Bu kitap, Kıta felsefesinin kurucu düşünürü Martin Heidegger’in karmaşık düşünce dünyasına anlaşılabilir bir giriş yapıyor. Heidegger’in sanat ve dil ile olan ilişkisine odaklanarak estetik ve edebiyat eleştirisi üzerinden bir okumanın imkânını arıyor.
Bazı kitaplar dünyaya bakışımızı değiştirir, onlardan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Şüphesiz Heidegger’in muazzam eseri Varlık ve Zaman bunlardan biri. Bu kitap, Heidegger’in ilk dönem düşüncesini temsil eden temel kavramlarını ele almakla birlikte, esas olarak çok fazla tartışılmayan, Hölderlin etkisindeki poetik geç dönem düşüncesine kapsamlı bir bakış sunuyor. Heidegger’in çocukları, Derrida, Gadamer ve Ricoeur üzerindeki devam eden etkisinin ana hatlarını çiziyor. Teorinin sınırları, varlığın ‘kapalı’ tarihi, sanat yapıtının kökeni, Kulübeyi inşası ve Nazizmle ilişkisi yanında, ekolojik düşünce ve ekoeleştiri üzerine de bir düşünüme dalıyor.
Heidegger’in felsefesi insan özü için eve dönüş çağrısı, dünya ve birbirleriyle sömürücü olmayan bir ilişki etiği ve verili düşünce ve kurumları derinden kritik eden bir toplumsal eleştirinin temelidir. Varlığın hakikatinin açığa çıkarılmasının tek yolu ise ‘Varlığın Şiiri’ni yazmaktır.
İÇİNDEKİLER
Giriş 13
Neden Heıdegger? 13
Bir
Teorinin Sınırlarında 21
1. Teorinin Kuram Öncesi Koşulları 25
2. Hiçbir Yerden Bakmak 31
3. Uygunluk Olarak Doğruluk, Açıklık Olarak Doğruluk 37
İki
Derin Tarih 44
1. Derin Tarihte Ne Cereyan Eder? 49
2. Teknobilim Çağı 52
Üç
‘Sanat Yapıtının Kökeni’ 59
1. Mimesis’in Reddi 61
2. Dünyayı Gizemlileştirmek 64
3. Yapıtın Biricikliği 66
4. Yeryüzü: Heidegger’in ‘Köken-siz Düşüncesi’ 71
5. ‘Yeryüzü’ ve Dil 74
Dört
Sanatın Ölümü mü? 81
1. Muhafaza Etmek 81
2. Modern Sanat: Sanat Bitti mi? 83
Beş
Dil, Gelenek ve Düşünme Zanaati 91
1. Dil 93
2. Gelenek ve İz 95
3. Çeviri Edimleri 101
4. Felsefi Bir Terimi Okumak 103
5. Heidegger’in Dil Denemeleri 109
Ara Fasıl
Todtnauberg’deki Kulübe 117
6
Heıdegger ve Poetika 124
1. Friedrich Hölderlin 125
2. Heideggerci Okuma Nedir? Temel Özellikler 127
3. Heidegger Hölderlin’in Germanya’sını Okuyor 139
Yedi
Nazizm, Poetika ve Politika 152
1. Heidegger’in Sessizliği 156
2. Sanat ve Politika 159
3. Okuyucunun İkilemi 168
Sonsöz
Heıdegger’in Ardından 175
1. Amerikan Heidegger: Romantik ‘Postyapısalcı’? 179
2. Ekolojik Düşünce ve Ekokritizm 182
3. Daseinanaliz 189
4. Hermeneutik 192
5. Blanchot, Derrida ve Yapısöküm 195
İleri Okumalar 205
Kaynakça 215
Dizin 226
Giriş
Neden Heıdegger?
Martin Heidegger, modern düşüncenin gizli üstadıdır. 21. yüzyılın ikinci yarısında düşünürler üzerindeki etkisi, genellikle konuşulmasa da, özellikle beşeri bilimlerde, ilginç bir biçimde ‘teori’ olarak bilinen bu almaşımda oldukça yaygındır. Heidegger felsefesi, tüm düşünce eserlerinin en derin, genellikle dikkate alınmayan varsayımlarına dokunarak, bilginin kendisine yönelik dürtünün yeniden değerlendirilmesini biçimlendirir. 20. yüzyılın ikinci yarısında, entelektüel ve bilimsel araştırmanın, hakikat arayışının doğası gereği tarafsız olduğu, hatta yersiz otorite biçimlerini eleştirdiği şeklindeki geleneksel görüş, –çoğunlukla Heidegger’in doğrudan veya dolaylı etkisi altında– yerini genellikle bilme dürtüsünün tahakküm ve kontrol unsurları tarafından tehlikeye atıldığı türünden argümanlara bırakır. Heidegger 1976’da seksen altı yaşında ölür ve bu tarihten itibaren onun çalışmaları daha önemli bir hâle gelir, özellikle Marksizmin düşüşünün Heidegger’in Batı düşüncesine yönelik radikal eleştirisini yeniden öne çıkardığı Kıta Avrupası’nda.
Heidegger’in düşüncesi o kadar temel şeylerle ilgilidir ki, Heidegger’le ilk kez karşılaşanlar, düşündükleri, varsaydıkları ya da doğal kabul ettikleri hemen hemen her şeyin temellerinin onun metinlerinde tehlikede olduğu konusunda uyarılmalıdır. Antik Yunandaki ilk filozoflardan itibaren Batı düşüncesinin tamamını, tüm bakış açılarını hatta en kendinden açık görünenleri bile etkileyen bir önyargının etkisini tahayyül edin. Bu o kadar derin ve her yere yayılmış bir şeydir ki, eğer bu kelime [önyargı] insanların içine doğdukları ve kendilerine ilişkin en dolaysız algılarını devraldıkları kaçınılmaz bir mirastan ziyade seçim ve bireysel yanlış değerlendirmeyi ima ediyorsa, buna önyargı bile denmemelidir. Bu, Heidegger’in yekpare iddiasıdır ve Fransız düşünür Jacques Derrida’nın (1930-2004) çalışmasında güçlendirildiğinden beri ‘yapısöküm’ çağrısı yapan terimlerle oluşturulmuş ‘Batı metafiziği’nin görünümüdür. Heidegger’in düşüncesi hem derin bir felsefedir hem de modernitenin temel varsayımlarının radikal bir eleştirisidir. Lawrence E. Cahoone eleştirisi ile ‘modernite’:
modern Batı kültürünün sıklıkla kendisine verdiği olumlu benlik imajı, 18. yüzyıl Aydınlanmasında doğmuş bir resimdir… Dünyanın bilimsel bilgisine ve rasyonel değer bilgisine dayanan, bireysel insan yaşamı ve özgürlüğüne en yüksek değeri veren ve bu özgürlük ve rasyonelliğin erdemli özdenetim yoluyla toplumsal ilerlemeye yol açacağına ve medeniyetin herkes için daha iyi bir maddi, siyasi ve entelektüel yaşam yaratacağına inanır (Cahoone 1996: 12).
Heidegger kelimenin gerçek anlamıyla, çarpıtılmış anlamında değil, derinden gericidir. Onun düşüncesi onu “modernliği etnik ve sınıf egemenliği hareketi yerine, Avrupa emperyalizmi, insanmerkezcilik, doğanın yıkımı, topluluk ve geleneğin çözülmesi, yabancılaşmanın yükselişi, bürokraside bireyselliğin ölümü” olarak görenlerle aynı hizaya getirir (age.). Heidegger, terim ondan sonra ortaya çıkmasına rağmen, aynı zamanda önemli bir ‘küreselleşme’ düşünürüdür.
Heidegger, bazı şiirsel metinlere büyük önem veren bir filozoftu. Bununla birlikte, ahlakçılık ve amatörce felsefe yapmak karışımıyla edebiyat eleştirisi alanına karşı bir filozofun hor görüsünü korudu. Edebî, Heidegger için yeni bir önem kazanıyorsa, bunun nedeni onun düşüncesinin klasik Yunan’dan beri ‘felsefe’nin her zaman ne anlama geldiğini tartışmasıdır. Reiner Schürmann’ın sözleriyle:
Geleneksel olarak filozofa düşen sorumluluk, onun gerçek görevi, nihai referansları veya ilkeleri güvence altına almaktan ibaretti. İster tözü ve onun niteliklerini, ister bilinci ve yönelimsel edimlerini analiz etsin, derinlere dayanma konusunda uzman olarak konuştu: söylemde anlamı, aklın sağlamlığını, bilginin nesnelliğini, yaşamın değerini, mümkün değilse ihlallerden kurtulmayı garanti eden bir dayanak noktası (Schürmann 1990: 286).
Heidegger dayanak noktasını kaldırır. İnsan aklının insan varoluşunu yalnızca kendi otoritesine atıfta bulunarak haklı çıkarmaya ve anlamaya yönelik saldırgan dürtüsüne karşı, insan bilgisinin sınırları ve kırılganlığı hususunda ısrar eder.
Heidegger’in tüm çalışmalarına hâkim olan, yoğun bir kriz duygusu, insanlığın geleceği için acımasızca belirleyici bir zamanda yaşama duygusudur. Bu duygu, başlangıçta Almanya’nın Birinci Dünya Savaşındaki yenilgisinden sonra çöküşü ve aşağılanmasından doğdu. Heidegger’in yanıtı, o zamanlar pek çok Alman tarafından paylaşılan, eski medeni değerlerin ve yaşam tarzlarının tamamen iflas ettiği düşüncesiydi. Heidegger’in en ünlü öğrencisi olacak olan Hans-Georg Gadamer (1900-2002), 1920’lerde Heidegger’in öğretisiyle ilk karşılaşmasının büyük şokunu yad ediyor:
Bir çağın çöküşüyle parçalanan bir nesil, tamamen yeniden başlamak istedi; daha önce geçerli sayılan hiçbir şeyi elinde tutmak istemiyordu. Heidegger’in düşüncesi, Alman dilinin kavramlarında yer alan yoğunlaşmasında bile, felsefenin daha önce ne anlama geldiğiyle herhangi bir karşılaştırmaya meydan okuyor gibiydi (Gadamer 1994: 69).
Heidegger felsefesi, yalnızca Almanya’nın o sıradaki felsefi ve toplumsal krizini kucaklamakla kalmadı, aynı zamanda Antik Yunandan bu yana Batı uygarlığının en temel değerlerinin ve varsayımlarının güçlü bir yeniden değerlendirmesi hâline geldi. Gadamer, Heidegger’in Antik Yunan düşüncesini ve çağdaş meseleleri aynı güçlü genel bakış içinde kapsayan konferanslarındaki muazzam etkisini şöyle anlatır: “Hristiyan Batının tüm hareketlerine ve karşı hareketlerine kıyasla radikal olarak yeni bir şey ortaya koyan bilinmeyene yeni bir atılım gibiydi” (Gadamer 1994: 69). Oswald Spengler ve onun bir zamanlar ünlü olan Batının Çöküşü (1918) gibi zamanın diğer kriz düşünürleri yalnızca tarihsel bir ilgi hâline gelirken, Heidegger’in düşüncesi, hâlâ kendini geliştirmeye devam eden bir etkiyi koruyor.
Heidegger’in modernitenin bilme dürtüsünün mutlakçılığına yönelik saldırılarının açtığı alanda, genellikle ‘postmodern’ olarak etiketlenen pek çok entelektüel görüş barınır. Heidegger’in etkisi, genel olarak insan düşüncesinin, sanatının ve kültürünün temellerinin kırılganlığına dair bir duyguyu serbest bırakmak olmuştur; bu, Heidegger’in en ünlü takipçisi Jacques Derrida’nın nüfuzuyla pekiştirilen bir etkidir. Bu nedenle, örneğin modern fiziğin eski Çin astronomisinden daha geçerli veya geçersiz olmadığını savunarak, doğruluk ve nesnellik iddialarını terk edecek ölçüde ‘postmodern’ sloganıyla ilişkilendirilen göreciliği desteklememesi veya felsefenin, bilimin ve dinin hepsinin bu şekilde ‘kültürel yapılar’ olarak ‘göreceleştirilmesi’ gerekir (bkz. Derrida 1999: 77-79; Polt 1999: 71-72, 103-6). Her ikisi de, felsefe yapma ve düşüncenin alışılmış tarzlarını sınırlarına kadar götürmekle ilgilenir, ancak bunları yalnızca gözden düşürmek veya hepsini aynı seviyede eşitlemek amacıyla değil, Batı düşüncesinin en derin varsayımlarının marjlarının ve sınırlarının izini sürmek, süreç içinde kendilerini, eğer varsa, onun ötesinde başka hangi varlık ve düşünme tarzlarının tasarlanabilir olduğuna açmak amacıyla bunu yapar.
Bu bağlamda, Heidegger’in poetik olana yalnızca diğerleri arasında bir kültürel söylem olarak ya da rekabet eden tarihsel güçler için bir arena olarak değil, aynı zamanda tekil bir ‘hakikat’ ve ‘bilgi’ kipi olarak dönüşü, bunların felsefe veya bilimde geleneksel olarak anlaşıldıkları hâliyle değil, tam olarak Batı geleneği tarafından kapatılmış ve bastırılmış düşünce tarzları olarak kabul edildiği anlamındadır.
Söz konusu düşünürün biyografisini böyle kısa bir girişte ele almak âdettendir. Bu, Heidegger’in, herhangi bir düşünür için önemli olan tek şeyden, düşüncelerinin yaşamından kaçmanın bir yolu olarak hor gördüğü bir yaklaşımdır. Her hâlükârda, bir konu dışında, Heidegger’in biyografisi monoton bir okuma olacaktır. 1889’da Güney Almanya, Swabia’daki Messkirch’de taşralı bir Katolik ailede doğdu. Din adamı olarak yetiştiriliyorken bilimlere ve matematiğe ve ardından felsefeye yöneldi. ‘Fenomenoloji’ olarak bilinen okulun kurucusu Edmund Husserl’in (1859-1938) yıldız öğrencisi ve ardından ana takipçisi oldu. Heidegger’in ününün büyük ölçüde dayandığı başyapıtı Varlık ve Zaman (1927), düşüncesini yine de büyük ölçüde altüst eden Husserl’e ithaf edilmiştir. Heidegger, Husserl’in halefi oldu ve Freiburg’daki bir felsefe profesörünün olaysız, biraz kendi içine kapalı hayatını yaşadı. Kendisini derinden bağlı hissettiği Almanya’dan uzun süre ayrılmadı. 1976 yılında memleketinde toprağa verildi.
Bu olaysız hikâyenin tek istisnası, Heidegger’in düşüncesini, ondan daha iyi bilinmekle tehdit eder. 1933’te, Almanya’da iktidara geldikten birkaç ay sonra, Heidegger Nazi partisine katıldı. 1933’ten 1934’e kadar Freiburg Üniversitesi rektörü olarak Nazilere destek verdi. Heidegger’in katılımının kapsamı tartışmalıdır ve 1934’ten itibaren bir tür hayal kırıklığının hızla başladığı görülmektedir. Bununla birlikte, İkinci Dünya Savaşının bitiminden sonra beş yıl öğretmenlik yapmaktan men edilmesi onun için yeterliydi. Dolayısıyla Heidegger okurları, neredeyse uzlaşmaz iki gerçeği akıllarında tutmak zorunda kalmışlardır: Heidegger’in yaygın olarak 20. yüzyılın en büyük filozofu olarak kabul edilmesi ve belirsiz bir süre için onun Nazilerin destekçisi olduğu. Bu konular Yedinci Bölümde irdelenmiştir.
Bağlam
Elinizdeki kitabın içerisinde yer aldığı seride her çalışmaya dayatılan şablon, bu önemli düşünürleri tarihsel bağlamlarına ‘geri’ getirmeyi vaat ediyor. Bu, kuşkusuz, okuyucuları cezbetmek amacıyla güncel bir entelektüel klişeye yapılan bir çağrıdır. Bununla birlikte, hayati bir soruyu gündeme getirir: Heidegger gibi bir düşünür için ‘bağlam’ mümkün müdür ve mümkün olduğunu varsayarsak, onu (sanki bir tür kafesinden kaçmış tavşanmış gibi) alıp içine ‘geri koymak’ ne ifade edebilir?
Buradaki sorun kolayca ifade edilebilir: Heidegger’in bir okumasının veya tartışmasının, örneğin şair Rainer Maira Rilke (1875-1926) üzerine çalışması (PLT: 91-142), genellikle belirli bir terimi veya konuyu anlamanın ilk olarak iki bin yıldan daha uzun bir süre önce oluşturulmuş olabilecek düşünce biçimleriyle (bu durumda eski düşünür Parmenides ile) çözmek anlamına geldiği görülecektir. Gadamer, Heidegger’i ‘şimdiyi ve geçmişi, geleceği ve Yunanlıları bir bütün olarak gören bir düşünürün kararlılığına’ sahip olarak kaleme alır (Gadamer 1994: 114). Dolayısıyla Heidegger, Rilke’nin şiirini, insanlık ve varlıkla ilgili hâlâ modern Batıyı kapsayan eski varsayımlara bir bakış açısıyla açtığında, söz konusu ‘bağlam’, normal, rahat anlamda (geleneksel bir eleştirmen için olduğu gibi, metni Rilke’nin hayatı, siyaseti, toplumsal önyargıları, dinî tartışmaları vb. bağlamı üzerinden açan) ‘tarihsel’ bir bağlam değildir. Heidegger’inki, en azından, modern insanların hâlâ içinde yaşadığı ya da daha doğrusu, onu hiçbir zaman bütün olarak göremeyeceğimiz ölçüde bizde ikamet eden bir bağlamdır. Bu anlamda Heidegger’i ‘bağlamına’ ‘geri’ koyma amacı böylece tutarsız, anlamsızdır. “İnsanlar Heidegger’e ‘karşıt’ –ya da onun tarafında– olduğunu iddia ettiğinde, kendilerini âdeta aptal yerine koyarlar. Kişi düşünmeyi bu kadar kolay alt edemez” (Gadamer 1994: 112). Heidegger’in bu kapsayıcı şekilde tarihselleştirilmeyi reddetmesi, düşüncesinin etkisini sürdürmeye ve yeniden okunmaya devam etmesinin nedenidir. Yine de Heidegger’in kendi dolaysız ‘bağlamının’ ana özelliğinin, 1930’ların başlarında Nazilerle olan ilişkisinin bu kadar ölçülemez ve rahatsız edici hâle gelmesinin nedeni de budur (bkz. Yedinci Bölüm). Heidegger’in Nazi olayının gündeme getirdiği tüm sorular arasında belki de en zoru şudur: Faşizm, Batının hâlâ içinde yaşadığı, ancak göremediği geniş bağlamın ne denli ayrılmaz bir parçası olabilir?
Bu kitap öncelikle edebiyat öğrencileri için Heidegger’e bir giriş niteliğindedir. Heidegger çok yönlü bir filozoftur, ancak bu kitap onun edebiyat ve eleştiri sorunları üzerine düşüncesiyle ilgilidir. Heidegger’e Varlık ve Zaman (1927) odaklı birkaç girişe erişilebilir olmasına rağmen, bu eser, neredeyse tamamen Heidegger’in poetik düşüncesi ve edebiyat teorisi üzerine olan daha sonraki tüm çalışmaların ilkidir. İlk iki bölüm, 1930’ların ortalarında sanata ve şiire dönüşü sürdüren önceki Heidegger’in önemli unsurlarına odaklanacak. Bölüm 3 ve 4, neredeyse tümüyle Heidegger’in 1930’ların ortalarında verilen ve 1950’de yayımlanan muazzam konferansı “Sanat Yapıtının Kökeni”ne ayrılmıştır. Bölüm 5, Heidegger’in dil hakkındaki derin ve genel kanıya aykırı düşüncesini ve Heidegger’in diyalog biçiminde yazmayla ilgili kendi denemelerini ve felsefede farklı yazma biçimleri kullandığı diğer denemeleri gözden geçirmektedir. Bu bölüm aynı zamanda Heidegger’in geleneksel bir felsefe metnine, bu örnekte Antik Yunan düşünürü Herakleitos’tan alınan sadece tek bir can alıcı terime ilişkin detaylı okuma biçimini de ayrıntılı olarak inceler. Heidegger’in nasıl okuduğuna dikkat etmek onun poetik metinlere ayırt edici yaklaşımını anlamak için bir zemin hazırlar, Bölüm 6, bu ayrıntıyla ilgilidir. Burada odak Heidegger’in olağanüstü bir yazara, Alman romantik şair Friedrich Hölderlin’e (1770-1843) bahşettiği öneme döner. Bu bölümün ikinci yarısı okuyucuyu Heidegger’in Hölderlin’in ‘Germania’ şiiri yorumunun ana hamlelerinden geçirir. Bölüm 7, 1930’ların ortalarında Heidegger’in Nazilerle ilişkilenme skandalı ve bunun Heidegger düşüncesinin alımlanmasını nasıl etkilemesi gerektiği konusundaki rahatsız edici soruyla ilgilidir. İddialara Heidegger düşüncesinin esasen faşist olduğu ya da onun sadece kelimenin dar anlamında gerici olduğu yönünde yanıt vermek mümkün müdür? Son olarak, son bir bölüm, Heidegger’in 1940’lardan bu yana edebiyat araştırmaları üzerindeki, özellikle de Derrida ve diğerleri tarafından yürütülen Batı düşüncesinin devam eden ‘yapısökümü’ mirasına ilişkin olarak, çoğunlukla dile getirilmeyen, ancak her yere yayılan etkisini inceler.
Heidegger’in poetik dil, yorumun doğası, sanatın yeri ve modern sanatçının katlandığı kriz konularında muazzam ve hesap edilemez bir etkisi olmuştur. Bununla birlikte, Heidegger’in yazılarının ulaşılamaz ve inatçı tarzı, Heidegger’i açık ama aynı zamanda indirgemeci olmayan bir biçimde edebî ve eleştirel tartışmayla ilişkilendirmeye yönelik her türlü girişimi hatırı sayılır bir yeniden tanımlama ve açıklama çabası hâline getirir. Dolayısıyla öyle olmak istemese bile, bu kitap yaptığı açıklamalar ve yeniden konumlandırmalarda orijinal olmaktan başka bir şey yapamaz.
Heidegger’in toplu eserleri hâlen düzenleniyor ve çevriliyor. Poetik düşünce üzerine muhteşem eseri, Hölderlin’in nüfuzlu okuması, elinizdeki eserin ilk baskısı yazılmaktayken, İngilizcede daha ellili yılların sonunda ortaya çıktı. Toplu Eserler’deki yeni metinler her yıl ortaya çıkıyor ve Heidegger’in patikalarının izlenmesi sürekli olarak yeni haritalar içeriyor. Dolayısıyla, bu giriş aynı zamanda hâlâ anlaşılmakta olan olağanüstü bir düşünce yapısının ortaya çıkan etkilerine ve sürprizlerine bir yanıt sunuyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Felsefe Felsefe
- Kitap AdıVarlığın Şiiri - Heidegger'i Anlamak
- Sayfa Sayısı232
- YazarTimothy Clark
- ISBN9786258242409
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFol Kitap / 2023