MADAME LA KONTES NATALİE DE MANERVİLLE’E
İsteğinize boyun eğiyorum. Çünkü bizim için, Bizi sevildiğimizden çok daha fazla sevdiğimiz kadının ayncalığı, sağduyu kurallarım her zaman unutturmasıdır. Alınlarınızda bir kırışıklık görmemek, en önemsiz bir red cevabının üzüntüye boğduğu dudaklannızdaki o somurtuk ifadeyi gidermek için mucizeler yaratarak uzaklıkları aşar, kanımızı akıtır, geleceğimizi feda ederiz. Bugün geçmişimi istiyorsunuz! Bende sunuyorum size onu. Yalnız şunu iyi bilin Natalie; sizin bu isteğinize boyun eğerken, dokunmaktan çekindiğim bazı acıları çiğnemek zorunda kaldım. Ama bazen mutluluk içinde benliğimi kavrayan o ani ve uzun hayallerden kuşkulanmak neden? Bir suskunluk yüzünden sevilen kadına özgü o sevimli öfke neden? Karakterimdeki çelişkileri, nedenlerini sormadan, kendine bir tür eğlence yapamazmıydın? Yoksa, yüreğimde, kendilerini bağışlatabilmek için benim sırlarıma gereksinimi olan sırlar mı var?
Nihayet, anladınız gerçeği Natalie! Kim bilir her şeyi bilmeniz, belki de daha iyi olacak. Evet hayatıma bir hayalet egemen olmuş durumda; öyle bir hayalet ki en önemsiz bir sözün etkisiyle harekete geçiyor, sık sık üzerimde kendiliğinden çırpınıp duruyor. Ruhumun derinliklerinde, sakin havalarda ortaya çıkan ve fırtınaların parçalayarak kumsala fırlayıp attığı deniz ürünlerine benzeyen büyük anılar gizli. Düşüncelerimi dile getirmek için harcadığım çaba, ansızın uyandıklarında bana büyük acı veren o geçmiş heyecanlan yatştırdıysa da bu itiraflarda sizi yaralayacak yankılara rastlarsanız, sana itaat etmem için beni tehdit ettiğini hatırlayın. Şimdi sözünüzü dinlediğim için beni cezalandırmaya kalkışmayın! İtiraflarımın bana olan sevginizi bir kat daha artırmasını isterdim. Yann akşam görüşmek üzere.
Felix
———–
Yumuşacık kökleri henüz aile ocağının toprağında yalnızca sert taşlar gören,cılız dallarındaki ilk yapraklan kin dolu ellerde parçalanan, çiçekleri açar açmaz donan ruhların sessizce çektiği sıkıntıların tablosunu, en acıklı ağıdını hangi yetenek anlatacak bize? Dudakları ekşi bir süt emen, gülücükleri sert bir bakışların korkusuyla bastırılan çocuğun acılarını hangi şair anlatacak bize? Benim gençliğimin gerçek öyküsü, çevremizde yaşayıpta olupta, bizleri hayata hazırlayan/ insani değerleri aşılayacak olan insanların ezdiği zavallı yürekleri anlatacak olan öyküdür. Ben, yeni doğmuş bir çocuk olarak hangi gururu yaralamış olabilirdim? Annemin bana soğuk davranmasına hangi bedensel ya da ruhsal kusur neden oluyordu? Ben, görev olarak dünyaya getirilmiş, doğumu rastlantı olan bir çocuk muydum? Yoksa tüm yaşamı bir serzeniş olan çocuk mu?
Doğumdan hemen sonra köyde bir süt anaya verilmiştim hayatı ailem beni üç yıl boyunca unutmuştu. Baba ocağına döndüğümde, öylesine önemsiz ve küçümsenen biriydim ki görenler acıyordu bu halime. Bu durumdan kurtulmama hangi duygu, hangi mutlu rastlantı yardım etti bilmiyorum. Çocukken bir şeyden haberim yoktu, genç olarak da hiçbir şey bilmem. Erkek kardeşim ve iki kız kardeşim kötü kaderimi hafifletecek yerde, bana acı çektirerek eğlendiler. Çocuklara bazı küçük suçlarını örtbas etme hakkını veren ve onlara o yaşlarda onurun ne olduğunu öğreten anlaşma bana karşı geçersizdi; ondan vaz geçtim, kardeşimin suçlan yüzünden de sık sık ben cezalandırılırdım; bu haksızlığa karşı da kendimi savunamazdım.
Çocuklarda yeni yeni filizlenmeye başlayan dalkavukluk duygusu, benim kadar çekindikleri bir annenin gözüne girmek için, beni üzen işkenceler yapmalarını mı öğütlüyordu onlara? Taklit eğilimlerinin etkisiyle mi böyle davranıyorlardı? Güçlerini ya da acımasızlıklarını mı denemek istiyorlardı? Belki de bütün bu nedenler bir araya geldi ve beni kardeşliğin güzelliklerinden mahrum bıraktı. Daha şimdiden her tür sevgiden yoksun bırakılmıştım. Hiçbir şeyi sevemiyor-dum fakat doğa, sevmek isteyen bir yürek vermişti bana. Değeri bilinmeyen duygular kimi ruhlarda kine dönüşse de benimkinde yoğunlaştı, kendine yol buldu ve sonra da buradan hayatıma aktı.
Tîtreme alışkanlığı yaradılışa göre, sinirleri gevşetir, korkuyu doğurur, korku da sürekli teslim olmak zorunda bırakır ve insanı yozlaştırarak onu tutsak durumuna getiren zayıflık da bundan ileri gelir. Ama bu sürekli sıkıntılara göğüs gerip güçlü davranmaya alıştım. Bu güç kullanıldıkça gelişti ve manevi dirençlere hazırladı beni. Bütün varlığım, sürekli bir darbe bekleyen kurbanlar gibi hep yeni bir acı beklediğinden donuk bir boyun eğişi dile getirmek zorunda kaldı. Çocukluğumun güzellikleri, atılımları bunun altında ezildi. Bir budalalık belirtisi olarak görülen bu tutum, annemin uğursuz tahrninlerini haklı çıkardı. Bu haksızlıkların açıklık ve kesinliği, ruhumda gururu, bu mantık meyvesini erkenden kışkırttı. Bu tür bir eğitimin kolaylaştırdığı kötü eğilimleri engelleyen de bu oldu hiç kuşkusuz.
Annem benden uzaklaşmıştı. Ama zaman zaman benim için kaygılanıyor, arada bir eğitimimden söz ediyor ve bu gurur işle uğraşmaya istekli görünüyordu; onunla her gün yinelenecek bir ilkinin getireceği sıkıntıları düşünerek, korkunç titremeler geçiriyordum o zaman. Terk edilmişliğirni kutsuyor ve bahçede kalıp çakıl taşlarıyla oynayabildiğim, böcekleri inceleyebildiğim, mavi göğe bakabildiğim için mutluluk duyuyordum. Yalnızlık beni düş kurmaya yönelttiyse de özel bir yeteneğim olan gözlem tutkum bir serüvenden doğdu; ilk hayal kırıklıklarımı da bu gözlem anlatacakta size.
Öylesine az önem verilen biriydim ki, dadımız beni yatırmayı sık sık unuturdu.Bir akşam, sakin ve sessizce bir incir ağacının altına büzülmüş, yanlızlığın getirdiği tuhaf bir tutku içinde yıldızlara bakıyordum. Kız kardeşlerim eğleniyor, bağrışıyorlardı. Gürültü patırtıları uzaktan, düşüncelerime eşlik eden bir ses gibi geliyordu kulağıma. Bir süre sonra gürültü kesildi, karardık bastırdı. Annem rastlantıyla olsa gerek yokluğumun farkına varmış. Dadım, korkunç Matmazel Caroline, azar işitmemek için, benim evden nefret ettiğimi, kendisi bana gerektiği gibi göz kulak olmasa çoktan kaçmış olacağımı ileri sürerek annemin yersiz kuşkularım haklı çıkarmış; budala değil sinsiymişim; emanet edilen çocuklar arasında benim kadar kötü huylusuna rastlamamışmış. Beni arıyormuş gibi yaparak seslendi, yanıt verdim; altında bulunduğumu bildiği incir ağacına kadar geldi.
“Ne yapıyordunuz burada?” diye sordu.
Bir yıldıza baktığımı söyledim. Balkondan bizi dinleyen annem:
“Bir yıldıza bakıyormuş, senin yaşında bir çocuk gökbilimden ne anlar!” dedi.
“Ah! Madam!” diye atıldı Matmazel Caroline. “Deponun musluğunu açmış,bütün bahçe su içinde.”
Bir uğultu koptu. Kız kardeşlerim suyun nasıl aktığını görmek için bu musluğu açarak eğlenmişlerdi; ama kendilerini her yandan ıslatan su demetinin fışkırmasıyla şaşırmışlar, akılları başlarından gitmiş, musluğu kapatamadan kaçmışlardı. Büyükler bu şeytanlığı benim tasarladığıma inandılar ve kızdılar. Suçsuz olduğumu söyleyince yalancılıkla suçlandım ve ağir bir cezaya çarptırıldım. Ama ne korkunç bir cezaydı o! Yıldızlara duyduğum sevgi nedeniyle alaya alıdım ve annem akşamlan bahçede kalmamı yasakladı. Zorbaca yasaklar bir tutkuyu çocuklarda, büyüklerde olduğundan daha fazla ateşler; çocukların büyüklere göre üstünlüğü yalnızca yasak olan şeyi düşünmeleridir; bu yasaklanmış şey onlar için dayanılmaz bir çekicilik kazanır. Böylece yıldızım yüzünden sık sık azarlandım ve horlandım. Hiç kimseye açılamadığımdan, çocuğun ilk sözcüklerini kekeleyişinde de, ilk düşüncelerini dile getirişin de de bulunan o tatlı iç cıvıltıları içinde acılarımı ona, uzaklardaki yıldızıma söylüyordum. On iki yaşında olduğum kolejde bile hâlâ anlatılmaz hazlar duyarak izliyordum onu. Hayatın şafağında edindiğimiz izlenimler böylesine derin izler bırakır yüreklerimizde.