Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Vahşiler ve Duygusallar
Vahşiler ve Duygusallar

Vahşiler ve Duygusallar

Javier Marías

Edebiyatçılar ile futbol arasındaki ilişki yeni değil. Camus ve Nabokov delikanlılıklarında kaleciydiler. Öyle ki Camus insan ahlakına ilişkin bildiği her şeyi futboldan öğrendiğini söyler….

Edebiyatçılar ile futbol arasındaki ilişki yeni değil. Camus ve Nabokov delikanlılıklarında kaleciydiler. Öyle ki Camus insan ahlakına ilişkin bildiği her şeyi futboldan öğrendiğini söyler. Marías da futbola düşkünlüğünü asla inkâr etmeyen edebiyatçılardan. Hem de çocukken sol açık oynayan bir topçu. Futbol, çocuk Javier’in gözünde, kahramanların ve kötü adamların geçit töreni, hayatın temel değerlerini öğrenmesine yardım eden bir destandır. Yetişkin Javier’in gözünde ise bir mizaç, kişilik, fedakârlık ve dayanışma gösterisidir; duygu, hatıra ve nostalji, özellikle de nostalji gösterisi.

“Hafızası olanların bildiği […] gibi, solcular ve cumhuriyetçiler, yani İç Savaş’ın kaybedenleri, ‘Real’ sıfatının kuşkusuz çelişkisine rağmen Madrid’i Atlético’ya tercih ediyorlardı. Real Madrid kuşatılmış ve bombalanmış şehrin ismini taşıyordu, Atlético Aviación ise (Atléti’nin başlangıçtaki ismi buydu) Francocu pilotların, tam da zalimce başkenti bombalamaya kendini adayanların takımıydı. Oyuncularımız arasında az ‘kızılcık’ olmadı, Del Bosque, kaleci Miguel Ángel, […] Breitner […], ve sadece ellili ve altmışlı yılların Avrupa zaferleri, diktatörlük rejiminin tüm fırsatçılığıyla takıma yanaşmasına neden oldu, takımın rejime değil.”

“Marías bu kitapta sözü uzatmıyor; hızlı, dâhiyane olduğu kadar mücadeleci; kişiliğini, çocukluğunu tüm çıplaklığıyla sergiliyor ve ele aldığı bu konuyu tutkuyla, cesaretle işliyor.” Neue Zürcher Zeitung

*

Yayına Hazırlayanın Notu

Albert Camus, insan ahlakına dair bildiği önemli ne varsa hepsini futboldan öğrendiğini söylemişti. Fransız yazar, 1930 yılında Cezayir Üniversitesi Racing takımında kalecilik yapmıştı. On yıl sonra temelli Paris’e taşındığında bu kez yeni bir kulüp bulması gerekti; bu defa kaleci değil de taraftar olarak, zira tüberküloz hastalığı spora dair şahsi tüm hevesini kırmıştı. Camus, Racing Paris’i tutuyordu çünkü takımın oyuncuları kendisinin Cezayir’deki eski takımıyla aynı formayı (mavi üzerine beyaz çubuklu) giyiyorlardı. Zamanla iki takımın kendisinin tuhaf kişiliğini de paylaştığının farkına varacaktı; kendisinin dediğine göre, “bilimsel açıdan” kazanmaları gereken maçları kaybediyorlardı.

Camus futbol hakkında konuşmaktan hoşlanırdı. Javier Marías ise dokuz roman, iki öykü kitabı, yedi makale ve deneme derlemesi ve Sterne’in Tristram Shandy’sinden Nabokov’un şiirlerine uzanan çok sayıda çeviride imzası bulunan bir yazarından beklenmeyecek şekilde, futbol üzerine yazıyor. Bunu nasıl başarıyor? Bu sorunun cevabı, Vida del fantasma (Madrid, 1995) kitabında futbol üzerine ilk metnin kenarına mavi mürekkeple, kendi eliyle yazılmış bir notta bulunabilir: “Son yıllarda arada sırada futbol üzerine yazmamın rica edilmesi kadar beni heyecanlandıran çok az şey olmuştur: Bu benim için bir dinlence.”

Burada dinlence kelimesini tembellikle ya da uçarı bir tavırla karıştırmamak gerekir. Tam aksine, Marías her hakiki taraftar gibi futbolu gayet ciddiye alır. “Dinlence” daha çok yazarın kendisi için her şeyin açık seçik olduğu, tutkularından ve anılarından emin olduğu bir yerden, içinden gelerek yazdığı anlamına geliyor olabilir. Çünkü daha küçükken Real Madridliydi ve ellili yılların sonunda Di Stéfano, Puskas ve Gento’nun zaferlerini yaşadı – Marías için La Liga, tüm hayal kırıklıklarına rağmen “çocukluğa haftalık dönüştür. O yüzden, burada bir araya getirilmiş kırk iki metin sadece zekice yazılmış makaleler ve kısa denemeler değil, aynı zamanda itiraf edebiyatına özgü bir tonla anlatılmış heyecanlar, tartışmalar, dersler ve nostaljidir.

Bu kitap İspanya’da ve dünyada futbol, futbolcular ve taraftarlar, teknik direktörler ve başkanlar, hem zaferler hem de mağlubiyetler ve acı olaylar hakkındadır. Marías, bir futbol maçını seyrederken ortaya koyduğumuz isabetli bir içgüdüsel ve hızlı muhakeme yeteneğini vatandaşlar olarak niye gösteremediğimizi merak eder örneğin; aynı hareketin, aynı gözyaşının sahada nasıl asil veya rezil görünebildiğini, bir kale direğinin kırılması yüzünden başlaması bir saatten fazla süre geciken bir Şampiyonlar Ligi finalinde, Chamartín* stadyumundaki seksen bin seyirci sebat edip sakinliklerini korumamış olsalardı neler yaşanacağını merak eder, bir de asla kimsenin kulüp başkanlarının ismini taşıyan bir forma almayacak olmasına rağmen, neden onların kendilerini vazgeçilmez saydığını. Yazar dolaylı ve bariz milliyetçiliği, farklı gol sevinçlerini, milli marşları ve tuttuğu takımın pasif cumhuriyetçi geçmişini tahlil eder. Oyun sahasındaki kazıtılmış kafalara ve top sakallara karşı tavır alır, ancak keçi sakalına karşı değildir. Kısacası Marías, bu sporu kahramanlar, kötüler ve figüranların sonsuz geçit töreni olarak, çoğu dramaturji kuralını paylaştığı sinema kadar ciddiye alınması muhtemel bir gösteri olarak kabul eder.

Bu metinleri bir bütün olarak okurken, Javier Marías’ın onlarda kendi hayatına dair paylaştıklarının, tüm romanlarının toplamında paylaştığından fazla olduğu dikkatimi çekti. Bu yazılarda, kurgu eserlerindeki muğlak anlatıcılarının takıp da ardından dünyayı gözlemledikleri maskeleri terk ediyor, kitaplarındaki en derin sır olan ahlaki müphemliklerden kaçınıyor. Bu durum, futbol üzerine yazılarının daima çocukluğuyla yakından alakalı olması ve bu yakın alakanın onu ya samimi olmaya ya da tamamen sessiz kalmaya mecbur bırakmasıyla açıklanabilir belki. Bu sayede onun küçükken okuduğu eserleri ve edebiyatta attığı ilk adımları öğreniyoruz; o futbol dönemlerinin arka planındaki Marías ailesini, örneğin gazoz kapaklarıyla maç yapmak için direkleri tahtadan, ağı ise tülbent bezinden kaleler inşa eden ağabeylerinden birini, Fernando’yu tanıyoruz; Soria’da geçirdiği üç aylık yaz tatillerinden haberdar oluyoruz ki bu seyahatler, İspanya’nın bu en küçük il merkezine ve o sırada Üçüncü Lig’de yer alan kulübü Numancia’ya duyduğu ebedi sempatinin de kaynağı. (Avusturyalı yazar Peter Handke, Versuch über die Jukebox adlı kitabında [Jukebox Üzerine Deneme] Numancia stadına bir kış günü yaptığı ziyareti anlatır.)

Futbol üzerine düzenli olarak yazanlar, kaleme aldıkları metinlerin gelip geçiciliğini kabul ederler; yeni sezon biten sezonu siler, onu hızla unutulmuşluğa gömer. Ancak bu yazarlar aynı zamanda, kendi köşe yazıları ve makalelerinin okurlarda uyandırdığı hevesi, gazetelerin ne siyaset ne de kültür sanat sayfalarının uyandırma iddiasında bulunamayacağını bilirler. Johan Cruyff’u televizyonda ilk gördüğüm günden çok öncesinde, onun top sürüşünün eşsiz bir zarafeti olduğunu biliyordum, çünkü çocukluğumda Amsterdam’ın Ajax takımının Avrupa Kupası’ndaki üç zaferine dair sayısız haberler okumuştum. O yüzden, futbolu anlatan hikâyeler aynı zamanda hem güncel hem de bunun tam tersidir. Bize gıcık gelen bir teyzenin pazar günleri ziyarete gelmesi gibi maziye gömülmüş, geçmişimize ait birçok şeyin üzerinde, hayatımızın o parıl parıl parlayan anlarını yaşatır.

Bu kitapta yer alan, 1992 ile 2000 yılları arasında yazılmış metinlerin çoğunluğu, ilk olarak El País gazetesinde ve aynı gazetenin pazar eki El Semanal’da yayımlandı. Onlarla tutarlı ve bağımsız bir derleme oluşturma fikri Alman yayınevi Klett-Cotta’dan çıktı ve kitap birkaç ay önce Alle unsere frühen Schlachten (Stuttgart, 2000) adıyla Almanca basıldı. Yıllardır bir romancı olarak Javier Marías’ı çok takdir eden Alman hemşehrilerimin ve Avusturyalı, İsviçreli meslektaşlarımın, mütevazı futbol makalelerinden oluşan bu kitaba nasıl bir ciddiyetle, nasıl tutkulu bir ilgiyle atıldıklarını görmek ilginç ve heyecan verici oldu. İlk sekiz haftada, en önemli gazeteler ve haftalık dergilerden tutun, uzak beldelerin yerel gazetelerine kadar birçok yerde kırktan fazla değerlendirme ve röportaj yayımlandı. Ve bu okurlar, benim son derece ciddi hemşehrilerim ve meslektaşlarım, görünüşe göre gayet memnun ve coşkuluydular. En mutlu olanlarsa kadınlardı, o zamana kadar ne kendileri futboldan anlamış ne de, aynı sebepten, kocalarının, erkek kardeşlerinin, babalarının, arkadaşlarının ve sevgililerinin şu oyunda ne halt gördüklerini çözebilmiş kadınlar: Bu da dinin kendisinin değil de misyonerin becerisinin mühim olduğunun işareti olmalı.

Madrid, Nisan 2000

Paul Ingendaay

(Stefan Schlaefli’nin çevirisiyle)

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Derleme
  • Kitap AdıVahşiler ve Duygusallar
  • Sayfa Sayısı160
  • YazarJavier Marías
  • ISBN9789750854064
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Karasevdalılar ~ Javier MaríasKarasevdalılar

    Karasevdalılar

    Javier Marías

    María Dolz her sabah işe gitmeden önce kahvaltı ettiği kafede adeta onun için bir mutluluk timsaline dönüşen evli bir çifti gözlemlemeye başlar. Bu, onun...

  2. Duygusal Adam ~ Javier MaríasDuygusal Adam

    Duygusal Adam

    Javier Marías

    Javier Marías’ın 1986 yılında yayımladığı beşinci romanı “Duygusal Adam”, İspanyolca aslından çevirisiyle ilk kez okurlarıyla buluşuyor. “Duygusal Adam”, meşhur olmak üzere olan genç bir...

  3. Berta Isla ~ Javier MaríasBerta Isla

    Berta Isla

    Javier Marías

    Berta Isla ile Tomás Nevinson çok genç yaşta tanışır Madrid’de, kısa süre sonra da hayatlarını birlikte geçirmeye karar verirler, ne ki ilişkilerinin önce kesintili...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Ütopya ~ Thomas MoreÜtopya

    Ütopya

    Thomas More

    İngiltere kralı VIII. Henry’nin elçisi olarak ülke ülke dolaşan Thomas More, seyahatleri esnasında tanıştığı filozof arkadaşlarıyla uzun konuşmalar yapmaktadır. İdeal bir ülkenin nasıl olması...

  2. Hükümdar ve Siyaset Kitabı ~ İbn AbdirabbihHükümdar ve Siyaset Kitabı

    Hükümdar ve Siyaset Kitabı

    İbn Abdirabbih

    Bu kitap, tarihteki klasik İslâm devletlerinde idareyle ilgili olarak dikkate alınması gerektiğine inanılan pratik öğütleri sunuyor bize. Bir yanda adaletin tam olarak sağlanması, servetin...

  3. İçimizdeki Ermeni ~ Yiğit Benerİçimizdeki Ermeni

    İçimizdeki Ermeni

    Yiğit Bener

    “Ermeni meselesi” nicedir her yılın nisan ayında gündeme gelerek hummalı tartışmalara yol açıyor. Gelgelelim bu tartışmalar genellikle siyasi temelde ve milliyetçi bir söylem içinde gelişiyor, esas olarak da 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki Ermeni aydınlarının tutuklanmasıyla başlayan sürecin “tehcir” olarak mı yoksa “soykırım” olarak mı nitelendirileceği sorununa kilitleniyor. Sonuçta işin insani ve toplumsal boyutu ne yazık ki hep gölgede kalıyor.

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur