Varoşlarda, köylerde, kasabaların kenar mahallelerinde nefes almaya çalışan, kendilerinden beklenen rollere sığamadıkları için deli, cinli diye yaftalanan, farklılıkları nedeniyle toplumun kenarına itilen kadınlar. İçleri vesvese, içleri ölüm ve yaşam dolu, tıpkı doğa gibi…
Ülkü Oktay, ilk öykü kitabı Vesvese’de “tuhaf” kadınların öykülerini anlatıyor. Her öykü bir kadının ağzından bambaşka bir kadının yazgısını dillendirirken, hiçbiri birbirine benzemeyen karakterler, yazarın sinemacı yönünün de katkısıyla, capcanlı karşımızda beliriyor. Tekinsizlik ve kasvet satırlara sinerken ince bir mizah damarlara yürüyor. Kenarda bir çiçek açıyor, karanlık sularda balıklar yüzüyor.
İÇİNDEKİLER
Gülsüm’den
Satı………………………………………………….. 9
Sevda’dan
Small ………………………………………………. 17
Cennet’ten
Vesvese …………………………………………… 23
Fidan’dan
Dua …………………………………………………. 31
Hülya’dan
Saklambaç……………………………………….. 37
Dilek’ten
Kalpler ……………………………………………. 41
Gülcan’dan
Taş ………………………………………………….. 45
Serpil’den
Kapının Önünde …………………………….. 57
Kevser’den
Annemin Hikâyesi ………………………….. 61
Nermin’den
Orfoz ………………………………………………. 67
Gülsüm’den
Satı
Benim ilk çocuğum ölü doğdu. İkinciye gebe kaldım, çapaya gitmiştim, kan geldi orada, Saliha vardı yanımda, “Kız düşürmüşsün sen,” dedi. Bir daha gebe kaldım, gene düştü. Sonra bir daha gebe kaldım, bu sefer kaynanam da korktu, beni hiç işe koymadı, yedirdi, içirdi, bir güzel semirdim ben, düşmedi. Bir gece suyum geldi, Mahmut koştu, ebeyi getirdi, doğum çok zor oldu, sabaha kadar ben uludum, Karabaş uludu.
Sonra doğdu bebek, ebe kordonu kesti, verdi bana, yüzünü bir gördüm, korktum. “Benim mi bu?” dedim, ebeye geri verdim. Ebe de yazık, ne yapacağını şaşırdı. Yanıma geldi, su içirdi, “Çok yoruldun, ondan,” dedi. Sonra gene getirip kucağıma koydu, gözümden yaşlar geliyor ama nasıl ağlıyorum, “Ben bunu mu doğurdum?” diye.
“Allah allah, ne var, bebek işte!” diyor ebe.
“Kız bunun bir gözü bana bakıyor, bir gözü sana, aynı Sarman’ın yüzü bu, Sarman’ı mı doğurdum ben?”
“Sarman, sarı Sarman’ım benim,” diye severdim. Bir ben çağırınca gelirdi, başka kimseye gitmezdi, zorla alanı da tırmalardı. Yemekten artanları verirdim, ne zaman vereceğimi bilir, o vakit kapıya gelirdi. O da bana kuş, fare, ne yakalarsa onu getirirdi. Bal sarısı gözlerinin biri bana baksa öbürü başka yana bakar, insanın içi bir tuhaf olurdu. Ama severdi beni. Köyde bir beni sever, bir benim kucağıma gelirdi.
Mahmut bebeği görünce önce bir yadırgar gibi olsa da sonra hemen alıştı. Adını “Satı” koydu; onca düşükten, ölü doğumdan sonra yaşasın diye. Satı günden güne iştahlandı, kanlı canlı bir bebek oldu. Bir gözü bir memede diğeri öbüründe, bıraksan ikisine birden saldıracak; tek seferde mememin içindeki bütün sütü çekip alırdı. Dişleri çıkınca ısırmaya başladı, memelerimin ucu koptu kopacak, dişleyip bir de bana bakardı ne yapacağım diye.
Kaynanam, “Mahmut da aynı böyle emerdi, kaç kere koparayazdı benimkileri, iştahı yerinde ya, sen ona bak,” derdi. Ama sanki bana garezi vardı, incecik jilet gibi tırnaklarını etime takıp mememi dişler, çığlık çığlığa bağırtırdı. Ben bağırdıkça güler, hoşuna giderdi resmen. Mahmut da, “Ne bağırıyorsun el kadar bebeye,” diye bana kızardı. Mahmut’u görünce çenesini titrete titrete bir ağlardı ki benim de o zaman içim eriyiverirdi, ufacık bebe işte. Sonra gene dişler, pençe gibi tırnaklar.
Büyüdükçe, baba kız pek düşkün oldular birbirlerine, bir oyunlar bir oyunlar… Mahmut elleriyle yüzünü kapatıp “ce-e” yapıyor, bu katıla katıla gülüyor, ben yapıyorum aynısını, bir göz kapıda bir göz bacada, ha varmışım ha yokmuşum, umursamıyor. Biraz daha büyüyünce Mahmut çoraplardan top yaptı, yerde onu birbirlerine yuvarlıyorlar, benim de canım çekiyor, gidip yanlarına oturuyorum, “Bana da atın,” diyorum, bir gözü babada bir gözü bende, ikimize de gülüyor, hah bu sefer bana atacak derken yine babaya yolluyor. Mahmut’un da değme keyfine! Sonra her akşam saklambaç başladı, bu hep somyanın altına saklanıyor, Mahmut arıyor da arıyor zaten bir oda evi. “Satı neredeymiş? Annesi gördün mü? Perdenin arkasında mıymış? Değilmiş. Yastığın arkasında mıymış? Değilmiş. Yoksa somyanın…”
Bir seferinde Mahmut ararken somyanın altında nasıl cilvelenip kikirdiyor, Mahmut da hoşuna gidiyor diye her yere üçer beşer kere bakıp bulamıyor da bulamıyor. En son, “Somyanın altında mıymış?” deyip somyanın eteğini bir kaldırdı, Satı elinde bir fare, bize bakıp kıkır kıkır gülüyor. Mahmut fareyi görünce korktu, geriye sıçrayıverdi, meğer koskoca adam fareden korkarmış. Ben alıp attım avludan dışarı. Kaynanam da, “Aynı bizim Nurettin’in çocukluğu, o da fareleri tutup tutup eve getirirdi,” diyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıVesvese
- Sayfa Sayısı68
- YazarÜlkü Oktay
- ISBN9786057728562
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Esir Sözler Kuyusu ~ Sema Kaygusuz
Esir Sözler Kuyusu
Sema Kaygusuz
“Yumurta büyüklüğünde olduğuna inandığım bir tutku taşıyorum göğsümde. Pelür bir zarla koruyabiliyorum onu. Şükürler olsun, koçbaşlarla saldıran soruların yıkıcı etkisine, onca narinliğine karşın dayanabiliyor....
- Benim Hüzünlü Orospularım ~ Gabriel Garcia Marquez
Benim Hüzünlü Orospularım
Gabriel Garcia Marquez
Kolombiyalı yazar, bu kitapta 90 yaşındaki bir adamla 14 yaşında bir yeniyetmenin ilişkisini anlatıyor… “Doksanıncı yaşımda, kendime bakire bir yeniyetmeyle çılgınca bir aşk gecesi...
- İki Hovarda Öykü / Yarın Yok – Aşk Yuvası ~ Jean François de Bastide, Vivant Denon
İki Hovarda Öykü / Yarın Yok – Aşk Yuvası
Jean François de Bastide, Vivant Denon
İki Hovarda Öykü, Jean-François de Bastide’in 1755’te yayımlanan “Aşk Yuvası” adlı öyküsü ile Vivant Denon’un 1777’de anonim bir şekilde yayımladığı “Yarın Yok”tan oluşuyor. “Yarın...