Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

…Ve Değirmen Dönerdi – Lütfen Dokunmayın
…Ve Değirmen Dönerdi – Lütfen Dokunmayın

…Ve Değirmen Dönerdi – Lütfen Dokunmayın

Haldun Taner

…Ve Değirmen Dönerdi Haldun Taner’in üçüncü oyunudur. Üç perde ve yedi tablodan oluşan oyun ilk kez 1958’de Devlet Tiyatroları’nca sahnelenmiştir. Ayşegül Yüksel’in “Haldun Taner…

…Ve Değirmen Dönerdi Haldun Taner’in üçüncü oyunudur. Üç perde ve yedi tablodan oluşan oyun ilk kez 1958’de Devlet Tiyatroları’nca sahnelenmiştir.

Ayşegül Yüksel’in “Haldun Taner Tiyatrosu” kitabında şöyle diyor: “…Ve Değirmen Dönerdi”, toplumumuzda tutucu aile anlayışı içinde ‘yoz’ bir olgu olarak değerlendirilen ‘sanatçılık’la, sanat çevreleri tarafından ‘tutuculuk’ olarak değerlendirilen ‘aile bağları’ arasında bir denge kurmaya çalışan, bunu başaramadığı için de kişiliği yok olan bireyin öyküdür.”

“Lütfen Dokunmayın” Haldun Taner’in beşinci oyunudur. İki perdeden oluşan oyun ilk kez 1961’de İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nca sahnelenmiştir. Haldun Taner, bu oyunda Baltacı-Katerina karşılaşmasını tarihsel bir “dedikodu” boyutundan bir düş boyutuna çıkarır. Ayşegül Yüksel’in “Haldun Taner Tiyatrosu” kitabında şöyle diyor: “Taner,” Lütfen Dokunmayın”da aynı izlek çevresinde iki yönlü bir çalışma gerçekleştirmiş, hem tarihsel bir gerçeği tartışmış, hem de bu tartışma bağlamında oyunda yer alan her üç kuşağı da barındıran 1950’ler Türkiyesi’ne ‘güncel toplum eleştirisi’ getirmiştir.”

İçindekiler
…Ve Değirmen Dönerdi
Birinci Perde • 9
İkinci Perde • 33
Üçüncü Perde • 61
Lütfen Dokunmayın
Birinci Perde • 93
İkinci Perde • 122

…Ve Değirmen Dönerdi
(Oyun, 3 Perde, 7 Tablo)

Kişiler
AZAT
KÜŞAT
DOKTOR
ÜSTAT
SERAP
SÜLEYMAN
HÜRREM
FAHRÜNNİSA
MİHRÜNNİSA
FASİT

Birinci Perde

BİRİNCİ TABLO

DEKOR: Küşat’ın Atölyesi. Sağda yatak odasına, solda girişe açılan birer kapı. Ortada perdeleri indirilmiş büyükçe bir pencere.
Pencerenin tam altında bir sedir. Sağında kitap rafları, solunda
yerde tablolar. Dipte bir sehpa, üstü örtülü. Odada eski bir koltuk,
iskemleler. Dışarda gece ve yağmur.
Üstat uzun beyaz saçlı, yakışıklı, giyimi özentili, elli beş yaşlarında, gerektiği vakit sesinin tonuna yapma bir heyecan katabilen,
gerektiği vakit kendisi ile konuştuğu kişi arasına soğuk bir uzaklık
koyabilen, malın gözü bir tiptir. Görünüşe göre sanatçı olamaz.
Olsa olsa eleştirmen, öğretmen, ya da bilirkişi.
Azat, esmer, cana yakın, sevimliliği biraz da başarılarından gelen
genç bir ressam. Elbet, dağınık saçlı ve kadife ceketli. Olacak artık o kadar.
Süleyman’a gelince, dazlak başlı, kırmızı yüzlü, hafif budala, oldukça iyi yürekli altmış beş yaşlarında bir adam. Üzüntü onu
biraz daha afallatmış, çökertmiş.
Perde açıldığında Azat’la, Üstat yatak odasının kapısından, içeriyi
dinlerler. Azat bir of çeker, odayı aşağı yukarı arşınlamaya başlar.
AZAT: İnanamıyor insan..
ÜSTAT: İnanılacak gibi değil ki.
AZAT: Yapmayacaktı bunu, yapmayacaktı.
ÜSTAT: Hakkı da yoktu ayrıca. Topluma karşı.
AZAT: İnsan düşünüyor da.
ÜSTAT: Demek öyle demiş meyhaneden çıkarken.
AZAT: Evet öyle demiş.
SÜLEYMAN: Ne demiş yahu, bana da anlatsanıza…
AZAT: “İşte geldik gidiyoruz” demiş.
ÜSTAT: Dudağında o acı gülümsemesi ile.
AZAT: “İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri” demiş.
ÜSTAT: Kör kör parmağım gözüne, bundan açık konuşamazdı.
AZAT: Ve biz sersemler.
ÜSTAT: Henüz hayatının baharında…
AZAT: Nasıl da anlamadım.
ÜSTAT: …daha kendisinden pek çok şeyler beklendiği bir çağda.
SÜLEYMAN: (Gidip yatak odası kapısından bakarak) Durum bu kadar
fena mı? Hiç ümit yok mu?
ÜSTAT: (Onunla ilgili bile değildir.) İğreniyorum vallahi insanlığımdan.
SÜLEYMAN: Estağfurullah.
ÜSTAT: Yo yo böyle, ne yazık ki böyle, bir de icraya verdiğimi düşündükçe. (Kendinden iğrenir gibi başını sallar.) Ne bayağılık.
SÜLEYMAN: Madem borcu vardı, öderdim, bildirseydiniz.
ÜSTAT: Buna karşılık tablolarını bırakmış bana. (Gidip sedirin yanındaki tablolara bakarak) Utandırıcı bir karşılık.
AZAT: (Önleyemediği bir gülümseme ile) Belki de öç almak içindir
gider ayak.
ÜSTAT: Ya siz? Hakaret davasına kalkmıştınız.
AZAT: İnsan o mektubu alınca…
SÜLEYMAN: Mektup mu yazmış size?
AZAT: (Mektubu çıkarıp verir.) Buyurun, okuyun.
SÜLEYMAN: Yüreğim dayanamaz, okuyamam.
ÜSTAT: Öyle dokunaklı bir şey değil. (Çenesi ile Azat’ı gösterip) Ağız
dolusu sövüyor beye.
AZAT: Sade bana mı, zatı âlinize de…
SÜLEYMAN: (Satırlara bir göz gezdirip) Sarhoş mu idi acaba bunları
yazarken…
ÜSTAT: (Mektubu onun elinden alıp koklayarak) Sanmam. Gider ayak
bir boşalma ihtiyacı.
SÜLEYMAN: Herkese yazıp çizmiş de bir bize yazmamış. Ailesine.
Ne demeli?
ÜSTAT: Bununla beraber ben öfkesini haklı buluyorum.
AZAT: İnsan dünyadan biraz daha kibarca ayrılabilirdi.
ÜSTAT: Demeyin öyle, anlaşılmayan sanatçının asil öfkesi.
AZAT: Anlıyorum ama yine de.
ÜSTAT: (Büyük bir gerçek bulmuş gibi) Biz insanlar çok aşağılık
yaratıklarız dostum.
SÜLEYMAN: Bunu demin söylemiştiniz. Dönüp dönüp aynı yere
geliyorsunuz. Hadi yine baştan.
ÜSTAT: Ben kederimden ne söylediğimin farkında mıyım?
(Telefon zili)
SÜLEYMAN: (Bunu kapı zili sanmıştır.) Cankurtaran geldi galiba.
AZAT: Hayır telefon. (Telefonu açar.) Alo, evet. Küşat’ın atölyesi. (Odadakilere) Akademi müdürü. (Telefona) Maalesef üstadım. Evet…
bu gece…bilinmiyor. Karısı ile doktor başucunda. Cankurtaran
bekliyoruz, ama ümit yok gibi. Nasıl? Öyle mi diyor size?
SÜLEYMAN: Onlara da mı yazmış yoksa?
AZAT: (Başı ile evet işareti yapar, telefona) İskelet mi dediniz? Ha
evet…anladım efendim. Elbet…elbet…Töreni ilan eder artık
ailesi. Sağ olsun üstadım. Sizin de efendim.
ÜSTAT: (Kapatma ben de konuşacağım diye işaret etmiştir. Azat bırakınca o alır.) Alo!
AZAT: (Süleyman’a) Töreni soruyorlar.
SÜLEYMAN: Daha ölmeden mi?
ÜSTAT: (Telefona) Merhaba kardeşim, ben de buradayım tabii. Ne
kadar sarsıldığımı anlatamam. Çok yazık oldu. Çooook. Hepinizin yaşlı gözlerinizden öperim.
SÜLEYMAN: (Gözleri yaşarmıştır.) Kader, tecelli ne demeli? (Azat’a)
Bir iskelet lafı oldu demin yanlış duymadımsa.
AZAT: Akademiye bağışlamış da iskeletini. Tam Küşatça bir jest.
Biraz çocukça ama içten.
SÜLEYMAN: Anlayamadım?
ÜSTAT: Bana yazdığı mektupta da söz etmiş bundan.
SÜLEYMAN: Görebilir miyim?
ÜSTAT: (Gözlüğünü takıp o cümleyi arayarak) İşte şurda. (Okur.) Bırakın da bari canlı olarak girmeme bütün entrikalarınızla engel
olduğunuz Akademiye hiç değilse ölümümden sonra iskeletim
anatomi derslerinin bir öğretim aracı olarak girsin. Umarım ki
bu son dileğime Akademinin bir itirazı olmaz.
SÜLEYMAN: Akademiden önce benim bir itirazım var buna.
ÜSTAT: Ne gibi?
SÜLEYMAN: Ailemiz bugüne değin hiçbir ölüsünü morga bırakmadı.
Ne demeli. Allah gecinden versin. İlle velakin emrihak vaki olacaksa anatomi dershanesi değildir onun yeri. Aile mezarlığıdır.
ÜSTAT: (Süleyman’a) Siz babası mısınız?
SÜLEYMAN: Hayır kayınbabası.
ÜSTAT: Ne isterse yapamaz mı öldükten sonra?
SÜLEYMAN: Hiç olur mu imiş efendim. İzdivaç bağı her iki dünyada
da cari.
ÜSTAT: Bunu artık Akademi ile aranızda anlaşırsınız. (Azat’a) Bakarsınız ismini de verirler bir dershaneye.
AZAT: Hiç şaşmam. Rahmetli badem gözlü idi, hikâyesi.
ÜSTAT: Düşüncenize katılmıyorum.
AZAT: Bununla ancak övünürüm.
ÜSTAT: Yarışmadan önce böyle demiyordunuz ama.
AZAT: Rica ederim, bir ölü evindeyiz.
ÜSTAT: Doğru, özür dilerim.
SÜLEYMAN: Yavrucak içerde ölüyor, herkes kendi derdinde…
(Yatak odasının kapısı açılır, kulağında kulaklıkları ile doktor,
eşikte yaşlı gözleri ile Fahrünnisa görünürler.)
DOKTOR: Nerde kaldı cankurtaran. (Azat’a) Bir kerre daha arayamaz mısınız?
AZAT: (Telefonu açar.) On dakikadır bekliyoruz, cankurtaran yollayacaktınız. Evet 32 No. (Doktora) Yolda diyorlar.
ÜSTAT: (Doktora) Nasıl doktor? Hiç ümit yok mu?
DOKTOR: Her an yeni bir hemoraji bekleriz. Nabız hoşuma gitmiyor.
Bütün ümit transfüzyonda. (Yeniden odaya girer.)
(Kapıda bir anahtar tıkırtısı. Hepsi birden kapıya bakarlar. İçeriye
Serap girer. Yeni gelen, güzelliğinin aşırı derecede şuurunda, genç
ve hülyalı bir kadındır. Sesi de öylesine.)
SERAP: Öldü mü?
ÜSTAT: Size de mi mektup yazmış?
SERAP: Hayır ben biliyordum.
AZAT: Nasıl?
SERAP: (Sehpadaki tülü açıp yırtılmış tabloyu göstererek) Mavi değirmeni bıçakladığı günden beri.. Hatta Ailesine…(Vazgeçer)
Neyse…
SÜLEYMAN: (Biraz önce doktor ve kızı ile yatak odasına kadar yürüyüp şimdi geri döndüğünden Serap’ı yeni fark etmiştir.) Seni
bıçaklasa daha iyi ederdi. Bir de bugün utanmadan…
AZAT: Rica ederim, kendinize gelin.
SÜLEYMAN: (Kendine gelerek) Fartı teessüratıma verin (Serap’ı süzüp) ama bu kız…
SERAP: (Ona hiç aldırmadan, Üstat’la Azat’a bakıp) Tabanca ile değil
mi?
AZAT: Kumpanya gazı çoktan kesmişti.
(Dışarda bir otomobil gürültüsü olmuştur, Süleyman cankurtaran
sanarak kapıya doğru yürür.)
SERAP: (Öne doğru ilerleyerek) Onu hiçbir zaman kendime bu kadar
yakın hissetmemiştim.
AZAT: Küşat duymalı idi bunu…
ÜSTAT: Bunu size vicdan azabınız söyletiyor olmalı.
SERAP: Görebilir miyim bir an?..
AZAT: (Onu eli ile tutarak) Karısı var başucunda…
SÜLEYMAN: (Girişten dönmüştür.) Değilmiş…
ÜSTAT: Yalan gibi geliyor insana. Daha dün çiçek pazarında ağzında
piposu vitrinlere bakıyordu.
SERAP: (Hülyalı) Belki de kendi çiçeklerini ısmarlıyordu…
ÜSTAT: Biraz hissiz konuşuyorsunuz gibi geliyor bana.
SÜLEYMAN: (Tam buldunuz adamını der gibi bir jest yapar.)
ÜSTAT: Halbuki az buçuk sevdiğinizi sanırdım onu.
SERAP: (O, hecesinin üstüne basarak) O, beni çok severdi.
SÜLEYMAN: Yalan, yalan o yalnız karısını, yani kızımı severdi. O
yüzden intihar etti.
ÜSTAT: Siz zaten kimseyi çok sevmezsiniz.
AZAT: Yahut uzun zaman…
SERAP: Olabilir, bunun tartışma yeri burası değil galiba.
ÜSTAT: Bir ölü evinde olduğumuzu unutuyoruz bazen.
AZAT: Hakkınız var.
SERAP: (Dalgın) Ne kadar severdi mavi glayölleri.
ÜSTAT: (Duygulu) Maviyi onun kadar güzel kullanan ressam bilmiyorum.
AZAT: İmzasını bile mavi ile atardı. (Hatıra edası ile) Bir gün hiç
unutmam –yine böyle bir karamsarlık anında olacak– resmi bırakmaya karar vermiş, fırçası ile paletini bana yollamıştı. Paletin
üstünde boya ile mavi bir yazı: Senin eline daha yaraşır diye.
….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Oyun-Tiyatro
  • Kitap Adı…Ve Değirmen Dönerdi – Lütfen Dokunmayın
  • Sayfa Sayısı156
  • YazarHaldun Taner
  • ISBN9789750838453
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Küçük Harfli Mutluluklar ~ Haldun TanerKüçük Harfli Mutluluklar

    Küçük Harfli Mutluluklar

    Haldun Taner

    “Böylece yaz geçti, güz geçti, kış geçti. İlkbahar gelip de mayıs güneşi bir genç kızınkine benzeyen ılık nefesini tabiata hohlayınca bademler birden beyazlara büründü....

  2. Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu ~ Haldun TanerŞişhane’ye Yağmur Yağıyordu

    Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu

    Haldun Taner

    Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu’da, Behçet Necatigil’in deyişiyle, “Olayları rintçe bir bakışla gülünç taraflarından alan, kıvrak, sürprizli, esprili bir üsluba aktaran” Haldun Taner’in unutulmaz öykülerinden dokuzu...

  3. On İkiye Bir Var ~ Haldun TanerOn İkiye Bir Var

    On İkiye Bir Var

    Haldun Taner

    Türk edebiyatının ve tiyatrosunun büyük ustası Haldun Taner’in bu ay bir kitabı daha YKY raflarında yerini alıyor. Haldun Taner, hayata bakışındaki derin ve keskin...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Bir Evlilikten Sahneler ~ Ingmar BergmanBir Evlilikten Sahneler

    Bir Evlilikten Sahneler

    Ingmar Bergman

    1972 Mayısı’nda Ingmar Bergman’ın kariyerinde ilk defa televizyon dizisi çekeceği haberi verilir. Bergman dizinin, “bir burjuva ideali olan güvence arayışının insanların duygusal dünyalarını yozlaştırması,...

  2. Hastalık Hastası ~ MolièreHastalık Hastası

    Hastalık Hastası

    Molière

    Molière kahramanlarında onların doğal dengelerini bozan, mantıklı davranmalarını engelleyen, karşı koyamadıkları eğilimlerin akıntısında gülünç duruma düşüren takıntılar, kusurlar bulunur. Hemen hepsi, başlangıçta “doğal”, “mantıklı”...

  3. Karagöz İle Hacivat ~ KolektifKaragöz İle Hacivat

    Karagöz İle Hacivat

    Kolektif

    Yüzyıllarca canlı kalmayı başarmış Türk gölge oyunu, toplumsal dokumuzu yansıtan en önemli sanat dallarındandır. Çünkü bu oyunlar Osmanlı İmparatorluğu´nun geniş sınırları içinde hoşgörü içinde...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur