Böööööö!!! N’oldu? Korkmadınız mı?!
Korkmazsınız tabi. Çünkü elinizde tuttuğunuz bu kitabı
henüz okumadınız.
Bu kitapta kan grubu ayırt etmeyen vampirlerin, bastığı yeri titreten devlerin, ne kadar dudağı varsa havaya doğru büzerek “Aauuuu!” diye uluyan kurt adamların, kollarını havaya kaldırıp gözlerini belirterek yürüyen zombilerin, oraya buraya uçuşan hayaletlerin, kısacası şu ana kadar “Tu destur!” dediğiniz bütün öcülü böcülü mevzuların gerçek öyküsünü okuyacaksınız.
Ayrıca kimlerin kara büyü yaptığını, abrakadabra sözünün ne manaya geldiğini, cadılığın hiç de öyle sadece yellozluk alameti olmadığını öğreneceksiniz.
Bırakın, aklınızın kapıları gıcırdayarak ardına kadar açılsın. Sakın yağlamaya kalkmayın. Çünkü şu ana kadar merak ettiğiniz tüm bu gizemli mevzuların sırrı, bu kitabın içindeki gıcırtılarda saklı…
Şimdi, emrivaki gibi olmasın ama kitabın arkasını okumayı bırakıp kapağını açın ve sarmaşıklarla çevrili eski bir evin mezarlıklı bahçesine ilk adımınızı atın. Çünkü sadece bu kitapta yaşayan bir adam, başkasına sorduğunuzda “Saçmalama bee!” dedirtecek tüm sorularınızın cevaplarını bir bir vermek için, sallanan sandalyesinde oturmuş sizi bekliyor.
Hadi bakalım, kapıya usulca yanaşıp, tokmağını yankılı yankılı “Takk! Takk! Takk!” diye vurun. Görünmeyen birinin “Gıcıığğrtt!” diye açtığı kapıdan yüzünüze vuran serin ve küf kokulu bir rüzgârla beraber içeri buyurun. Hoş geldiniiiizz!!! Ha ha ha ha ha haa!!!
GİZEMLİ BİR ADAM…
Sırlarla dolu bir adamdı. Her bakışımda bana cinleri, perileri, vampirleri hatırlatan eski evinde yapayalnız yaşardı. Bahçe kapısından nadiren çıkar, yere bir şey düşürmüş de onu arıyormuş gibi önüne baka baka yürürdü. Biz çocuklar onunla karşılaşmamaya özen gösterirdik. Yüksek duvarlarla çevrili bahçesine kazara topumuz yuvarlansa, girip almaya cesaret edemezdik. Geleni gideni yoktu. Kasabamıza başka bir memleketten göç etmişti.
Mahallede “Cinci” lakabıyla anılırdı. “Cinleri var bu adamın” derdi annem. “Bir peri kızıyla evliymiş” derdi komşumuz Hüsniye Teyze. Ben, babama bakardım o zaman. Fakat konuşmaktan ziyade susmayı seven babam, hiçbir şey söylemez, sadece gülümserdi. Benîm nazarımda, annem hayati ve duyguyu, babam hakikati ve aklı temsil ediyordu.
Neyse… Aradan yıllar geçti, ben okullarımı
birer birer bitirdim. Geçip giden yıllar esrarengiz komşumuzun kalan son kıllarını da beyazlattı. Eve döndükten sonra yine görüyordum onu. Kimdi bu adam, ne gibi , sırlar saklıyordu, nasıl bir hayatı olmuştu | acaba? Merak ediyor fakat bir fırsatını bulup soramıyordum. Sormak bir yana, onunla konuşamıyordum bile. Nahoş bir olay tanışıp konuşmamıza vesile oldu…
Pencerede oturmuş dökülen sonbahar yapraklarının rüzgârın önünde sağa sola savruluşunu seyrediyordum. Baktım, Cinci komşum evinden çıkmış gidiyor. Nasıl oldu anlamadım, birdenbire yere kapaklanıverdi. Hiçbir şey olmamış gibi davranamazdım, hemen dışarı çıktım, koşar adım yanına vardım. Kolundan tutup kaldırdım. Yürümeye çalıştı ama takati yoktu. Sırtıma alıp evine (aşıdım. Yatağına yatırdım. Hemen bir doktor çağırdım. Doktor, muayene etti. “Zafiyetten mütevelli] tansiyon düşmesi… İstirahat lazım… İyi beslenmeli…” gibi bir şeyler söyledi, reçete yazdı. Bir koşu eczaneye gidip aldım ilaçlan.
Sır kapısı açılmıştı. Onu tanımaya başlamıştım artık. Korkum yersizmiş diye düşünüyordum ama yine de evine girerken ürpermekten kendimi alamıyordum. Yaşadığı yere bir göz attım bu arada. Koca evin sadece bir odasını kullanıyordu. Öbür odalar neredeyse tamamen boştu. Her yerde kitaplar vardı. Gayet eski tarihli kitaplarla yeni yayınlar bir aradaydı. Duvarlarda eskimez yazıyla yazılmış levhalar asılıydı,.. Yerde büyükçe bir sehpa… Sehpanın üstünde de kitaplar, kâğıtlar, kalemler… Yanı başında bir yer minderi… Minderde uyuklayan siyah bir kedi…
İhtiyarla biraz daha ilgilendikten sonra eve döndüm. Durumu anneme anlattım. Dinledikten sonra, “Yemek yemesi lazım” dedi.
Akşamdan sonra bir tepsi dolusu yiyecekle gittim evine. Yüzü sararmıştı. Minnetle bakıyordu bana. “Teşekkür ederim. Niye zahmet ettin” dedi. Yanı başına oturdum. Onu tanımak, başından geçenleri bilmek istiyordum. Önce kendimden söz ettim bir parça. Gülümseyerek dinledi. Oysa onu hep ciddi bir yüzle görürdüm, biraz şaşırdım.
Hakkında ufak tefek bilgiler edinebildim. Bir ara kitapçılık yapmış. Sonra seyyar bir tezgâhla esans satmış. Çok yerler gezmiş, çeşitli insanlarla tanışmış… İlim aşığıymış… Kitap okumak en büyük zevkiymiş…
Zamanla samimiyeti ilerlettik. Önemli bir ortak noktamız vardı; ikimiz de kitapları seviyorduk!
Hazır kitaptan, ilimden söz etmişken fırsat bu fırsat deyip “Hocam, sizin cinlerle İlişkiniz varmış öyle mi?” diye sordum.
Gülümsedi, “Herkes bir şeyler söylüyor işte” dedi.
“Aslı yok mu yani?”
“Farkındayım” dedi, “herkes gibi sen de beni merak ediyorsun. Haksız da sayılmazsın. Kendi halinde yaşayan bir adamım. Evvela şunları bilmende fayda var… Birincisi, ben ne hocayım ne de cinci. İkincisi, resmi tahsilim yoktur, ne biliyorsam kendi kendime Öğrendim. Üçüncüsü, gizli ilimlere merakım vardır. Ömrüm gizli sırları anlamaya çalışmakla geçti. Türkçe kitaplar yetmeyince yabancı eserleri okumak İstedim. Sırf bunun için Arapça ve İngilizce öğrendim…” dedi.
Uzunca bir süre sustuktan soma, “Gel seninle bir anlaşma yapalım” dedi.
“Nasıl bir anlaşma?”
“Halimi görüyorsun. Takatten düştüm. Dizlerim tutmuyor, gözlerim iyi görmüyor. Kitaplar karşımda duruyor ama ben onları okuyamıyorum… Her akşam gel, bana biraz kitap oku. Ben de sana gizli ilimlerle ilgili ne biliyorsam anlatayım.”
Tam bana göre bir teklifti bu. Hemen kabul ettim. Ve her akşam evinin yolunu tutmaya başladım…
EVE DÖNEN ÖLÜ
“Bir hadise üzerine başlamıştı merakım…” dedi.
“Nasıl bir hadise?”
Yüzüme uzunca bir süre baktıktan sonra başladı anlatmaya:
Bir komşumuz vardı. Eskiden subaymış. Sonra ayrılmış. “Savaştan kaçmış” derlerdi komşular. Belki de sadece dedikoduydu bu… Ne iş yapar, nasıl para kazanır, bilmezdik. Bazen evinden ayrılır aylarca ortalarda gözükmez, sonra birdenbire çıkıp gelirdi. İri yarı, güçlü kuvvetli bir adamdı. Bir kış gecesi bir
den bire öluverdi. Dışarıda fırtınalar kopuyordu o sırada. Belli bir hastalığı yoktu adamın. Herkes hayret etti onun ölümüne. Neyse… Yıkadılar, kefenlediler, namazını kıldılar, kasabanın dışındaki mezarına defnettiler.
Sanırım sekiz yaşında falandım o zamanlar.Annemle birlikte ölü evine taziyeye gittik. Merhumun ailesine teselli edici sözler söyledi annem. Eve döndük.
O gece ölümü düşünerek yattım. Sokaklarda, evlerde elektrik yoktu. Odam karanlıktı. Dışarıda fırtına vardı yine. Tuhaf, garip, Ürkütücü sesler işitiyor, bîr türlü uyuyamıyordum.
Derken, fırtınanın uğultusuna karışan ürkütücü seslerin arasına yeni bir ses daha girdi. Bir kapı tokmağının takırtısı olmalıydı bu. Cenaze evi tarafından geliyordu. Pencereye yaklaştım, yüzünü cama yapıştırıp dışarıya baktım ama bir şey göremedim. Sonra bir insan sesi duydum. Bir erkek sesi. Babamla annem de uyanmış, gaz lambasını yakmışlardı. Hemen yanlarına gittim. Babamla birlikte dışarıya çıktık.
Komşular da kapı önlerine çıkmışlardı, önce uzaktan bakıyorduk. Sonra biraz daha yaklaştık. Pencerelerden süzülen hafif ışıklar sokağı bir nebze de olsa aydınlatıyordu. Fakat yine de karanlık sayılırdı sokak.
Biraz daha yaklaştık sesin geldiği eve doğru. Bir de baktık ki, beyaz örtülü bir adam cenaze evinin kapısına şiddetle vuruyor, “Açın! Üşüdüm! Benim, ben!” diyordu. Komşular tanımakta gecikmediler, ölen subaydı bu! Sırtında kefeniyle evine dönmüştü. Fakat nasıl olabilirdi böyle bir şey? Korkudan titriyor, babamın elini sımsıkı tutuyordum. Babamdı o, beni dünyanın tüm tehlikelerinden koruyabilirdi. Bu arada mahalleli uyanmış, her kapıdan birileri çıkmaya başlamıştı.
Komşulardan biri, “ölü hortladı! Ölü hortladı!” diye bağırdı.
“Öldürmek lazım! öldürelim!” dedi başka bir ses.
Kefene İyice sarılmaya çatışan “ölü”nün elleri kanlıydı. Kefeninde de kan izleri vardı. “Benim yahu! Benim! Tanımadınız mı?” diyordu.
Komşu erkekler evlerine girip bir takım delici ve kesici aletlerle çıktılar dışarıya. Kiminin elinde balta, kimininkinde kazma, kimininkinde orak… “Neler oluyor, baba? Niye öldürmek istiyorlar?” dedim. “Hortlayan İnsanları öldürüp iyice gömmek gerekir” dedi babam. “Niçin?” diye sordum. Cevap vermedi.
Hepsi birden saldırdılar. Kendini korumak için çabaladı adam. Fakat silahsız ve yalnızdı. Ne yapabilir ki. Kısa sürede öldürdüler. Sonra başını bedeninden ayırdılar.
Sabah olunca eski mezarına götürdüler. Babamın gelme demesine rağmen merakımı yenemeyip ben de gittim arkalarından.
Mezar açıktı. Toprakta kan lekeleri vardı. Cesedi alelacele gömdüler. Üzerine de büyükçe bir kaya koydular bir daha kalkamasın diye.
Bu hadiseden sonra her gece korkarak yattım yatağıma. Anneme sürekli sorular sordum hortlaklar, cadılar, cinler, periler hakkında. Bu konuda ne bulduysam okudum. Sonra vampirler, hayaletler ve zombiler de girdi dünyama.
“Peki, gerçekten hortlamış mıydı?” dedim.
Biraz düşündü. “Ben de bu sorunun cevabını
aradım yıllar yılı. Dedim ya. beni gizli ilimlere
yönelten bu hadise oldu. Sordum, soruşturdum, okudum… Sanırım cevabı buldum…”
“Nedir?”
“Söyleyeceğim. Sırasıyla… Daha önce anlatmam gerekenler var. Biraz sabır…”
HER DUYDUĞUNA İNANMA
İhtiyar, sanılanın aksine gayet hoş bir adamdı. Güzel konuşuyor, yerli yerinde espriler yapıyor, fıkralar anlatıyordu. Zeki biriydi, yaşına rağmen hafızası çok güçlüydü.
Bir ara felsefeye merak sarmış, eline ne geçerse okumuş. Bir konuyu merak etti mi asla bırakmazmış peşini. Felsefe alanındaki bilgisi ve yorumları benî hayrete düşürmüştü…
Kısa zamanda onun gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olmuştum adeta. Çay içiyor, kitap okuyor, sonra da saatlerce sohbet ediyorduk.
Şöyle sürdürdü konuşmasını:
İlim şüpheyle başlar. Sormak, sorgulamak lazım. Her duyduğuna İnanmamalısın. Sana söyleneni araştıracak, aslını astarını öğreneceksin. Birileri söyledi veya yazdı diye inanmak olmaz. Çok yalan söz dolaşıyor ortalıkta. Uydurma bilgiler her yeri istila etmiş. Bilginin de terazisi var, tartacaksın. İşittiklerin önce hayalin elinde kalacak, tahkik edeceksin, hakikatse inanacak, uydurmaysa reddedeceksin.
Bilgi edinmenin bazı yollan vardır. Bunların biri, sahih haberdir. İlahi kelam bu kısma girer. Biri de…
“Vampirler, Cadılar, Hayaletler ve Başka Bilinmeyenler” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gençlik Kitapları
- Kitap AdıVampirler, Cadılar, Hayaletler ve Başka Bilinmeyenler
- Sayfa Sayısı214
- YazarKerem Toprak
- ISBN9756107652
- Boyutlar, Kapak 12x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCarpe Diem Kitap / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Momo ~ Michael Ende
Momo
Michael Ende
Momo ya da zaman hırsızlarının ve çalınmış zamanı insanlara geri getiren çocuğun tuhaf öyküsü… Momo karşısındakileri, aptal insanların bile aklına parlak düşünceler getirtecek şekilde...
- Yolum Düştü Amerikaya ~ Canan Tan
Yolum Düştü Amerikaya
Canan Tan
Kimileri için komşu kapısı, her yıl iş için gidilen ya da tatil yapılan bir yer… Kimileri içinse ancak televizyonlarda izlenen, uzak bir düş-ler ülkesi....
- Yanardağın Yankısı ~ Gülten Dayıoğlu
Yanardağın Yankısı
Gülten Dayıoğlu
İnsanlık ve dünya adına olağanüstü düşler kurabiliriz… Çocuk ve gençlik yazınımızda birçok nesli etkileyen yüze yakın kitaba hayat veren Gülten Dayıoğlu’nun kaleminden “Yanardağın Yankısı”...
çok güzel kitapmış.