Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Vadideki Tuzak
Vadideki Tuzak

Vadideki Tuzak

Aydın Karasüleymanoğlu

Bu kitabı okuyanların daha sevecen, daha umutlu olacaklarına, her zorluğu yenmek için özgüven kazanacaklarına inanıyoruz. Sevginin sayfalardan taştığı, bilgi ve becerinin her kapıyı açtığı…

Bu kitabı okuyanların daha sevecen, daha umutlu olacaklarına, her zorluğu yenmek için özgüven kazanacaklarına inanıyoruz. Sevginin sayfalardan taştığı, bilgi ve becerinin her kapıyı açtığı olaylarla dolu bu masal, çocuklardaki yardımlaşma duygusunu pekiştirecek, iyi özelliklerini daha da geliştirecektir. Masalda adı geçen yoksul oduncunun, toplum yararına yaptığı çalışmaların unutulmaması, halkın şükran duygularının hangi boyutta olduğunu göstermektedir. Oduncunun üç kızıyla Başkan’ın üç oğlunun evlenmeleri ve halka hizmet etmeleri, insanlık adına yapılanların ne denli önemli olduğunu yansıtmaktadır.

***

Buğdayın harman, dağların duman, kurdun kuzuya çoban olduğu bir ülkede, sevilen bir Başkan varmış. Bu Başkan, kılı kırk yararak, haklıyı haksızdan ayırarak görev yaparmış. Ülkesini daha iyi yönetmek için her fırsatta halkın görüşlerini alırmış. Uzman ve bilge kişilerin önerilerine değer verirmiş. Böylece kendisinden ne beklendiğini iyi bilirmiş.  Doğruluğu, çalışkanlığı ve hakça davranması da bunlara eklenince, her zorluğun üstesinden gelirmiş.

Aynı zamanda ileri görüşlü olan Başkan, oğullarının da kendisi gibi sevilmesi için çok uğraşmış. Üç oğlunu da, yaşamı iyice anlamaları için halkın içinde tutmuş. Onlara ayrıcalık yapmamış.

Başkan’ın oğulları da, halk çocukları gibi dağlarda odun kesmişler, kırlarda koyun gütmüşler, tarlalarda saban sürmüşler, çayırlarda tırpan sallamışlar. “Başkan oğluyuz” diye yan gelip yatmamışlar.

Yaşıtlarından çok çalışan bu kardeşler, kendilerini kültür alanında da yetiştirmişler. Edebiyata, felsefeye, sanata merak sarmışlar. Hafta sonları da hem kafalarını dinlemek, hem de doğayla baş başa kalmak için ava çıkmışlar. Dere tepe, dağ orman demeden bütün gün açık havada spor yapmışlar. Üçünün de amacı, av değil bedensel ve zihinsel bakımdan gelişmekmiş. Üçü de bir av hayvanını vuramayacak kadar duyarlıymış.

Bir hafta sonu Başkan’ın büyük oğlu, bir alageyiği kovalarken, kayalar arasında sıkışıp kalmış. Sağa bakmış, sola bakmış kıpırdayacak yer bulamamış. Yukarısı aşılmayacak kadar dik, aşağısı bakılmayacak kadar uçurummuş. Buraya nasıl geldiğini bir türlü çözememiş. Sanki birisi onu gökten indirip, buraya sıkıştırmış.  Başkan’ın büyük oğlu “ne yapayım nasıl kurtulayım” diye düşünürken akşam da olmuş.

Alageyik ise karanlık çökmesine karşın kayalıklarda dolaşıp duruyormuş. Çayırlarda koşuşan taylar gibi dağlardan süzülüp akıyormuş. Büyük kardeş, alageyiğin koşuşturmasına, kendisini gözetlemesine akıl erdiremiyormuş. İçinden de “beni merak ediyorlardır” diyormuş.

Nasıl merak etmesinler ki? Gece yarısı olmasına karşın, Başkan’ın üç oğlu da ortalarda yokmuş. Üç kardeş ilk kez bu kadar geç kalmaktaymış. Herkesin içine korku düşmüş. Ayakta sinirli biçimde tur atan Başkan:

– Oğullarım dardadır. Onları aramalıyız, demiş.

Başkan’ın karısı da kuşkulu biçimde:

– Başlarına bir iş gelmiş olmasın? Hemen arayalım, demiş.

Başkan’ın yardımcıları, komutanları, yakınları ve de durumu öğrenen herkes:

– Hemen aramaya çıkalım, demişler.

Başlamışlar aramaya. Elindeki çırayı tutuşturan yollara düşmüş. Üç kardeşi bulmak amacıyla üç ayrı yöne dağılmışlar. Herkes üç kardeşin bir arada olmayacağını düşünmüş. Çünkü, üçü bir arada olduğunda zor duruma düşmeyeceklerine kanaat getirilmiş.

– Üç ayrı yerde üç tehlike var, denilmiş.

Başkan’ı çok seven halk, dere tepe, dağ taş demeden yürümüşler. Bir bölümü dağlara çıkmış, bir bölümü uçurumlara inmiş. Ayak basmadık yer bırakılmamış.

Ancak, üç kardeşin üç ayrı yerde, birbirinden habersiz sıkışıp kaldıkları yere kimse ulaşamamış. Çünkü kardeşlerin bulunduğu yer ulaşılacak bir yer değilmiş. Büyük kardeşin başına gelenler aynen diğer kardeşlerin de başına gelmiş. Üçü de nasıl kurtulacaklarını bilmeden sıkıştıkları yerde bekleyip duruyorlarmış.

Üç kardeş üç ayrı yerde bekleyedursun, Başkanlarını çok seven halk, bir o yana bir bu yana koşuşturmaktaymış. Kendilerine hiç haksızlık etmeyen Başkanlarına, şükran borçlarını ödemek istiyorlarmış. Ancak bu iş istemekle olmuyormuş. İne çıka, düşe kalka basmadık yer bırakmayanlar ne bir ize rastlamışlar ne de kardeşlerin sesini duymuşlar. Dağlar taşlar kapalı bir kutu olmuş sanki. Her yana dağılan ateşler, çok yıldızlı gökyüzünü andırıyormuş. Herkesin kafasında “kardeşler bu ışıkları da mı görmüyorlar”  sorusu belirmiş.

Günlerce sürmüş bu arama. Günlerce sıkıştıkları yerde kalmış üç kardeş. Kuşların getirdikleri meyvelerle beslenmişler. Ne kıpırdayabilmişler ne de “biz buradayız” diye seslenebilmişler.  Alageyiğin koşuşturması da durmuş. Sular akmaz, rüzgar esmez olmuş. Dağ taş uykuya yatmış. Halkın elindeki ateşler, kıpırdamaz noktalar haline gelmiş. Zaman durmuş.

Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, kendine gelen büyük kardeş, güzeller güzeli bir kızın saçlarını okşadığını görmüş. Saçları okşandıkça canlanmış, olup bitenleri anımsamaya başlamış. Gözlerini güzeller güzeli kıza çeviren büyük kardeş:

– İn misin, cin misin? Melekler meleği bu kayalıklarda ne ararsın? diye sormuş.

Diğer kardeşler de aynı olayla karşılaşmışlar. Saçlarını okşayan güzellere aynı soruyu sormuşlar.

Kardeşlerin birbirlerinden habersiz sordukları bu sorular yanıtlanmamış. Ama sular akmaya, rüzgar esmeye, dağ taş kıpırdamaya başlamış. Delikanlıların yürekleri kabarmış, içlerini ateş kaplamış. Üç kardeş de, kayalardan sel gibi akan, yel gibi geçen güzellerin ardından, öksüz çocuklar gibi bakmışlar. Sevdalandıkları güzellerin ardından gitmek yerine, aynı yerde sıkışıp kalmanın ezikliğini duymuşlar. Üç kardeş de kendi kendilerine söylenmişler:

– İn miydi, cin miydi? Meleklere benzeyen bu güzeller, kayalıklarda ne arardı?

İn de olsa, cin de olsa bu güzelleri arayıp bulmayı kafalarına koymuşlar. Gönül yasa dinler mi? Aşık olan eli kolu bağlı bekler mi? Ferhat Şirin için dağları delmemiş miydi? Mecnun sevda uğruna canını vermemiş miydi? Ölçmüşler biçmişler, her şeyi inceden inceye düşünmüşler. Sonunda sevda uğruna özveride bulunmanın şart olduğuna inanmışlar.

Ancak, kardeşlerin canlarından başka sevda uğruna verecekleri bir şey yokmuş. Kayalara sıkışık durumda iken sevgili için başka ne yapılabilir ki?

Büyük kardeş, bıçağını çektiği gibi ayaklarının altını kesmiş. Kanlı ayaklarını, kayaların en tutulmaz yerine basarak, kanların kurumasını beklemiş. Kanlı ayak bir süre sonra kayaya öyle bir yapışmış ki, sök sökebilirsen. Böylece bastığı yerden kaymadan, öteki ayağının altını da keserek bir adım ileriye atmış. Kanlar kuruyup kayaya yapışınca, öteki ayağını zorla sökmüş. Birer birer adım atarak ilerlemiş. Böylece kayalıkların en tutulmaz yerlerini geçmiş. Geçmiş ama ayaklarının altı da delik deşik olmuş. Çok da kan yitirmiş. Dayanılmaz acılara katlanmış ama sıkıştığı yerden, yarı baygın da olsa kurtulmayı başarmış.

Öteki kardeşler de aynı biçimde kurtulmayı başarmışlar. “Sevenler her şeyi göze alır” sözü o günlerden kalmaymış.

Ayaklarının altı yara bere olmasına ve çok kan yitirmelerine karşın, üç kardeş de Mecnunlar gibi koşuşturmaya başlamış. Dereler geçilmiş, dağlar aşılmış ama gönül kaptırılan güzeller bulunamamış. Araya araya tepeler düz, kayalar toz olmuş.

Üç kardeşin birbirinden habersiz sevgili arama işi yıllarca sürmüş. Yıllarca, ardına düştükleri güzellerin neyin nesi olduklarını bilememişler. Büyük kardeş şiir düzmüş, türkü yakmış. Bakalım ne demek istemiş:

Alageyik koşar dağ taş demeden
Ferhat dağlar delmiş kimse bilmeden
Sevemezdim elbet onu görmeden
Gördüm ama kimdir öğrenemedim.

Ortanca kardeş der şiir düzmüş, türkü yakmış. Bakalım ne demek istemiş:

Güneşle Ay geldi kucak kucağa
Deniz geri doğru akar ırmağa
Tutar mı her göle çalınan maya
Gördüm ama kimdir öğrenemedim.

Küçük kardeş de aynı biçimde şiir düzmüş, türkü yakmış. Bakalım ne demek istemiş:

İçimde kaynayan kazanlar taştı
O uzaklaştıkça umut yaklaştı
Bir ben değil buna doğa da şaştı
Gördüm ama kimdir öğrenemedim.

Şiirler düzülmüş, türküler söylenmiş ama aranan güzeller bulunamamış. Boşa konulmuş dolmamış, doluya konulmuş almamış. Umut bir okyanus iken elde bir damlası bile kalmamış. Ağaçlar çiçek açmış, dağlara kar düşmüş, mevsimler değişmiş ama arama…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Sihirli Çakı ~ Aydın KarasüleymanoğluSihirli Çakı

    Sihirli Çakı

    Aydın Karasüleymanoğlu

    — Bu çakıyı babam bana armağan etti. Bunu iyi sakla ve beni özlediğin zaman yüzüne sür. Böylece benim tarafımdan okşandığını anlayacaksın… Rasim, babasının bu...

  2. Keloğlan Keleşoğlan ~ Aydın KarasüleymanoğluKeloğlan Keleşoğlan

    Keloğlan Keleşoğlan

    Aydın Karasüleymanoğlu

    Bu kitapta, akıcı bir dille, şiir iklimine uygun yazılmış iki Keleşoğlan masalı yer almaktadır. Derleme değil özgün olan bu masallar, çocukları iyiye, güzele, doğruya...

  3. Rakip Kardeşler ~ Aydın KarasüleymanoğluRakip Kardeşler

    Rakip Kardeşler

    Aydın Karasüleymanoğlu

    İnsanlar gibi ülkeler de tek başlarına varlıklarını sürdüremezler. Barışa dayalı uluslararası işbirliği, bilimsel yardımlaşma ve teknolojinin paylaşımı, dünyayı daha yaşanılır kılacağı, bu masalda konu...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    ×
    Yukarı
    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur