“Bazıları vardır, sevmedikleri halde sevilmek isterler; kendini feda eden kadından uçsuz bucaksız bir sevgi ve sadakat beklemekte haklı olduklarını sanırlar. Bazıları vardır, meşhur bir güzelle evlenirler; niçin? Onunla böbürlenmek, onu yanlarında bulundurmak, ehlileşmiş bir dişi aslan gezdirir gibi onu beraberlerinde gezdirmek ve – işte benim kraliçem! Bakın, bana ne kadar da itaatli, ne kadar bağlı, diyebilmek isterler de onun için. Hiç bu kafada bir insan, kraliçesini sevebilir mi?”Miguel de Unamuno’nun Behçet Necatigil tarafından çevrilen on hikâyesini bir araya getiren Yaman Adam, yazarın çok yönlü dünyasına açılan bir pencere niteliğinde. Aşk, felsefe, psikoloji, inanç, kadın erkek ilişkileri gibi konuların öne çıktığı bu öykülerde Unamuno’nun varoluşçu sorgulamaları da sıklıkla yer buluyor.
İçindekiler
Genişletilmiş Yeni Baskı İçin Birkaç Söz ……………………….11
Miguel de Unamuno (1864-1936) ………………………………15
Yaman Adam …………………………………………………………..19
İki Ana ……………………………………………………………………71
Lumbría Markisi …………………………………………………….107
Aşkın Hücumu ………………………………………………………125
Sessizlik Mağarası …………………………………………………..133
Vakit Nasıl Geçiyor ………………………………………………..143
Eşekarısı ……………………………………………………………….151
İhtiyar Şairi Bir Ziyaret ……………………………………………157
Nefretten Merhamete ……………………………………………..163
Susin’in Başına Gelenler ………………………………………….169
Genişletilmiş Yeni Baskı İçin Birkaç Söz
Miguel de Unamuno’nun “Yaman Adam”, “İki Ana”, “Lumbría Markizi”, “Aşkın Hücumu” ve “Sessizlik Mağarası” öykülerinin yer aldığı Yaman Adam, Behçet Necatigil’in Almancadan çevirisiyle 1954 yılında Varlık Yayınları’ndan çıkmıştı. Kitabın bu yeni baskısına, Necatigil arşivinde daktilo edilmiş olarak bulunan “Vakit Nasıl Geçiyor” ile 1941-1943 yılları arasında Varlık dergisinde yayımlanan “Eşekarısı”, “İhtiyar Şairi Bir Ziyaret”, “Nefretten Merhamete” ve “Susin’in Başına Gelenler” isimli öyküler eklenerek Necatigil’in Unamuno’dan çevirdiği öykülerin tamamı bir araya getirilmiş oldu. Necatigil’in Suut Kemal Yetkin’e yazdığı iki mektuptaki ifadeler, Unamuno’ya duyduğu ilginin nasıl başladığına işaret ediyor:
(…) Pek çok önce Tan gazetesinde çıkmış yazılarınızla Unamuno’yu öğrenmiş ve severek, hikâyelerinden bir kısım ile Sis isimli romanını Almancasından okuyup tercüme etmiştim (Hikâyelerden bir kısmı Varlık’ta çıktı). Gayrı münteşir1 üç hikâyesini (“İki Ana”, “Lumbría Markizi”, “Tam Adam”) size göndersem acaba kabul eder misiniz? Hiç değilse bu suretle, manzume gönderene kadar, size karşı duyduğum mahcubiyet de hafifler. (…)
(2 Mayıs 1947 tarihli mektuptan)
(…) İş’arınız1 üzerine Unamuno’nun Sis romanını bir daha gözden geçirerek tebyize2 başlayacak ve ilerde tetkik edilmek üzere Tercüme Bürosuna göndereceğim. Size yollamak arzusunu izhar ettiğim, gayrı münteşir üç hikâyesinden ikisini3 bugün postaya verdim. Üçüncüsü biraz fazla uzun (80 sh.)4 olduğu için bu arada vakit bulup daktilo edemedim. Bu ve neşredilmişler dahil böylece Unamuno’nun orijinal başlığı (Tres novellas ejemplares y un prólogo5 ) olan eserindeki bütün hikâyelerle (El espejo de la muerte6 ) kitabındaki bazı hikâyeleri çevirmiş bulunuyorum. Bunları ilerde kitap halinde toplayabilmek için Remzi Kitabevi’nde teşebbüse geçmek fikrindeyim. (…)
(3 Haziran 1947 tarihli mektuptan)
Mektupta adı geçen Sis romanı, 1948 yılında MEB Yayınları arasında çıkmış, Yaman Adam öyküler toplamıysa ancak 1954’te yayımlanabilmiş. Necatigil Unamuno’nun öykülerini de hayli önemsemiş olmalı ki, Sis’i 1969 yılında gözden geçirip tekrar yayına hazırlarken, Bilgi Yayınevi’yle yazışmalarında öykülere de değiniyor:
(…) Unamuno’nun evvelce Varlık Yayınları’nda çıkmış (1954), bir daha da basılmamış hikâyelerini de basmak niyeti vardı Bay Ahmet Küflü’nün. O niyetinden vazgeçmediyse bu kış, birkaç hikâye daha ekleyerek ve Sis gibi yeniden yayına hazırlamak isterim. (Neyse, bunu Ankara’da belki kendisi hatırlar, hatırlatır.) (…)
(Cevdet Kudret’e mektup, 12 Eylül 1969)
(…) Unamuno’nun hikâyeleri konusunda da fikirlerini söyledi Cevdet Kudret Bey. Kalınca bir kitap olabilmesi için elimde yeterince örnek bulunduğunu bildirdim kendisine. Yalnız, hikâye kitabının basılması Sis romanının göreceği ilgiye ve satışa bağlı olduğu için, bu çalışmaya hemen başlamam aşırı bir iyimserlik tabiî. Buna göre, ilerde bir hatırlatmada bulunursanız o işi de bir sonuca bağlarım. (…)
(Ahmet Küflü’ye mektup, 27 Eylül 1969)
Ancak beklenen “hatırlatma” yapılmamış olmalı ki, bu öyküler, onun 1979 yılında ölümüne dek yeniden yayınlanmıyor. Kitaba adını veren “Yaman Adam” öyküsü ise, Necatigil tarafından radyoya uyarlanarak 1 Haziran 1971 tarihinde İstanbul Radyosu’nda, Selahattin Küçük rejisinde seslendiriliyor. Behçet Necatigil’in Almancadan ilk çevirisi, Dr. Otto Spies’den: Türk Halk Kitapları (Behçet Gönül adıyla, 1941). İzleyen çevirilerin yayın tarihlerinin 1946 ve sonrası olduğu dikkate alındığında, Yaman Adam’daki öykü çevirilerinin, Necatigil’in bu alandaki ilk çalışma örneklerini oluşturduğu ve onun çeviri geçmişine dair belgesel bir niteliği olduğu söylenebilir. Bu öyküleri uzun yıllar sonra okurla buluştururken, günümüz imlasına uyarlamakla yetindik; çevrildiği dönemin dilini, söyleyiş biçimlerini yansıtması açısından olduğu gibi bırakıp gerekli yerlerde küçük notlamalar yapmayı tercih ettik. Yeni baskıyı yayına hazırlayan Serenad Demirhan’a teşekkürlerimizle…
Ayşe Sarısayın
8 Mart 2016
YAMAN ADAM
Julia’nın üstün güzelliği, tarihî bir şehir olan Renada ve dolaylarında dillere destan olmuştu. Memleketin güzellik kraliçesi gibiydi Julia; daha çok bir anıt, şehrin bunca yapı hazineleri arasında canlı, diri bir anıttı sanki. Civar halkı, “Katedrali ve Julia Yanyez’i görmeye Renada’ya gidiyorum,” derlerdi. Hal böyleyken güzel kızın gözlerinde, yaklaşan bir faciayı önceden hissetmeye benzer bir ifade okunuyordu. Onu seyredenlerin hepsi, halinde tavrında ruhu tedirgin eden bir taraf buluyorlardı. Yoldan geçişini, peşi sıra bakışları sürükleyişini gördükçe yaşlılar mahzunlaşıyor, gençler geceleri yataklarında rahatsız, sağa sola dönüyor, uykuya her zamankinden geç dalıyorlardı.
Kuvvetini biliyordu Julia; şu var ki ruhunda felaketlere gebe bir kaderin ezici yükünü de hissetmiyor değildi. İçinde, şuurunun ta derinliklerinden kopup gelen hafif bir ses ona şunu fısıldıyordu sanki: Güzelliğin seni mahvedecektir! Ve Julia, bu sesi işitmemek için gönlünü eğlendirmeye bakıyordu. Bu harika güzelin babası Don Victorino Yanyez, geçmişi bir hayli karanlık bu adam, bütün ümidini kızına bağlamıştı; enikonu bozuk mali durumunu kızının yardımıyla düzeltebileceğini düşünüyordu. Ticaret ajanıydı, işleri de günden güne kötüleşiyordu. Son ve en önemli işi, elinde kalan son koz, Julia’ydı şimdi. Bir de oğlu vardı ama hayırsız çıkmış, yıllardır kayıplara karışmıştı. Karısına, “Elimizde Julia’dan başka bir şey kalmadı,” diyordu. “Her şey onun bulacağı kocaya yahut bizim onu evlendireceğimiz adama bağlı! Bir aptallık etti mi –korkuyorum, eder de hani!– mahvolduğumuzun resmidir.” “Aptallık dediğin ne mesela?” “Mesela işte şimdi senin yaptığın. Sana şunu söylemeliyim ki Anacleta, sende akıl namına zerre yok!” “Ben ne yapayım Victorino?
Açıkla, anlat bana; burdakiler içinde biraz aklı olan biri varsa o da sensin.” “Bu işin nasıl olması gerektiğini sana belki yüz defa söyledim şüphesiz. Julia’ya dikkat et, gönlünü o sersem sepet âşıklardan birine kaptırmasına mâni ol. Şehrimizin kızları bu gibi oğlanlarla vakit geçirir, ölçüyü kaçırır, itidallerini kaybederler. İşveydi, cilveydi, pencereden bakıp aşna fişnelik etmekti; böyle şeylerden anlamam ben! O beş para etmez talebelerden, kur yapmaktan bahsetme bana!”
“Peki ne yapayım ben bu kızı?” “Ne mi yapacaksın? Ona şunu hissettir ki bizim istikbalimiz, hepimizin rahatı, senin benim rahatımız, hatta namusumuz, şerefimiz… Anlıyorsun ya!” “Tabii anlıyorum.” “Yok yok, henüz anlamıyorsun sen beni. Şerefimiz, anlıyor musun, ailemizin şerefi onun yapacağı evlenmeye bağlı. Haline yoluna girmeli, kendine kıymet verdirmenin çarelerini aramalıdır.” “Zavallı çocuk!” “Zavallı çocuk mu? Kendini derme çatma âşıklara kaptırmaması; boyuna sinirlerini bozmaktan başka bir işe yaramayan, kafasını olmayacak hayallerle dolduran o saçma sapan romanları okumaması lazım.” “Peki, ne yapsın istiyorsun?”
“Aklını başına toplasın, sonunu düşünsün, güzelliğinin imkânlarını hesaplasın, bundan layığıyla faydalanmasını bilsin.” “Ben onun yaşında iken…” “Yeter Anacleta, saçma sapan konuşma! Ağzını ne zaman açsan aptalca bir laf edersin, işte o kadar… Sen onun yaşında iken… Sen onun yaşındayken… Yani beni tanıdığın sıralarda…” “Öyle, öyle, ne yazık ki…” Ve güzel kızın anası babası, aynı konuşmaya ertesi gün tekrar başlamak üzere birbirlerinden ayrılıyorlardı. Beri yanda zavallı Julia çok acı çekiyordu; babasının tasavvurlarındaki bütün iğrençliği, tehlikeli çirkinliği anlıyordu çünkü, “Beni satmak istiyor,” diyordu. “Sarsılmış bütçesini düzeltmek için, hatta belki de hapse girmekten kurtulmak için…”
Aslında da böyleydi nitekim. Ve Julia, bir nevi isyan içgüdüsüyle karşısına çıkan ilk gönüllüye olur cevabını verdi. “Yavrum, Allah aşkına!” dedi annesi. “Olup bitenin farkındayım; delikanlının evin etrafında dolaştığını, sana işaret ettiğini gördüm. Ondan bir mektup aldığını, bu mektuba cevap da verdiğini biliyorum…” “Peki, ne yapayım anne? Bir cariye, bir esir gibi yaşayayım da bir paşanın gelmesini, babamın beni ona satmasını mı bekleyeyim?” “Böyle söyleme yavrum.” “Başka kızlar gibi benim de bir âşığım olmasın mı?” “Evet ama uygun birisi.” “Uygun mu, değil mi önceden nasıl bilirim ben? Ne de olsa bir başlangıç yapmak icap etmez mi? Kendini sevdirmek istedi mi insanın, önce birisiyle tanışması, görüşmesi lazım.” “Ah ah, aşk! Aşk…” “Tabii. Bir müşteri mi bekleyeyim yoksa?”
“Ne seninle ne de babanla doğru dürüst konuşulmaz ki! Siz Yanyez soyu böylesinizdir zaten. Hay evlenmez olaydım!” “Ben de günün birinde böyle demek istemiyorum işte ya!” Annesi, sonunda onu kendi haline bıraktı. Julia da göğsünü gere gere, alt katın penceresinden, cumbamsı bir yerden, ilk gönüllüsüne, kendisiyle bir konuşma fırsatı bahşetti. “Babam üstümüze gelecek, bizi bastıracak olursa,” diye düşünüyordu. “Beni bir güzel pataklar mı, pataklar. Ama daha iyi ya; herkes onun kurbanı olduğumu, benim güzelliğimle işler çevirmek istediğini anlar o takdirde!” Julia pencereden sarkıyor, Renada’nın yeni yetişme çapkınlarından Enrique’ye, ailesinde hüküm süren yüz karası ahlak düşüklüğünü bir bir anlatıyordu. İşte derken o çıkagelmişti: O, kurtarıcısı, halaskârı Enrique! Kendisini kızın güzelliğine kaptırmış olmakla beraber Enrique, cesaretinin sönmeye başladığını hissediyordu. “Bu kızın feci kaprisleri var,” diyordu içinden.
“Fazla hissî romanlar okuyor.” Ve Enrique işi ilerletip de meşhur ve harika güzelin, kendisine, penceresi altına gelmek izni verdiğini Renada’da duymayan kalmayınca, sözünden caymak için bahane aramaya başladı. Derken böyle bir fırsat da çıktı nitekim. Bir sabah Julia kızartılı, ıslak gözlerle deli gibi merdivenlerden indi, ona şöyle dedi: “Enrique, artık dayanamayacağım. Ne bir baba ocağı ne de bir aile burası… Burası bir cehennem. Babam aramızdaki münasebeti öğrenmiş, ateş püskürüyor. Düşün, bu akşam işi o kadar azıttı ki beni dövmeye kalkıştı; neymiş, kendimi haklı çıkarmaya çalışıyormuşum!” “Ne de zalim adam!” “Dur hele, gerisi var. Senin de hesabını görecekmiş. Öyle dedi.” “Benim de mi? Buyursun! Bir bu eksikti!”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıYaman Adam
- Sayfa Sayısı176
- YazarMiguel de Unamuno
- ISBN9789750741296
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Beşinci Kol – Ve İspanya İç Savaşı’nın Dört Öyküsü ~ Ernest Hemingway
Beşinci Kol – Ve İspanya İç Savaşı’nın Dört Öyküsü
Ernest Hemingway
The New York Times Book Review’den Philip Young: “Bu, dolaysız, apaçık Hemingway.” Hemingway’in tek tiyatro oyunu Beşinci Kol ile birlikte dört öykünün yer aldığı...
- Düşe Kalka ~ Aslı Akarsakarya
Düşe Kalka
Aslı Akarsakarya
Aslı Akarsakarya ilk kitabı “Düşe Kalka”daki öykülerinde toplumun her kademesinden baskılanan kişilere, kişiliklere, duygulara yoğunlaşıyor. Kimi zaman şiirsel, kimi zaman eğlenceli, kimi zaman da...
- Kuş Kulesi ~ Ferda İzbudak Akıncı
Kuş Kulesi
Ferda İzbudak Akıncı
Son Tren’de dershaneden çıkan Sinan ve İrem’in uyuyakalışı, Papatyalar’da ayağı alçıda Pınar’ın annesine çok sevdiği papatyalardan toplayamayışının üzüntüsü, Kuş Kulesi’nde Mustafa’nın ışıklı hayalleri, Kasabalı Çocuk’ta tanıştığı yazar...