Jos‚ Mauro de Vasconcelos, yurdumuzda çok sevilen bir yazar. Türkçede ilk yayımlanan romanı Şeker Portakalı ve onun devamı olan Güneşi Uyandıralım ve Delifişek, daha sonra da Kayığım Rosinha ve Kardeşim Rüzgâr, Kardeşim Deniz’in gördüğü ilgi çok büyük oldu. Elinizdeki bu kitabın bir başka özelliği daha var. Jos‚ Mauro de Vasconcelos’ta eşine az rastlanan ve doğuştan gelme bir anlatıcılık yeteneği, akıl almaz bir bellek, göz kamaştırıcı bir yaratıcılık ve insanlar konusunda engin bir deneyim var. Yazar olmaya çalışmamış, yazar olmak zorunda kalmıştır. Romanları bir yanardağın lâvları gibi dışına taşmıştır. “Konuyu kafamda toparlayınca yazmaya başlarım ve bir çırpıda yazarım,” diyor. İzlediği yöntem, kitap kafasında yazılana kadar, konusunu uzun uzun olgunlaştırmaktır. Yine kendi anlattığına göre, yazı makinesinin başına geçtiğinde, kitabın çeşitli bölümlerini ayrı ayrı yazabiliyor. Birinci bölümü bitirdikten sonra, aradaki bölümlere el atmadan, sonu kaleme alabiliyor. Brezilya’nın elmas madenlerinde elmas arayan insanların serüven dolu bu romanını Aydın Emeç’in Türkçesiyle sunuyoruz.
***
Giriş
Bir gün, değişik bir yaşam peşinde sertão’ya daldım. (Elmasmadeniveonunyanınakurulmuşyerleşimyeri.(Ç.N.))
Yüreğimi, kaygıyla dönüşümü bekleyeceği bir ağaç gölgesinde bıraktım ve yürüdüm. Durmadan yürüdüm.
Güneş yüzümü ve ellerimi yaktı. Tozlu, uzun ve sessiz pek çok yol aştım.
Uzaklığın gerçeğinde yitmek için, zaman ve yer denen kavramları unuttum. Uzaklıktan başka şey yoktu…
Korkunç bir yorgunluk bedenime egemen oldu…
O sıra rastladım Acımasız Adamlar’a. Çok daha acıklı bir yaşam için çarpan, acılı bir yüreğe sahip adamlara.
Başkalarına ve kendilerine acıma nedir bilmeyen adamlara.
Öykülerini gördüm, işittim ve yaşadım. Üzgün döndüm ve kaygıyla beni aynı ağacın gölgesinde bekleyen yüreğimi aradım.
Acımasız Adamlar’ın öyküsünü anlatmaya karar verdim. Bu öyküyü ne mürekkeple yazıyorum ne de kanla. Gezginliklerimin tozunda eriyip giden, acılarımın ve yorgunluklarımın terinden yararlanıyorum yalnızca. Uzaklardaki düşsel cennetlerine doğru uyurgezer yürüyüşleri sırasında, Acımasız Adamlar’ın kaldırdığı tozda. Hepimizin dönüştüğü tozda.
Her şey toz olduğuna göre.
Kitabımı okuyacakların, kahramanlarımın kaba dilinden ötürü beni bağışlamalarını dilerim. Çoğu kez kaba olan bu dil, yaşamın kendisinden alınmıştır. Onu değiştirmek, örtmecelerle ya da dolaşık anlatımlarla yumuşatmak gerçeğe saygısızlık olurdu.
Yazdığım şey benden değil, yaşamdan geliyor. Ben yalnızca yaşamı kopya ettim. Olmuş şeyleri, yaşamış ya da hâlâ yaşamakta olan insanları bir araya getirdim, herhangi bir kişinin işini karıştırmamak, tatsızlık ya da güçlük yaratmamak için adları değiştirmekle yetindim. Kişiler öylesine gerçek ki, filmlerde alışılmış olan “Kişiler ya da olaylarla her türlü benzerlik salt rastlantıdır” uyarısını bile kullanamam. Çabamı ve iyi niyetimi okurların yargısına bırakıyorum.
Yalan söylediğimi düşünene yalnızca şunu söyleyeceğim: “Garimpo’ya1 gidin, görün, geri dönün ve anlatın.”
Birinci bölüm
GARIMPO
Gecenin karanlığında bir gitar
Küçük bir lambanın ışığından ve zorlu bir cachaça1 kokusundan başka şey yoktu.
Gregorao, pinga2 dolu kadehini dikti, yana tükürdü ve bir içki daha istedi. Garimpeiro’ların3 ölü gözleri Gregorao’yu izliyor ve gerisini anlatmasını bekliyorlardı.
“Eee, sonra ne oldu?”
“Hiç. Bana bir şey olmadı. Başıma bir şey gelseydi, burada değil orada olurdum. Bedenim tıkalıdır, içine hiçbir şey sızamaz. Kurşun işlemez bana. Çünkü vaftiz babam Peder Cicero ve Aziz Antonio de Cascata tarafından korunmuşum. Ama boktan bir işti bu. Polis her yanı sarmıştı.”
“Sen ne yaptın?”
“Belimdeki altıpatlara asıldım. Kapıyı siper aldım. Bastım tetiğe, güm güm, güm güm, güm ve bir daha güm. Polisler çil yavrusu gibi dört yana dağıldılar. Polis böyledir işte. Bir kuş sesi duymaları yeterlidir. Kargaşadan yararlandım ve kalabalığa karıştım. Bir daha Baliza’ya ayak basmadım. Nehir boyunca indim. İnsanda inanç oldu mu,
1.Şekerkamışındanyadabaldanyapılanbiriçki.(Ç.N.) 2.Biriçkitürü.Portekizce“Damla”anlamınadagelir.(Ç.N.) 3.(Port.)Elmasarayıcısı.(Ç.N.)
Tanrı, evladını korumak zorundadır. Günün birinde, önü
müzdeki günlerin birinde, oraya döneceğim.”
“Kaç kişiyi öldürdün peki sen?”
“Valla… yarım düzine kadar… dört ya da beş kişi!”
“Yine atıyorsun, ha Grego?”
Hepsi kapıya döndü. Joel durmuştu, kollarını kavuşturmuş, Gregorao’ya bakıyordu.
“Son olarak, Zefirino’nun meyhanesinde, dört kişi olduklarını anlatmıştın. Günlerini palavra sıkmayla geçirmek ne acı bir saplantı Grego!”
“Dinle yavru! Sen de tam üstüne geldin…”
“Hadi barakaya dönelim. Saat on.”
“Ama daha barda görülecek yığınla şey var.”
“Barda mı? Yok. Hemen barakaya geliyorsun. Sanıyor musun ki Grego, bu sarhoş halinle seni bara bırakırım? Hadi gidiyoruz. Günlerimi, seni bırakması için komisere yalvarmakla geçirmekten bıktım. Garimpo cehennemi bu işte!”
Gregorao boyun eğdi. Bir an direnmeye çalıştı. Sonra elini cebine soktu, birkaç bozukluk çıkardı ve hesabı ödedi. Kimse bir şey söylemedi. Gregorao bira şişelerini parmaklarıyla açtığından, kim bir şey söyleme budalalığını gösterebilirdi? Tek eliyle kazma ya da kürek sallayan Gregorao’ya…
“Çabuk ol Gregorao. Uykum var ve yarın gün boyu
o areia manteiga’da1 çalışmak zorundayız!” “Hangi areia manteiga’da? Ama bu bir şey değil ki be yahu!” “Senin için bir şey değil! Öküz gibi güçlüsün… Gidi
yoruz.” Garimpeiro’lar, kollarını kavuşturmuş, hâlâ kıpırda
1.(Port.)Birnesneveyakişininiçindebatabileceğiıslakvegevşekkum.(Ç.N.)
madan duran genç adama bakıyorlardı. Gregorao’ya bakıyorlardı. Biliyorlardı Gregorao’nun boyun eğeceğini. Yavru, Gregorao’nun dinlediği tek insandı. Çok şey bilen, ölümü sırtında taşıyan Gregorao, büyük bir çocukmuş gibi Yavru’ya boyun eğiyordu. Aslında büyük bir çocuk olduğu da doğruydu. Büyük çılgınlıklar yapan bir büyük çocuktu. Tabancalarla ve bıçaklarla oynayan bir çocuk.
“Eh, herkese iyi geceler.”
“İyi geceler.”
Tezgâhtaki miyop genç yorumladı:
“Erkek dediğin böyle olur işte!”
“Hangisi?”
“Erkek! Yani şey… Aklımı karıştırıyorsunuz.”
“Gregorao’yu her zaman Yavru’nun kurtardığı bir gerçek.”
“Ama bana kalırsa, bu Gregorao papağan gibi gevezelik ediyor; ağzından çıkanı kulağı duymuyor.”
“Bana bak! Duymasın söylediklerini! Çok ters ve de taşaklıdır!”
“Konuşur ama konuştuğundan fazlasını da yapar.”
“Ben de onun hakkında çok şey duydum. Kötü bir insan değil.Ama içkiliyse,bir de sinirlenmişse,kimse ona direnemez.”
Dışarda, gece güzel.
Gitar eşliğinde şarkı söyleyen bir ses var. Gecenin karanlığında tutku dolu bir şarkı; garimpo’yla ilgili şeyler. Garimpo: düşün özeti.
Hep bir orospu var, bir sokağın köşesinde sigarasını tüttürerek “salınmak” için yaratılmış olması da onun suçu değil. Bir adam geçecek oradan. Ona içki ısmarlayacak, hamağına götürecek, nasırlı elleriyle memelerini avuçlayacak ve birkaç sefil lira verecek bir adam.
Hep bir gitar var gecenin karanlığında inleyen.
Yağlı iskambiller başka nasırlı elleri yağlıyor. Damarı bulmuş biri var, tabanca atıyor, içki ısmarlıyor ve kadınlara ipekli kumaş armağan ediyor. Öksürmekten ciğerleri yanarak, meyhanede ölen bir başkası var. O da bir zamanlar damarı bulmuştu. Çok tabanca attı, pek çok ipekli kumaş yırttı, şişeler devirdi. Bugün…
Ama garimpo, düşün babası, tüm kazandığını harcayanı korur ancak. Ve çok harcayan, çok kazandığı için böyledir. Çok kazanan da Tanrı’nın kendisine bağışladığı ömrün geri kalanında garimpo’nun kölesi olarak kalır…
Gaiero’nun öyküsünü bilirsiniz. Her ay, yirmi beş bin cruzeiro’luk1 bir taş bulur. Her ay, eyerlenmiş bir at, sedef kabzalı iki tabanca satın alır, ateş eder, kadınlara ipekli kumaşlar verir, erkeklere içki ısmarlar. Bir hafta süren bolluk. Sonra… hayvanı, tabancaları, çizmeleri satar. Ve kumun başına döner; yeni bir taş bulana dek. Bir gün, paraya acımayan bu adamın talihi uçup gidecektir. Bunu bilir. Ya da öksürük barakasındaki hamağını sarsacak, belki kolları bunca mücadeleden ötürü iki yanına düşecektir. Ama böyledir işte.
Gece güzel. Şişmeye başlayan bir ay parçası var. Gecenin karanlığında tutkulu bir gitar var.
Joel, Gregorao’nun yanı sıra yürüyor. Sessizce gidiyorlar. Joel düşünüyor. Yarın areia manteiga’ya, garimpeiro’nun saplantısına gidecekler. Garimpeiro, bir areia manteiga engeline çarparsa, yemek için bile duramaz. Eleği sallar durur, kolları yorgunluktan iki yanına düşer. Elek ve kürek soluk almaz. Ah! Ne işkencedir o! Duranın vay haline: Kum kayacaktır, zavallıyı gömerek. İnsan ancak tehlike geçtiğinde durur. Bazen bitkin, kendilerini yere atarlar, kumla kaplı ve ter içinde; bu da bedenlerini çamur tabakasına çevirir. Ya o sürekli, her yanı kaplayan ve akciğerleri kemikleştiren toz. Akciğerleri kemikleştirmese öksürtür, göğüs ağrılarına, satlıcana yol açar… Joel, bütün bunları düşünüyor. O hafta, iki areia manteiga engeline çarptılar zaten. Yoruluyor, inanılmaz biçimde bitkin düşüyordu. Ama Gregorao’nun bir şey hissettiği yoktu. Vinç kadar güçlü olan bu kollar için, önemli değildi bu. Üstelik akşamları da çıkabiliyor, meyhanelere gidebiliyor, şişelerin kapaklarını parmaklarıyla uçurabiliyordu. Uçurduğu yalnızca şişe kapağı olduğu sürece, sorun yoktu. Zaman zaman, içki içip insanların kafasını uçurmaya koyuldu mu, iblise dönüyor ve sonunda kodesi boyluyordu. Böyle durumlarda Yavru, gidip komiserle tartışmaktaydı. Salıverilmesini istemek, kefalet akçesini ödemek için. Sert konuşuyor, Gregorao da onu dinliyordu. Dinliyor ve söz veriyordu. Çoğu kez kapı dışarı edildiler, başka garimpo’lardan.
Ses çıkarmadan yürümekteydiler. Madenci kampının dar yollarının birinden geçiyorlardı. Gregorao, Yavru’nun kolunu tuttu.
“Kızdın mı?”
“Ben mi, hayır Grego. Yorgunum.”
“Yarın dinlenirsin. Senin yerine ben gideceğim areia manteiga’ya.”
“Hayır Grego, beni bu hale getiren areia manteiga değil. Sensin. Hep kaygılı yaşamamız. Seninle uğraşmaktan yoruldum. Bunca kavgadan, sarhoşluktan, verdiğin ve tutmadığın sözlerden yorgun düştüm.”
“Yavru, bi bok etmediğimi biliyorum… Ama kızma bana…”
Bu seste öyle bir kendini aşağılayış vardı ki, Joel üzüldü.
“Tamam Grego, bugünlük tamam…”
“Yaban Muzu” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYaban Muzu
- Sayfa Sayısı178
- YazarJosé Mauro de Vasconcelos
- ÇevirmenAydın Emeç
- ISBN9789750725531
- Boyutlar, Kapak12.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2015
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dinlenme ve Rahatlama Yılım ~ Ottessa Moshfegh
Dinlenme ve Rahatlama Yılım
Ottessa Moshfegh
Paris Review, New Yorker gibi yayınlarda öyküleri ve yazılarıyla yer alan, ilk romanı Eileen ile Hemingway Vakfı/Pen Ödülü’nü kazanan, birçok eseriyle New York Times...
- Gül Bağı – Sör Benfro’nun Şarkısı 2 ~ J. D. Oswald
Gül Bağı – Sör Benfro’nun Şarkısı 2
J. D. Oswald
“Gül Bağı – Sör Benfro’nun Şarkısı 2” Sör Benfro’nun Şarkısı, serinin ikinci kitabı Gül Bağı ile sürüyor: Benfro ile Errol’ın kaderleri kesişmek üzere… Engizitör...
- Adalet Peşinde ~ John Grisham
Adalet Peşinde
John Grisham
“Güçlü, acımasız insanların kurbanı olan bir tutuklu ve soluk kesici aklanma mücadelesi…” Florida’nın küçük Seabrook kasabasında genç bir avukat olan Keith Russo bir gece...
Çok beğendiğim bu kitabı 3 defa okudumkitabı çok sevdim.