SIRADAN BİR HAYAT…
Leigh Coulton, dışarıdan normal görünen bir hayat kurmak için çok çalıştı. İyi bir savunma avukatı oldu, boşanma sürecini medeni bir şekilde gerçekleştirdi ve kızıyla iyi bir ilişki kurmaya kendini adadı.
AMA GEÇMİŞ PEŞİNİ BIRAKMIYOR…
Ancak Leigh’nin sırlarla lekelenmiş, ihanetle parçalanmış, korkunç bir şiddetle yok edilmiş çocukluğu onu bir gölge takip ederek hayatını yaşanmaz bir hale dönüştürür.
VE ZAMAN DARALIYOR…
Kariyerini tehlikeye atacak prestijli bir davayla karşı karşıya kaldığında ise hiçbir şeyin tesadüf olmadığını anlayan Leigh, hem geçmişle hem de yıllar önce tüm iletişimini kopardığı kız kardeşi Callie’yle yüzleşmenin her şeye yeniden başlaması için son çare olduğunu düşünür.
*
1998 YAZI
Callie, mutfaktan parmaklarını akvaryum camına vuran Trevor’ duyabiliyordu. Kurabiye hamurunu karıştırmak için kullandığı spatulayı daha sıkı kavradı. Trevor daha on yaşındaydı. Okulda zorbalığa maruz kaldığını düşünüyordu. Babası berbat biriydi. Kedilere alerjisi vardı ve köpeklerden korkuyordu. Hangi psikolog olsa çocuğun ilgi çekmek için çaresizlikten balıkları korkuttuğunu söylerdi ama Callie’nin tepesinin tası atmak üzereydi. Tap-tap-tap…
Callie şakaklarına masaj yaparak başının ağrımasını engellemeye çalıştı. “Trev, akvaryum camına mı vuruyorsun? Sana yapma demedim mi?”
Ses kesildi. “Vurmuyorum.”
“Emin misin?”
Sessizlik.
Callie, hamuru yağlı kâğıda koydu. Vurma sesi metronom gibi devam etti. Callie, üç vuruşta bir hamur koymaya başladı.
Tap-tap-sip. Tap-tap-sip.
Callie fırının kapağını kapatıyordu ki Trevor bir anda seri katil gibi arkasında belirdi. Kollarını ona sarıp, “Seni seviyorum, dedi.
Callie de tipki Trevor’ın yaptığı gibi sıkı sıkı sarıldı. Kafatasındaki gerginlik yumrusu yumuşadı. Trevor’ın kafasını öptü. Cildi kavurucu sıcak yüzünden tuzlanmıştı. Trevor tamamen hareketsiz duruyordu ama gerginlik dolu enerjisi Callie’ye gerilmiş bir yay gibi olduğunu düşündürüyordu. “Kâsede kalanı yalamak ister misin?”
Sorusunu bitirmeden cevabını almıştı.
Trevor. sandalyelerden birini tezgâhın önüne çekip kafasını bal kavanozuna sokan Winnie the Pooh gibi uzandı.
Callie alnında biriken teri sildi. Güneş batalı bir saat olmuştu ama ev hâlâ cayır cayırdı. Klima zar zor çalışıyordu. Fırının sıcaklığı mutfağı saunaya çevirmişti. Her şey yapış yapış ve nemliydi, buna kendisi ve Trevor da dahildi.
Callie musluğu açtı. Soğuk su dayanılmazdı. Yüzünü yıkadı, sonra Trevor in ensesine birkaç damla su dökerek onu da mutlu etti.
Trevor’ın kıkırdaması bittikten sonra Callie suyu kısıp spatulayı temizlemeye başladı. Sonra da akşam yemeğinden kalanların yanına, kurutma rafına koydu. İki tabak. İki bardak. İki çatal. Trevor in sosisini kesmek için bir bıçak. Ketçaba Worcestershire sosu karıştırmak için kullandığı çay kaşığı.
Trevor, kaseyi yıkasın diye ona uzattı. Gülümsediği zaman dudakları sol tarafa kıvrılıyordu, tıpkı babası gibi. Callie’nin yanında duruyordu, kalçaları birbirine değiyordu.
Callie sordu: “Akvaryum camına mı vuruyordun?”
Trevor kafasını kaldırdı. Callie, gözlerindeki yalan parıltısın
yakalamıştı. Tıpkı babası gibi. “Küçük balıklar dedin. Uzun süre yaşamazlar dedin,” dedi.
Boğazında annesine yakışan çirkin bir cevap belirdi ve sıktığı dişlerinin arkasına yapıştı: Deden de uzun süre yaşamayacak. Bakım evine gidip tırnakları altına iğne mi sokalım yani?
Callie bunu yüksek sesle söylememişti ama Trevor’ın içindeki yay daha da gerildi. Trevor’ın duygularını bu kadar iyi hissedebilmesi onu hep rahatsız etmişti.
“Tamam,” dedi Callie ellerini şortunda kurutup kafasıyla akvaryumu işaret ederek. “İsimlerini öğrenelim.”
Trevor gardını kaldırmıştı, espriyi anlayan son kişi olmaktan hep korkuyordu. “Balıkların ismi olmaz.” dedi.
“Tabii ki olur, şapşal. Okulun ilk günü tanışıp, ‘Merhaba benim adım Balık’ demiyorlar o kadar,” dedi Callie, Trevor’s nazikçe salona doğru iterek. Akvaryumda gerginlikle halkalar çizen iki çift renkli horozbina vardı. Trevor, tuzlu su akvaryumunun zorlu kurulum sürecinde birkaç kez ilgisini yitirmişti. Balıkların gelmesi ise lazer gibi odaklanmasına neden olmuştu.
Callie akvaryumun önünde diz çöktüğü sırada dizleri kıtladı. Bu sızlamayı ve acıyı Trevor’ın kirli parmaklarının akvaryum camini lekelediğini görmeye tercih ederdi. “Bu küçük olan mesela?” diye sordu daha küçük olan balığı işaret ederek. “Adı nedir?” Trevor gülümsememek için çabaladı ve dudağı sola kıvrıldı. “Yem,” dedi.
“Yem mi?”
Trevor, “Köpekbalıkları geldiğinde onu yiyecekler çünkü!” diyerek fazla yüksek bir kahkaha attı, yerde yuvarlanmaya başladı. Callie, dizindeki sızı geçsin diye dizini ovdu. Her zamanki depresif hissiyle odaya baktı. Lekeli kilim, seksenlerin sonunda dümdüz olmuştu. Buruşuk turuncu ve kahverengi perdelerin etrafından sokak lambalarının ışığı sızıyordu. Odanın bir odası içki dolu bir barla kaplıydı, arkasında bulanık bir ayna duruyordu. Tavan askısından kadehler sarkıyordu, L şeklindeki yapışkan barın etrafında dört deri tabure dizilmişti. Odadaki tüm mobilyalar Callie’den daha ağır olan devasa televizyonun etrafında toplanmıştı. Turuncu koltuğun iki ucunda çökmüş noktalar vardı, biri bir erkeğe, diğeri ise bir kadına aitti. Ağır, krem rengi sandalyelerin arkasında ter lekeleri, kolçaklarında ise tüten sigaraların bıraktığı izler vardı.
Trevor in eli onun eliyle buluştu. Yine duygularını hissetmişti. Trevor şansını denedi. “Diğer balığın adı ne?” diye sordu. Callie gülümseyip kafasını Trevor’ın kafasına dayadı. “Bence…” dedi iyi bir isim düşünmeye çalışarak; Ann Çüez, Sazan Ali. “Bay Darsazan?”
Trevor burnunu buruşturdu. Austen hayranı olmadığı belliydi. “Babam ne zaman eve gelecek?”
Buddy Waleski canı ne zaman isterse eve geliyordu. “Yakında.” dedi Callie.
“Kurabiyeler olmuş mudur?”
Callie acıdan yüzünü ekşiterek ayağa kalktı ve Trevor’in peşinden mutfağa girdi. Fırın camından kurabiyelere baktılar. “Tam değil ama banyon bittikten sonra…”
Trevor koridora fırladı. Tuvalet kapısı çarpıldı.
Callie, musluğun gıcırtısını duydu. Küvet suyla dolmaya başladı. Trevor şarkı mırıldanıyordu.
Amatör birisi bu aşamada kazandığını düşünürdü ama Callie amatör değildi. Birkaç dakika bekledi, sonra tuvalet kapısını aralayıp Trevor’ın küvete girip girmediğine baktı. Trevor’ı kafasını küvete sokarken yakaladı.
Herhalde
İkinci kadehine Sprite koymadı. Baharatlı rom boğazını yakış burnuna kadar çıktı. Callie hapşırdı ve büyük bir kısmını kolunu arkasıyla yakalamayı başardı. Mutfaktan kâğıt havlu alamayacak kadar yorgundu. Bardaki havlulardan biriyle sümüğünü sildi. Havluya dikilmiş sembol derisine battı. Callie logoya baktı, Buddy’yi çok iyi özetleyen bir logoydu. Atlanta Falcon logosu değildi. Georgia Bulldogs da değildi. Georgia Tech Üniversitesi bile değildi. Buddy Waleski. Bellwood Eagles taraftarı olmayı seçmişti. Bu lise takımı geçen sezonu on galibiyet ve sıfır mağlubiyetle kapatmıştı.
Küçük bir gölde büyük bir balıktı.
Callie, romun geri kalanını içerken Trevor tekrar içeri girdi. Yine zayıf kollarını Callie’nin etrafına sardı. Callie, Trevor’in kafasını öptü. Cildi hâlâ terliydi ama Callie bugün yeterince savaş vermişti. İstediği tek şey Trevor’in yatmasıydı, böylece vücudundaki ağrılarla savaşmak için içebilirdi.
Kurabiyelerin soğumasını beklerken akvaryumun önünde oturdular. Callie ona ilk akvaryumunu anlattı. Yaptığı hataları söyledi. Balıkların sağlıklı yaşaması için ne kadar özenli davranılması gerektiğini, bunun ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu anlattı. Trevor daha sakindi. Callie, sıcak banyo yaptığı için öyle olduğunu söyledi kendine, onu ne zaman barın başında içerken görse gözlerindeki ışığın sönmesinin bununla bir ilgisi olmadığını düşündü ısrarla.
Trevor’in yatma saati yaklaştıkça Callie’nin suçluluğu azalıyordu. Mutfak masasına oturdukları sırada Trevor’in kendini hazırladığını hissedebiliyordu. Alışılmış bir rutindi bu: ne kadar kurabiye yiyebileceği hakkında tartışacaklardı. Süt dökülecekti.Yine kurabiyeleri tartışacaklardı. Hangi yatakta yatacağını konuşacaklardı. Pijamaları giysin diye savaş verilecekti. Kaç sayfa masal okunacağı konuşulacaktı. İyi geceler öpücüğü. Bir iyi geceler öpücüğü daha. Bir bardak su isteyecekti. O bardak değil, bu bardak diyecekti. O su değil, şu su diyecekti. Çığlıklar. Ağlama. Bir savaş daha. Anlaşmalar. Ertesi gün için sözler; oyunlar, hayvanat bahçesi, su parkı. Bu şekilde uzayıp gidecekti, ta ki kendini barın başında yalnız bulana kadar.
Çaresiz bir ayyaş gibi şişeye saldırmamak için zor durdu. Elleri titriyordu. Loş odanın sessizliğinde ellerinin titremesini izledi. Bu odayı en çok Buddy ile eşleştiriyordu. Boğucu bir havası vardı. Alçak tavan binlerce sigara ve puronun dumanıyla lekelenmişti. Köşedeki örümcek ağları bile turuncumsu bir kahverengine dönmüştü. Callie evde ayakkabılarını çıkarmıyordu çünkü yapışkan halının ayaklarına değdiğini hissedince midesi bulanıyordu.
Callie, rom şişesinin kapağını yavaşça çevirdi. Baharatlar bir kez daha burnunu gıdıkladı. Beklentiden ağzı sulandı. Üçüncü kadehi düşünmek bile uyuşturucu etkisini hissetmesine neden oluyordu. Son kadehi olmayacaktı, son kadeh omuzlarını rahatlatan, sırtındaki ağrıyı kesen, dizinin sızlamasını durduran kadeh olacaktı.
Mutfak kapısı açıldı. Buddy öksürdü, boğazı balgam doluydu. Çantasını tezgâha attı. Trevor’ın sandalyesine tekme atıp masanın altına gönderdi. Bir avuç kurabiye aldı. Bir elinde kısa purosunu tutuyordu, ağzı açık bir şekilde çiğniyordu. Callie, kırıntıların masadan sekip aşağı düştüğünü, eskimiş ayakkabılarına çarptığını, parkelerin üstüne dağıldığını duyabiliyordu. Minik ziller gibi birbirlerine çarpıyorlardı çünkü Buddy’nin gittiği her yer gürültü gürültü, gürültü oluyordu.
Buddy sonunda onu fark etti. Onu gördüğünde öncelikle memnuniyet hissetti, onu kollarına alıp özel hissettirmesini bekliyor du. Sonra Buddy’nin ağzından birkaç kırıntı daha döküldü. “Bans da koy, tatlım.” dedi.
Callie, bir kadehe viski ve soda koydu. Buddy’nin purosunun pis kokusu tüm odaya yayılıyordu. Black & Mild marka puro içiyordu. Onu ne zaman görse gömlek cebinde bir paket oluyordu.
Buddy son iki kurabiyeyi de bitirirken bara doğru ilerlemeye başladı. Parkeler ağır adımları altında gıcırdıyordu. Halıya kırıntılar dökülüyordu. Buruşmuş, terden lekelenmiş gömleği üstüne kırıntılar dökülüyordu. Yeniden çıkmaya başlayan sakalında kalmışlardı.
Buddy dik durduğunda boyu bir seksen ikiydi ama hiçbir zaman dik durmuyordu. Derisi hep kırmızıydı. Yaşındaki erkeklere göre daha çok saçı vardı, bir kısmı kırlaşmaya başlamıştı. Spor yapıyordu ama sadece ağırlık kaldırıyordu, bu yüzden insandan çok gorile benziyordu: beli kısaydı, kolları o kadar kaslıydı ki gövdesine yapışamıyorlardı. Callie, ellerinin yumruk olmadığını nadiren görüyordu. Her hâlinden acımasız bir pislik olduğu fazlasıyla belli oluyordu. Sokakta onu gören insanlar yolunu değiştiriyorlardı.
Trevor gergin bir yay idiyse, Buddy balyozdu.
Parosunu küllüğe bıraktı, viskiyi yuttu ve bardağı tezgâha vurdu. “Günün iyi geçti mi, güzellik?”
“Evet.” dedi Callie ve bardağını doldurabilsin diye kenara çekildi.
“Benimki harika geçti. Stewart’ta açılacak yeni açık hava AVM yok mu? Bil bakalım kaplamasını kim yapacak?”
“Sen.” dedi Callie gerçi Buddy cevap vermesini beklememişti. “Depozitoyu bugün aldım. Yarın temeli atacaklar. İnsanın cebinde parası olmasından iyi bir şey yok, değil mi?” diyerek ge
girdi, gazını çıkarmak için göğsüne vurdu. “Biraz buz getir bakayım,” dedi.
Callie yürümeye başlamıştı ama Buddy’nin eli kapı kolu çevirir gibi kıçını tuttu.
“Baksana, ne kadar küçük.”
Callie, başlarda küçük boyutuna bu kadar takmasının komik olduğunu düşünmüştü. Buddy onu tek koluyla kaldırır ya da elini sırtına koyup başparmağının neredeyse beline geldiğini söylerdi. Ona minik, ufak yavru ve bebek diyordu ama artık…
Artık Buddy’nin sinir bozucu yönlerinden biri daha olmuştu. Callie mutfağa doğru giderken buz kovasını karnına yapıştırdı. Akvaryuma baktı. Balıklar sakinleşmişti. Filtreden çıkan baloncukların içinde yüzüyorlardı. Kovayı Arm & Hammer marka karbonat ve dondurucuda yanmış et gibi kokan buzlarla doldurdu.
Buddy’ye doğru yaklaşınca Buddy taburesi üstünde ona döndü. Purosunun ucunu kesmiş, pakete geri koyuyordu. “Vay be. ufak yavru, kalçalarını izlemeye bayılıyorum. Bir dön bakayım.”
Callie gözlerinin yuvarlandığını hissetti. Ona değil, kendine yuvarlıyordu çünkü minik, aptal, yalnız bir yanı bu flörtleşmelerinden hoşlanıyordu. Hayatında ona sevildiğini hissettiren tek kişiydi. Daha önce kendini hiç özel, seçilmiş hissetmemişti, bir insanın tüm hayatı olduğunu hissetmemişti. Buddy ona kendini güvende hissettirmiş, onunla ilgilenmişti.
Ama son zamanlarda seksten başka bir şey istemiyordu. Buddy, puroları cebine koydu. Patisini buz kovasına soktu. Callie, tırnakları altında biriken pisliği gördü. Buddy sordu: “Çocuk nasıl?”
“Uyuyor.”
Gözlerindeki parıltıyı görmeden önce elini bacak arasında his…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Korku - Gerilim Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYalancı Tanık
- Sayfa Sayısı560
- YazarKarin Slaughter
- ISBN9786253660994
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yamuk Okul’dan Yumuk Hikâyeler ~ Louis Sachar
Yamuk Okul’dan Yumuk Hikâyeler
Louis Sachar
Yamuk Okul’a hoş geldiniz! Kitapları milyonlarca çocuğa ulaşan Newbery Madalyası sahibi Louis Sachar, okurları, gerek mimarisi gerekse eğitim anlayışıyla tüm zamanların en sıra dışı okuluna...
- Ekmeğimi Kazanırken ~ Maksim Gorki
Ekmeğimi Kazanırken
Maksim Gorki
Ekmeğimi Kazanırken, Gorki’nin otobiyografik üçlemesinin ikinci kitabıdır. Yazarın hayatı ve insanları tanıma, Rus orta sınıfının, köylülerin, işçilerin mücadelelerine tanık olma sürecini anlatır. Gorki, kendi...
- İçinde Aşk Saklı ~ Judith McNaught
İçinde Aşk Saklı
Judith McNaught
Whitney’in yanına uzandı Clayton. Başparmağıyla Whitney’in yanağına dokundu ve genç kadının elmacık kemiğinin nazik kıvrımını parmak ucunda hissetti. Clayton bu kadının ruhuna, tazeliğine tapıyordu...