hayatlarımızın karanlığını ya da üzerimizde bir yük gibi taşıdığımız yarı ölü halimizi anlatıyor. Açgözlülüğü, doymak bilmez arzuyu, saçma sapan yaşamları ve belki de en önemlisi, sokağı ve eşitsizliği odağına almaktan, bunları hayal gücünün prizmasına tutmaktan da asla geri durmuyor… Müge Koçak yaratıcılığıyla; muzip, kıvrak ve cesur kalemiyle adından çok söz ettireceğe benziyor.
İÇİNDEKİLER
Yedinci Gün…………………………………………………………….. 11
Ali-Veli-4950 …………………………………………………………… 19
Duman……………………………………………………………………. 29
Yankı………………………………………………………………………. 35
Katil Maslow Tarafından Planlanmış Bir İntihar Vakası……. 45
Ahmet Nabi Şentürk…………………………………………………. 61
Paraları Koklayan Ahmak
www.rasitnerede.com………………………………………………… 67
Bir Kırgınlıkla Başladı Her Şey…………………………………….. 77
Hayat Öpücüğü ……………………………………………………….. 81
Afiyet Hanım ile Kuru Sultan Arasındaki
Et Dalaşına Dair……………………………………………………….. 89
Kor Adamın Garip Hikâyesi ……………………………………….. 99
Amaçsız Ahlat Derneği ……………………………………………. 103
YEDİNCİ GÜN
Tanrı dünyayı altı günde yarattı…
1. Gün ışığı yarattı. Cenneti ve yeryüzünü de yarattı.
2. Gün gökyüzünü yarattı.
3. Gün deniz ve karaları, otlarla ağaçları yarattı.
4. Gün gökyüzüne güneş, ay ve yıldızları koydu.
5. Gün balıkları ve kuşları yarattı.
6. Gün hayvanları ve Âdem ile Havva’yı yarattı.
Yedinci gün, Tanrı dinlendi…
Eski Ahit
Evler birbirinden o kadar uzaktı ki Beykoz’un muhtelif yerlerindeki kapılara konan kırmızı küçük x işaretlerine kimse dikkat etmedi.
İlk gün
Manolya Çıkmazı Öyümce Mahallesi girişinde sağdaki ilk apartman Sarıkeş Apartmanı. Üçüncü katta işveli, apartmandaki komşuların deyişiyle o yolun yolcusu, güzeller güzeli Emel Naci oturuyor. İsmindeki Naci’yi kaldırtmak istememiş Emel. Herkes bilsin özünü. Utanacak ne var? 15 yaşında Akçakale Uğraklı köyünden ayrılmış. Daha doğrusu evden kaçmış. Çünkü ne köydeki diğer oğlanlar gibi keçi koyun gütmek istemiş ne de anasının arzuladığı gibi köyden bir kızla evlenmek. Kahvede pişpirik oynayarak kıçına pamuk tıkayacakları günü bekleyen babasına bakmış. Sonra annesinin çamaşır suyu kokan kınalı ellerine… Sonra ablasının iki belik saçlarına… En çok ablasının saçlarını severmiş. Keşke dermiş benim saçlarım da böyle uzun, böyle ipek gibi olsa. Evde yalnız kaldığı nadir zamanlarda, ablasının sutyenini takar, düğünlerde giydiği döpiyesi üzerine geçirir, alçak ökçeli ayakkabıları giyer, acemice anasından babasından sakladığı ruj, far, allıkla makyaj yapar, saçsız başına bir yemeni bağlar sonra aynanın karşısında salım salım salınırmış. Şehre geldiğinde yaşadığı zor günleri anlatmaya bu öykü yetmez. İstanbul, Naci’yi öyle bir lokmada değil sindire sindire aheste yutmuş sonra da güzeller güzeli Emel’i kusmuş. Emel’in saçları artık sarı, uzun, ipeksi. O gün, üçüncü kata polisler geldiğinde, Emel Naci’nin başsız vücudunu buldular. Önü açık bluzundan dışarı fırlamış bir çift meme, kalçasının hemen üstünde toplanmış mini eteği, sütun gibi bacaklarının arasında öylece yatan penisi korkunçtan çok tuhaftı. Komiser Tufan okkalı bir küfür edip dışarı çıktı.
İkinci gün
İlk olay mahallinden yaklaşık 20 kilometre uzakta Örnekköy Mahallesi sakinlerinden emekli Astsubay Hasan Efendi’nin altın madalyalı halterci kızının kolları kopuk cesedi, semt pazarının kurulduğu sokaktaki çöp tenekesinin içinde bulundu. Hatice, liselerarası halter müsabakalarında üç yıldır rakiplerini geride bırakarak üst üste il şampiyonu olmuş, TürkAlman Üniversitesi’nden İngiliz Dili ve Edebiyatı bursu kazanmış, Türkiye şampiyonluğuna hazırlanıyordu. Sonra da ver elini Balkanlar. Hatice’nin şimdi elini verecek kolları yok. Koparılmış. Böyle, sanki kerpetenle yerinden sökülür gibi koparılmış. Hatice çirkin ama çalışkan, azimli bir çocuktu. Babasını hiç üzmedi. Anasız büyüdü. Babası da ona anasızlığını hiç hissettirmedi. Erkek gibi kızdı Hatice. Güçlü kolları vardı. Komiser Vedat, çöpteki cesedi gördüğünde, Hatice’nin ağzındaki dikişleri fark etti. “Demek,” dedi, “ondan bağıramamış.” Ana avrat sövdü.
Üçüncü gün
Bahri Yaşar Yılmaz Caddesi Görele Mahallesi Zeliha Sultan Apartmanı beşinci kattaki kedilerin gece gündüz miyavlamasından şikâyet eden komşulardan gına geldi Rıza’ya. Yönetici olmayı hiç istememişti. Ah o ahmak karısı. Kapıcıya kapıyı kırmasını söylediğinde, Şule’nin ortadan kayboluşu üzerinden tam yedi gün geçmişti. Kimse bunun farkında değildi. O öğleden sonra, kırık kapıdan içeri tam altı kafa uzanmış bakıyordu. Kapıcı, kokmaya yüz tutmuş Şule’yi salonda kanepenin üzerinde iki memesi muntazam bir biçimde kesilmiş halde buldu. Şule’nin silikonlu memelerini daha geçen hafta ellemiş olan birinci kat sakini sigortacı Arif Bey, iki ay önce evlendiği yanı başında duran sevgili karısının yanında şaşkınlığını gizlemek için büyük çaba sarf etti. Oysa, birinin memeleri kesilerek öldürülmesi oldukça şaşkınlık yaratacak bir durumdu. Ama tabii Arif’in suçluluk duygusu o kadar baskındı ki aralarındaki bu kaçamağın ortaya çıkmasından korktuğu için şaşkınlığını gizlemeyi uygun bulurken genç bankacı Şule’nin en yakın arkadaşı olan, sigortacı Arif Bey’in karısı Aysun gördüğü manzara karşısında bayılmadan önce Arif’in bu kadar sakin kalmasına anlam veremeyip bu işin içinde bir tuhaflık var diye düşündü. Olay yerine gelip de ayılanları, bayılanları ve özellikle apartman yöneticisinin ahmak karısının cesetle selfie çektiğini görünce Komiser Rıfat’ın cinleri tepesine çıktı. Yardımcısı herkesi kovaladı. Komiser Rıfat, komodinin üzerindeki defteri aldı. Kadının ertesi günkü ilk randevusu burun estetiğiydi. “Ha siktir,” diye bıkkın bir sesle söylendi.
Dördüncü gün
Beykoz Tıp Fakültesi hastane morgundan bir kadavra çalındı. O gün nöbetçi olan Emrah, kız arkadaşıyla kavga etmiş, yanına bir şişe köpek öldüren ve üç bira almış, ölülerin arasında oturup Motörhead’den “Ace of Spades”i dinliyordu. Evinin balkonunda yetiştirdiği otlardan bir cigara sardı. İçmeye başladı. Telefon çaldı. Arzu. Sanki ne konuştuğunu kadavralar duyacakmış gibi dışarı çıktı. Ağladı, küfretti, bağırdı, aşkını ilan etti sonra yine ağladı. Arzu, “Allah belanı versin Emrah,” deyip telefonu yüzüne kapattı. Emrah telefonu duvara fırlattı. Telefon paramparça oldu. Morga geri döndüğünde, dün getirdikleri trafik kazası kurbanı genç Aylin’in çıplak bedeni orada yoktu. Emrah bunu fark ettiğinde saat sabah 07.00 idi. Komiser Kurt hiçbir bulguya rastlamadı. Sağlı sollu çıplak ölü bedenlerin arasında ileri geri yürüdü. Genç komiser cansız bedenlere bakarken istemsiz bir biçimde tahrik olduğunu fark ettiğinde, “Hay amına koyayım!” diyerek lavaboya gidip o gün bütün yediklerini kustu. Yaptığı işten nefret etti.
Beşinci gün
Koç Üniversitesi’nin kız futbol takımına nihayet girmişti. Beykoz Konakları’nda oturuyordu Gülsel. Sırf takıma girebilmek uğruna, katıldığı yoğun antrenman programları yüzünden İsviçre Alpleri’nde bir tatili, babasının bu çılgınlığı bırakırsa almayı söz verdiği BMW i8’i, arkadaşlarının ısrarla çağırdıkları okul partilerini, bir Patek Philippe kol saatini, limuzinde sevişmeyi ve daha birçok lüksü elinin tersiyle itmişti. Çok çalışmalıydı ve çalıştı da. Sevgilisi Fuat aynı üniversitenin Amerikan futbolu takımının kaptanıydı. Kampa girmeden önce son bir kaçamak yapıp Fuat’ın evinde buluştular. İkiüç kez seviştikten sonra, uyuyakaldılar. Cesetleri, Fuat’ın Kerem Görsev konserinden dönen annesi ve babası buldu. Fuat’ın boğazı kesilmişti. Gülsel’in belinden aşağısı kayıptı. Bu zengin muhitinde vakaya kimse bakmak istemedi. Komiser Sinan yanına, Almanya’nın kardeş seçilen Saarlouis şehrinden ziyarete gelen Komiser Joachim Häring’i de alıp olay yerine geldi. Manzarayı gören Alman, “Şayze!” deyip yere tükürdü.
Altıncı gün
Akbaba Mahallesi, Kent Sitesi B Blok No:8’de hummalı bir çalışma vardı. Sabah saat 09.00 sularında kapı çaldı. Tevfik’in sipariş ettiği gökkuşağı renklerindeki denizkızı kuyruğu geldi. Devasa kuyruk en kaliteli pullarla örülmüştü. Kuyruğu getirenleri Tevfik içeri almadı. Kuyruğu yatak odasına götürdü ve salona işinin başına döndü. Etraf oldukça dağılmıştı. Kendine sade bir Türk kahvesi yaptı. Yanına da en sevdiği çifte kavrulmuş lokumdan iki tane aldı. Özenle, hiç acele etmeden, büyük bir titizlikle, Emel Naci’nin muhteşem başını aldı, saçlarını öptü, kokladı, yere yatırdı. Genç kadavra Aylin’in narin bedeninin memesiz üst kısmını, Emel’in kuğu boynuna ekledi. Hatice’nin şekilli kollarını, Şule’nin silikonlu memelerini Freischütz operası eşliğinde vücuda dikti. Kahvesinden bir yudum daha aldı. Gülsel’in hâlâ meni kokan vajinasını temizledi, yarım bedeni diğer parçalara bir terzi özeniyle yerleştirdi. Aklına, zamanın Cumhurbaşkanı Sait Furkan Güllüsoy’a terzilik yapan babasının yanında geçirdiği çıraklık günleri geldi. “Oğlum,” derdi babası,“bir gün sen de büyüyeceksin ve o hünerli ellerinle hayatlar dikeceksin. Tıp fakültesini birincilikle bitirdiğinde, kep giyme töreninde babası en önde oturmuş sicim sicim ağlamış, gözlerinde annesinin utancını gizlemişti. Annesi, ipeksi saçları, dolgun memeleri, mükemmel hatlarıyla adeta mitolojiden fırlamış denizkızı Marpessa kadar güzeldi. Ya da o yaşlarda Tevfik’e öyle görünüyordu. Çok çalışan babası, geceleri yanına sokulan annesi… Sonra bir gün her şey bir anda olup bitmişti. Genç bedenindeki değişiklikleri ne babası ne Tevfik fark edebilmişti. Her gece ağlayarak beklerdi, kapının açılıp, denizkızının içeri girip yanına sokulacağı saati. Karşı da koyamazdı. Bir yanlışlık duygusu içini, beynini, gözlerini kemirip durur ama sonra anne sevgisi üstün gelirdi. Bir gün babası beklenmedik bir saatte gelip kapıyı açtığında, Tevfik savunmasız 11 yaş bedeniyle koşup babasının arkasına saklandığında, denizkızı tüm ihtişamıyla ayağa kalktığında, sonrası gizlenen bir ölüm, gizlenen bir hayat, gizlenen bir baba oldu. Kimse bir şey bilmedi. Tevfik son dikişi de atıp eserine gururla baktı. Son yudum kahvesini aldı ve lokumundan son bir ısırık.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıYankı
- Sayfa Sayısı120
- YazarMüge Koçak Güvenç
- ISBN9789750748578
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Öğretmen Neden Çıldırdı? ~ Mavisel Yener
Öğretmen Neden Çıldırdı?
Mavisel Yener
İngilizce konuşulanları anlayan ama Türkçe sözleri anlamayan köpek Coco, elbise dolabında bekleyen tostlar, Irmak’ın fare ilaçları hakkındaki tuhaf ödevi… Evinden çıkmayan Behçet Amca’nın sırrı...
- Önemi Yok ~ Ágota Kristóf
Önemi Yok
Ágota Kristóf
Yarın, şu evim dediğim şeye sahip olacağım nihayet, büyük bir şehrin yoksul bir semtinde. Yoksul bir semt, zira insan yoktan nasıl zengin olur, dışarlıklıyken,...
- Kağnı ~ Sabahattin Ali
Kağnı
Sabahattin Ali
Fakat sorarım size: Köylü verdiğine mukabil ne alır? Yolunu kendi yapmaya mecburdur, sokakları zavallı talihinden daha karanlıktır ve mektep, yüz köyün birinde bile yoktur....