Senaryo mu, Kırmızı Pazartesi mi?
“Ülkemiz son 20 yılda büyük bir değişim yaşadı. Toplumu derinden etkileyen ve endişeye sevk eden bir tabloyla karşı karşıya kaldık.
Rejim değişti; hukuk, demokrasi, laiklik tahrip edilerek otoriter bir yönetim kuruldu.
Ben bu durumu ülkemize doğru gelen bir kasırgaya benzetiyorum.
Ülkemize doğru bir kasırga gelirken kim ne yaptı? Ne tür siyasi olaylar yaşandı? Bu kasırganın tahribatını en aza indirecek tedbirler niçin alınamadı ve ülkemiz bu hale nasıl geldi?
İşte bu sorulara bildiklerim, gördüklerim, tanıklıklarım ve yorumlarım çerçevesinde cevaplar aramaya çalıştım.”
Levent Gültekin, Türkiye’nin son 20 yılının en önemli olaylarını masaya yatırıyor…
CHP lideri Deniz Baykal’ın desteğiyle Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılması, AK Parti’ye kapatma davası açılması, 27 Nisan Muhtırası ve Cumhuriyet mitingleri, Ergenekon/Balyoz davaları, 2010 Anayasa değişikliği, Gezi olayları, Hendek savaşları, 2015 seçimlerindeki tuhaf olaylar, 15 Temmuz Darbesi, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki şaşırtıcı oyunlar…
Yaşanan olayların akışındaki bütünlük, bu akışı bozacak her engelin ustalıkla ortadan kaldırılması, kimi muhalif siyasi aktörlerin bir andaki tutum değişikliği akla iki ihtimali getiriyor: Ya herkesi oyuncuya dönüştüren bir senaryo var ve ustalıkla uygulanıyor ya da Gabriel García Márquez’in Kırmızı Pazartesi romanına benzer bir durum yaşıyoruz. Yani kasabada bir cinayet işleneceğini herkes biliyor ama kimse bir şey yapmıyor ve sonunda o cinayet işleniyor.
Bütün bu olayların arka planı bize, bundan sonra neler olabileceğinin işaretini de veriyor.
Bu kitap bir anlamda Türkiye’nin Ortadoğululaştırılma sürecini hikâye tadında anlatıyor.
Kasırga, okuru, yaklaşan tehlikeye karşı uyarmak üzere kaleme alındı… Bu gidişatı durdurmak, ülkemizi yeniden herkes için yaşanabilir bir ülke haline getirmek için…
İçindekiler
Giriş ………………………………………………………………………………………………………….. 9
Birinci bölüm / Mahalleler, yaşadıklarım, gördüklerim,
gözlemlerim ………………………………………………………………………………………. 17
İslamcılık ve İslamcılar…………………………………………………………………………… 19
Nasıl ve niçin İslamcı oldum? …………………………………………………………… 21
Din başka, ahlak başka ………………………………………………………………………. 26
Profesyonel İslamcılık………………………………………………………………………… 35
Parti başlıyor, değişim son sürat ……………………………………………………….. 40
Kâbus başlıyor …………………………………………………………………………………… 46
İki arada bir derede kalma hali ………………………………………………………….. 53
Cennete gitmek için dünyayı cehenneme çevirenler………………………….. 54
Gelen kasırgaya karşı bir ses………………………………………………………………. 55
Seküler mahalle………………………………………………………………………………………. 62
Seküler mahallede bir mülteci……………………………………………………………. 62
Hakiki, öz Atatürkçüler……………………………………………………………………… 65
Mağdur Atatürk…………………………………………………………………………………. 68
Toplum yüzünü Atatürk’e, sırtını Atatürkçülere döndü…………………….. 69
Atatürkçülerin iktidarı……………………………………………………………………….. 73
Türkiye’nin aydın sorunu ………………………………………………………………….. 74
Kürt hareketi ve Kürt meselesi ………………………………………………………………. 77
Türkiyelileşen Kürt siyasetinin önüne kazılan hendek ………………………. 77
Yenilikçi Kürtler…………………………………………………………………………………. 82
Radikallerin ittifakı yenilikçileri boğuyor ………………………………………….. 85
Cehennemin zebanileri………………………………………………………………………. 89
Türkiye hastayken iyi olmak mümkün mü? ………………………………………. 91
Tek adam rejimi için açılan hendekler………………………………………………… 92
HDP PKK ile arasına bir mesafe koyabilir mi? …………………………………… 93
Kürt sorununun çözümü, ama nasıl? …………………………………………………. 95
Mahallelerden Türkiye’ye onurlu çıkış………………………………………………….. 97
Onurlu çıkış veyahut Türkiyelileşmek……………………………………………….. 97
Herkes karşı tarafın ılımlısına hayran………………………………………………. 100
Mahalle bekçileri ……………………………………………………………………………… 102
Pusulası olmayan rehberler ……………………………………………………………… 103
Hepimiz suçluyuz ……………………………………………………………………………. 117
Ak Parti-cemaat ittifakı başlıyor…………………………………………………………… 119
Belediyecilerle dershanecilerin ittifakı……………………………………………… 119
İkinci bölüm / Kasırga yaklaşıyor ……………………………………………………….. 125
2015 seçimleri………………………………………………………………………………………… 127
Filmin fragmanı ……………………………………………………………………………….. 127
Gülen Cemaati ve 15 Temmuz………………………………………………………………. 133
Besle kargayı, oysun gözünü……………………………………………………………. 133
Çıkar ittifakı, suç ortaklığı bitiyor, çatışma başlıyor …………………………. 136
Savaş başlıyor…………………………………………………………………………………… 139
Allah’ın, iktidara bir lütfu………………………………………………………………… 140
Rejim değişiyor, kasırga yaklaşıyor………………………………………………….. 143
İktidar hayal, muhalefet umut pazarlıyordu ……………………………………. 147
Herkes kendi hırsızına oy veriyor ……………………………………………………. 152
Tayyip Erdoğan’ın büyük oyunu………………………………………………………….. 155
Oyunu kuran büyük el kimin? …………………………………………………………. 155
2018 seçimleri, neler oldu, neler yaşandı?…………………………………………….. 162
Bir çılgın proje olarak cumhurbaşkanlığı adaylığım……………………………..162
Tayyip Erdoğan’a hediye edilen bir seçim…………………………………………….171
Bir gecede fikir değiştiren muhalefet partisi………………………………………….177
Çalınan minareye kılıf gerekiyor…………………………………………………………..179
“Adam kazandı”, Muharrem İnce kayıplara karıştı ……………………………..184
Endişeli toplum, endişesiz muhalefet……………………………………………………189
2019 yerel seçimleri……………………………………………………………………………….. 190
Kusursuz Fırtına………………………………………………………………………………. 190
Sakın yukarı bakma………………………………………………………………………….. 192
“Demokrasi mücadelesi veriyoruz, kes sesini!” ……………………………….. 199
Ortadoğululaşmanın görünmez aktörleri…………………………………………. 208
İki Mustafa’nın istismarı ………………………………………………………………….. 209
Dindarlık oy getirseydi Necmettin Erbakan padişah olurdu ……………. 213
Yeni rejim, eski siyaset……………………………………………………………………… 221
Günahkârlar koalisyonu…………………………………………………………………… 224
Üçüncü bölüm / Senaryo mu, Kırmızı Pazartesi mi? ……………………………. 235
Senaryo, senaristler ve oyuncular…………………………………………………………. 237
Film ya da roman değil, gerçek………………………………………………………… 238
Bütün bunları kim yaptı? …………………………………………………………………. 250
Senaryo mu, çıkar ittifakı mı?…………………………………………………………… 253
Diyeceğim o ki… ………………………………………………………………………………. 254
Giriş
Dalga geçmemeli, ağlayıp sızlamamalı,
nefret etmemeli; anlamalı.
Baruch Spinoza
Esasında zihnimde 2023 seçimlerinden sonra yayımlanmak üzere tasarladığım bir kitap projesi vardı. Çünkü yazdıklarımın gereksiz tartışmalara neden olacağı, 2023’te veyahut yapılacak ilk seçimde hiç istemeden de olsa özellikle muhalefete bir zarar vereceği endişesi taşıyordum. Fakat bir gün Doğan Kitap Yayın Yönetmeni Cem Erciyes aradı ve benimle bir kahve içmek istediğini söyledi. O buluşmamızda sevgili Cem Erciyes “son yazdığım Onurlu Çıkış kitabımın üzerinden beş yıl geçtiğini, bir yazar için bu kadar uzun süre ara vermenin pek iyi olmadığını ve artık bir kitap yazmam gerektiğini” söyledi. Ben de bunun üzerine kafamdaki kitap projesini anlattım ve bazı endişelerimi de paylaşıp “ancak 2023 seçimleri sonrası yazabileceğimi” söyledim. Fakat Cem, “tam tersine, anlattığım kitabın bir işe yaraması yani gidişata küçük de olsa olumlu bir etki etmesi için bu kitabı seçimlerden önce yazmamın daha doğru olacağını, hatta gerekli olduğunu” söyleyerek beni bu konuda ikna etti. Ve böylelikle bu kitabı yazmaya karar verdim. Kitabın birinci bölümünde Türkiye’deki sosyolojik mahalleleri anlatmaya çalıştım. İslamcılara, Atatürkçülere, solculara ve Kürtlere yönelik gözlemlerimi, bazı mahallelerdeki değişimin arka planını; yaşadıklarıma, gördüklerime, gözlemlerime dayanarak anlatmaya çalıştım.
Birbirimizi niçin anlamadığımıza, birbirimizle niçin bir bağ kuramadığımıza, niçin ortak amacı olan bir toplum olamadığımıza, bütün bunlara neyin kaynaklık ettiğine kendimce dikkat çekmeye çalıştım. Davranışlarımızı, tercihlerimizi; acılarımızın, travmalarımızın ve bütün bunların sonucunda oluşan önyargılarımızın belirlediğini düşündüğüm için farklı toplum kesimlerinin davranışlarına, tercihlerine esasında neyin kaynaklık ettiğini anlamaya, anlatmaya çalıştım. Yani sonuçların değil, o sonuçları doğuran nedenlerin üzerinde durmayı tercih ettim. Çünkü Filozof Spinoza, “Dalga geçmemeli, ağlayıp sızlamamalı, nefret etmemeli; anlamalı” diyerek “her doğa olayının bir nedeni olduğu gibi insan davranışlarının da arkasında yatan bir sebep olduğunu ve ona bakmamızı” söylüyor. Dahası, sonuçlara değil, sebeplere bakarsak karşımızdakini ve onun davranışına neyin kaynaklık ettiğini daha kolay anlayabileceğimizi belirtiyor. Bu gözlemlerimi paylaşırken zaman zaman farklı toplum kesimlerine yönelik eleştirilerde de bulundum. Bu eleştirilerdeki amacımın yıkmak, yermek, suçlamak olmadığını; kendimce bir ayna tutmaya çalışmak ve ortak duygu yaratma çabasına bir katkı vermek olduğunu bilmenizi istirham ediyorum. Çünkü Türkiye’yi farklılıklarıyla bir bütün olarak görüyor; Türkiye’nin huzurunun, mutluluğunun farklı toplum kesimlerinin tamamının mutluluğuna bağlı olduğu anlayışıyla hareket ediyorum.
Yani Aleviler mutlu olmadan Türkiye’nin mutlu olamayacağını, Kürtler eşit olmadan Türkiye’nin refaha kavuşamayacağını, dindar kesim mutlu olmadan Türkiye’nin sağlıklı olmayacağını, Atatürkçüler, solcular mutlu olmadan Türkiye’nin gelişemeyeceğini, farklı inanç ve etik kökenden herkes iyi olmadan ülkenin iyi olamayacağını düşünüyor ve Türkiye’yi bu toplum kesimlerinin bir araya gelerek oluşturduğu bir bütün olarak görüyorum.
Bu bölümü yazarken daha önce yazdığım Onurlu Çıkış kitabımdaki gibi bu kitapta da konunun daha iyi anlaşılması için meseleleri zaman zaman kendi kişisel hikâyem üzerinden anlatma yolunu tercih ettim.
Yani gördüklerimi, yaşadıklarımı, tanıklık ettiğim ve karşılaştığım olayları anlatırken bazen duygularımı da en açık haliyle yansıtma gereği duydum. Zaman zaman duygularımı en açık haliyle yansıtma yöntemini seçmiş olmamın nedeninin kendimi fazlasıyla önemsemem veyahut mağdur edebiyatı yapmak değil, meselelerin daha iyi anlaşılmasını sağlamak olduğunu bilmenizi isterim. Diğer taraftan, kitapta bazı olayları kişisel hikâyem üzerinden anlatma yöntemini benimsemiş olsam da bu kitabın öznesi ben değilim, Türkiye’dir. Çünkü hepimizin hikâyesi aynı zamanda Türkiye’nin de hikâyesi. Hepimizin acılarını, hepimizin endişelerini, hepimizin korkularını aynı zamanda ülkemizin de acıları, korkuları, endişeleri olarak görüyorum. Sorunlarımızı niçin çözemediğimizi, bu sorunların niçin katlanarak büyüdüğünü anlatırken hapsolduğumuz mahalle kültürünün yıkıcı etkisini ve bu mahalle kültürünün ülkemizi nasıl bir girdabın içine çektiğini kendimce göstermeye çalıştım. Ülkemiz son 20 yılda büyük bir değişim yaşadı. Toplumu derinden etkileyen, endişeye sevk eden bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Rejim değişti; hukuk, demokrasi, laiklik tahrip edilerek, dini de istismar eden tek adam rejimi kuruldu. Yani ülkemiz, ülkeleri yıkıma sürükleyen otoriter bir yönetime teslim oldu. Bir metafor üzerinden anlatmak gerekirse ben bu durumu ülkemize doğru gelen bir kasırgaya benzetiyorum. Ülkemize doğru bir kasırga gelirken kim ne yaptı? Ne tür siyasi olaylar yaşandı? Bu kasırganın tahribatını en aza indirecek tedbirler niçin alınamadı? İşte bu sorulara bildiklerim, gördüklerim, yaşadıklarım ve yorumlarım çerçevesinde cevaplar aramaya çalıştım.
Kitabın ikinci bölümünde yaşanan bu değişimin siyasi olaylarını ve o olayların bildiğim kadarıyla arka planlarını anlatmaya çalıştım. Hepimizin zihninde oluşan, “Ülkemiz nasıl bu hale geldi?” “Niçin böyle oldu?” “Niçin kimse gidişatı durduracak bir şeyler yapamadı veyahut yapmadı?” gibi sorulara cevap bulmaya gayret ettim. Öncelikle son 20 yılda yaşanan her bir olayı tek tek ele alıp, o olaya neyin kaynaklık ettiğini, olayın aktörlerinin niçin öyle davrandıklarını; kişisel gözlemlerime, tanıklıklarıma ve edindiğim bilgilere dayanarak anlatmaya çalıştım. Aynen bir fotoğrafın parçaları gibi önce her bir parçanın hikâyesinin arka planını bildiğim kadarıyla anlattım. Ama itiraf etmem gerekirse, yazmaya başladığım kitap ile bitirdiğim kitap arasında devasa bir fark vardı. Yazmaya oturduğumda aklımda olmayan ama yazdıkça yani kitabın sonlarına yaklaştıkça daha önce hiç fark etmediğim bir fotoğraf çıktı ortaya. Bunca yıldır siyaseti izleyen, yorumlayan, siyaset meydanındaki her gelişmeye, her söze, davranışa dikkat eden biri olarak benim bile dikkatimi çekmeyen ya da farkında olmadığım, beni de dehşete düşüren bir fotoğraftı bu. Sonra başa dönüp, ortaya çıkan bu fotoğrafa göre bazı düzenlemeler yaptım. Kitabın üçüncü bölümünde, parçaların birleşmesiyle ortaya çıkan bu fotoğrafın en net haliyle görülmesine gayret ettim. Ortaya çıkan bu fotoğrafın tam anlaşılması için her bir olayın, o olayın arkasında yatan sebeplerin, o olayın gerçekleşmesine neden olan toplumsal yapıların iyi anlaşılması gerekiyor. Bu nedenle, her bir parçaya yani her hikâyeye dikkat etmenizi istirham ediyorum.
Çünkü Türkiye’nin otoriter bir yönetime sürüklenişindeki siyasi olayların birleşmesi sonrası ortaya çıkan bir fotoğraftı bu. Yaşanan olayların akışındaki bütünlük, bu akışı bozacak her engelin ustalıkla ortadan kaldırılması, kimi siyasi aktörlerin bir andaki tutum değişikliğiyle bu akışı kolaylaştıracak birer oyuncuya dönüşmesi… Tüm bunlar insanda, sanki bir senaryo var da o senaryo ustalıkla uygulanıyor hissi yaratıyor. Ya da Gabriel García Márquez’in Kırmızı Pazartesi romanındakine benzer bir durum yaşıyoruz.
Yani bir kasabada bir cinayet işlenecek, kimisi çıkarına öyle geldiği için, kimisi vurdumduymazlıktan, kimisi de “Cinayeti engellemek benim işim değil” anlayışıyla hareket ettiği için o cinayet işleniyor ve bütün kasaba o cinayetin suç ortağına dönüşüyor. 2002 yılında AK Parti’nin iktidara gelmesiyle başlayan ve görünene göre Türkiye’yi Ortadoğululaştırmayı amaç edinen ve bu amaç çerçevesinde yaşanan olaylardan bahsediyorum. Sanki bir el var ve o el, Türkiye’yi Ortadoğululaştırmaya çalışıyor, iktidar veyahut muhalif kimi siyasi aktörleri bir gecede tutum değişikliğine ikna ediyor ve çıkan her engeli kolayca ortadan kaldırıp süreci devam ettiriyor. Öyle akıl almaz ittifaklar, öyle işbirlikleri, öyle şaşırtıcı durumlarla karşı karşıya kalıyoruz ki insan “Bu kadar da olmaz!” demekten kendini alamıyor. Sanki herkesin bir şekilde kolayca oyuncuya dönüştürüldüğü bir film setindeyiz.. Gelecekle ilgili bir komplo teorisinden bahsetmiyorum. Tamamen son 20 yılda yaşanan olayların birbiriyle bağlantısından ve o olayların gerçekleşme sürecindeki bütünlükten, sürecin devamı için olmayacak insanların yaptıkları ittifaklardan bahsediyorum. Mesela, dönemin muhalefet lideri Deniz Baykal’ın desteğiyle ve devletin bazı kurumlarının ittifakıyla Türkiye’de katı İslamcı anlayışta bir iktidarın önü açılıyor. Sonra bu iktidarın önünde engel olabileceği düşünülen TSK’daki kimi generaller Ergenekon ve Balyoz davalarıyla tasfiye ediliyor. Türkiye’de İslamcı bir iktidar varken bir bakıyoruz ana muhalefetin başına Alevi inancına sahip bir genel başkan seçiliyor.
Ardından Alevi meselesi kaşınmaya başlanıyor. Ortadoğu’da mezhep savaşlarının olduğu bir dönemde üçüncü köprünün adı da Alevi vatandaşlarımızı rahatsız edecek bir ad yani Yavuz Selim konuluyor. Ardından Gezi süreci başlıyor. Nasıl oluyorsa oluyor, sokaklardaki yüzbinlerce insan arasından sadece Alevi çocuklar öldürülüyor, üstelik bunlardan biri de Gezi’nin birinci yıldönümünde cem evinde öldürülüyor. İslamcı iktidar, 2015 Haziran seçimlerini kaybediyor. Seçimi kaybeden İslamcı iktidarın imdadına bu sefer yine 2002’deki kritik kararıyla o iktidarın önünü açan Deniz Baykal yetişiyor. Ardından MHP lideri Devlet Bahçeli devreye giriyor ve seçimlerin tekrarlanmasını sağlıyor. Tekrarlanan seçimde İslamcı iktidar yeniden tek başına iktidar oluyor ve böylelikle kesintiye uğrayan sürecin devamı sağlanıyor. Kürt sorununu çözmek için barış süreci başlıyor. Fakat bir gece Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde iki polis memuru evlerinde öldürülüyor. PKK “Biz öldürdük” diye açıklama yapıyor ama üç ay sonra başka bir açıklama yaparak bu polisleri kendilerinin öldürmediklerini söylüyor. Nihayetinde barış süreci son buluyor ve PKK yeniden sahneye iniyor. Sanki Kürtler üzerinde PKK’nın etkinliğinin artması isteniyormuş, muhtemel toplumsal barış ihtimallerinin de ortadan kaldırılması gerekiyormuş gibi bütün muhalefet partilerinin desteğiyle Kürt hareketinin önemli isimlerinden, o toplum kesiminin en çok itibar ettiği, barış yanlısı siyasetçisi hapse atılıyor. 2017’de, sürecin devamını sağlayacak akıl almaz başka olaylar oluyor. 2018’de İslamcı iktidarın seçimi kaybetmesini engellemek için bu sefer bir muhalefet partisi bir gecede tutum değiştiriyor. Sonra bir başka muhalefet partisi sürecin devamı için tuhaf işler yapmaya mecbur ediliyor.
Bu süreç, bugüne kadar bu şekilde sorunsuz bir şekilde devam ediyor. İslamcı iktidar her sıkıştığında mutlaka birileri devreye giriyor ve o sıkışıklığın aşılmasını sağlıyor. Sonunda da Türkiye tek adam rejimine geçmiş, demokrasisi askıya alınmış, İslamcı otoriter bir iktidarın olduğu klasik bir Ortadoğu ülkesine dönüşüyor. Yaşanan gelişmelere bakılırsa, eğer bir senaryo varsa o senaryo hâlâ devam ediyor. Eğer bir senaryo varsa, bu senaryonun amacını, nereye varmak istediğini, bundan sonra neler yapılacağını bildiğim, gördüğüm, tahmin ettiğim kadarıyla anlatmaya çalıştım. Dediğim gibi amacım hepimizin zihnini meşgul eden, “Ülke nasıl bu hale geldi?” sorusuna kendimce bir cevap vermekti. Tüm bunlar yaşanırken toplum olarak bizim de sorumluluğumuz vardı. Bana göre kimimiz alkışlarımızla, kimimiz kontrolsüz öfkemizle, kimimiz korkularımızla bu sürecin birer oyuncusuna dönüşmüş durumdayız. Daha önce de dediğim gibi, yaşanan süreci yani Türkiye’nin Ortadoğululaşmasını ülkemize doğru gelen bir kasırgaya benzetiyorum. Ülkemize doğru bir kasırga gelirken meseleyi bir iktidar mücadelesi olarak görmek, bir kasırga gelmiyormuş gibi davranmak, dahası böyle davranarak o kasırgayı görünmez kılmaya çalışmak… Bütün bunlar bana göre yaşanacak felaketi engelleme iradesi oluşturmamızı da zorlaştırdı. Ülkemiz Ortadoğululaştırılırken yani bir yıkıma sürüklenirken mahalle kavgası vermekten, partilerimizi önemsemekten vazgeçemedik. Bütün bunlar hepimizi işlenen cinayetin suç ortağına dönüştürdü.
Mevcut iktidar mensuplarıyla geçmişte aynı mahallede büyümüş olmam bana onları daha iyi tanıma; ne yaptıklarını, ne yapmaya çalıştıklarını, meselenin nereye varacağını belki daha iyi anlama avantajı sağladı. Bu avantaj doğal olarak meselelere biraz daha farklı bakmama neden oldu. Yani meselelere farklı bakmamın nedeni kimsenin görmediğini görmem, herkesten daha öngörülü, herkesten daha akıllı olmam değil, böyle bir avantajımın olmasıydı.
Bu avantajım zaman zaman daha tedirgin ve endişeli olmama ve o duyguyla yazıp konuşmama neden oldu. Çünkü dediğim gibi, yaşanan süreci ben daha çok ülkeye doğru yaklaşan bir kasırgaya benzetiyordum. Kendimce verdiğim bütün çabam o kasırgaya dikkat çekmekti. Bu amaçla siyasi liderlerle yaptığım görüşmeleri ve o görüşmelerdeki konuşmalarımdan özel görüşme hukukunu da koruyarak bölümler aktarmaya çalıştım. Kısacası, hepimizin zihninde oluşan “Ülkemiz nasıl bu hale geldi?” sorusuna bir cevap vermeye, bu süreçteki sorumluluğumuza dikkat çekmeye ve anlam veremediğimiz olayların arka planını anlatarak yaşanan sürecin anlaşılmasını sağlamaya çalıştım. Yani Türkiye’nin, büyük tahribat almasına neden olan otoriter yönetime geçişinin hikâyesini anlattım. Esasında 20 yıldır yaşanan olayları birleştirdiğimizde ortaya çıkan resim bundan sonra neler olabileceğinin de işaretini veriyor bize. Bu gidişatı durdurmak, ülkemize çizilen kaderi değiştirmek, çarkın döngüsünü bozmak için neler yapılması gerektiğine kendimce dikkat çekmeye çalıştım.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma-İnceleme Politika
- Kitap AdıYaklaşan Kasırga
- Sayfa Sayısı256
- YazarLevent Gültekin
- ISBN9786258380194
- Boyutlar, Kapak13.6x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2022