Aysun, yaz tatili için Almanya’dan Türkiye’ye gelirken,
çelişkili duygular içindeydi.
Üstelik kendi arzusuyla değil, babasının zorlamasıyla
gerçekleşiyordu bu gezi.
Kuzeni Özgür ve eşi Serra’yla anlaşabilecek miydi?
Ya Furkan?
O ne olacaktı?
Yaz sonunda, evine dönerken ne çok şey değişmişti.
Her şeyden önce ülkesine başka bir gözle bakar olmuş, yeni arkadaşlar edinmiş, Serra’yla sırlarını paylaşmış ve
Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkesi için neler yaptığını,
halkına neler kazandırdığını öğrenmişti.
*
13 Haziran, Cumartesi
Olamaz ya olamaz… Bir bu eksikti.
Şurada çocuğunuza, evimize, işimize yetişeceğiz diye ölüp bitiyoruz.
Adam (yani Özgür Bey) tutuyor müjdeyi veriyor!!! Uzuuuun yıllardır görmediği bir amcası varmış. Almanya’da…
Onun da bir kızı varmış.
İşte bu kız şimdi baba yurduna geliyormuş.
Tamam, hoş geldi, sefalar getirdi.
Vatana millete hayırlı olsun.
Da…
Bundan bize ne kardeşim, bize ne…
Öyle değil mi… Lakin…
İş öyle değil sevgili defterim.
Bu kız -dikkat dikkatbizde kalacakmış. Buyrun bakalım. Olay nasıl gelişti dersen…
Dün akşam mutlu bir vaziyette Selin’le Baby TV’nin karşısına geçmiş, onun mamasını yedirirken…
Evimin direği gülücükler saçarak kapıdan içeri girdi. Her zamanki gibi çantasını kanepenin üstüne fırlattı ve “Nasıl bakalım benim kızlarım,” diyerek yanımıza geldi.
Selin’in yüzünü görmeliydin sevgili defter. Babasını görünce nasıl da agu’lar, gugu’lar yapıyor, o kısa tombul kollarını nasıl da babasına uzatıyor, beni kucağına al dercesine…
Özgür, Selin’i kaptığı gibi havalara kaldırdı. Bu kez keyif çığlıklarıydı yükselen. Babası onu döndürüyor, karşılıklı gülüşüyorlar. Selin’in yanakları pembe pembe… Özgür öpücüklere boğuyor kızını. Onları seyretmeye doyamıyorum. Benim çifte aşkım onlar.
Onları izlerken hep şükrediyorum, Tanrım bana bunu yaşattığın için sana binlerce teşekkür, diyorum içimden. “Öpüşüp koklaşmanız bittiyse, yemeğimize devam edebilir miyiz?”
“Bak anne ne diyor canım,” deyip Selin’i mama iskemlesine oturttu Özgür.
Sonra gelip yine her zaman yaptığı gibi tepeme bir öpücük kondurdu.
“Sıra bana geldi sonunda,” dedim.
O güzel gülüşüyle gülümsedi, yanıma oturdu. “Eee, anlatın bakalım, nasıl geçti gününüz?”
“Selin artık gündüzleri daha az uyur oldu.” “Büyüyor kızım benim.”
“Bu da benim zamanım azalıyor anlamına gelir. Bildiğin gibi ne yardan geçebiliyorum, ne serden.”
“Üzülme canım,” dedi elimi okşayarak, “bir süre sonra her şey daha bir rayına oturacak, senin de kendine ayırdığın zaman artacak.”
Ah, ah! Kadınların işi ne zormuş meğer. Anne olunca bunu daha iyi anladım. Bir yandan tüm yüreğinle bebeğinle birlikte olmak, ağladığında kucağına alıp avutmak istiyorsun, ona kıyamıyorsun. Güldüğündeyse yanında olup o tatlı anları paylaşmak, büyüme sürecinde yaşanan ‘ilk’lerin hiçbirini kaçırmamak için çırpınıyorsun. Ve bütün bu yaşananlardan büyük ama çok büyük mutluluk duyuyorsun. Öte yandan…
Bir mesleğin var. Yıllarını verdiğin… Okuduğun, öğrendiğin…
Daha sonra o konuda iyi bir iş bulmak için uğraştığın… Ve sonunda o işi bulup deliler gibi çalıştığın…
Gece gündüz demeyip bayram, hafta sonu demeyip geç saatlere kadar çalıştığın…
Bunca emekten sonra, eh, bundan da vazgeçemiyorsun, doğal olarak.
Tam bir ikilem…
Erkeklere çok imreniyorum.
Onların böyle ikilemleri yok.
O, çalışıyor. Nokta.
Çenemi okşadı Özgür, “Pek bir dalgınız bakıyorum, oysa sana müthiş bir haberim var,” diyerek beni o müthiş (!) habere hazırladı.
“Yaaa, neymiş bu son dakika haberi?”
Selin’in ağzını silip kucağıma aldım ve fırsattan istifade onu sıkı sıkı bağrıma bastım.
Duramıyorum, onu yumuşturmadan duramıyorum. Zorla değil ya…
Sonuçta, ikimiz de gözlerimizi dikip ‘babamız’ ne diyecek diye beklemeye başladık.
Böyle sevinçli olduğuna göre güzel bir haber olmalıydı. “Bir süre için daha kalabalık bir aile olacağız.”
Hoppalaaa…
Bu da ne demek şimdi…
Özgür neşeli neşeli (gerçi bu şen şakrak hali biraz ortamı Isıtmak için gibime geldi ya, neyse…), “Benim Almanya’da yaşayan bir amcam var, biliyorsun,” dedi ve ekledi, “amcam diyorum ama o aslında uzaktan bir akraba.”
Eyvahlar… Amcayla mı kalabalıklaşacağız yoksa, diye bir kuşku havada uçuşmaya başladı.
“Uzun yıllar önce gitmişti. Çalışkandır, akıllıdır. Nitekim şimdi başarılı bir iş adamı oldu, büyük bir oteli var.” “Ne güzel,” dedim.
Bu başarı öyküsünden çok, olayın bizimle ilgili bölümünü merak ettiğimi sana itiraf etmeliyim, sevgili sırdaşım.
“İşte bu amcamın bir kızı var, orada doğdu, orada okula gitti. Buraya küçükken birkaç kez gelmiş, o kadar. Geçenlerde amcam arayıp kızının ülkesi hakkında bir fikri olmadığı, kendisininse işleri nedeniyle onu Türkiye’ye götüremediği konusunda yakındı.”
“Peki annesi yok mu bu kızın? Babasının zamanı yoksa annesi getirebilirdi pekâlâ.”
“Annesi Alman.”
“Ah, zo…” diye filmlerden edindiğim Almancamla dalgamı geçtim ve ekledim. “Anlaşılan amcanın eşi de Türkiye’ye fazla bir ilgi duymamış bunca yıl.”
Ellerini havaya kaldırdı Özgür, “Valla bilirsin ben bu tür konulara hiç girmem.”
“Sonuç?”
“Sonuçta, amcam Aysun’un…”
“Kızın adı Aysun mu?”
“Evet. Aysun’un bizde kalıp kalamayacağını sordu. Ben de, elbette amcacığım, dedim.” Boynunu büktü. “Ne diyebilirdim ki…”
“Kaç yaşında Aysun?”
“On altı-on yedi yaşlarında olmalı.”
N’olursun sevgili defterim, beni konuksever olmamakla suçlama. Ama… inan o an başıma balyoz yemiş gibi oldum.
Düşünsene… küçük evimizde ancak idare ediyoruz. Yani, yatılı misafir ağırlayacak durumda değiliz.
Bir konuk odan olur, onun ayrı bir banyosu olur. Ta-
mam o zaman…
Hadi diyelim bir yerde yatırdık.
Ama evde bebek var yaa… Bir bebek…
Bu ne demek biliyor musun?
Bu, gece hayatımız son derece renkli geçiyor, demek. Belli belirsiz saatlerde uyanan bir bebek. Bazen on beş, bazen kırk beş dakikalık bir ağlayıştan sonra zar zor uykuya dalan bir bebek.
Yanıp sönen ışıklar, koridorda, salonda atılan voltalar, bez değiştirme sırasında kopan feryatlar…
Ve böyle bir ortamda…
Bir yabancı kız…
Salondaki kanepede…
Uyumaya çalışıyor!
Manzarayı görebiliyor musun?..
“Ama Özgür,” dedim inildercesine.
“Çok haklısın hayatım, çok. Ama amcama nasıl kızını evime alamam, derim.”
“Hayır, evde rahat bir ortam olur, bir konuk odası filan, çeker kapısını oturur, uyur, ne bileyim… Ama şu durumda…
“Bak mesela Selin ağladığında, sen uyanmayasın diye onu kapıp salona kaçıyorum ve orada kucağımda uyutup sonra yatağına getiriyorum. Oysa şimdi salonda Aysun olacak.”
Sustum.
Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Çok canım sıkılmıştı, çok…
Zaten uykusuzum, yorgunum; bulabildiğim zaman kırıntılarında da işime yetişmeye çabalıyorum. Kendimi elinde bilmem kaç tane topu çeviren sirk cambazları gibi hissediyorum. Ve şimdi bu milimi milimine yaşanan ortama yabancı bir faktör giriyor.
“Peki, ne kadar kalmayı düşünüyormuş konuğumuz?” Özgür bana cesaret vermek istercesine kolunu omzuma attı. “Aysun’u bilmem ama babası yazı burada geçirmesini istiyor.”
Olamaz!
Olamaz!
Yazı geçirmek ne demek… Günler değil, aylar demek… Yani şöyle bir hafta, on beş gün değil. Tam bir karabasan… “Ve,” diye hemen ekledi Özgür, her şeyi bir an evvel söyleyip kurtulmak istercesine, “amcamın bizden asıl istediği, daha doğrusu rica ettiği, kızına ülkesini tanıtmamız. Türkiye hakkında bilgisi yok, diyor.”
“Ohooo, misafir etmek bir yana, bir de turist gezdireceğiz desene…”
Beni duymamış gibi devam etti Özgür. “Tüm masraflar ona ait olmak üzere, ülkemizin özel yerlerini gezdirmemizi, bu arada tarihimizden söz etmemizi istiyor. Senin turizmci olduğunu bildiğinden…”
“Aman ne güzel,” diye lafını kestim, “bir bebeğimiz olduğunu da biliyor mu amcan?”
“Biliyor, biliyor,” diye başını salladı Özgür, “ona durumumuzu anlatmak bakımından ben söyledim.” “Peki, amcan ne dedi?”
“Öyle sıkıntı içindeydi ki… Bana, inan Özgürcüğüm, sizlerden böyle bir şey isterken utanıyorum ama kızım ülkesine o kadar yabancı ki… Onu da kınayamıyorum, bu bizim kabahatimiz. Ne edip edip onu hiç olmazsa iki üç yılda bir Türkiye’ye getirmeliydik ama biliyorsun, eşim Alman ve Türkiye’ye uyum sağlayamadı. Bunun için onu suçlamıyorum. Bir insan bir yere ısınır veya ısınamaz. Pek çok Alman dostumuz var Türkiye’ye bayılan ve her yazı orada geçiren; ama benim eşim ısınamadı işte.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gençlik Kitapları
- Kitap AdıYa Sen Olmasaydın / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 9
- Sayfa Sayısı240
- Yazarİpek Ongun
- ISBN9786054560929
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bi’şey Sorabilir Miyim? ~ Deniz Dinçer
Bi’şey Sorabilir Miyim?
Deniz Dinçer
Büüssürü soru Büüssürü cevap *Gökyüzü neden mavidir? *Soğan neden göz yaşartır? *Cam neden saydamdır? *Elektrik tellerine konan kuşlar neden çarpılmazlar? *Kediler neden hep dört...
- Alice’in Dünya Turu ~ Lesley M. M. Blume
Alice’in Dünya Turu
Lesley M. M. Blume
Yakın zamanda annesini kaybeden Alice, bakıcısının verdiği derslerden kaçmak için her şeyi yapardı. Bir gün, sıkıntıdan sersemleyip uyuyakalınca bakıcısı panikleyip bir doktor çağırır. Doktor...
- Pembe ve Mavi – Yanlış Adres ~ Hortense Ullrich, Joachim Friedrich
Pembe ve Mavi – Yanlış Adres
Hortense Ullrich, Joachim Friedrich
Çocuğun lakabı: MaviPasta Kızın lakabı: PembeKrema Çocuk ailesinin pastanesinde kremalı pasta servisleri yapıyor. Kız ele avuca sığmaz, zengin bir iyi aile kızı. İkisini birbirini...