Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

XX’in Erkek Kardeşiyim
XX’in Erkek Kardeşiyim

XX’in Erkek Kardeşiyim

Fleur Jaeggy

XX’in Erkek Kardeşiyim’de çağdaş Avrupa edebiyatının sıra dışı kalemi Fleur Jaeggy’nin Ingeborg Bachmann, Oliver Sacks gibi dostlarını andığı fragmanvari metinler, olağanüstü bir hayal gücüyle…

XX’in Erkek Kardeşiyim’de çağdaş Avrupa edebiyatının sıra dışı kalemi Fleur Jaeggy’nin Ingeborg Bachmann, Oliver Sacks gibi dostlarını andığı fragmanvari metinler, olağanüstü bir hayal gücüyle kurguladığı öykülerle bir araya geliyor. Delilik, intihar, saplantı, intikam anlatılarıyla dolu bu öykülerde bir tür hasarlı, hissizleşmiş karakterler geçidine tanık oluyoruz.

Yaşamak, yaşatmak ya da ölmek arasındaki ayrımlar sözcük düzeyine indirgeniyor, okur insanın içindeki tedirgin edici boşlukla, yalnızlıkla yüz yüze getiriliyor. Susan Sontag’ın “harikulade, parlak ve vahşi” sözleriyle nitelediği Jaeggy, gerçek ile gerçekdışı, bilindik ile tekinsiz arasındaki çizgide ustaca ilerlediği hikâyelerde sözde gündelik olanın üstündeki tülü kaldırarak altında yatan çarpıklıkları, insanı yalnızlaştıran toplumun hastalıklı yapısını görünür kılıyor. XX’in Erkek Kardeşiyim, okurları huzursuz dünyalara davet ediyor.

İçindekiler,

XX’in Erkek Kardeşiyim …………………………………………… 11
Negde ……………………………………………………………………. 25
Soyunun Son Üyesi ………………………………………………….. 29
Centilmen Ve Kertenkele ………………………………………….. 35
Agnes …………………………………………………………………….. 39
Aseptik Oda ……………………………………………………………. 45
Mirasçı …………………………………………………………………… 47
Meçhul Bir Kadının Portresi ………………………………………. 51
Siyah Dantel Vualet …………………………………………………. 55
Bronx’ta Bir Karşılaşma …………………………………………….. 59
Büyük Kafes ……………………………………………………………. 63
Ziyaretçi …………………………………………………………………. 71
Adelaide …………………………………………………………………. 75
Tropik Ülkeler …………………………………………………………. 79
Kedi ………………………………………………………………………. 83
Geçişim ………………………………………………………………….. 85
Adlar ……………………………………………………………………… 89
Asma Melek ……………………………………………………………. 95
Kusursuz Seçim ……………………………………………………… 101
F.K. ………………………………………………………………………. 105

XX’İN ERKEK KARDEŞİYİM

XX’in erkek kardeşiyim. Onun bir zamanlar şu sözünü ettiği çocuğum. Ve asla bahsetmediği yazarım. Bu konuya sadece değindi. Siyah defterime değindi. XX beni yazdı. Hatta evimizdeki sohbetleri anlattı. Ailedeki sohbetleri. Soframızda bir casus olduğunu nasıl bilebilirdim. Evimizde büyük bir casus yaşadığını. O casus, kız kardeşimdi. XX benden yedi yaş büyük. Annemi, annemizi, babamı, babamızı ve beni inceliyormuş. Ama ben onun bizi, hepimizi incelediğini fark etmemiştim. Sonra gidip bizi etrafta anlattığını da. Sekiz yaşındaydım, bir gün büyükannem büyüyünce ne yapmak istediğimi sordu. Ben de ölmek istiyorum diye yanıt verdim. Büyüyünce ölmek istiyorum.

Erken ölmek istiyorum. Yanıtımın kız kardeşimin çok hoşuna gittiğini sanıyorum. Onunla geç tanıştık. Aşağı yukarı ben sekiz yaşındayken. Daha önce aramızda neredeyse hiç konuşmazdık. Benim biraz otistik olduğum söyleniyordu ama bu doğru değildi. Ben konuşmamayı yeğliyordum. Doğrusu kız kardeşim de bizleri incelemeyi yeğliyormuş. Onun için de sustuğum sürece benim hakkımda hiçbir şey söyleyemedi. Susan, rahatsızlık vermeyen, neredeyse görünmez olmaya çalışan bir kardeş hakkında ne söyleyebilirdi ki? Konuşmazdım çünkü amacım ailede görünmez olmaktı.

Casus bir kız kardeşten, sıkı kumarbaz bir anneden, duyarlı ve dalgın bir babadan oluşan ailemizde. Bu arada duyarlı insanların dalgın olduğunu da hemen belirtmek isterim. Bu tip insanlar başkalarını hiç umursamazlar. Duyarlı ya da –sanki çok büyük bir erdemmiş gibi– duyarlı olarak tanımlanabilecek denli duyarlı görünen insanlar, başkalarının acılarına karşı duyarsızdırlar. Ama şimdilik acıdan söz etmek istemiyorum. Sadece kız kardeşime, casusa ve kendime değinmek istiyorum. Bu öyküme bir başlık bulmam gerekiyor. Erkek kardeş. XX’in erkek kardeşi. Dağları sevmeyen bir insan. Bir dağın tepesindeki bir okula gönderildi. Okul kayaklıklara bakıyordu. Hiç ağaç yoktu. Bol dönemeçli dar bir yoldan dağın tepesine ulaşılıyordu. Dönemeçlere hızla girmek eğlenceliydi. Aşağısı uçurumdu. O zamanlar araba kullanmazdım, çocukluk çağındaki kardeştim. O okulda, fazla uzun kalmasam da, koskoca bir yıl geçirdim. Pencereden bakardım.

Kayalıklar ve aşağıda ters dönmüş üçgenler gibi duran sivri ve dar uçurumlar. Gördüğüm her şey ters dönmüştü. Her şey baş aşağıydı. Tıpkı düşüncelerim gibi. Bir gün kız kardeşim XX üstü açık bir MG’yle ziyaretime geldi. Dönemeçlere hızını artırarak giriyordu. Bunun eğlenceli olduğunu söyledi. Parmak uçları kesik eldivenlerini çıkarırken. Bir taşın üzerine oturduk. Bana şefkatle bakıyordu. Bir an önce çekip gitmek istiyordu. O zamanlar sayısız erkek arkadaşı vardı. Randevuları çoktu. Büyük bir olasılıkla, beni ziyarete geldiğinde benim dışımda aynı saatte sevgililerinden birine de randevu vermiş olurdu. Bir elini omzuma koyuyor. Az kaldı. Yıl sonunda gelip seni alacağım, eve döneceksin, diyor. O sivri gri taşlar arasında otururken birbirimizi sevdiğimizi hissediyordum. Başka bir şey yoktu evrende. Bir ev vardı sadece; o pazar günü benim dışımdaki çocuklar orada uyuyakalmış gibiydi. Kuşlar da, kargalar da, tilkiler de uyuyordu, korkunç bir uyku, son ve sonsuz bir uyku havası vardı. Sadece o ve ben uyanıktık.

Erkek kardeş uyanık. Kız kardeş XX uyanık. Kız kardeş güzeldi. O pazar, akşamüstü, taşların arasında birbirimizi sevdiğimizi hissederken, onun üstündeki giysisini de sevdiğini hissediyordum; pazar gününe yaraşır spor, kareli, erkek tipi bir gömlek giymişti, düğmeli bir yakası vardı, kollarını dirseğine kadar yukarı kıvırmıştı, dar pantolonu bataklık ya da çamurlu sonbahar rengi ya da çürük yaprak rengi diye tanımlanabilirdi. Patlıcan rengi mokasen ayakkabısının bandına metal para yerleştirilmişti. Kolunda da ince, küçük ve yuvarlak safir taşlı altın bir bilezik vardı. Doğrusu, dağın tepesindeki evde hapsolmuş olsam da gömlek giymeyi ben de severdim.

O gün de mavi, şık bir gömlek ve kadife pantolon giymiştim, rengi kız kardeşim XXX’in pantolonunun rengiyle aynıydı, neden bilmiyorum ama adını yazmak için bir X yetecekken başka X’ler ekliyorum. Bunun için sizden özür dilerim. Pantolonlarımız neredeyse aynı renkti, benimki biraz daha koyuydu çünkü kahverengiyle mavi birbirine uyan renklerdir. Renklerimiz, giysilerimizin ve tenimizin rengi, biraz iç karartıcı gri taşların yanında güzel, küçük bir tablo oluşturuyordu. Kız kardeş ve erkek kardeş birbirlerini seviyorlar. Okul arkadaşlarım sonsuz uykuya dalmamış olsalardı böyle söyleyebilirlerdi. Oysa o gün de kız kardeşim XX gizlice beni gözlüyordu. Bakın ne yazmış. Kardeşini okulunda ziyaret etmiş (okulun adını da belirtmiş ama ben belirtmek istemiyorum), o kadar üzülmüş, o kadar mutsuz olmuş ki boğazı düğümlenmiş, boğazı sözümona düğümlendikten sadece birkaç dakika sonra yazmış ki: yok Ben –büyük harfle yazıyorum– üzgünmüşüm, yok ölmek istiyormuşum.

Artık o ıssız yerde kalmaya katlanamıyormuşum. Sonra kardeşinin hüznünü aktarabilmek için o ıssız yeri tanımlamaya, anlatmaya başlamış ve şiirsel bir tablo çıkmış ortaya. Çünkü yalnızlık ve hüzün birbirine uyar. Tıpkı o gün giysilerimizin, en azından renklerinin taşlara uyduğu gibi. Bu arada sözde hüznüme de değinmedim. Ben o gün hüzünlü müydüm? Hayır, hüzünlü değildim. Hüzünlü olmadığım tek gün o gündü. Çünkü kız kardeşim ziyaretime gelmişti. Çünkü dönemeçlere hızla giriyordu. Çünkü MG’si o manzarada güzel duruyordu. Çünkü dünyada yalnız olmadığımı hissettirmişti bana. Ben kendimi dağın tepesindeki o okulda her gün yalnız hissederdim.

Kabul etmem gerekir ki o tepede yalnızlık çekerdim. Bunu bu şekilde ifade etmenin gülümsemeye neden olacağını biliyorum. Ama yalnızlığın hayattaki en kötü şey olduğunu düşünmüşümdür her zaman. Bunu o gün kız kardeşime söyledim. O yalnızlığı sevdiğini söylüyordu. Ama her gece dışarı çıkıyor, geç saatlerde, rimeli akmış vaziyette dönüyordu. Ben, o eve girene kadar uyumazdım. Hanımefendi eve dönene kadar hiçbirimiz uyumazdık. Onun bu kadar sık dışarı çıkmasından hiçbirimiz hoşlanmıyorduk. Benden yedi yaş büyüktü. Ona yalnızlıktan söz ettiğim sırada uzaklara, yalnızlığımızı çevreleyen dağlara bakıyordu, sanki sonsuzlukta ya da dağ tepelerinin çizgilerinde bir yanıt arar gibiydi; akşam olmak üzereydi, tepeler yavaş yavaş kararmaya başlamıştı, akşamüstü şaşırtıcı bir hızla, yılın tüm akşamüstülerinden daha çabuk geçmişti. Sonunda ağır bakışını saatinin akreple yelkovanına çevirdi. Ben ona yalnızlıktan söz ederken o saatine bakıyordu. Oldukça yassı, Longines marka, altın saatine. Böylece saatin büyük ibrelerinin, bir tür kıyamet günü gibi karşıdaki dağa yansıdığını gördüm. İbrelerin biri sağda, diğeri ise neredeyse düz durmuş, veda saatini gösteriyorlardı. Eğer bir dağ saatleri gösterirse, gerçekten bitti demektir. Zaman doldu. Erkek kardeş ile kız kardeşin bir birlerini sevdikleri süre doldu. Sırtlarında şık giysileriyle. Giysiler birbirine benziyor. XX’in elbiselerine karşı her zaman anlayışlı olmuşumdur. Ayakkabılarına. Eldivenlerine. Özellikle de gömleklerine. Beyaz gömleklerine.

Biraz dardılar. İlk düğmelerini iliklemezdi. Onun o günkü yaşına geldiğimde, aklımda sadece yalnızlık düşüncesi olduğunu hissettiğim halde, lacivert paltomu son derece önemserdim. Ailem usta bir İtalyan terzinin diktiği o lacivert paltoyu ne kadar sevdiğimi bilir, benim mutlu bir genç olduğumu düşünürdü. Çünkü bir de koyu yeşil Mini Morris’im vardı. Bir mahkeme salonunda söyleyebilecekleri gibi, giysiler çeşit çeşit hüzün suçunun ahlak kılıfı olmuştur. Erkek kardeş –ben– o korkunç yalnızlık duygusunu bir paltonun ve Mini Morris’in arkasına gizliyordu. Kız kardeşim XX’te, henüz söylemedim ama tuhaf bir şeyler vardı. Göründüğünden daha az eğleniyordu.

Gizlice ve sürekli gözetleyip dinlediğine, ya da yazar, yani sanatçı olmak istediğine ya da en mutlu en mutsuz kimin olduğunu görmeye çalıştığına, hatta bu konuda yarıştığına göre öyle olmalıydı. Oldukça anlamsız terimlerdir bunlar. Ama yine de sözcüklere itibar etmek gerek. En azından anlamlarına az çok benziyorlarmış gibi yapmak gerekir. Muğlak anlamlarına. Anne ve babamdan, o ikisinden söz etmek istemiyorum çünkü bu bir erkek kardeşin, daha doğrusu benim, ve bir kız kardeşin, daha doğrusu şu casus kardeşin öyküsü. Sözünü etmek istemediğim o iki insan yan yana oturup televizyon izliyorlar, yan yana yürüyorlar, büyük bir yatakta birlikte uyuyorlar. Az zaman arayla öldüler ve ölümlerine bizi hazırlayamadılar çünkü aceleci ya da biraz sabırsız davrandılar. Böylece kız kardeşimle o kocaman evde yalnız kaldık. Konuştuğum zaman kız kardeşim beni aşırı bir dikkatle dinliyor. Gözucuyla bakıyor. Belki de benim öykümü yazıyor, henüz annem ve babam gibi ölmedim. İkisinden birinin kız kardeşim yüzünden öldüğü kuşkusunu hep içimde taşıdım. Ayrıca ben anne ve babaların her zaman evlatlar yüzünden öldüğünü düşünüyorum. Her zaman bir başkası yüzünden ölünür. Yüzünden demek doğru mu bilmiyorum ama başkaları için ölünür. Belki, başkalarının iyiliği için demek daha doğru olur.

Ders çalışıyorum, lise bitirme sınavlarına hazırlanıyorum, kız kardeşim sürekli odama giriyor. Ders mi çalışıyorsun? diyor. Bu arada ben kitaplara gömülmüşüm. O dışarı çıkmak istiyor. Ve kesinlikle liseyi bitirmem gerektiğini söylüyor. Şöyle önemli, böyle önemli diyor. Liseyi bitirmemin önemli olmasına sinirleniyorum. Önemli olan her şey beni sıkıntıya sokar. Hiçbir şey önemli değildir, diye düşündüğüm sürece her işi başarıyorum. Lise bitirme sınavlarını da başarırım. Ama beni önemleriyle boğacak derecede önemli sınavlarsa başaramam. Kız kardeşim XX diretiyor. Lise bitince üniversiteye gitmeliyim. Üniversite mezunu olmalıyım. Bu önemli. Sınavların önemi, hayatta başarılı olmanın önemi, üniversite diplomasının önemi, yaşamanın önemi üzerine konuşmayı bitirdiğinde kendimi tükenmiş bir adam olarak hissediyorum. Önemlilik beni tamamen ele geçirdi. Beni yok etti. Yok ediyor. O, kız kardeşim XX, odadan çıkıyor. Kitaplarla, masayla yalnızım yeniden ve kendimi, daha yeni susmuş sesin erkek kardeşini görüyorum, kendimi bir yerlere asmak için büyük bir istek duyuyorum. Kendi kendime yardım etmek için bir kez daha yalnızlığı, varlığımı çevreleyen yalnızlığı düşünüyorum. Ve bende her zaman büyük sıkıntı ve korku yaratan bu düşünce, hayatta başarılı olmanın öneminin yanında neredeyse hafif kalıyor. Sözcüklerin bir ağırlığı vardır. Önemlilik yalnızlıktan daha ağır. Bununla birlikte yalnızlığın daha kötü olduğunu biliyorum.

Ama hayatta başarılı olmanın önemi bir idam ipidir. Evet, idam ipinden başka bir şey değildir. Gece uyuyamıyorum, birileriyle konuşmak istiyorum. Saat dört. Kalkıp kız kardeşim XX’i aramaya gidiyorum. Oda boş. Hafif bir parfüm kokusu, yerde bir sürü ayakkabı. Bir seçim yapmakta güçlük yaşanmış olabilir. Sayısız ayakkabıya bakıyorum. Eve tek başlarına geri dönmüş gibi duruyorlar. O topuklu ayakkabıların sahibi belki bir kazaya karıştı ve eve dönemiyor. Ama dönüş yolunu bilen ayakkabılar odaya geri geldiler. Bu arada şu yalnızlık duygusu yeniden içimi kaplıyor. Kız kardeşim XX yok. Başına bir şey gelmiş olabileceğini düşünmeye başlıyorum. Çünkü ayakkabıları tek başlarına geri dönmüşler. Bütün hastaneleri ve polisi arıyorum. Bulamıyorum.

Yatağının üzerine oturuyorum. Birkaç saat sonra geliyor ve bana yatağının üzerinde ne yaptığımı soruyor. Fark etmemiştim ama ayağımda onun ayakkabıları vardı. Yemin ederim ben giymedim o ayakkabıları. Onlar, şu kırmızı olanlar beni ele geçirdi. Kız kardeşim ayakkabılarını çıkarıyor, hemen dolaba koyuyor. Ders çalıştın mı? diye soruyor. Eczacı beni tanıyor. İstediğim ilaçları hemen veriyor. Uyku ilaçlarını da. Doğrusunu isterseniz çocukluğumdan beri uyku ilacı alıyorum. Evde herkes uyku ilacı alıyor. Dördümüz birden. Başkaları meyve alırken biz uyku ilacı alıyoruz.

Aileler genellikle çocuklarına meyve alırlar, bizde uyku ilacı alınır. İçimizden birinin uyuyamayacağını annemin aklı almıyordu. Evlatlarının uyuyamayacağını. O nedenle bizi erken yaşlarda uyku ilacına alıştırdı. Böylece sabahları evimizde büyük bir sessizlik olurdu. Yıllar geçtikçe sessizlik daha da büyüdü. Sessizlik çok yer kapladı. İşte onun için yine yalnızlığımın konusu açılıyor ve ben bunu dile getirdiğimde kız kardeşim fırsatı kaçırmadan kendimi yalnız hissettiğimi yazı yor. Ve çaresiz hissettiğimi. Abartmaya başlıyor. Önce yalnızlığımı dile getiriyor. Sonra hüznümü. Sonra çaresizliğimi.

Tükenmemi istediğini biliyorum. Çaresizlikten sonra ne vardır? Kız kardeşim onu bekliyor, tıpkı nöbetçi kulübesindeki bir bekçi gibi. Çaresizliğin altındaki katmana inmemi bekliyor. Eğer söz konusu bir inişse. Camların arkasında durmuş inceliyor, ısrarla öğütlerde bulunuyor, gözetliyor. Kız kardeşim XX’i tanımlamak için başka sözcük yok. Yazarlık yaptığım zamanları anlatıyor; kendisinden önce yazarlığa başlamışım; tabii kendisi gerçekten yazar olabildi mi bilemem, asla da bilemeyeceğim. Onun geleceği beni fazla kaygılandırmıyor. Onu ise benim olmayan geleceğim ilgilendiriyor. Bendeki gelecek eksikliği. Bitirme sınavlarını parlak bir şekilde geçmiş olsam da.

En yüksek notlarla. En yüksek notlar ve kız kardeşimin düş kırıklığıyla. Yazarlık dönemimde, siyah, dördüncü not defterimin başlığı “Şiirler, Melodiler, Yazarın Öyküleri”ydi; solda yazılı olan adımın altına çarpık bir ağaç çizmiştim, tıpkı bir mezar taşı gibi, ama bunun sonradan farkına vardım; bir de tarih atmıştım, 1954. Sekiz yaşındaydım, büyüyünce ne yapacağıma karar verdiğim yaştı bu, kız kardeşim XX bunu hemen başkalarına anlatmıştı. O kararı, yaşamıma son verme kararını alırken bu konu hakkında asla bu şekilde konuşmazdım ama kendimi anlattığım için uygun cümleler kullanmaya çalışıyorum. Neye uygun? Casus kız kardeşime.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Tanrı Korkusu ~ Fleur JaeggyTanrı Korkusu

    Tanrı Korkusu

    Fleur Jaeggy

    “Çiçeklerin sonu insanlardan farklı değildir, çürümekten kurtulamazlar.“ Susan Sontag’ın “harikulade, göz kamaştırıcı, yabani” olarak nitelendirdiği Fleur Jaeggy, Tanrı Korkusu’nda okurun karşısına birbirinden tekinsiz yedi öyküyle...

  2. Disiplinli Güzel Günler ~ Fleur JaeggyDisiplinli Güzel Günler

    Disiplinli Güzel Günler

    Fleur Jaeggy

    Savaş sonrasının İsviçre’sinde geçen bu tekinsiz romanın başlangıç cümlesi alabildiğine basit ve saftır: “On dört yaşındayken Appenzell’de bir okulda yatılı öğrenciydim.” Gelgelelim söz konusu...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kutsanmış Kan (Kan Günlükleri Serisinin 1. Kitabı) ~ Samantha YoungKutsanmış Kan (Kan Günlükleri Serisinin 1. Kitabı)

    Kutsanmış Kan (Kan Günlükleri Serisinin 1. Kitabı)

    Samantha Young

    Eden bir “Kutsanmış”, Ankhların deyimiyle bir Ruh Yiyici’dir. Kutsanmışlar, insanların ruhlarıyla beslenerek hayatta kalabilen canlılardır ve bunu ilk yaptıklarında bir insanın ruhunu tamamen almaları...

  2. Alaycı Kuş ~ Suzanne CollinsAlaycı Kuş

    Alaycı Kuş

    Suzanne Collins

    AÇLIK OYUNLARI’NIN NEFESİNİZİ KESECEK 3. KİTABI Bütün engellere rağmen, Katniss Everdeen Açlık Oyunları’ndan iki kez sağ çıkmıştır. Ama şimdi kanlı arenadan sağ çıkmayı başardığı...

  3. 80 Gün Tutkunun Rengi ~ Vina Jackson80 Gün Tutkunun Rengi

    80 Gün Tutkunun Rengi

    Vina Jackson

    Alışkanlık yapan serinin ikinci kitabı sürprizlerle dolu ve kesinlikle daha cesur… İki yabancı… Tutkunun yönettiği, kalp atışlarını hızlandıran bir ilişki… Kurallara uymaya hazır mısınız?...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur