Vathek, Gotik edebiyatta silinmez izler bırakarak kendinden sonraki yazarları derinden etkileyen William Beckford’un başyapıtı.
Vathek doğaüstü güçlere ve hiç kimsenin erişemediği bilgilere meraklı bir Abbasi halifesidir. Bilgi ve macera arayışı onu, kendisine sınırsız bir hazine ve rakipsiz bir iktidar vaat eden bir yabancıyla tanışmaya götürür ve Vathek yabancının istekleri doğrultusunda ruhsal arzularını tatmin edebilmek için inancını bile değiştirmeye razı olur. Vathek’in bir hazine peşinde Yeraltı Sarayı’na yaptığı yolculuk fanteziyle şiddetin, groteskle güzelliğin, büyüyle korkunun iç içe geçtiği benzersiz bir Gotik serüvene dönüşür. William Beckford’un henüz 21 yaşında yazdığı ve Lord Byron’dan Jorge Louis Borges’e, Stéphane Mallarmé’den Susan Sontag’a birçok yazarı derinden etkileyen Vathek modern edebiyatın köşetaşlarından biri.
“Vathek, hayal gücüyle ve betimlemelerinin güzelliğiyle Avrupa’daki bütün taklitlerinden katbekat üstündür.”
LORD BYRON
“William Beckford, kendinden sonraki iki yüzyılın edebiyatının tüm teatral yönlerinin öncüsüdür.”
SUSAN SONTAG
İÇİNDEKİLER
ROMANA DAİR GÖRSELLER……………………………………………………………………………………7
KRONOLOJİ……………………………………………………………………………………………………………………… 13
ÖNSÖZ / MURAT BELGE…………………………………………………………………………………………… 25
Vathek
Abbasi soyunun dokuzuncu halifesi Vathek, Mutasım’ın oğlu, Harun Reşid’in torunuydu. Genç yaşta tahta geçmesi ve tahtı süsleyen yetenekleri, tebaasını hükümdarlığının uzun ve mutlu olacağına inandırmıştı. Hoş ve heybetli bir görünümü vardı; ancak Vathek sinirlendiği zaman gözlerinden biri o kadar korkunç bir hal alırdı ki hiç kimse bu göze bakmaya dayanamazdı. Bakışını yönelttiği zavallı kişi anında geriye düşer, hatta bazen son nefesini teslim ederdi. Ancak Vathek, hâkimiyetindeki insanların azalmasından ve sarayının tenhalaşmasından korktuğu için nadiren sinirine yenik düşerdi. Kadınlara ve yemek masası eğlencelerine oldukça düşkün olduğundan, cana yakın davranışlarıyla kendine hoş arkadaşlar bulmaya çalışırdı. Sınırsız cömertliği ve dizginlenmemiş zevk düşkünlüğü sayesinde bunu gayet kolay başarırdı da. Çünkü Vathek, Halife Ömer bin Abdülaziz’in aksine, öbür dünyada cennetin tadını çıkarmak için bu dünyayı cehenneme çevirmek zorunda olduğumuzu düşünmüyordu. İhtişamı kendinden önce gelenlerinkinin hepsinden üstündü.
Babası Mutasım zamanında Alaca Atlar tepesine kurulan ve bütün Samarra şehrine hükmeden Alkoremmi Sarayı Vathek’e göre hiç de yeterli değildi. Bu yüzden saraya her birinin özel olarak bir duyusunu tatmin edeceği beş yeni kanat, daha doğrusu beş yeni saray ekledi. Bunların ilkinde, tüketildikçe yerine gece gündüz demeden yenilerinin konulduğu en leziz yemeklerin üzerinden hiç eksik olmadığı masalar, en lezzetli şarapların ve en seçkin içkilerin bitip tükenmeden aktığı yüzlerce çeşme vardı. Bu sarayın adı Ebedi ya da Doyurmayan Ziyafet’ti. İkincisine Ezgi Tapınağı ya da Ruhun Nektarı adı verildi. İçinde zamanın en yetenekli müzisyenleri ve en çok beğenilen şairleri otururdu.
Bunlar sadece sarayda yeteneklerini sergilemekle kalmaz, ayrıca gruplar halinde dışarıya yayılır ve birbiri ardına sürekli değişen şarkıları geçtikleri yerlerde yankılanırdı. Göz Zevki ya da Hafıza Desteği denilen saray kendi başına bir büyüydü. Dünyanın her bir köşesinden toplanan nadide eserlerin çokluğu, sergilenmelerindeki düzen de olmasa, görenleri hayrete düşürür, gözlerini kamaştırırdı. Bir galeride canlı gibi görünen heykeller ve ünlü ressam Mani’nin resimleri sergileniyordu. Bir tarafta ustaca uygulanmış perspektif göze çarpıyor başka bir tarafta ise optiklerin sihiri gözü hoşça yanıltıyordu.
Öte yandan naturalist ressam ise cennetin yerküremize bahşettiği çeşitli nimetleri teker teker sınıflara ayırarak sergiliyordu. Kısacası Vathek, bu sarayda merakını tatmin etmek isteyen birinin arayıp da bulamayacağı hiçbir şeyi unutmamıştı. Ancak insanlar içinde en meraklısı olduğundan kendi merakını bir türlü tatmin edemiyordu.
Kokular Sarayı ya da öteki adıyla Hazza Teşvik, yeryüzünde bulunan değişik esansların altın buhurdanlıklarda sürekli yakıldığı birçok odadan oluşuyordu. Meşaleler ve aromalı fenerler burada güpegündüz yanardı. Ancak bu hoş hezeyanın oldukça güçlü etkileri, havaya saf kokular yayan çeşitçeşit çiçek topluluklarının bulunduğu uçsuz bucaksız bahçeye inilerek hafifletilebilirdi. Keyif Sığınağı ya da Tehlike diye adlandırılan beşinci saray, huriler kadar güzel ve bir o kadar da baştan çıkartıcı genç kızların mekânıydı. Bu kızlar, Halife’nin kendilerine yaklaşmasına ve birlikte birkaç saat geçirmesine izin verdiği herkesi öpüp okşayarak ağırlamaktan eksik kalmazlardı. Tensel hazlara olan düşkünlüğüne rağmen Vathek, halkının ona olan sevgisinde bir azalma görmemişti. Halk, kendini zevke vermiş bir hükümdarın, hazza düşman bir hükümdar kadar iyi bir yönetici olabileceğini düşünüyordu. Ancak Halife’nin huzursuz ve düşünmeden hareket etmeye eğilimli karakteri işin bu kadarla kalmasına izin vermiyordu. Babası sağken kendi keyfi için epey çalışmış ve birçok şey öğrenmişti. Ama bu öğrendikleri onu tatmin etmeye yeterli değildi çünkü Vathek her şeyi, hatta olmayan bilimleri bile öğrenmek istiyordu.
Bilginlerle tartışmaya girmeyi severdi ama onların itirazlarını hararetle savunmalarından hoşlanmazdı. Ağızlarını kapatabileceklerini hediyelerle kapatıp, cömertliliğine boyun eğmeyen ötekilerini de hararetlerinin soğuması için hapse gönderirdi. Çoğunlukla işe yarayan bir çareydi bu. Vathek bir de teolojik tartışmalara olan tutkusunu keşfetmişti ama genelde ortodoks düşüncelere katılmıyordu. Böylece sofu kimselerin ona karşı durmalarına neden oldu. Buna karşılık o da onlara zulmetti; çünkü Vathek ne olursa olsun haklı tarafta olmaya kararlıydı. Bu dünyada halifelerin temsil ettiği yüce Muhammed, göğün yedinci katından bu vekilin dine aykırı davranışlarını için için öfkelenerek izliyordu. “Kendi haline bırakalım,” dedi Muhammed her daim emrine amade olan cinlere, “ahmaklığı ve dinsizliği onu nereye kadar götürecek görelim, eğer ifrata kaçarsa onu cezalandırmasını biliriz. O yüzden Nemrut’a özenerek başladığı kuleyi bitirmesine yardım edin. Büyük savaşçı Nemrut gibi boğulmaktan kurtulmak için değil, göklerin sırlarına ulaşmak isteyen küstah merakından yapmaya başladı o kuleyi. Ama onu bekleyen kaderi tahmin bile edemez.” Cinler itaat etti. İşçiler gündüz yapıyı bir arşın yükseltmişken, gece yapıya iki arşın daha ekleniyordu. Yapının süratle yükselmesi Vathek’in gururunu epey bir okşuyordu. İlgisiz bir şeyin bile planlarına hizmet ettiğini sanıyordu.
Başarının, ahmakların ve kötülerin cezasının ilk sopasını oluşturduğunu düşünmüyordu bile. İlk defa kulesinin on beş bin basamağını çıkıp aşağıya baktığında gururu doruk noktasına ulaştı. İnsanların karınca, dağların deniz kabuğu ve şehirlerin arı kovanı kadar olduğunu gördü. Bu yüksekliğin kendisinde uyandırdığı büyüklük fikri Vathek’i serseme çevirdi. Neredeyse kendine tapmaya hazırdı; ta ki gözlerini yukarı kaldırıp yıldızların yeryüzünden göründüğü kadar uzakta olduğunu anlayana kadar. Ancak kendi küçüklüğünü gösteren bu istenmeyen, münasebetsiz duygudan kurtulmak için başkalarının gözünde büyük olduğu düşüncesiyle kendini avuttu.
Aklının ışığının, gözüyle gördüğünün ötesine geçeceğine ve kaderinin hükmünü yıldızlardan çekip alacağına kendisini inandırdı. Bu amaçla meraklı hükümdar, müneccimliğin sırlarında uzman olana dek gecelerinin büyük çoğunluğunu, kulesinin tepesinde geçirdi ve gezegenlerin kendisine en müthiş maceraların sırrını açtığını düşündü. Bu maceralar hiç bilinmeyen bir diyardan olağanüstü bir kişinin gelmesiyle gerçekleşecekti. Merak dürtüsüyle yabancılara karşı her zaman nazik olmuştu ama bu andan itibaren dikkati ikiye katlandı ve tebaasından herkesin –Halife’yi kızdırmak pahasına– gezginleri evlerinde misafir edip alıkoymadan derhal saraya getirmesini emretti; bu emri, Samarra’nın bütün sokaklarında boru sesleriyle duyurdu.
Çok geçmeden şehrine o kadar çirkin bir adam geldi ki, adamı tutuklayıp götüren muhafızlar bile gözlerini kapamak zorunda kaldılar. Halife’nin kendisi bile bu korkunç yüz karşısında irkildi, ama yabancı ona, daha önce görmediği ve hakkında hiçbir fikrinin olmadığı öyle garip şeyler gösterdi ki, dehşeti sevince dönüştü. Gerçekten de bu yabancının gösterdiği mallar kadar olağanüstü bir şey hiç görülmemişti. Bunların birçoğu parlaklıklarıyla olduğu kadar işçiliğiyle de hayranlık uyandırıyordu. Ayrıca her birinin üstüne tek tek özelliklerini anlatan bir kâğıt yapıştırılmıştı. Kendiliğinden sıçrayarak ayakları yürüten terlikler, elin hareketi olmadan kesen bıçaklar, saldırılmak istenilen kişiye darbeyi kendiliğinden indiren kılıçlar vardı. Hepsi de daha önce görülmemiş mücevherlerle zenginleştirilmişti.
Halife’nin dikkatini her şeyden çok, yalımlarından göz kamaştıran parlaklık saçan kılıçlar çekmişti. Kenarlarına kazınmış tuhaf görünümlü harfleri bir ara çözeceğine kendine söz verdi. Bu yüzden fiyatını bile sormadan hazinesindeki sikke haline getirilmiş bütün altının getirilmesini emretti ve tacire istediği kadar almasını söyledi. Yabancı itaat etti, biraz aldı ve sessizliğini korudu. Tacirin sessizliğinin, kendi huzurunda bulunmanın uyandırdığı korkudan kaynaklandığını düşünen Vathek, yaklaşması için taciri cesaretlendirdi ve küçümseyen bir havayla sordu: Kimdi? Nereden geliyordu? Bu kadar güzel malları nereden elde etmişti? Adam, daha doğrusu canavar, cevap vermek yerine vücudu gibi abanozdan daha koyu olan alnını üç defa ovuşturdu, dört defa koca göbeğine vurdu, meşale gibi parlayan kocaman gözlerini iyice açtı, korkunç bir sesle gülmeye başladı ve yeşil çizgili kehribar rengi uzun dişlerini gösterdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıVathek
- Sayfa Sayısı135
- YazarWilliam Beckford
- ISBN9789750533686
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İt Gözü ~ Deniz Tarsus
İt Gözü
Deniz Tarsus
Ufuğa boydan boya uzanmış güneşin yayvan ışığı tersten yüzüne vurdukça ayrıntılar netlik kazandı.Örümcek ağı parladı önünde, sonra yaprağın damarları gölge. Nefes aldım. Ciğerlerim göğsümde...
- Azgın Mevsimler ~ Raymond Carver
Azgın Mevsimler
Raymond Carver
Senden kalmanı istemiyorum ya da seni buna zorlamıyorum. Geminin kalkmasına daha beş-altı saat var, ondan önce kararını verebilirsin. Kalmak zorunda değilsin. Parayı paylaştırırım tabii....
- Ondancı ~ M. Sadık Aslankara
Ondancı
M. Sadık Aslankara
Kör olsaydım neleri yitirirdim sonsuzca? Sağır olsaydım ya da dilsiz? Burnum hiç mi hiç koku almasaydı ne yapardım? Kolsuz biri olmak nasıl bir şeydi...