“Meydan okuyan bir kadın ve yenilmek nedir bilmeyen bir erkek… Okuyucu bu iki güçlü karakter arasındaki irade savaşına bayılacak.”
Romantic Times
Makenna Dunstan, daha önce hiç bir erkeğin korumasına ihtiyaç duymamıştı. Babasının sağlık durumu kötüleşip klanı ona emanet ettiğindeyse önünde tek bir seçenek vardı: Kuzey İskoçya’dan gelen Colin McTiernay’le evlenmek. Colin’e karşı dizginlenemez arzular beslemekten korkarken, kendini bir anda onun yumuşak öpücüklerine ve şefkatli dokunuşlarına teslim olmuş halde buldu. Fakat kalbini bu kadar çabuk kazanan bir adama güvenip güvenemeyeceğine dair şüpheleri vardı…
Suyu bile donduran bir soğukluğa ve sertliğe sahip Colin McTiernay, Dunstan klanının ve özellikle de klan liderinin en küçük kızının kendisinden hiç hazzetmediğinin farkındaydı. Fakat Güney İskoçyalıları düşmanlardan ne pahasına olursa olsun korumaya hazırdı, işin ucunda inatçı ve vahşi Makenna olsa bile… Colin bu vahşi dişi kaplanı evcilleştirmenin onu baştan çıkararak mümkün olduğunu biliyordu. Planı, onu ancak daha fazlasına muhtaç kalacağı bir tutkuyla kendine bağlamaktı…
***
Birinci Bölüm
Lochlen Kalesi, İskoç Sınırı, 1309
Yaşlı klan lideri bir hışımla sandalyesinden kalkarken “Yeter!” diye kükredi. Tıpkı parlak yeşil gözleri gibi buyurgan ses tonu da zor hareket ettirdiği cansız vücuduyla tezat oluşturuyordu. Bir zamanlar koyu kızıl olan gür saçları, şimdi gümüşi gri rengini almıştı ve ancak omzuna geliyordu.
Odasındaki iki siluete bakarken, gözlerinde hayal kırıklığının ve öfkenin getirdiği zümrüdi şimşekler çakıyordu. Her ikisi de onun öfke dolu bakışlarından pek etkilenmiş gibi görünmüyordu. Yaşlı adamın aralarındaki nefrete gösterdiği müsamahanın sona erdiğini görmekte direniyorlardı. Artık kaçınılmaz olana teslim olmak zorundaydılar.
Alexander, tüm göğsünü sanki bir ateş topu yakıp geçmişçesine bir ağrı hissetti ve çenesi gerildi. Ağrının sıklığı ve şiddeti giderek artıyordu. Az zamanı kalmıştı ve ölmeden evvel klanını, onu sonuna kadar koruyabilecek bir adama teslim etmeye yemin etmişti.
Şöminenin yanında hareketsiz duran güçlü İskoçyalı’ya baktı, ardından bakışlarını odanın diğer ucundaki inatçı kızıl saçlıya çevirdi. Kadın, tahta zeminin üzerinde kızgın bir şekilde volta atarken ellerini arkasında birleştirmiş, ağzını sımsıkı kapamıştı. Her ikisi de ödün vermeye niyetli değildi.
Alexander, iki adımda şöminenin başında bitti ve gözleri, kontrollü duygularla ışıldayan bir çift parlak, kobalt mavisi gözle buluştu. Alexander Dunstan, güneyli akranları tarafından iri yarı bir adam olarak görüldüğünü biliyordu ve iri cüssesini tepesini attıranlara gözdağı vermek için kullanmıştı. Ancak, Colin McTiemay’e diklenmesi saçmaydı. Colin, kuzeyliler arasında bile bir dev gibiydi. Dahası, Alexander daha önce bunu hiç dile getirmemiş olsa da aslında başını kaldırıp damadıyla göz göze gelebileceği durumlardan hep kaçınmıştı. Fakat o anda kanını beynine sıçratan öfkesi, korkusu ve hayal kırıklığı, Colin’in devasa cüssesini unutturuyordu.
“Gurur!” diye gürledi Alexander. “Evet, sizin kahrolası, delirten, anlamsız gururunuz! Her ikinizi de olması gerekeni kabullenmekten alıkoyan bu.” Göğsünde gittikçe artan ağrıya rağmen yüzünü buruşturmadı, onun yerine odanın ortasında bulunan rahat, geniş koltuğa çöküverdi.
Herkesten çok güvenebileceğini bildiği adamın da şimdi, aynı şekilde kendisine güvenmesini ümit ederek kullanılmaktan eskimiş deri minderlerin içine gömüldü. Alexander, klanındaki insanların yabancılardan hoşlanmadığını bilirdi, ancak zamanla kuzeylinin izinden gideceklerine ve ona saygı göstereceklerine de emindi. Colin, bir klan liderinin, tanışmakla çok şanslı olduğu ve tek başına ailesiymiş gibi kucak açtığı nadir insanlardan biriydi. Kuzeyli, çok yetenekli bir askerdi ve daha da önemlisi, adamlarını eğitme ve onlarla kopması mümkün olmayan bağlar kurma yetenekleri de onu eşsiz bir lider yapıyordu. Alexander’ın tercihi hiç tereddütsüz, klanının gururlu insanlarını yönetebilecek sadık, güçlü ve adaletli kuzeyliden yanaydı. Dahası, Colin onları kurtarabilecek tek insandı.
Alexander’ın bakışları gür, kızıl saçları ve parıldayan çimen yeşili gözleriyle oracıkta duran ince, güzel vücutlu kadına kaydı. Bu kadının kendi kızı olduğu her halinden belliydi. Uzun, gür ve hafif dalgalı saçları, babasının gençliğindeki saç rengiyle aynı tondaydı. Bakışları hem mağrur hem de çetindi ve rahat tavırları, Alexander’ın oğlu olsa ona bu kadar benzemezdi. Ancak, an itibariyle, adamın bu en küçük kızının inatçılığı, ileride yalnız kendi mutluluğunu mahvetmekle kalmayacak, sevdiği herkesi ve her şeyi de kötü etkileyecekti.
Makenna Dunstan, aslında babasını hiçe sayıyor değildi; ancak kuzeyliyi ne zaman görse, kalbi hızla atıyor ve sinirinden kan beynine sıçrıyordu. Yürümeyi kesti, kollarını önünde kavuşturdu ve şöminenin yanı başında duran kaderine cüretkar bir bakış fırlattı. Ardından babasına baktı ve kararının değişmeyeceğini açıkça göstermek adına başını hayır anlamında salladı.
Alexander gözlerini kapadı ve birkaç saniye sonra yeniden açtı. “Seni seviyorum, Àille, ancak gururun sana daimi bir mutluluk sağlamayacaktır,” diye ciddi bir şekilde uyardı kızını.
Makenna kollarını daha sıkı kavuşturdu. Babasının ona takmış olduğu lakap bile – güzeller güzeli anlamına geliyordu – sözlerindeki ciddiyeti maskeleyememişti. Adam, tüm kalbiyle ertesi gün kızının kiliseye gelip herkesin huzurunda imkansızı gerçekleştireceğini umuyordu. Ama o, boyun eğmeyecekti, bu konuda boyun eğemezdi…
İlerledi ve babasının koltuğunun yanına diz çöktü. “Bu şefkat gösterileriniz beni kararımdan döndürmeyecek, babacığım. Gururumun sesini dinleyeceğim. Bundan böyle kendime hem saygı duyuyorum, hem de kendimi değerli buluyorum. Ve gururum üzerine size yemin ederim ki o zorba adamla asla evlenmeyeceğim,” dedi Makenna burnundan soluyarak; bakışları, kalıplı can düşmanının üzerinde kilitlenmişti. Yavaşça ayağa kalktı ve “Ablamı kendisiyle evlenmeye ikna etmiş olabilir, ancak beni asla edemeyecek,” diye ekledi.
Colin şömine pervazının ahşap bölümünü öyle sıkı bir biçimde tutmuştu ki tahtanın parmak uçlarına baskı yapmaya başladığını hissedebiliyordu. Makenna Dunstan tüm İskoçya’nın açık ara en sinir bozucu kadınıydı ve her ne kadar isteksizliğini büyük bir hararetle belli ediyor olsa da, bu kadınla evlenmeyi reddeden biri varsa o da Colin’di. “Benim de bir gururum var, bayan. Ayrıca yerini bilmeyen bir kadına kendimi altın tepside sunacak değilim. Benim istediğim bütün bir kaleyi idare edebilecek bir kadın. Erkek olmadığı halde erkek gibi davranmaya çalışıp atını çılgın gibi sürerken o kalenin yakılıp yıkılışına seyirci kalacak bir kadın değil,” dedi. Colin’in ses tonu gayet ölçülü ve yumuşaktı, ancak öyle bir etki yaratmıştı ki bağırıp çağırsa ancak bu kadar olurdu.
Kadının narin elinin, dalgalı kızıl saçlarının gevşek buklelerini yavaşça geriye doğru alışını izledi. Böylece uzun, koyu renk kirpiklerinin çevrelediği o bir çift cüretkar zümrüt tanesi açığa çıkmıştı. Kadın sanki kontrol altına alınamayan bir yangındı; Colin’e her konuda kafa tutuyordu. Babasının ne istediğinin ya da dört ablasının onu cesaretlendirmelerinin onun için pek bir önemi yok gibiydi. Çok uzun zamandır kendini tuhaf ilgi alanlarıyla meşgul etmişti. Eş olmak bir yana dursun, daha nasıl bir kadın olunur onu bile öğrenememişti.
Makenna onun soğuk bakışları karşısında bakışlarını kaçırmayı reddetti. Ona bu zevki yaşatmayacaktı.
Colin tam bir kuzeyliydi ve dev cüssesi, koyu kahverengi saçları, parlak mavi gözleri ve alt çenesinin keskin hatlarıyla da tam bir McTiernay’di. Colin onun ablasıyla evlendiğinde Dunstan klanına ve haliyle Makenna’nın hayatına girmişti. Birkaç hafta içinde de, Makenna’yı ona güven veren işlere girişmekten alıkoymuştu. Pek çoğunda birçok erkekten daha iyi olmasına ve bunları yıllardır yapmasına rağmen, Colin bu tür işlerin bir kadın için tehlikeli olduğunu düşünüyordu. Artık, yaklaşık iki yıldır, yaban domuzu ya da Colin’in tehlikeli gördüğü diğer hayvanları avlaması yasaktı. Ata tek başına binmesi ve hatta askerlerini talim ettirmesi de yasaklanmıştı. Colin McTiernay onun en sevdiği meşgalelerini bir bir elinden almıştı ve tüm bunları daha önceden onu sıra dışı uğraşları konusunda hep destekleyen birinin onayını alarak yapmıştı – babasının. Ne ertesi gün, ne de başka bir gün bu diktatör izbandutla evlenmeyecekti.
Makenna oturduğu deri koltuktan kalktı, arkasını döndü ve tekrar volta atmaya başladı. Babası bıkmamış mıydı artık? Bu muhabbet onu uzun zamandır boğuyordu. Haftalardır, kendini en sonunda akıl sağlığını elinden alacak bağlayıcı bir sözleşme imzalamaya zorlanan kafeslenmiş bir hayvan gibi hissediyordu. Defalarca sesli olarak karşı çıkmış olsa da, babası ablaları Ula ve Rona’yı düğünü organize etmekle görevlendirmişti. Tüm yerel klanların liderleri düğüne davet edilmişti ve pek çoğu da gelmişti. Ertesi gün, hepsi hayal kırıklığına uğrayacaktı.
Makenna birkaç kez nefes alıp verdi, kontrolünü kaybetmemeye kararlıydı. “Ben istediğinizi yapamam, baba. Henüz kendimi hiçbir erkeğe adamaya hazır değilim, özellikle de bu adama asla. Deirdre onu sevmiş olabilir, gerçi nasıl oldu da sevdi onu hiçbir zaman çözemedim. Onun, klanımızı yönetebileceği ve savaş gücümüzü yeniden arttırabileceği konusunda hemfikirim. Hatta askerlerimizi eğitmeye devam etmesi gerektiğini de kabul ediyorum, ancak onunla evlenemem. Her ikimiz de mutsuz oluruz, klanımız dahil olmak üzere herkesin zararına olur bu evlilik.”
Yeteneklerinden böyle övgüyle bahsedilmesi karşısında çok şaşırmış olan Colin serseme döndü ve kadına öylece bakakaldı. Daha önce Makenna onun ne kadar hünerli olduğunu hiç kabullenmemişti ya da Dunstan ordusunu yeniden kurma yönündeki çabalarını hiç desteklememişti. Askerler ve Alexander dışında hiç kimse şimdiye kadar başardıklarını sözlü olarak dile getirmemişti. Kendisi de konuşacaktı ki Alexander ona parmağıyla susmasını işaret etti.
Alexander en küçük kızının gönülsüzlüğünü anlıyordu. Bir kuzeyliyle evlenmek zordu, hele de kendini bir McTiernay’e adamak en zoru olmalıydı. McTiernayler’in devasa cüsseleri, derin bakışları ve cam mavisi gözleri en serinkanlı insanları bile korkudan titretmeye yeterdi. Ancak ölmüş kız kardeşinin kocasıyla evlenmek? Bu, istenmesi neredeyse imkansız bir şeydi. Neredeyse.
“İtirazlarını dinledim, Makenna. Çok uzun zamandır senin bu isyankar davranışlarına boyun eğdim, ancak bu defa sadece kendini değil, diğerlerini de düşünerek karar vermeni istiyorum, sense bu isteğimi geri çeviriyorsun.”
Makenna irkildi. “Babacığım, kendim için değil, klan için reddediyorum.”
Alexander gözlerini kıstı ve bu açıklama karşısında ses tonunu yükseltti. “Hayır, kendin için. Ve hatta yukarıdan bizi izleyen ablan da bunun böyle olduğunu biliyor. Başka türlüymüş gibi davranma. Hayatında bir kere olsun benim en iyisinin ne olduğunu bildiğimi kabul et ve kararıma güven. Eğer sen kararıma uymazsan, o zaman klanımızın kaderi – ve hatta seninki – konusunda kararı verecek olan kuzenimdir.”
Alexander bakışlarını Colin’e kaydırdı. “Senin bahanelerini de dinledim,” dedi. Damadının başını hızla çevirişini ve kobalt mavisi gözlerinin derinliklerinde sanki onun içinde yanan ateşi gördii. Adam kesinlikle davranışlarını çok iyi kontrol ediyordu, Colin her ne kadar sakin ve kendine hakim görünse de Alexander onun içinde fırtınalar koptuğunun ve bunu bastırmaya çalıştığının farkındaydı. Alexander sözleriyle hedefi tam on ikiden vurmak zorunda olduğunun da farkındaydı. Artık kaybedecek zamanı yoktu. “Evet, bahaneler, Colin. Deirdre dokuz ay önce öldü ve seni seviyordu, oğlum; ancak hayatını bu şekilde – sürekli kendini ve adamlarını zorlayarak – geçirmeni istemezdi. Bir karar vermen lazım. Seçimini ya gururundan yana yaparsın ve kuzeye, topraklarına geri dönersin ya da burada başladığın işi sonlandırırsın. Bir karar ver. Zamanın doluyor.”
Alexander koltuğunda döndü ve gözlerini tekrar en küçük kızına dikti. Makenna da pes etmeyeceğini gösteren bir bakış fırlattı babasına. Adam, kızının, fikirlerinin arkasında bu kadar sağlam durmasıyla gurur duyuyordu. Babasının kızının bu dik başlılıklarını takdir etmesi, adamın pek çok kez kızının alışılmadık isteklerine boyun eğmesine neden olmuştu. Şimdi, beş kızı içinde evlenmeyen yalnızca o kalmıştı. “Ve sen, Àille‘m, peki, gururunun peşinden git ancak yalnız kalmaya da alış. Bir gün, muhtemelen de çok yakın bir tarihte, artık sıra dışı başarılarını alkışlayacak bir baban olmayacak. Peki, o zaman başarılarını kim takdir edecek? Şu an hayatında hiçbir erkeği istemediğini söylüyorsun, ancak bahse girerim aslında sen hep seni kabullenecek, seninle gurur duyacak, seni sevecek birini istedin. Ben sana bunu elimden geldiğince vermeye çalıştım, ancak hâlâ daha fazlasını istiyorsun. Bir gün, aradıklarının sana bir erkek, gerçek bir erkek tarafından verilmesini istediğini fark edeceksin; yetenekli olduğun konularda seni kendine örnek alıp gelişimini tamamlama gayreti içinde olacak toy bir delikanlı tarafından değil. Kendini sefil ve yalnız bir hayata hazırla, kızım.”
Alexander, Makenna’nın kendisini dinlerken titrediğini fark etti. Daha yumuşak bir ses tonuyla “Colin haklı, Makenna. Uygun bir eş olma konusunda pek bir bilgin yok ama bunu öğrenebilirsin,” diye ekledi. Bir an duraksadı ve Makenna gözlerinin içine bakıncaya kadar bekledi, ardından devam etti: “Bir erkeğin, eşinde en çok aradığı şeyi ona fazlasıyla vermen gerek. Seni temin ederim, kızım. Başta ona ve kendine güvenmeyi öğrenmen gerek.”
Arkasındaki minderlere yaslandı. “Ve sen, Colin, Deirdre’mle geçirdiğin bir yıla rağmen, nasıl iyi bir koca olunacağı konusunda çok az şey öğrendin. Evet, gerçeği biliyorum. Unutma, o benim ilk göz ağrımdı ve en sonunda kendine eş olarak seni seçmeden evvel onunla yirmi altı sene geçirdim. Sen ona evlenme teklifi edene kadar kaç kişiyi geri çevirdiğini biliyor musun? Ya da seni neden herkesten üstün tuttuğunu? Belki de aşkındandır, öyle ya seni seviyordu ancak bundan da öte senin halkımızı kurtarabileceğini biliyordu. Bunu yapabileceğine inandığı birini bulana kadar evlenmek için bekledi. Eğer gitmeyi seçersen, onun klanımızla ilgili idealleri gerçekleşmiş olacak.” Alexander, kuzeylinin koyu mavi gözlerinin daha da koyulaştığını fark etti.
Colin öne doğru birkaç adım atıp ceviz ağacından yapılma büyük, koyu renkli kapıyı iterek açmadan önce bir süre sessizliğini korudu. Dışarı uzanan taş koridora tam adımını atacakken durdu. Ciddiyetle arkasına döndü ve alçak bir sesle, “İstediğim bu değildi, Alexander,” dedi.
Alexander’ın, çektiği yoğun ağrıların etkisiyle feri sönmüş yeşil gözleri, güvenmeye alışık olduğu mavi gözlere kilitlendi. “Biliyorum,” dedi Alexander. “Ancak olması gereken bu. Ya yarın Makenna ile evlenirsin, ya da buradan gidersin. Şimdi git ve kararını beraber ver,” diye ekledi.
Alexander gözlerini yumdu ve Colin’in tok ayak seslerini ve ardından da kızının uzaklaşan, daha yumuşak ayak seslerini dinledi. İki yıl önce, en büyük kızı ünlü McTiernay ailesinin ikinci büyük çocuğuyla evlenme kararını açıkladığında, klanın bir sonraki lideri olarak Colin’i seçeceğini aklından bile geçirmemişti. Ancak karşılıklı evlilik yeminleri edildikten kısa bir süre sonra, Alexander, Dunstan soyunun büyümeye ve başarılı olmaya devam etmesini sağlayacak tek kişinin Colin olduğunu anladı.
Klan bir savaşa daha hazır değildi ve I. Edward’ın çok yankı uyandıran ölümüne rağmen, İngiltere’nin yeni kralı olan oğlunun önderliğinde bir savaş yaklaşıyordu, özellikle de İskoç sınırında konumlanmış Dunstan klanı her türlü saldırıya açık, güç kaybetmiş durumdaydı. Klanın, acemi erlerini alıp onlardan savaşa hazır, profesyonel savaşçılar yaratma yeteneğine sahip Colin gibi dahi bir lidere ihtiyacı vardı.
Askerlere sıra dışı yöntemlerle talim yaptıran Makenna, Alexander’in Wallace’i davasında destekleyen Dunstan ordusunun nasıl tükendiğini gören tek çocuğuydu. McTiernay’in önderliği ve sadık kuvvetler oluşturma ve onlara talim yaptırmadaki efsanevi kabiliyeti olmaksızın, bu insanlar Dunstanlar’ın bir başka kolu tarafından kuşatılır ve soyları sanki hiç var olmamışçasına tarih sahnesinden silinip yok olurdu. Bu durumda, Makenna büyük ihtimalle Lochlen Kalesi’nin başına geçmekle görevlendirilen bir adamla evlenmeye zorlanırdı ve Colin de kuzeye dönmek mecburiyetinde kalarak askerlerine ya kendisiyle gelmelerini, ya da dağılmalarını emrederdi. Kimileri Robert the Bruce’a katılırlardı, ancak çok azı Dunstanlar’a sadık kalırdı. Daha önceden pek çoğu McTiernay’in izinden gitmeyi tercih etmişti ve topraklarına geri dönmeyi seçerse, şüphesiz hepsi onun peşinden gidecekti. Böylece Dunstanlar’ın sonu gelecekti.
Bu evlilik yarın gerçekleşmek zorundaydı.
Başka türlüsü düşünülemezdi.
“Vahşi Güzel” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıVahşi Güzel
- Sayfa Sayısı416
- YazarMichele Sinclair
- ÇevirmenGizem Tezyürek
- ISBN9786054629213
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviKoridor Yayıncılık / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Garson ~ Matias Faldbakken
Garson
Matias Faldbakken
Hills isimli asırlık bir Avrupa restoranında, orta yaşlı bir garson işinin değişmez yönleriyle gurur duyuyor: Kusursuz bir üniforma, bir örnek masa örtüleri, müdavimleri ve...
- Postane ~ Terry Pratchett
Postane
Terry Pratchett
Hayalî evrenlerin azametli mucidi Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya”nın ilk kez Türkçeye çevrilen otuz üçüncü kitabı Postane, alayına posta koymaya ant içmiş özgür ruhlu insanların cirit...
- Marlow ~ Volker Kutscher
Marlow
Volker Kutscher
Marlow, Nazi döneminde gündelik hayatın ve taşranın alabildiğine canlı bir resmini çiziyor. Volker Kutscher’in bu romanı da, sürükleyici olay akışı yanında, güçlü dönem panoramasıyla...
Tesekkürler