Yeryüzü belki geleceğe dair en umutsuz dönemini yaşıyor.
Bu ülkedeki, bu gezegendeki insanlar arıza vermeye başladı!
Birilerinin kurguladığı berbat bir senaryonun içinde saf saf oynayan aktörler olduğumuzu keşfediyoruz yavaş yavaş. Ve öfkeliyiz.
Keyifler kaçık, tepeler atık! Uçlarımız sivrildi, birbirimize batıyoruz. Hepimiz, ne demekse, “öteki tarafa”, gıcığız!
Ve en mülayim olanımız bile bizleri bu hale getirenleri bir eline geçirse, son yılların en popüler protesto gösterisindeki gibi, ayağından pabucunu çıkarıp kafalarına atıverecek! De, edebinden yapmıyor!
Hala inanıyorum ki son gülen ve de en gevrek gülen, bu silahsız, işinde gücünde, sakin, ahlaklı, kibar, sessiz çoğunluklar olacak.
Dolayısıyle bu kitabın kapağı aracılığıyla, kitabı alanlar adına, yani vekaleten, hali pür melalimize katkısı olan bütün kifayetsiz muhterislerin alnının ortasına, ayakkabımı “çtooong” diye fırlatıyorum!
Mizah en iyi silah, en iyi ilaç…
Son yılların popüler deyişiyle “Velev ki” ciddiyim, “Velev ki” ıskalamadım ve pabuç tam “yerine” ulaştı!
Heheheheheh! Siz var ya siz!
Düşüncesi bile içinizin yağlarını eritti değil mi?!
O zaman artık biraz gevşeyip gülebiliriz.
İyi okumalar!
30 bin feet yükseklikte “bebe terörü!”
Hiçbir pedagogun bu gerçeği bilmemesi enteresandır ama kanımca bütün bebek ve çocuklarda klinik düzeylerde uçma fobisi vardır! Dolayısıyla sabilerin “uçak ağlaması”, yeryüzü ağlamalarının desibellerce üstünde, daha tiz bir perdeden, aralıksız, çığlıklarla süslü ve daha agresif seyreder!
Genel olarak dirayetli, zorluklarla başa çıkan, hatta problem çözmede becerikli bir kişilik olduğum söylenir.
Hayatımda sadece birkaç defa kendimi ağlamaklı olacak kadar çaresiz hissettim. Biri birkaç hafta önceki uçak yolculuğuma denk geliyor!
Sallantı, türbülans. fırtına, bana vız gelir tırıs gider. Ancak arka ve/veya yan koltukta ağlayan bir bebeye denk geldiysem, uçağın acil iniş yapması için dua edecek bir in
Tıpkı uçak yolcularının yüzde sekseni gibi.
Bu istatistiki bir sonuç değildir. Kendi ampirik gözlemlerimle, uçakta ağlayan çocuk olduğunda diğer yolcuların yüz ifadesi ve uflamalarından çıkarttığım bir neticedir!
Çocuk ağlamaları ikiye ayni ir:
Normal ağlama
Uçak ağlaması
Hiçbir pedagogun bu gerçeği bilmemesi enteresandır ama kanımca bütün bebek ve çocuklarda klinik düzeylerde uçma fobisi vardır! Dolayısıyla sabilerin “uçak ağlaması”, yeryüzü ağlamalarının desibellerce üstünde, daha tiz bir perdeden, aralıksız, çığlıklarla süslü ve daha apresi) seyreder!
Aynı, son uçuşta arka koltuğumda oturan, daha doğrusu “kıvıldanan” bebek gibi!
Aslında “kıvıldanan” diye bir kelime yok, ben uydurdum. “Kıvıldanmak” çocukların uçaklarda sıkıntı, tedirginlik ve mutsuzluk sonucunda yaptıkları bir şey. Kendilerini bir öne bir arkaya yayma, ön koltuğa kafa ve tekme atma, yan ve arka koltuğa doğru hop yatıp hop kalkıp kendini oradan oraya çığlıklarla fırlatma vasıtasıyla, miniminnacık bedenleriyle uçağın üç sırasını aynı anda rahatsı? edebilmek amacıyla uyguluyorlar’.
Zaten aslında gezegenimizde arzu ederse kendi hacminin on katı yer kaplayabilen tek canlı çocuktur!
Arka koltuğumdaki yavru “Genellikle Türk çocukları ağlar” yargısını kökten sarsan, Amerikalı bir bebeydi.
Ve bu, tecrübeme dayanarak söylüyorum, “Ağlayan bebekecnebi ebeveyn” en feci kombinasyonmuş!
Zira Türk anne ve babaları, haklarını yiyemem, uçakta ağlayıp “kıvıldanan” çocuklarına karşı her tür oyalama, pışpışlama, mıncıklama, ağzından yemek tıkma, “ce ee” yapma, olmadı azarlama, bitmedi çimcirme denemelerinde bulunurlar sağ olsunlar.
Başarısı?, da olsalar bir çaba gösterirler yani.
Arkamda oturan Amerikalı baba, bebenin etinden et koparıyorlarmışçasına yaygara yaptığı bir saatlik uçuş boyunca sanırım üç kez, sakin, dingin bir sesle bebeye dönüp, “Ne istiyorsun?” diye sordu! Tahmin edeceğiniz gibi bu beyhude soru havada öylece asılı kaldı!
Ancak alana inince, diğer koridorda oturup kitabını okuyan ve çocuğu asla sahiplenmeyip göz teması kurmaktan dahi kaçınan ha mm efendin inse anne olduğunu öğrendik! Zira sağ olsun çocuğu kucağına aldı bir zahmet!
Ben anlamam, arlık yeni bir çocuk eğilim sistemidir, ailenin tarzı budur, ya da ebeveyni bebe yüzünden antidepresan kullanıp bu hale gelmişlerdir.
Ama bu kayıtsızlığın bebeklere, en azından bize bir faydası olmadığı onuncu dakikada, sabi bir cinayete kurban gidiyormuş gibi sesler çıkarmaya devam ettiğinde anlaşıldı.
Ne yazık ki anne baba hariç tüm yolcular tarafından!
Bebelerin bir diğer özelliği en organize sendikadan daha organize davranabilmeleridir.
Üstelik de hiçbir iletişim organını kullanmadan. Amerikalı canavar bebe ne zaman çığlıkları yükseltse, uçakta ne kadar yaşıtı varsa ufaktan buna katılıyor! Kanon yapıyorlar resmen! Neyi protesto ediyorlarsa gıcıklar! Kulağımdaki ipod’un müziğini duyamadım yemin ediyorum!
“Organize kıvıldanma” o kadar uzun zaman ve aralıksız sürdü ki, artık hostesler oyuncak, şeker, yapboz filan getirip götürmeyi bırakıp, uçak kalkarken oturdukları koltuklara çöküp şakaklarına masaj yapmaya başlamışlardı!
Bense her şeyi denedim inanın.
İlk yirmi dakika, arka koltuğa dönüp çocuğa komik surat yapma, sırıtma, dil çıkarma, şarkı mırıldanma, makyaj malzemesi verme, çikolata ikram etme, ikinci yirmi dakika babaya çaktırmadan korkunç surat yapma, parmağımı sallama, tehdit etme, üçüncü yirmi dakika ise hostese şikâyet, “Eeeh yetti beee!” ve hatta anlasınlar diye, “Enough is enough!” şeklinde çığırma dahil!
Keşke birkaç ay önce Southwest Havayolları’nın yaptığı uygulamayı bilseydim, hemen teklif ederdim!
Uçağa iki yaşındaki yavrusuyla Pamela Rocıt isimli hanımefendi biniyor. Sanırım yavru bizim uçaktaki stilde bir yavru, Pamela da bizim anne kadar “ilgili” bir anne.
Çocuk o kadar bağırıp ağlayıp gürültü yapıyor ki, yolcular güvenlik anonslarını bile duyamayınca, uçuş ekibi, anne ve oğlunun uçaktan bir zahmet inmesini rica ediyorlar ve uçuş onlarsız yapılıyor!
Peki bizim suçumuz neydi?!
Bizim uçakta niye bu uygulama yapılmadı?
Söyleyeyim, Pamela ertesi gün arıza çıkarınca, şirket özür diliyor ve talep üzerine annenin yolculuğu uzadığı için mecburen aldığını ifade ettiği bebek yatağı, bebek bezi vesairenin masrafını ödüyor!
Bu örnekten sonra, hele ki Türk Hava Yolları’nın, uçuştaki herhangi bir azgın bebeye, bir yolcunun kafasını yarmadan müdahale edeceğini hiç sanmam!
O zaman ne yapacağız?
Benim önerim şu, uçağın başka bir katında, bebek ve çocukların bırakılacağı özel bir bölüm olsun. Kargo değil, yanlış anlıyorsunuz! Bir tur ana kucağı!
Hani alışveriş merkezlerinde otel brunch’larında filan oluyor ya! Bebek bakıcısı, palyaço, oyunlar filan. Halı işte
Uçarken sabiler oraya sepetlenilsin, istedikleri kadar kıvıldansınlar, kanon yapsınlar, yolculuğun sonunda da geri alınsınlar!
Hem ebeveyni efendi gibi uçsun, hem biz.
Değil mi efendim?
Bu servisi veren havayoluna ekstradan üç beş kuruş çıkmayan ne olsun!
Bizim orada “indigo” vardı da biz mi olmadık?!
70li yıllarda doğanlar adına “indigo çocuklara”
gıcık olduğumu söylemek isterim’.
Bizim neyimiz eksikti?! Ha? Neyimiz eksikti?
Geçen gün bir resim sergisini gezerken, kollarımı, otomatik bir hareketle arkamda kavuşturduğumda, çocukluğumu hatırladım.
Bir müze, bir sergi gezerken çocukların en tipik hareketidir cama, nesnelere, resimlere dokunmak.
Çocukken herhangi bir şeyi algılamak için illa dokunman veya tatman lazımdır nedense. Bilhassa görme ve işitme duyulan nadiren kullanılır. Dolayısıyla ikide bir düşersin, toprak yersin, prizlere parmağını sokarsın, çağırıldığında anne şirreti eşe ne kadar cevap vermezsin. Geçen gün bebekken Clinton’m burnunu sıkan, artık İlkokul öğrencisi ve genel arzu üzerine yine Clinton’ın burnunu sıkma şakası yapan çocuk gibi, temas, Amerikan başkanını tanımak için bile tek yoldur!
Bebekliği bitirdikten sonra ise insanlardan çok objeleri kurcalamaya geçmiş olursun. Tercihen de en hassas, kırılgan ve kirlenmeye meyilli olanları. Dolayısıyla çocuk olan eve beyaz kumaş, dikine duran ince uzun objeler ve /vec ya kristal eşya girmez. Girse de uzun zaman orijinal hafiyle kalmaz!
Dolayısıyla babamın bana defalarca, “Dokunmadan bak. ellerini böyle arkana koy, öyle gez,” dediğini hatırlıyorum
Ve yıllar sonra bir resim sergisinde, hâlâ, terbiyem gereği, ister “pilli bebek” deyin, isler “çocuğu sustalı maymuna çevirmişler” deyin, otomatik bir hareketle kollarım arkaya gidiyor!
Ki bizim zamanımızda, çocuk terbiyesi nispeten kolaydı.
Çocuğun gıdasını iyi alması, ağzından burnundan yumurta ve süt sokulması, eğer doyduysa “makarnasını bırakıp etini yemesi”, yazları çayırda çimende koşturulması, terlediyse arkasına mendil koyulması, hastalanırsa okula yollanmaması yeterliydi! İyice ilgili anneler, okul kermesine örgü, dantel ve reçel de yaparlardı, o kadar!
Babamın “Müze böyle gezilir” eğitimi, belki o günler için fuzuli bir çabaydı. Büyüklerin ellerinden öpmesi, fazla konuşmaması, yemeğini döküp saçmadan yemesi Öğretildiyse çocuğa, çocuk terbiyesi konusunda zirveye varılmıştı artık!
Oysa geçen gün bir yemekte, bir anne anlatıyordu: “Bizimkisini anlamak için birçok kitap okuyorum. Psikoloğuyla da paslaşıyoruz. Bizimkisi “kristal” de tabir ettikleri indigo çocuklardan etenim!”
Kim?!
Önce acaba bir rahatsızlık mı dedim, cık, değilmiş.
Bilakis, indigo çocuklar, mesafeli, kendileri kadar zeki ve bilge olmayan çocuklarla arkadaşlık edemeyen, “agucu”ya sinirlenen, fazla mantıklı, büyükler gibi davranan, iri iri laflar eden, istediği yapılmadığında orayı burayı kıran, kendi saçını çeken, kafasını duvara vuran, ilginç tiplerin iş.
…
“Velev ki Ciddiyim” için 3 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hiciv-Mizah
- Kitap AdıVelev ki Ciddiyim
- Sayfa Sayısı216
- YazarGülse Birsel
- ISBN6055596156
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviTurkuvaz / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü ~ Etgar Keret
Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü
Etgar Keret
Etgar Keret bir dâhi… Kahkahalarla güldürüyor.” – The New York Times “Kara mizahı seviyorsanız, bundan iyisini bulamazsınız.” – Baltimore Sun Orta Doğu’nun en parlak...
- Anamı da Aldım Geldim ~ Muzaffer İzgü
Anamı da Aldım Geldim
Muzaffer İzgü
Kitaplarıyla milyonlarca okura ulaşan, adı edebiyat ve sinema ödülleriyle anılan ve ülkemizin en çok okunan yazarı MUZAFFER İZGÜ’nün parmakları yine Türkiye’nin nabzında. Muzaffer İzgü,...
- Anıtı Dikilen Sinek ~ Aziz Nesin
Anıtı Dikilen Sinek
Aziz Nesin
Nesin Vakfı’nın yedi yapısı vardır. Bunlardan ikisi işçi evidir; biri Nesin Vakfı’nın yönetmenevidir. Birinin alt katı ahır, üst katı yine işgören evidir. Birinin altı...
Gülse Birsel in köşe yazılarından derlenen ikinci kitabıdır. Olayları farklı bir bakış açsı ilede görmek isterseniz buyrun lütfen. Ama unutmayın hemen her hikayde yazar okuyucularını G.A.G. lamaktadır. :)
Gülse Birsel’in diğer kitapları gibi bu da eğlenceli bir kitaba benziyor.
“Dünyanın anasını ağlattınız,hatta koskoca buzulları eritmeyi başardığımız için, ben ivedilikle dünyaya benzeyen Gliese 581 C’ye taşınma hazırlıkları yapma yanlısıyım.Her acıdan dünyaya tercih edilir bir durum var yeni potansiyel yer küremizin! Hatta ismine “superstar” bile diyebileceğimiz vasıflara sahip!” :)güzel cümlelerinden biri…