Dublin’de doğan Maeve Binchy, 1969, da İrish Times yazarları arasına katıldı. End of term ve Half Pronised Land adlı iki oyunu Dublin The Peacock Theartre’de sahnelendi. Depply Regretted By adlı televizyon oyunu Prag Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü aldı. Aralarında Yalnız Kadınlar Sokağı (birinci baskısı Tara Sokağı adıyla yayımlandı) ve İtalyanca Aşk Başkadır’ın da bulunduğu son beş romanı en çok satan kitaplar listesine girdi. Eserleri sık sık televizyon ve sinemaya uyarlana Maeve Binchy’nin İtalyanca Aşk Başkadır romanı.
***
Ria’nın annesi, oldum olası film yıldızlarından hoşlanırdı. Clark Gable’ın Ria’nın doğduğu gün ölmesi onun için hep bir üzüntü kaynağı olmuştu. Tyrone Power bu olaydan iki yıl önce Hilary’nin doğduğu gün ölmüştü. Ama nedense buna o kadar üzülmüyordu. Hilary Ria gibi sinemanın büyük kralını uğurlama-mıştı. Ria ne zaman Rüzgar Gibi Geçti’yi izlese, yüreğinde bir tür suçluluk duygusu uyanırdı.
Ken Murray’e. kendisini ilk öpen oğlana, bundan söz etti. Sinemadaydılar. Üstelik oğlan onu öpüyordu.
– Çok sıkıcısın. dedi Ken kızın düğmelerini açmaya çalışırken.
– Hiç de değil, diye haykırdı Kia. Clark Gable karşımda, beyazperdede, ben de sana onunla ilgili ilginç bir şey söylüyorum.
Bir rastlantı bu. Can sıkıcı değil.
Çevredekilerin dikkatini çekmek Ken Murray’i utandırdı. Kimi sus diyor, kimi gülüyordu. Ken Ria’dan uzaklaştı ve onunla görünmek istemiyormuş gibi koltuğuna gömüldü.
Ria kendisine lanet okudu. On altısına gelmişti. Okulda herkes Öpüşmekten hoşlanıyor ya da hoşlandığını söylüyordu. Şimdi tam yapmaya başlayacakken her şeyi berbat etmişti. Elini oğlana uzattı.
– Filmi izlemek istiyorsun sanmıştım, diye fısıldadı oğlan. Ria onu umutla yanıtladı:
– Ben de senin bana sarılmak istediğini sanmıştım,
Ken bir şeker paketi çıkardı ve ağzına bir şeker attı. Paketi kıza uzatmadı bile. Romantik fasıl bitmişti.
Eğer zamanlama doğru yapılırsa Hilary’yle konuşulabileceğini Ria biliyordu. Bu aksam hiç de uygun değildi.
– Biri seni öperken konuşmak doğru mu? diye sordu gene de ablasına.
Hilary dışarı çıkmak için giyiniyordu.
– Tanrım, Allahım ve de Kutsal Azizlerim, diye söylemdi.
– Sadece sordum, dedi Ria. Erkeklerle bunca deneyim yaşadığına göre bilirsin diye düşündüm.
Hilary duyan oldu mu havasıyla sinirli sinirli etrafına bakındı.
– Erkeklerle yaşadığını deneyimler konusunda çeneni kapatır mısın, diye tısladı. Annem söylediklerini duyarsa, ne sen kapıdan dışarı adım atabilirsin ne de ben.
Anneleri hafifliklere asla göz yummayacağı konusunda onları pek çok kez uyarmıştı. İki kız çocukla dul kalmış bir kadının derdi kendine yeterdi, bir de kızlarının doğru dimisi birer koca bulmaları olanaksız birer sürtük olmasına tasalanmak gibi bir niyeti yoktu. Hilary de Ria da saygın birer yakışıklı erkek bulup evlense, kendilerine ait birer yuvaları olsa gözü arkada kalmayacaktı. Dublin’in iyi semtlerinden birinde, güzel birer evleri, hatta bahçeli evleri olmalıydı. Nora Johnson kızlarının daha iyi bir yaşantı sürebilecekleri konusunda büyük umutlar taşıyordu. Şimdi oturdukları o büyük döküntü evden daha güzel bir evde yaşamalıydılar, iyi bir adam bulmanın yolu, karşılaşılan her adama yılışmaktan geçmiyordu.
– Bağışla Hilary, dedi Ria. İni inmiş, üzülmüş görünüyordu. Ama annem duyamaz ki, televizyon izliyor.
Anneleri akşamlan televizyon izlemekten başka bir şey yapmazdı, iiir kurut emizlenıecide tezgahlardı, eve geldiğinde bitkin olduğunu söylüyordu. [Sülün gün ayaktaydı, şöyle oturup başka dünyalara gitmek hoşuna gidiyordu. Yukarıda erkeklerle yaşananlar konusunda yapılan konuşmayı duyması olanaksızdı.
Hilary kardeşini bağışladı, ne de olsa bu gece Ria’ya ihtiyacı vardı. Anneleri bir kural koymuştu, Hilary eve gelir gelmez çantasını antreye bırakmak zorundaydı. Böylece geceyarısı tuvalete kalktığında Hilary’nin evde olduğunu anlayacak ve rahat rahat uyuyacaktı. Çantayı gece on ikide oraya bırakma işi zaman zaman Ria’ya düşüyordu, böylece yalnızca anahtarlarını ve rujunu cebine koyup gitmiş olan Hilary, istediği saatte yavaşça eve süzülebiliyordu.
– Vakti gelince bu işi benim için kim yapacak? dedi Ria dalgın dalgın.
– Seni Öpmeye kalktıklarında çeneni kapatmayıp gevezelik edersen böyle bir hizmete hiç ihtiyacın olmayacak, dedi Hilary. Eve geç gelmeyeceksin, çünkü gidecek yerin olmayacak.
– Pekâlâ olacak, dedi Ria. Ama sözlerine kendi de pek inanmıyordu. Gözlerinde hüzün vardı.
Kendisinin pek de çirkin sayılmayacağından emindi aslında. Okuldaki arkadaşları, siyah kıvırcık saçları ve mavi gözleriyle bayağı çekici olduğunu söylüyordu. Şişman falan değildi, sivilceleri de öyle pek göze çarpmıyordu. Ama gene de kimse onu fark etmiyordu, sınıftaki diğer kızlarda bulunan parıltı yoktu onda.
Hilary kardeşinin yüzündeki mutsuzluğu fark etti.
– Bak, güzel bir kızsın, kendiliğinden kıvırcık saçların var, daha baştan bir artı puan bu senin için. Ufak tefeksin, erkekler ufak tefek kızlardan hoşlanır, ilerde işler yoluna girecek. Kim ne derse desin on altı en kötü yaştır. Hilary bazen gerçekten de iyi davranıyordu ona. Özellikle de Ria’dan çantasını antreye bırakmasını istediği geceler, pek sevecendi.
Ve elbet Hilary yanılmıyordu. işler yoluna girdi. Ria okulu bitirdi ve ablası gibi bir sekreterlik kursuna katıldı. Karşısına birçok erkek çıktı. Özel biriyle karşılaşmadı hemen, ama acelesi yoktu. Mümkün olursa, evlenip yuva kurmadan dünyayı dolaşmak istiyordu.
– öyle çok gezmek olmaz, diye uyardı onu annesi.
Nora Johnson, erkeklerin seyahat etmeyi hafiflik olarak görebileceğini düşünüyordu. Erkekler, daha güvenli, sakin kadınlarla evlenmeyi yeğlerdi. Ordan oraya gidenleri seçmezlerdi. “Erkekler hakkında önceden bilgi sahibi olmak gerekir” diyordu kızlarına Nora Johnson. Böylece savaşa silahlanmış olarak katılabilirsiniz. Kendisinin bu konuda yeterince aydınlatılmadığını ima eder bir hali vardı. Müteveffa Bay Johnson, hep gülümseyen yüzünün çok güzel olduğunu sanır, şapkasını da yan takardı, eve pek para getirmezdi. Yaşam sigortalarına inanmadığı gibi, rağbet de etmemişti. Zamanı geldiğinde kızlarının da aynı yazgıyı yaşayacak biriyle evlenmesini istenüyordu Nora Johnson.
– Sence ne zaman gelecek bu zaman? diye sordu Ria Hilary’ye. Aynadan Hilary’nin kaşlarını çattığı görülüyordu.
– Neyin zamanı? dedi. Allıt sürmek ustalık isterdi. Kararınca süreceksin. Fazlası insanı veremli gösterir, azıysa pis kız izlenimi uyandırırdı, yüzünü yıkamamış gibi durursun,
– Yani demek istediğim, sence birimizden biri ne zaman evlenecek? Annem ikide bir zamanın gelmesinden söz ediyor, biliyorsun.
– Umarım önce bana gelir o dediğin, ben ablayım çünkü. Benden önce evlenmeyi aklına bile getirme.
– Yok yok, aklımda biri var sanma. Hani şöyle geleceği görmek, iki yıl içinde neler olup bitecek bilmek istedim. Şöyle bir delikten geleceğe bakabilsek, ne güzel olurdu değil mi?
– O kadar merak ediyorsan falcıya git. Kia, kaşlarını çattı:
– Falcı ne bilecek? diye atıldı.
– Belli olmaz. Falcısını bulursan bilir. Bizini işyerinde bir sürü kız bu falcıya gidiyor. Her şeyi nasıl bildiğini görsen, tüylerin diken diken olur.
Ria’nın ağzı bir karış açık kaldı.
– Sen gitmedin ama, değil mi?
– Doğrusu gittim, eğlence olsun diye yani. Herkes gidiyordu, mızıkçılık etmek istemedim.
-Eee?
– Ne e’si?
– Ne dedi sana? Ria’nın gözleri fıldır fıldır dönüyordu. Bana eziyet etme, anlat!
– İki yıl içinde evleneceğimi söyledi…
– Harika, nedimen olabilir miyim ?
– Ağaçlarla çevrili bir yerde oturacağımı, kocamın adının da M harfiyle başladığını, ömrümüzün sonuna dek mutlu bir yaşam süreceğimizi söyledi.
Michael, Matthew, Maurice, Marcello? Ria bu adları üstüne basa basa söylüyordu. Kaç çocuğunuz olacakmış?
– Çocuk olmayacak, dedi Hilary.
– Ona inanmıyorsun, değil mi ?
– Pekâlâ inanıyorum, inanmayacak adam haftalığını vermez.
– Olamaz! O kadar parayı feda edemezsin!
– Kadın öyle iyi ki… Biliyor musun bu konuda doğuştan yetenekli.
– Yapma Hilary.
– Gerçekten yeteneği var. Kerliferli insanlar ona başvuruyor. Öyle bir gücü olmasaydı çevresi insanlarla dolup taşar mıydı?
– Peki bu sağlıklı ve mutlu yaşamı ve adı M’yle başlayan adamı, çocuklarının olmayacağını nerde gördü bu falcı ? Çay falı mı baktı?
– Yok, yok, el falı. Bak, serçeparmağının altındaki küçük çizgilere bak. İki çizgi var sende, bende hiç yok.
– Hilary saçmalama. Annemde üç çizgi var…
– iyi ya, bir bebek ölmedi mi, bu üç etmez mi ?
– Ciddisin sen! İnanıyorsun.
– Hem soruyorsun, hem de söyleyince inanmıyorsun.
– Yani çocuğu olacak herkeste bu küçük çizgiler var, olmayacaklarda çizgi mizgi yok mu diyorsun ?
– Nasıl bakılacağını bilmen gerek, Hilary savunmaya geçmişti.
– Bana kalırsa bunun fiyatını bilmen gerek. Ria aklı başında biri sandığı ablasını böylesine kolay kandığını görmekten rahatsız olmuştu.
– Aslına bakarsan pek de pahalı sayılmaz… diye söze başladı Hilary.
– Ah, Hilary, bırak bunları Saçma sapan sözler işitmek için haftalığını verir mi insan! Nerde oturuyor bu falcı, çadırda mı ?
– Hayır, yaklaştın, bir karavanda yaşıyor, karavan park yerinde.
– Sen benimle dalga geçiyorsun!
– Doğru söylüyorum, paraya önem vermiyor. Bu onun için bir meslek ya da is değil, sadece yetenek.
– Ne demezsin.
– Yani sonuçta hamile kalma korkusu duymadan istediğimi yapabilirim. Hilary bu sözleri çok kesin bir havayla söylemişti.
– Doğum kontrol hapını bırakmak tehlikeli olabilir, dedi Ria. Senin yerinde olsam Madam Fifi ya da her neyse, ona teslim etmezdim kendimi.
– Adı Bayan Connor.
– Bayan Connor. diye yineledi Ria. İnanılır şey değil. Annem gençken Azize Anna yada buna benzer birine danışırdı. Bunun delilik olduğunu düşünürdük, şimdi de başımıza Bayan Connor çıktı.
– Hele senin de merak ettiğin bir şey olsun, görürsün, şimşek gibi gidersin ayağına.
İnsan bir işe girmeden başına gelecekleri bilemez, girdikten Sonra da artık çok geçtir.
Hilary bir pastacıda, çamaşırcıda, masa başı işlerinde çalışmış, sonunda bir okulda karar kılmıştı. Burada olası bir kocayla kar şılaşma fırsatı pek fazla olmayabilirdi, ama ücret iyiceydi, yemek bedavaydı, bu da bir kenara biraz, daha fazla para koyabilmesine yarayacaktı. Zamanı geldiğinde bir ev alabilmeye katkıda bulunmak için para biriktirmeye kararlıydı.’
Ria da para biriktiriyordu, ama ev için değil, dünyayı dolaşmak için. Önce bir nalbur dükkânının büro bölümünde çalıştı, sonra kadın kuaförü için gerekli ürünleri üreten bir şirkete girdi. Sonunda büyük, işi bol bir emlakçıda karar kıldı, Ria resepsiyonda çalışıyor ve telefonlara bakıyordu. İşe girdiğinde emlak dünyası hakkında hiçbir şey bilmiyordu, ama anlaşılan müthiş hareketli bir işkoluydu bu. Zenginlik irlanda’ya seksenli yıllarda gelmiş, gayrimenkul pazarı bunu ilk yansıtan pazar olmuştu. Emlakçılar arasında müthiş bir rekabet vardı, Ria, iş arkadaşlarının tam bir takım anlayışı içinde çalıştığını gördü.
İşe başladığı ilk gün Rosemary diye bir kızla tanıştı, ince, uzun, sarışın, çok güzel bir kızdı bu; üstelik okulda ya da sekreterlik kursunda tanıştığı kızlar kadar arkadaş canlısı biriydi. Rosemary de annesi ve ablasıyla biriikte oturuyordu, dolayısıyla daha baştan bir yakınlık oluştu aralarında. Rosemary kendine güvenen, olan biteni anında gören, anlayan biriydi. Ria onun üniversite mezunu ve emlak pazarı konusunda korkunç bilgiye sahip biri olduğunu düşündü hemen. Ama yanılıyordu, Rosemary buraya gireli daha altı ay olmuştu; bu onun ikinci işiydi.
– Bir işin bütün ayrıntılarım bilip öğrenmezsek çalışmanın anlamı yok, diyordu Rosemary. Olan biteni biliyorsan çalışmak çok daha ilginç oluyor.
Bu durum, Rosemary’nin orada çalışan bütün erkeklerin güzünde çok daha ilginç olmasını da sağlıyordu. Bu kıza buluşma önerisi götürmek hiç de kolay değildi: hatta, Ria bu işi ilk hangi erkeğin başaracağı konusunda bahse girdiklerini duymuştu. Rosemary’nin kulağına da gelmişti bu. Ria’yla buna güldüler.
– Bu yalnızca bir oyun, diyordu Rosemary. Aslında beni istedikleri yok.
Ria bunun doğru olduğuna inanmıyordu; büroda bulunan erkeklerin hemen hepsi Rosemary Ryan’la bir yere gitmekten gurur duyardı. Ama Rosemary bu konuda katıydı, “Önce meslek, sonra gezmek” diyordu. Ria onu ilgiyle dinledi. Annesi ile Hilary’nin evliliğe bunca önem verdiği evinde söylenenlerden ne kadar farklı düşünüyordu bu kız.
Ria’nın annesi, 1982 yılının film yıldızlarının bu dünyadan göçmesi konusunda korkunç bir yıl olduğunu söyledi. Ingrid Bergman ölmüştü, Romy Schneider ve Henry Fonda ölmüştü, sonra bir de Prenses Grace’in öldüğü o korkunç kaza olmuştu. Dişe dokunur herkes sinek gibi ölüp gidiyordu.
Ayrıca tüm bunlar Hilary Johnson’ın, çalıştığı okuldaki öğretmenlerden biri olan Martin Moran’la nişanlandığı yıl oldu.
Martin solgun, kaygılı biriydi, Batı irlanda’dandı. Hep babasının küçük bir çiftçi olduğunu söyleyip duruyordu, çiftçi değil, küçük bir çiftçi diye de vurguluyordu. Martin bir seksen boyunda olduğundan, insan babasını gözünün önüne getiremiyordu. Saygılı bir gençti ve Hilary’den de bayağı hoşlanıyordu, ama gene de hevesten, kıvılcımdan yoksun bir yönü vardı. Hep bir yerlerde gemileri batmış gibi görünüyordu, pazar günleri evlerine yemeğe geldiğinde her konuda kötümser konuşuyordu.
Her şey bir sorundu ona göre. Papa İngiltere’yi ziyaret ettiğinde öldürülecekti, Martin bunu adı gibi biliyordu. Bu gerçekleşmeyince, papanın şansının yaver gittiğini, ancak ziyaretinin herkesin umduğu iyi sonuçları yaratmadığını söyledi. Falkland Adalarındaki savaşın etkileri İrlanda’da görülecekti, bu söze mim koyulmalıydı. Ortadoğu’daki kargaşa da giderek artacaktı, Londra’ya atılan IRA bombaları devede kıdaktı. Öğretmen ücretleri çok düşük, ev fiyatları çok yüksekti.
Ria, ablasının evleneceği adama şaşkın şaşkın bakıyordu.
Bir zamanlar bir falcının saçmalıklarını dinlemek üzere haftalığını sokağa atan Hilary, şimdi ayakkabı onarım fıyatlarından söz ediyor, ucuz tarife uygulanan saatler dışında telefon etmemek için ne yapacağını bilemiyordu.
Sonunda küçük bir ev bulundu ve peşinatı ödendi. Bu bölgenin gelecekte ne olacağını şimdiden görmek olanaksızdı. Şu anda çamur içindeydi, beton kamyonları, kepçeler, yapımı tamamlanma-mış yollar ve daha başlanmamış bahçe yollarından başka bir şey yoktu oltada. Ne var ki ablası, sanki hayatta en büyük dileği böyle bir yere sahip olmakmış gibi telaş içindeydi. Ria onu hiç bu denli mutlu görmemişti.
Hilary hep gülümsüyor, konuşurlarken Martin’in elini tutuyordu; damga vergisinden, emlak şirketlerinin komisyonlarından söz ederken bile bırakmıyordu nişanlısının elini. İkide bir duruyor, ucuz olsun diye Martin’in yeğeninin çalıştığı kuyumcu dükkânından büyük bir özenle seçilmiş minik pırlantalı nişan yüzüğünü inceliyordu.
Hilary yirmi dördüncü doğum gününden iki gün önce yapılacağı saptanan düğünü büyük bir heyecanla bekliyordu. Hilary için zaman gelmişti. Çılgınca bir hesap kitap furyası başlamıştı. Martin’le bu evlenme işini üç kuruş daha ucuza getirmek için nerdeyse yarış ediyorlardı.
Düğünü kışa getirmekle çok isabetli bir karar vermişlerdi. Hilary daha sonra da tekrar tekrar kullanabileceği, ilerde koyu bir renge boyatıp boyunu uzatabileceği krem rengi bir tayyör ve şapka giyebilirdi. Düğün yemeği olarak Dublin’de bir otelde yalnızca aile arasında küçük bir yemek vereceklerdi. Martin’in babası ile erkek kardeşleri küçük çiftçiler olarak topraklarından en fazla bir gün ayrılabilirdi. Hilary daha ne istesindi. Bundan iyisi can sağlığıydı. Anrak Ria, kendisi için böyle bir düğün istemediğini iyi biliyordu.
Ria törende kıpkırmızı bir ceket giydi, başına saçlarının önüne düşmesini engelleyecek kırmızı kadife bir taç taktı, siyah kıvırcık saçlarını ayrıca bir fiyonkla süsledi. Avrupa’nın en sönük düğününün en renkli nedimesi olduğunu düşünüyordu.
Pazartesi günü kırmızı nedime çeketini işe giymeye karar verdi. Rosemary şaşırıp kalmıştı.
– Harikulade görünüyorsun! dedi. Seni daha Önce hiç böyle şık görmemiştim. Bak. giysi konusunda biraz kafa yormalısın, biliyor musun. Ne yazık ki yemeğe çıkacak falan değiliz, ama bu güzelliği de ziyan etmemeliyiz.
– Bırak bunları Rosemary. giysi de neymiş Kia utanmıştı. Demek o güne dek hep berbat giyiniyordu…
– Hayır, şaka etmiyorum. Hep böyle milletin yüreğini ağzına getirecek renkler giymelisin, eminim düğünün en parlak davetlisi sendin.
– Buna inanmak isterim, ama belki biraz fazla kaçırdım, herkesi renkkörü ettim. Sen Martin’in ailesini görecektin…
– Martin’e mi benziyorlar?
– Onlara kıyasla Martin bir cevher!
– Tanıdığım Ria olduğuna inanamıyorum Rosemary tertemiz, pırıl pırıl. leylak rengi bir takım giymişti, makyajı kusursuzdu, hayranlığı yüzünden okunuyordu.
– Beni ayarttın yani, dedi Ria. Şimdi gardırobumu baştan düzmem gerekecek.
Ria kırmızı ceketini çıkarmadan önce şöyle bir dondu, bunu yaparken büroda ilk kez gördüğü bir erkekle göz göze geldi. Şirketin Cork şubesinden Bay Lynch diye birinin geleceğini duymuştu. Bu. o olmalıydı. Pek uzun boylu değildi, aşağı yukarı Ria’nın boyundaydı. Yakışıklıydı, gözleri maviydi, düz saçları alnına düşüyordu. Odayı aydınlatan bir gülümsemesi vardı.
– Selam, adım Danny Lynch, dedi. Ria yeni ceketiyle gösteriş yaparken yakalanmış olmaktan dolayı utanmış gözlerini ona çevirmişti.
– Harikulade görünüyorsunuz, diye sürdürdü konuşmasını genç adam. Boğazında garip bir düğümlenme hissetti Ria, sanki yokuş yukarı çıkıyordu da soluk soluğa kalmıştı.
Neyse ki Rosemary bir şeyler söyledi, çünkü Ria selamı alacak durumda değildi.
– Vay vay, selam Danny lynch. dedi Rosemary gülümseyerek. Büromuza hoş geldin. Biliyor musun, Bay Lynch diye birinin geleceğini söylemişlerdi bize, ama neden bilmem, karşımızda yaşlı birini göreceğimizi sandık hep.
Ria’nın yüreğine Rosemary’ye karşı daha önce hiç duymadığı bir kıskançlık sancısı girdi. Neden bu kız ilerde neyin söyleneceğini bilir, aynı anda hem komik, hem övgülü, hem de sevecen olmayı becerirdi hep ?
– Adım Rosemary, bu da Ria, burayı çalıştıran işgücüyüz biz, dolayısıyla bize iyi davranman gerek.
– Tamam, iyi davranacağım, diye söz verdi Danny.
Ria, bir kenara Rosemary’yle ilk kimin yemeğe gideceği konusundaki yarışmaya Danny’nin de katıdığını yazdı. Büyük bir olasılıkla da bahsi kazanacaktı. Arkadaşım yanıtlarken, Ria’yla konuşuyormuş gibi davranması garipti, ama belki de ona öyle geliyordu Rosemary konuşmayı sürdürdü. “Biz de Ria’nın yeni çeke. tini kutlamak için gidecek bir yer arıyorduk.”
– Harika! Eh, gerçek bir nedenimiz var, şimdi bilmemiz gereken iki şey var, nereye gidebiliriz ve yemek paydosu ne kadar… Daha ilk günden işi kırıp kötü bir izlenim bırakmak istemem. O olağanüstü tatlı gülümsemesi bir ona konuyordu, bir diğerine; dünyada bu üç kişiden başkası yoktu sanki.
Ria hiçbir şey söyleyemedi, ağzı kupkuruydu.
– Bir saat içinde gidip dönersek mesele çıkmaz, dedi Rosemary. Danny Ria’ya bakarak,
– Tamam, şimdi nereye sorusu kaldı yanıtlanarak, dedi. Bu kez dünyada ikisinden başkası yoktu. Ria hâlâ konuşamıyordu.
– Karşımızda bir italyan lokantası var, dedi Rosemary. Yakın olduğu için zaman kazanırız.
Danny Lynch’in gözleri hâlâ Ria Johnson’ın üzerindeydi.
– Tamam, gidelim, dedi.
Danny yirmi üç yaşındaydı Amcası eskiden emlakçilik yapıyordu. Danny küçük bir kasabanın ihtiyaç ve olanakları çerçevesinde her işe girmiş, bar işletmiş, taahhüt işleri üstlenmiş, bu arada bir emlakçı ruhsatı edinmiş, okulu bıraktıktan sonra da bu işle uğraşmıştı. Küçük çiftliklerin ve büyükbaş hayvanların yanı sıra tahıl, gübre, saman da satıyorlardı, İrlanda değiştikçe mülkiyet de önem kazanıyordu. Bunun üzerine Danny Cork City’ye gitti, orayı çok sevdi, bir süre sonra da Dublin’deki bu işi buldu.
Noel günü heyecanıyla dolu bir çocuk gibi kıpır tapirdi, Rosemary ile Ria da bütün gün ona uydu. Büroda oturmaktan nefret…
“Yalnız Kadınlar Sokağı” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYalnız Kadınlar Sokağı
- Sayfa Sayısı494
- YazarMaeve Binchy
- ÇevirmenŞemsa Yeğin
- ISBN9759919023
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2007
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sapphique – Incarceron 2 ~ Catherine Fisher
Sapphique – Incarceron 2
Catherine Fisher
KALBİN KİLİDİNİ HANGİ ANAHTAR AÇAR? Finn canlı Hapishane’den, korkunç Incarceron’dan kaçtı; ama orayı hatırladıkça acı çekiyor çünkü kardeşi Keiro hâlâ içeride. Claudia, Finn’ın Kral...
- Oscar ve Lucinda ~ Peter Carey
Oscar ve Lucinda
Peter Carey
Peter Carey’nin Booker ödüllü romanı Avustralya’nın gençliğini, dinamik tutkularının tehlikeli alışkanlıklara dönüşmesinden öncesini, alışılmadık ve sarsıcı bir aşk hikâyesi üzerinden anlatıyor. Genç bir İngiliz...
- Yüreğimdeki Arzu ~ Eloisa James
Yüreğimdeki Arzu
Eloisa James
Berrow Düşesi Harriet, unvanı ve sorumluluklarından son derece sıkılmıştır. Çay partileri ve gösterişli balolardan ziyade, tüm arzularını ve tutkularını açığa çıkaracak bir gece partisine...
farklı farklı hayatların güzel bi kurguyla buluşması…