Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Versailles Tuluatı
Versailles Tuluatı

Versailles Tuluatı

Molière

Orhan Veli Kanık – Azra Erhat çevirisi ve Dikmen Gürün’ün açıklayıcı sunuşuyla…” Moliere’in bu klasik oyunu ilk kez 1944 yılında Orhan Veli Kanık ve…

Orhan Veli Kanık – Azra Erhat çevirisi ve Dikmen Gürün’ün açıklayıcı sunuşuyla…”

Moliere’in bu klasik oyunu ilk kez 1944 yılında Orhan Veli Kanık ve Azra Erhat’ın ortak çevirileriyle dilimize kazandırıldı. Elinizdeki kitap özgün çevirinin bazı küçük düzeltmeler ve sadeleştirmeler yapılmış halidir.

Voltaire’in “Fransa’nın ressamı” olarak nitelendirdiği Moliére, 17. Yüzyılda Kral XIV. Louis’nin himayesiyle oyunlar yazıp sahnelemeye başlamıştır. Yazarın diğer eserlerinden farklı olarak, Versailles Tuluatı bir oyunun sahnelenme sürecini ele alır. İlginç bir şekilde, oyunun başkahramanı da Moliére’in ta kendisidir.

Moliere, daha önceki oyunlarında özellikle komediye ilişkin ilkeler üzerinde odaklaşırken, Versailles Tuluatı’nda oyunculuğa, oyuncular arasındaki ilişkilere ve oyunla yüzleşmeye önem verecektir.

Sunuş

DİKMEN GÜRÜN

Jean-Baptiste Poquelin (Molière) Paris’te 1622 yılında orta sınıf bir burjuvaa ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1636’da dönemin en iyileri arasında yer alan Cizvit okulu College de Clermont’a gönderildi. Dört yıl sonra hukuk tahsili yapmak üzere Orleans’a gitti. Eğitimini tamamlayıp tamamlamadığı kesin değil. Ama, 1643’te, Paris’te çalışmakta olduğu babasına ait döşeme mağazasını bırakarak on oyuncuyla birlikte L’Illustre Théâtre adlı topluluğu kurduğunu biliyoruz. Molière adını da bu süreçte alıyor sanatçı.

Topluluk önceleri Paris seyircisinin ilgisini çekmiyor ve ekipten kopmalar yaşanıyor. Üç yılın sonunda, bir turne tiyatrosu olarak taşraya çıkıyor L’Illustre Théâtre. On iki yıl taşrada geçiyor ve bu süreç Molière’e sadece oyunculuk alanında değil, yazar ve yönetmen olarak da pek çok şey katıyor.

Topluluk, gerek Molière’in yazdığı eserlerle gerekse oyunculuk tarzlarıyla ilgi çekmektedir artık… İlk oyunu L’Etourdi (Şaşkın) 1653’te Lyon’da oynanır. İkinci eseri Le Depit Amoureux (Küskün Aşıklar) 1656’da Beziers’de seyirciyle buluşur. 1656’da Anjou Dükü’nün himayesindedir Molière ve topluluğu. Artık Paris’e dönme zamanı gelmiştir. Dönerler ve Pierre Corneille’in (1606-1684) Nicomede’sini Louvre’da, GüneşKral olarak anılan, Kral XIV. Louis ve Kraliçe’nin huzurlarında oynarlar. Eserin sonunda, Molière tarafından kaleme alınmış kısa bir ara oyunun Kral tarafından çok beğenilmesi ve de topluluğun haftanın belli günlerinde Théâtre du Petit-Bourbon’da oynamasına izin verilmesi sanatçının önünü hızla açan olaylardan biridir. Bu arada, Petit-Boubon’un önemli bir özelliği, içinde sadece locaların değil, sıralardan oluşan bir parterin de bulunmasıdır. Halkın Molière komedilerine alkışları bu sıralardan yükselir sahneye. Molière parterdeki/mevkideki seyircilerin beğenisine verdiği önemi Kadınlar Mektebi’nin Tenkidi’nde Marki ve Dorante’nin atışmalarına yansıtır:

Marki — Ne idi o, mevkilerdeki halkın durmadan kâh kâh gülmeleri? Piyesin beş para etmediğine bundan iyi delil olamaz.
Dorante — Demek sen de Marki, mevkilerdeki halka doğru düşünmek hakkını tanımayan kibarlardansın. Sizler en güzel esere bile halkla beraber gülmeye razı olamazsınız!(1)

Bu atışma sadece Molière’in komedi anlayışı ile ilgili değildir. Paris’in burjuva özentilerine zekice bir göndermedir…

Petit-Bourbon Louvre’a dahil edilirken Kral, Molière’e Theéatre du Palais-Royale salonunda oynama izni verecek ve usta sanatçı burada, Kral’ın himayesinde, oyunlar yazacak, sahneleyecek, oynayacak ve başarısını perçinleyerek hem içinde yaşadığı döneme hem yarınlara seslenecektir.

1660-1670’lerde tiyatro hayli revaçta bir sanattır Fransa’da. Özellikle Paris’te, Hôtel de Bourgogne, Théâtre du Marais, Théâtre du Petit-Bourbon ve Molière ekibinin oynadığı Théâtre du Palais-Royale öne çıkan tiyatro binalarıdır. Elbette, genç Kralın Molière ve topluluğunu 1665’te himayesine alması da yöneticiler ile sanatçılar arasındaki güçlü ilişkilerin insanlığa ne tür kapılar açtığına dair önemli bir örnektir. Louvr’da, Saint Germain ve Versailles’da bu süreçte Sarayın himayesinde festivaller yapılmaktadır ve Molière de bu etkinliklerin önde gelen konuklarından biridir.

Molière, başrolde oynadığı La Malade Imaginaire’de (Hastalık Hastası) 4. temsilde sahnede rahatsızlanır ve 1673’te 51 yaşında vefat eder.

XVI. yüzyılda, Antik Yunan ve Roma kültürlerine duyulan ilgi Avrupa’da Rönesans’ın temellerini atarken, dramatik türler ve dramatik kurallar da tartışmaya açılır. Dönemin önemli isimlerinden ve Fransız Akademisi’nin başında bulunan Jean Chapelain (1595-1674) klasik kuralların önemini vurgularken bir oyunun izleyiciyi memnun etmesinden önce bu kurallara uyup uymadığı üzerinde durur. Aynı şey, resim ve müzik gibi sanat dalları için de geçerlidir. Aksi söz konusu olduğu durumda izleyenlerin o eserden zevk almış olmaları önemli değildir. Kaldı ki, yine Chapelain’e göre, neo-klasik kurallara uymayan bir yapıtın haz vermesi zaten düşünülemez. Akademi Başkanı, 1637’de, Pierre Corneille’in aynı yıl yazmış olduğu Le Cid adlı traji-komedisi üzerine yazdığı “Les Sentiments d’Academie Française Sur La Tragi-comedie du Cid” başlıklı makalesinde beyan eder bu görüşlerini ve sıkça Aristoteles’in Poetica’sı üzerinde durur. Pierre Corneille ise 1660’ta “Premier Discourse. De l’Utilite et des Parties du Poeme dramatiques” başlıklı makalesinde Aristoteles’in Poetica’sını tartışmaya açacak ve Yunan tragedyalarının ayak izlerini takip etmek zorunda olmadığını söyleyecektir. Hatta, bu bakışını genelleyecektir. Aynı şekilde, Horatius’un Ars Poetica’sını da sorgulayacaktır Corneille. Söz konusu tartışma dikkate değer saptamalar ve sorgulamalar içerir. Çağdaş eleştiri bağlamında yol gösterici unsurlar taşıdığı ileri sürülür.(1)

17. yüzyıl komedi alanında da verimli tartışmalarla dikkat çeker. Molière, eserlerinde neo-klasik kuralları göz ardı ederken komedinin yapısını değiştirir. Ortaya koyduğu sistem eleştirisi, Prof. Dr. Melahat Özgü’nün 1974 yılında Molière başlıklı makalesinde belirttiği gibi, onun yazarlık alanında izlediği çizgi, “yüksek komedi” anlayışının dışında; kıvrımlarla, dönemeçlerle ilerler.

“Molière’in zamanı, Roi Soleil (Güneş-Kral) diye adlandırılan XIV. Louis devridir. Molière, bu zamanın, bu çevrenin yazarıdır. Paris’in vie galant (ince yaşamını: kadınlar dünyasını) görür, sarayın içinde olup bitenleri izler; ilçelerden buraya gelenlerin parke taşlar üstünde nasıl yürüdüklerini gözlemler. […] Ama o devir yaşamının ancak bir yanıdır bunlar, öteki yanlarını bir işçinin, bir kölenin, bir subayın, bir memurun… nasıl yaşadıkları, her birinin bağımlı bağımsız durumları, Molière’den öğrenilmez. Neden? Çünkü o, çeşitli rollerle bir kültür tarihi değil, komedyalar yazmıştır. Zamanın askeri sivil koşullanmalarının portresini vermiş, devleti sorguya çekmiştir; onu, onamış değildir. […] Molière’in oyunlarında ‘bon sens’ (sağduyu) vardır. Bu ‘bon sens’ yaşama olanaklarını değiştirmek ister gibi görünürse de, yakından bakıldığında, bununla karışık dolaşık küstahlıkları yenmek istediği anlaşılır.”(1)

Molière, Ocak 1662’de beş perde olarak yazdığı Kadınlar Mektebi’nde kadın-erkek ilişkisini, evlilik kurumuna bu iki cinsin yaklaşımını, evlilikte yaş faktörünün önemini ve de aşkın inceliklerini irdelerken bu bağlamda yapılan yanlışları mantıksal bir bütünlük ve kıvraklıkla sahneye taşımıştır. Oyunu dilimize 1885 yılında Ahmet Vefik Paşa ve 1944’te Bedrettin Tuncel-Sabahattin Eyüboğlu çevirmiştir. Çevirinin önsözünde Bedrettin Tuncel, Kadınlar Mektebi temsilleri sanat kuralları, soylu düşünceler, ahlak ve din perdesi altında bir sürü saçma sapan eleştirilerin meydana çıkmasına sebep olmuştu” der. Dönemin ünlü eleştirmeni Boileau’nun oyunu izledikten sonra İşte hakiki komedi! Plautus ve Terentius artık geride kaldı sözlerini de alıntılar.(2)

Kadınlar Mektebi, 26 Ocak 1662’de Palais-Royale Tiyatrosu’nda Kral tarafından izlenir, beğenilir. Ama, Paris burjuvazisinin kendini beğenmiş yazarları, sükseli oyuncuları ve de Jansenistler, Company du Saint Sacrement gibi sofu gruplar aynı düşüncede değildirler. Kadınlar Mektebi’ni dönemin “yüksek komedi” (la belle comedie) anlayışına karşı çıkış olarak kınarlar. Molière’i adeta yerden yere vururlar. Bu konuda Orhan Veli Kanık’ın Tercüme dergisindeki saptamaları ilginçtir:

“[…] Kadınlar Mektebi namus hislerini rencide eder. Ama hangi namus? Daha doğrusu namus nedir? İnsanlar tabiat kanunlarının dışına çıkabilirler mi?

Cemiyet kanunları tabiat kanunlarına bağlıdır. Buna uymak istemeyen insan gülünç olur. Kadınlar Mektebi bu güçlüğü, gülünçlüğü ortaya koyar. Eseri gayri nezih bulan zamane burjuvazisi karşı taarruza geçer.

Salonlarda, reception oyunlarında hep Kadınlar Mektebi’nin dedikodusu edilir. Nihayet Molière’in de kafası kızar. Kadınlar Mektebi’nin Tenkidi diye küçük bir eser yazar (1663). Bu da bir komedyadır. Konusu, Kadınlar Mektebi’nin temsilinden dönmüş birkaç kişinin, kibar bir bayanın kabul salonunda, bu eser üzerindeki konuşmalarıdır. Müellif, kahramanlarından bir kaçını düşmanları gibi konuşturur. Düşmanları bir defa daha gülünç vaziyete düşerler. Zaten bu eserin, yani Kadınlar Mektebi’nin Tenkidi’nin mühim olan taraflarından biri de hem o devir burjuvazisinin, hem de Molière’in tiyatro anlayışlarını göstermesidir…”(1)

Sabahattin Eyüboğlu’nun 1944 yılında Türkçeye çevirdiği Kadınlar Mektebi’nin Tenkidi’nde Molière’in komedi anlayışını oyun kişilerinden biri olan Dorante şu sözlerle dile getirir:

“Şu kurallarınıza bayılıyorum vallahi; bunlarla cahillerin elini kolunu bağlıyorsunuz; kural diye bizi serseme çevirdiniz. İnsan sizi dinledi mi bu sanat kuralları içinden çıkılmaz birer sır haline geliyor. Oysaki bunlar sağduyunun, bu türlü eserlerden aldığımız zevki artırmak için bulduğu birtakım basit yollardır. Bunları vaktiyle bulan sağduyu bugün de, Horatius’la Aristoteles’in yardımı olmaksızın, kolayca bulabilir. Bana kalırsa kuralların kuralı sadece hoşa gitmektir. Bu amaca ulaşan bir tiyatro eseri en doğru yolu bulmuş demektir. Nasıl olur da bütün seyirciler bir eser karşısında aldanır? İnsan neden zevk alıp, neden almayacağını başkasından mı soracak?”(1)

Görüldüğü gibi, Dorante Molière’in komedi anlayışını savunmaktadır. Uranie ve Elise de onunla aynı görüştedirler. Marki, Climene ve dönemin saygın yazarlarından Lysidas’ın Kadınlar Mektebi üstüne yaptıkları kısır yorumları eleştirerek tiyatro sanatının ve de komedinin işlevi üzerinde dururlar.

Uranie — Ben kendi hesabıma, bu piyeste söylenen şeylerin hiçbirini üstüme almıyorum. Bu taşlamalar insanlığın kötü taraflarına, şahıslara değil. Ne diye böyle ortaya söylenmiş sözleri kendi üstümüze alıyoruz. Böyle bir dersten sadece kendi payımızı almaya bakalım. Kendimizden bahsedildiğini sanmaya ne lüzum var? Tiyatroda sahneye çeşit çeşit gülünç tipler konur; bunları kızmadan seyretmeli. Tiyatro, bütün insanlığın aynasıdır. İçinde ille de kendimi bulacağım diye uğraşmanın manası var mı? Ortaya atılan bir kusursa kızmak, onun kendinde olduğunu kabul etmek demektir […] Şüphesiz tragedi, iyi yazılmışsa, güzel bir şeydir; ama komedyanın da güzellikleri var. Birinin ötekinden daha kolay olduğunu da zannetmiyorum.(1)

Kadınlar Mektebi’nin Tenkidi ile aynı yıl, yani 1663’te yazdığı Versailles Tuluatı da yine Molière’in tiyatroya bakışını, komedinin ne gibi özellikler taşıması gerektiğini ve de oyunculuğa dair düşüncelerini yansıtır. Hatta, bu konular çevresinde detaylı bir resim çizer. Oyun Orhan Veli Kanık ve Azra Erhat tarafından 1944 yılında dilimize çevrilmiştir.

Bu arada, sırası gelmişken; Azra Erhat’ın 1981 yılında Yazko Çeviri dergisi yönetmeni Ahmet Cemal ile tercüme ve Tercüme dergisi üstüne yaptığı bir konuşmaya da kısaca değinmek isterim.

“Tercüme Bürosu’nda emek veren, bu emekle o günden bu güne kaç şairimiz, eleştirmenimiz, romancımız ve cümle yazarlarımıza yolu düzelten çevirmenler yararlı iş görmüşlerdir. Nesnellik içinde çalışmışlardır.”(2)

Azra Erhat ve Orhan Veli… Düşünce ve sanat dünyamızın bu iki önemli ismi özellikle Tercüme Bürosu’nun faaliyetleri kapsamında Türkçeye çevirdikleri klasik eserlerle bu dönem yapılan çalışmaları zenginleştirmişler, Hasan Âli Yücel’in sözleriyle Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi insan varlığının en müşahhas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin(…)(1) toplumla buluşması için önemli katkılar sunmuşlardır.

Versailles Tuluatı’nda merkezde olan oyuncular, oyunculuklar ve tiyatrodur. Prova için bir türlü toparlanamayan oyuncuların aralarında geçen atışmalar, hesaplaşmalar Versailles Tuluatı’nın özünü oluşturur. Oyun, Saray’da tiyatro salonunda geçer. Ekipte, oyunun yazarı, yönetmeni ve oyuncusu olarak Molière de yer almaktadır. Molière, neo-klasik kuralları yadsıyan tiyatro anlayışını oyun boyunca oyuncularla yaptığı konuşmalara taşır. Sanatçının sürekli olarak komedi anlayışını, oyuncudan beklentilerini dile getirmeye çalışması, ama sözlerinin öncelikle oyuncular, sonra da Sarayın işgüzar teşrifatçıları tarafından sıklıkla kesilmesi metindeki ironik diyalog örgüsünün çatısını çatar.

Topluluğun iddialı, ünlü ve hırçın oyuncusu Mll Bejart, Molière’e yönelttiği ve bir anlamda onu kışkırtmayı amaçladığı sorularıyla Kadınlar Mektebi dolayısıyla sanatçının muhatap olduğu saldırıları hatırlatır. Sanatçının bu saldırıların parodisini çıkartması gerektiğini vurgular. Çünkü ancak bu şekilde kendini beğenmiş burjuva çevrelerin ve onların yardakçılarının önünü kesebilecektir. Böylelikle kendi tiyatro anlayışını da ortaya koyacaktır.

“Ama sizden mademki konu olarak size edilen hücumları ele almanızı istediler, niçin o Tiyatrocular Komedisi’ni yazmadınız? Hani bize vaktiyle bahsetmiştiniz. Tam sırasıydı. Nasıl işimize yarayacaktı. Mademki size sataştılar, sizin de onlara sataşmanız için yol açtılar demek. Üstelik onların size dair yazdıkları oyun bir şeye benzemedi, hâlbuki sizin yazacağınız pekâlâ güzel olabilirdi. Çünkü bir aktörü güldürücü bir rolde taklide kalkışmak onu anlatmak demek değildir. Onun hayattan aldığı karakterlerin türlü halleri için kullandığı, ister istemez kullandığı, renklerle çizgileri aynen kullanmak demektir…”(1)

Abby Zanger Acting as Counteracting in Molière’s The Impromptu of Versailles (Versailles Tuluatı’nda Karşı Oyunculuk Olarak Oyunculuk) başlıklı makalesinde Molière’in kendisine yöneltilen eleştiri oklarının değil, “temsil” olayının incelikleri, oyunculuklar ve oyunculardan beklentileri üzerinde durduğunun altını çizmiştir. Zanger, Versailles Tuluatı’nın iki düzlemde geliştiğini ifade eder: İç düzlemde, bir türlü yapılamayan provalar çevresinde dönen tartışmalar söz konusudur. Dış düzlemde ise olaylar Molière’in Tiyatrosu ve Molière’in tiyatroya bakışı çevresinde dönmektedir.(2)

Oyunda dikkate değer bir husus Molière’in, kendisini aşağılamayı iş edinmiş olan dönemin ünlü ve de saygın addedilen yazarlara, oyunculara, eleştirmenlere karşı takındığı mesafeli tavırdır. Hatta ekibindeki sanatçıları onu “aptalca bir mücadele”ye itmeye çalıştıkları için kınayacaktır da ama tabii ki belli bir noktaya kadar. Saldırıların özel alana, kişisel yaşama kadar uzanması asla kabul edebileceği bir şey değildir Molière’in.

“[…] Ne eleştirilerine, ne de karşı eleştirilerine cevap filan verecek değilim. Piyeslerim hakkında ne derlerse desinler, eyvallah. Ne yaparlarsa yapsınlar. O piyesleri bizden sonra ellerine alsınlar, sahnelerine koymak için elbise gibi içini dışına çıkarsınlar, halkın hoşuna giden taraflarından, benim başarımı getiren şartlarından canları nasıl isterse öyle faydalansınlar; hepsine razıyım. Buna ihtiyaçları vardır. Geçimlerini sağlamaya yarayacak her şeyi elimden geldiği kadar seve seve yaparım. Yeter ki kendilerine verebileceğimle yetinsinler, fazlasını istemesinler. Nezaketin de bir haddi olmalı.[…] Halkı eğlendirebilirlerse vallahi memnun olurum. Yalnız, bütün bunlardan vazgeçiyorum ama hiç olmazsa onlar da geri kalanı bana bıraksalar. Bir de, duyduğuma göre, komedilerinde bana bir takım suçlamalarda bulunuyorlarmış. Bunu yapmamak iyiliğinde bulunsunlar bari. Böyle bir işe yeltenen efendiden nezaketle bunu rica edeceğim. İşte benden alacakları cevap bundan ibaret.”(1)

Sonuç olarak; Aralık 1662-Ağustos 1663 tarihleri arasında oynanan Kadınlar Mektebi bir yandan seyircinin yoğun ilgisini görürken, öte yandan kendilerini ‘kibar’ addeden bir kesim seyirci, oyuncu ve yazar tarafından şiddetle yeriliyordu. Bu yergilere cevaben Molière birkaç ay arayla iki tek perdelik oyun yazdı: Kadınlar Mektebi’nin Tenkidi ve Versailles Tu­luatı. Bir anlamda bu iki oyun birbirini tamamlıyordu. Birbirinin devamıydı. Kadınlar Mektebi’nin Tenkidi’nde diyalog örgüsü Molière’in komediye dair prensipleri üzerine odaklanırken, Versailles Tuluatı oyunculuğa dair eleştirilerle yüzleşmesini, hesaplaşmasını içeriyordu sanatçının. İşte bu nedenle, ‘Önsöz’de her iki oyundan birlikte söz etme gereğini duydum.

Voltaire’in “Fransa’nın ressamı” olarak tanımladığı Molière’in tiyatroya, komedi sanatına ve insana bakışını Remzi Kitabevi’nin Versailles Tuluatı’nın yeni baskısıyla bir kez daha gözlemlerken Orhan Veli Kanık ve Azra Erhat’a da selam ederim.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Oyun-Tiyatro
  • Kitap AdıVersailles Tuluatı
  • Sayfa Sayısı72
  • YazarMolière
  • ISBN9789751421548
  • Boyutlar, Kapak134x198 mm, Karton Kapak
  • YayıneviRemzi Kitabevi / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kibarlık Budalası ~ MolièreKibarlık Budalası

    Kibarlık Budalası

    Molière

    Moliere oyunları, geçen yüzyılın ortasına kadar insan zaaflarının, takıntılarının eleştirisi olarak yorumlandı. Klasik eleştiri için zamandışı, tarihüstü, akla, doğal olana aykırı sayılan bu aksaklıkların,...

  2. Cimri ~ MolièreCimri

    Cimri

    Molière

    Cimri, temanın, karakterlerle ve yan öğelerle ustalıkla desteklendiği, oyuncuların sahnede yer değiştirmelerinden vücutlarının hareketine kadar her şeyin incelikle düşünüldüğü bir başyapıttır. Molière, Cimri’de trajik...

  3. Hastalık Hastası ~ MolièreHastalık Hastası

    Hastalık Hastası

    Molière

    Molière kahramanlarında onların doğal dengelerini bozan, mantıklı davranmalarını engelleyen, karşı koyamadıkları eğilimlerin akıntısında gülünç duruma düşüren takıntılar, kusurlar bulunur. Hemen hepsi, başlangıçta “doğal”, “mantıklı”...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Fazilet Eczanesi ~ Haldun TanerFazilet Eczanesi

    Fazilet Eczanesi

    Haldun Taner

    Haldun Taner’in, “Eczanenin Akşam Müşterileri” (1952) adlı öyküsünden yola çıkarak yazdığı “Fazilet Eczanesi”, çok katmanlı sosyo-kültürel özellikleriyle, dik başlı ama insancıl Saadettin Bey ve...

  2. Elektra ~ SophoklesElektra

    Elektra

    Sophokles

    Klasik Yunan tragedyalarının olduğu gibi “Elektra” tragedyasının seyircisi de, kraliçe Klytaimnestra’nın, donanmasından rüzgârı esirgeyen tanrılara öz kızı Iphigenia’yı kurban eden Agememnon’dan korkunç bir intikam aldığını ve sonrasını bilmekteydi.

  3. Kont Öderland ~ Max FrischKont Öderland

    Kont Öderland

    Max Frisch

    Hiçbir zaman yerine getirilmeyen ve bu yüzden de iktidar devralmayı hep bir ilerleme olarak göstermeye yarayan bir sürü laf ve büyük vaat vardır.Devasa bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur